Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 10 December 2009

Ermenistan-Azerbaycan Çatışmasında

Kızıl Kürdistan

Tarihte sayısız olay gerçekleşmiştir. Bu olaylar ancak, araştırmacılar tarafından incelendiği, üzerinde yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı zaman tarihsel olay olurlar. Tarihte değerlendirilmemiş, üzerinde incelemeler yapılmamış sayısız olay vardır. Bu olaylara değinmemenin çeşitli nedenleri olabilir. Örneğin, siyasal sisteme, siyasal rejime egemen olan resmi ideoloji, bazı konuların incelenmesine, o konulardan söz edilmesine yasaklar getirmiş olabilir.

Uluslararası ilişkilere yön veren temel ilkeler, hala, adalet, özgürlük, eşitlik, barış, insan hakları gibi değerler değildir, kaba güçtür. Kaba gücü elinde bulunduranlar, kendi ulusal çıkarlarını savunabilmekte, uluslar arası ilişkilere yön verebilmektedir.

1980'lerin sonunda, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Birliği oluşturan 15 Federe cumhuriyetin, Birlik'ten ayrılıp kendi bağımsız devletlerini kurmalarından sonra, Azerbaycan ve Ermenistan arasında büyük bir savaş patlak verdi. Bu savaş, Yukarı Karabağ üzerindeki egemenlik haklarıyla ilgiliydi. 1992 savaşı sonunda, Ermeniler, Azeriler'in egemen olduğu bazı toprakları işgal etler. Karabağ üzerinde de egemenlik kurdular.

1992 savaşı sonunda Ermenilerin işgal ettiği bazı topraklar, Kızıl Kürdistan topraklarıydı.

Kızıl Kürdistan, 1923 de, ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkı doğrultusunda, Sovyetler Birliği yöneticileri tarafından, Azerbaycan'a bağlı bir özerk bölge olarak kurulmuştu. 1923-1929 yılları arasında yaşadı.

1992 savaşında, Ermenistan'ın işgal ettiği topraklar, Ermenistan'la Karabağ arasındaki bu bölgeydi. Bu bölgedeki başlıca şehirler, Laçin, Kelbecer, Kubatlı, Zengilan ve Cebrail'di. Ayrıca, Kızıl Kürdistan'a, Zengezur'un bir kısmı da dahildi.

Bugün, Ermenistan'la Azerbaycan arasında yoğun bir anlaşmazlık var. Anlaşmazlık, Karabağ ve Kızıl Kürdistan toprakları üzerinde sürüyor. Bu anlaşmazlığın giderilmesi için, Rusya Federasyonu, Türkiye, ABD, Avrupa Birliği yoğun bir çaba sarfediyor. 2 Kasım 2008 tarihinde, Ermenistan ve Azerbaycan Cumhubaşkanları, Moskova'da, Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı Dimitriy Medvedyev'in arabuluculuğuyla bir araya geldi. Moskova Deklarasyonu denilen bir deklarasyon açıklandı. Bu deklarasyonda Kürlerden hiç söz edilmiyor. Deklarasyonda Kürtlerin adı geçmiyor.

2 Aralık 2009 da, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, (AGİT)Atina'da, Ermenistan ve Azerbaycan Dışişleri Bakanlarını buluşturdu. İki taraf arasındaki anlaşmazlıkla ilgili müzakereler yapıldı. Minsk Grubu Eşbaşkanı ülkeler, Rusya Federasyonu, Fransa, ABD,

Ermenistan ve Azerbaycan Dışişleri Bakanlarıyla, bir toplantı gerçekleştirdi. Yukarı Karabağ sorununa, Ermenistan'ın, 1992 de, işgal ettiği topraklardan çekilme sorununa bir çözüm aranıyor. Burada da Kürtlerin adına, haklarına, hukukuna hiç değinilmemiş olması, üzerinde durulması gereken bir olgudur. Belarus'un başkenti Minsk'te toplanıp Azerbaycan-Ermenistan anlaşmazlığına çözüm arayan devletlere Minsk Grubu ülkeler deniyor.

Kızıl Kürdistan sorununa biraz değinmekte yarar var. Hejarê Şamil, tarihçi, gazeteci, Letif Memmed Bruki ile bir röportaj yaptı. Hejarê Şamil, Letif Memmed Bruki'nin, Rusya ve Uluslar arası Gazeteciler Federasyonu üyesi, www.kurdist.ru sitesinin genel yayın yönetmeni olduğunu belirtiyor. Bu röportaj, “Kafkasya Kürdistan'ı İdeası“ başlığı altında 13 Aralık 2008 de www.kurdistan-post.org da yayımlandı. Sitede hala asılı duruyor. Röportajın, “Kafkasya Kürdistan'ı İdeası Kürtleri Birleştirebilir“ şeklinde alt başlığı da var. Bu röportaj, Kızıl Kürdistan hakkında çok değerli bilgiler içeriyor.

Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi'nin 1923 de nasıl kurulduğu, 1929 da neden lağvedildiği, bu röportajda ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Bu özerk bölgenin lağvedilmesi, Ermenilerin, Azerilerin, bunların çıkarlarını koruyan ve savunan Stalin'in ve Mustafa Kemal'in isteklerinin, çakışmasıyla olmuştur. Daha sonra, Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi'nde yaşayan Kürtler, 1930'larda ve İkinci Dünya Savaşı sürecinde Orta Asya'ya sürgün edilmişlerdir. Bugün, Kırgızistan'da, Türkmenistan'da, Kazakistan'da, Özbekistan'da Kürtler yaşıyorsa, bu sürgünler nedeniyledir.

Kürtler, 1950'lerde, 1960'larda, 1970'lerde, 80'lerde, Erivan Radyosu'nun Kürtçe yayınlarından dolayı her zaman, Ermenilere, Ermenistan'a şükran duymuşlardır. Ama Ermenistan'ın Kürt özerkliğini, Kızıl Kürdistan'ı hiçbir zaman istemediği bilinmelidir.

Kürtler Medler döneminden beri, daha eski zamanlardan beri bu bölgededir. Burası da Med İmparatorluğu'na bağlı bir bölgedir. Kürtlerin bu bölgedeki varlığı Türklerden de Ermenilerden de öncedir. 11 ve 12. yüzyıllarda, bölgede, Revadi, Şeddadi gibi, Kürt hükümetleri vardı. Selahattin Eyyubi'nin bu bölgeden olduğu biliniyor. 1930'larda, Kürtlerin bu bölgeden Orta Asya'daki Federe Türk Cumhuriyetlerine sürgünü, Kürtlere çok büyük bir darbe indirmiştir. Kalanlar da 1992 deki Ermenistan-Azerbaycan savaşı sırasında, Kızıl Kürdistan topraklarından kovulmuşlardır. Bu işgalden sonra, Ermeniler, yer isimlerini, tamamen, Ermeni isimlerle değiştirmişlerdir. Kürtçe olan isimleri yasaklamışlardır.

1980'lerin sonlarında, Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açıklık, şeffaflık) döneminde, Stalin tarafından, Orta Asya'ya sürgün edilen halklar, kendi ülkelerine dönmeye başladılar. Kırımlılar da bunlardandı. Kırımlılar da İkinci Dünya Savaşı sırasında sürülmüşlerdi. Orta Asya'daki çeşitli cumhuriyetlere sürgün edilen Kürtler de, temsilcileriyle Moskova'ya gittiler. Devlet Başkanı Gorbaçov'dan, kendi ülkelerine, Kızıl Kürdistan'a dönüşlerini sağlanmasını istediler. Gorbaçov bu öneriye sıcaktı. Ama, Kürtlerin ülkelerinin önemli bir kesimi Azerbaycan işgali altındaydı. Sadece Azerbaycan değil, Ermenistan da Kürtlerin dönüşüne, Kürtlerin özerk bir bölgeye sahip olmasına karşıydı. Gorbaçov yönetimden ayrıldığında, Kürtlerin istekleriyle ilgili hiçbir gelişme olmamıştı.

Bugün, Ermenistan ve Karabağ arasında yer alan, Laçin, Kelbecer, Kubatlı, Zengilan, Cebrail, Zengezur'un bir kesimi, tarihte, Kürtlerin yaşadığı topraklar olarak bilinmektedir. 1923 de, Kızıl Kürdistan Özerk Yönetimi bu topraklar üzerinde kuruldu. Bu özerk yönetim, ancak, 1923-1929 yılları arasında yaşayabildi. Daha sonra, Orta Asya Federe Türk Cumhuriyetlerine sürgünler yaşandı. Kalanlar da 1992 Ermenistan-Azerbaycan savaşı

sırasında ülkelerinden kovuldular. Bu Kürtler, Azerbaycan'ın çeşitli yörelerinde, sürgün hayatı yaşıyor. Azeri yöneticilerinin sık sık dile getirdiği “kaçgunlar“ın büyük bir çoğunluğu bu Kürtlerdir. Tabii Azeri yöneticiler, “kaçgunlar“ derken, Kürt adını anmamaya büyük bir özen gösteriyor.

Ermenistan'ın ve Azerbaycan'ın, “bölge Ermenidir“, “bölge Azeridir“ diyerek, Kürtleri hiç anmadan, Kürt toprakları üzerinde böylesine çekişmeleri, dikkate değer bir süreçtir.

Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı'nın arabuluculuğuyla, Moskova'da, Ermenistan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlarının toplanması, yayımlanan deklarasyonda Kürtlerin adının hiç anılmaması, Kürtlerin haklarından, hukukundan hiç söz edilmemesi, yine, üzerinde durulması gereken bir olgudur. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT), Minsk Grubu devletlerinin, Ermenilerin işgal ettiği topraklardan söz ederken, geri çekilmelerinin gereği dile getirilirken, bu toprakların aslında, Kürtlerin yaşadığı topraklar olduğuna; buraların, 1923-1929 yılları arasında Kızıl Kürdistan Özerk Yönetim olarak anıldığına hiç dikkat çekilmemesi, bu toplantılar sonunda yayımlanan bildirilerde, Kürtlerden hiç söz edilmemesi, uluslar arası ilişkilere yön veren anlayışı açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Uluslar arası ilişkilere yön veren anlayış hala, özgürlük, eşitlik, adalet gibi değerler değildir, kaba güçtür.

Kürtlere Eleştiri

Kürtlerin bir kısmı, örneğin PKK, “devlet baskı aracıdır, onun için biz devlet istemiyoruz“ diyor. Federasyon istemediklerini vurguluyor. Devlet baskı aracıdır ama, her şeyden önce devleti olmayan halklar üzerinde bir baskı aracıdır. Devletin ideolojik ve zorlayıcı baskı araçları, sistematik olarak devleti olmayan halklara karşı çalıştırılır. “Devlet Türklere de baskı yapıyor“ demek, Kürtlere yapılan, baskıdan, zulümden dolayı devleti aklamak anlamına gelmektedir. Çorum'u, Yozgat'ı, Çankırı'yı, Kastamonu'yu vs. düşünelim. Oralar sıkıyönetimlerle mi idare ediliyor? Orta Anadolu'da, Batı Anadolu'da “faili meçhul“ cinayetler var mı? Oralarda da insanlar kaçırılıp cesetleri birkaç gün sonra, şurada- burada bulunuyor mu? Veya, kaçırılan insanlardan hiç haber alınamaması oralarda da oluyor mu? Orta Anadolu'da veya Batı Anadolu'da, köylerin yakılması yıkılması, ormanların yakılması söz konusu mu? Örneğin, Antalya'da, Bodrum'da, Çanakkale'de, ormanlar yandığı zaman, “Yüreğimiz yanıyor, ciğerimiz yanıyor“ deniyor. Ama, Batı'da ormanlar yandığı zaman bunları söyleyenler, Kürt bölgelerindeki ormanları bizzat kendileri yakmıyorlar mı? Kürt köylülerinin, yanan ormanları söndürmelerine engel olunmuyor mu? O zaman, “devlet Türklere de baskı yapıyor“ demek, devleti aklamak olmaz mı?

Orda Anadolu'da, Batı Anadolu'da JİTEM var mı? Buralarda da aileler yerlerinden, yurtlarından ediliyorlar mı? Bütün bunlar hep Kürtler için uygulanmıyor mu?

Taş atan Kürt çocukları çok ağır ceza istemleriyle yargılanırken, “bir şehide karşı beş DTP'li öldürülmelidir“ sözü, ifade açıklaması olarak, ifade özgürlüğü olarak değerlendiriliyor. Kürtlerin taş atması, çocuk da olsalar ağır cezai yaptırımlarla karşılanırken, Kürtlere taş atılmasının serbest olduğu ima ediliyor. Gerek polis, gerek Cumhuriyet Savcılığı, gerek mahkemeler bu doğrultuda kararlar veriyor.

Dünyada da bu böyle. Sudan'daki sistematik zulüm, baskı, soykırım, Darfur'daki Fur halkı için yapılıyor. İsrail egemenliği altında yaşayan Filistinliler için de durum budur. Günümüzde, devleti olmayan halkları yönetmek, ancak baskıyla, zulümler olabiliyor.

Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığının temel nedenlerinden biri, Kızıl Kürdistan Özerk Bölgesi üzerindeki hak iddialarındır. Her iki devlet de Kürt topraklarına sahip olmak için mücadele ediyor. Ortada neden Kürtler yok? Güçlü bir Kürt özerkliği olsa, Stalin Kürtleri sürgün edebilir miydi? Laçin, Kelbecer, Zengilan, Kubatlı, Cebrail, Zengezur gibi şehirlerde Kürtler yaşamlarını sürdürselerdi, Ermenistan ve Azerbaycan Kürt toprakları üzerinde böylesine çekişebilirler miydi? Bu tür haksızlıkların yaşanmasına engel olmak için Kürtlerin de benzer bir siyasal yapıya ihtiyaçları yok mu?

Kürtler konusunda büyük bir unutma-unutturma söz konusu. Bunun çarpıcı örneklerinden biri herhalde, 1923-1929 Kızıl Kürdistan'dır.

Burada, bir konuya daha değinmek gerekiyor. Kürt sorunu konusunda Sovyetler Birliği eleştirildiği zaman, bu eleştiri komünizm düşmanlığı olarak algılanıyor. Bu algılama yanlıştır, yanlış bir değerlendirmedir. Doğru değerlendirme şu soruların gündeme getirilmesiyle olur. Sovyetler Birliği, neden mazlum Kürt halkı karşısında otoriter, totaliter, faşist yönetimlerle işbirliği yapmıştır? Neden mazlum Kürt halkının değil, otoriter, totaliter, faşist yönetimlerin yaınında yar almış, onların çıkarlarını savunmuştur?

İsmail Beşikçi

Tarih: 26 February, 2008 23:12 Geçen Perşembeden beri Türk devleti karadan ve havadan ağır silahlar eşliğinde işgal ettiği Güney Kürdistan topraklarında Kürd halkına karşı yeni suçlar işlemektedir. Türk devleti Özgür Kürdistan kazanımlarını yoketmek, Kuzey Kürdlerini tümden teslim almak için 3 aydan beri Özgür Kürdistan topraklarına havadan ve karadan saldırıyor... Türklerin amacı açıktır: Kürdlerin millet olarak tarih sahnesine çıkışını ve özgürleşmesini engellemek, bölgesel ve uluslararası uygun koşullarda elde etikleri kazanımlarını yoketmek ve kısacası Kürdleri bugüne kadar var olan “köle statüsünde“ tutmak istiyorlar... Türkler, Kürdlere karşı bu ölüm kalım savaşlarında dünyanın belli başlı güçlerinin “sınırlı icazetini“ almış durumdalar.. ABD, AB, Arap ülkelerinden ve hatta Irak'tan gelen açıklamalara bakıldığında Türk devletine verilen “sınırlı“ Kürd kırımı icazesi açık bir şekilde görülmektedir.. Yukarıda sözkonusu ettiğm güçlerin her birinin kendisine has gerekçeleri vardır.. Bazıları bölgesel ve uluslararası çıkar ve stratejileri doğrultusunda bir hamle ve dizayin çerçevesinde, bazıları anti Kürd tutumlarında ve bazılarıda büyük güçlerin kendi aralarındaki çelişkilerden kaynaklanan nedenlerden dolayı bu ad hoc “sınırlı icaze“ tutumu içine girdiler... Yoksa “uluslararası hukuku ayaklar altına alan“!!! Türk devletine Avrupa Birliği'nin kapısı kapanırdı... Irak'ı işgal eden ve BM'ler kararıyla “ işgalcılığını“ tescil eden ABD, en iyi müttefiki olan “Kürdleri tutarak“ Türklere dövdürtmezdi... “Yüzüne tükürülen Yeşil Zon hükümeti yağmur yağıyor“ diyemezdi.. Aslında bu “sınırlı icazet“ aynı zamanda beraberinde kolu kanadı kırılmış “sınırlı yetkileri“ olan “sınır boylarında“ Osmanlı dönemindeki Kürd beyliklerini andıran bir yapıyı yada yapılarıda beraberinden getirebilir.. Türklerin, YNK ve KDP arasındaki çelişkileri kaşıma ve kışkırtma girişimleri altında yatan bu “böl-yönet“ politikasıdır.. Birbirleriyle kapışan Kerkük ve Musulsuz, ayrıca Türklere, Araplara ve Farslara mahkum “Baban-Soran ve Behdinan Beylikleri“ Osmanlı-Kemalist karması olan anti-Kürd yapılama tarafından tercih edilebilir bir seçenektir... Kosovo'dan sonra, dünyanın ilgi odağı olan Kürdistan'nın siyasal önderliği görünen ve görünmeyen eller tarafından Kürdlerin kazanımlarını güdümlü hale getirmek istiyenlerin “sınırlı savaşını“, top yekûn bir “Kürd-Türk“ savaşına dönüştürebilirlerdi ve hâlâ da bu imkan ortada duruyor... Kürdlerin Türk işgalcilerine karşı toplu bir savaşı bir çok çevrenin öngördüğü hesapları tümden boşa çıkarabilir.. Böyle bir savaş, Amerika'da seçimlerin yaklaştığı bu ortamda Kürdlerin lehine ve Türklerin aleyhini büyük bir tutum değişikliğine neden olur.. Avrupa Birliğinin saflarında Kürdlerin lehine gelişmelere ön ayak olur.... Türkler, “pirinç ararken evdeki bulgurdan“ olurlardı.. Ama, Kürdler yine darmadağan.... Askeri ortak bir “ulusal duruşu“ bir kenara bırakırsak, barışçıl sokaklara dökülmüş milyonlarca Kürd'ün ortak kitle eylemlerinin dahi önü açılmıyor.. Kürd sorunun dünya kamuoyunun gündemine tam olarak yerleşmesi için milyonların barışçıl eylemleri yapılabilinir.. Bu hususta Güney Kürdistan siyasi önderliğinin imkânı var. Güney Kürdistan siyasi önderliği böyle bir çıkış yaptığı zaman, “İmralı endeksli politikalarda“ bertaraf edilebilinir..Eğer, Kürdler, bu “tarihsel anı“ değerlendirmeseler, yeni bir tarihi fırsatı kaçıracaklar..... Türkler eski paradigmalarla 40 milyonluk Kürdün sorununu idare etmeye çalışıyorlar.. Kürd önderliği Türklerin Kürd milletine vacip gördüğü “Türk Prokust çarkını“ kırmak için yeni bir Kürd paradigmasını oluşturabilir.. Sözünü ettiğim tutum beraberinden riskleride taşıyor.. Ama, Kürdistan gibi bir ülkede riskleri göze alamayan bir önderlik Kürdleri bağımsızlığa taşıyamaz... Türklerin sadece Kuzey Kürdleri ile sorunu yok... Türklerin tüm Kürdleriyle sorunu var.. Türk devetinin Kürdleri millet olarak güneş altında silmek bir misyonu ve vardır... Bu devlet kuruluşundan beri tüm dünya Kürdlerinin en basit hakkı karşısında bir yokedici taraf olarak durdu.. Bu devlet, “Kürdlerin varlığını“ kendisi için ve “Türk Ulusal Güvenliği“ için baş tehlike olarak gördü ve görüyor. Amed Kürdlerinin dünkü yürüyüşlerinde Mam Celal'a hitaben “heke em şîv bin tu jî paşşîvî“ demelerinden büyük haklılık payı vardır.. Çünkü, Türklerin sorunu “Kürd varlığı“ ilgilidir.. Kürdler “uzayda“ yada “Arjantin'de devlet kursalarda“ “Türk Ulusal Güvenliği“ için tehlike teşkil ediyorlar.. Geçenlerde Türk Başbakanı Almanya'da, Alman devletinin Türk diline ilişkin yaklaşımına ilişkin olarak yaptığı açıklama da “Asimilasyon insanlığa karşı suçtur“ dedi... Tüm Alman basını ve politikacıları projektörleri Türklerin ve Kürdlere yaptıklarına çevirdiler.. Türk devleti Kürdlerin bırakın devlet kurma hakkına en basit kültürel hakkına dahi karşı.. 1960'larda Mısır'da oluşturulan “Kürd radyosu“, 1950'lerde Amerika'nın bir “Kürd rodyosu“ girişimi Türkler için bir“Türk Ulusal Güvenlik“ sorunuydu.. Bu konularda yapılan girişimler bilinmektedir.. Belli bir dönem önce Dr. Hawrami'nin Rusya gizli belgelerine dayanarak Türk devletinin SSCB'de “Kürd dili“ ile ilgili çalışmalara karşı giriştiği kampanyalarla ilgili bir yazısını okumuştum.. Kuzey Kürdleri için yeni bir belge olduğundan dolayı Hawrami'nin aktardığı belgelerden bazılarını aktarmak istiyorum.. Dr. Hawrami “1935 yılında dağıtılan ’Kurdistana Sor'; Kürdlerin kendi bölgelerinden çıkartılarak iç taraflara sürgün edilmesi; Kürd okulları, eğitim kurumları ve gazetelerinin kapatılmasında“ Türk devletinin büyük bir rol aldığını yazıyor.. Bu konulara ilişkin Türk devletinin girişimlerine ilişkin belgelerde sunuyor.. Dr. Hawrami'nin anlatımlarına göre 1934 yılının 9 ve 16 temmuz ayında Erivan'da Kürd Alfabesi ve grameri üzerine Sovyet Dil bilimcilerin birinci konferansı yapılıyor... Konferansa katılanlar ikinci Konferansı 1935 yılında Baku'de yapmaya ilişkin karar alıyorlar. Bu konferansın haberi o dönem Kafkasya'daki basında çıkıyor.. Türk Dışişleri ve Büyükelçi ve konsoluslukları hemen harekete geçiyorlar.. Türk devleti Sovyetler Birliğinden Kürd Konferansına ilişkin resmi bilgi istiyor.. Sovyetler Birliği Lenin'in uluslara ve azınlıklara ilişkin tezlerine dayalı bir resmi açıklama gönderiyorlar.. Sovyetler Birliğinin Türkiye Büyükelçisi Liv Michalavic Qerexan Moskova'ya gönderdiği bir raporda Türkler bizim açıklamalarımız konsunda kuşkulular.. Onlar bu Dil Konferansının arkasında siyasal amaç olduğunu düşünüyorlar.. Ayrıca Türkler, Kürdleri yönelik yürütülen bu dil çalışmalarının sınırlandırılmasını, başka ülke ve bölgelerde Kürd dilbilimcilerinin çağrılmamasını istemekteler.. Ayrıca Zal Kined adlı başka bir Sovyet diplomatı Sovyet Dışişler Bakanına gönderdiği bir raporda: Konferansın sınırında Erivan'da yapılması ve ikinci konferansın Baku'da yapılmasında Türkler rahatsız ve bağımsız Kürdistan için bir çaba ve girişim olarak değerlendiriyorlar.. Türkiye'deki Sovyet diplomatları Moskova'ya Türklerle var olan ikili ilişkilerin bozulmaması için bu tip faaliyetlere maddi imkan vermemek gerekir yönünde öneride bulunuyorlar.. Sovyetler Birliği ise Türklerin bu dayatmalarına boyun eğerek ikinci Kürd Konferansı kararını iptal etti.. Sadece SSCB bununla da kalmadı, daha önce var olan haklara da kısıtlamalar getirdi ve Kurdistana Sor'un akibeti biliniyor... Sonuç olarak nerede “Kürd düşmanlığ“ varsa, orada Türk devleti var.. Nerede bir Kürd kazanımı varsa onu dağatmak için hazır bulunan ve yıkıcı faaliyet yürüten Türkler vardır... Türkler dün diplomasi ile bazı işleri kotarabiliyordu... Bugün Kürdler daha güçlü, büyük ordularla ve bombalarla Kürd sorunu çözmek istiyor... Kürdlerin Türk devleti ile nihai bir hesaplaşmaya girmesi gerekir.. Bugün bu imkân var... Bunun için Kürdler tek ses ve tek yumruk olmalı... Güney Kürdistan önderliğinin, tüm dünya Kürdlerinin gerçek önderi olma anıdır... Selamlar Aso Zagrosi

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.