ONLAR BİZİMLE! YÜREĞİMİZDE, BİLİNCİMİZDE, ISRARIMIZDA...[1]
TEMEL DEMİRER
“cellat uyandı yatağında bir gece
’tanrım' dedi ’bu ne zor bilmece:
öldükçe çoğalıyor adamlar
ben tükenmekteyim öldürdükçe...“ [2]
Ortalığı kaygı ile korkunun sardığı belirsizlik, güvensizlik, tedirginlik coğrafyasında yaş(atıl)ıyoruz...
Yalan, tehdit, manipülasyon dört yanımızdan haykırıyor: “Unutun, hatırlamayın, susun...“
Hayır unutmayacağız; çünkü yaşamak/yaşatmak hatırlamaktır; zamana karşı direniştir!
Unutturmak isteyenlere ve unutanlara inat; aldığınız canlarımızı unutmayacağız...
* * * * *
’1984' başlıklı yapıtında George Orwell, “gücünün her şeye yeteceği sanısına varan“ bir hükümetin yönettiği toplumda en temel değerlerin nasıl yozlaşabileceğini, özgürlüklerin nasıl yok olabileceğini anımsatırken; korkunun egemenliğiyle “Düşünce Polisi“nin “belleksiz ve muhalefetsiz“ bir sıradanlığını nasıl yarattığına dikkat çekerken; aynı konuda Platon da, “İyi insanların toplumdaki olaylara karşı kayıtsızlığının cezası, kötü insanlar tarafından yönetilmektir,“ der...
Orwell'den Platon'a anlatılan bizim hikâyemiz sanki; yani korku, kayıtsızlık labirentlerindeki gündelik yaşamların sıradanlığıyla kabuğuna çekilmiş; boşvermiş; aldırmayan; toplumsal belleği sıfırlanmış bir aymazlığın açmazı, alışkanlığı...
Hayır! Alışkanlığınıza; alıştırdıklarınıza inat; HÂLÂ ALIŞMAK TEPKİSİZLİKTİR; “Kayıp“ söylencenize alışmadık; peşinizi bırakmadık!
* * * * *
Bunun için 217. haftadır buradayız!
4 haftanın 1 ay, 1 yılın 52 hafta, 217 haftanın da 4 yıl, 2 ay, 1 hafta olduğunu unutmadan acılarımızın ve hayatın bilgisiyle buradayız...
Gerçeklerin “kalabalığın duyarsız gürültüsü eşliğinde yüksek devlet çıkarına“ (yoksa Ergenekon mu deseydik?) kurban edildiği sıradanlaşmış, alışmış bir bilgi(sizlik)in orta yerinde; Elias Canetti'nin, “Yatıştıran bilgi öldürücüdür“ uyarısını kulaklarımızda çınladığı için buradayız...
Bizi yatıştırmayan, hayatı savunan bilgimizle buradayız; “kayıp“ dediklerinizin faillerinin ortaya çıkarılması için buradayız...
Elimizde suretleriyle biz buraya, 217. haftada da bildiklerimizi sizinle, herkesle paylaşmaya geldik.
* * * * *
Demek istediğimiz sadece şu: Evladının, eşinin, yoldaşının, kardeşinin, hasılı bir parçanın kaybedilmesi ne demektir? Siz bunun ne demek olduğunu bilir misiniz?
Bunu biz; Arjantin'deki “Mayıs Ana“larından Galatasaray'daki “Cumartesi Ana“larına gayet iyi biliriz...
Bildiğimiz için de; kimse, hatta, kayıplarımızın failleri de bu acıyı yaşamasın diye buradayız...
Kendimiz ve herkes için; yani insanlık onuru için; yani vicdanın isyanı için buradayız...
Toplumsal belleğin kurumsallaşması; hesap sorması; geleneğin, kültürün, siyasetin tüm oluşturucu unsurlarıyla birlikte kuşaktan kuşağa aktarılıp biriktirilerek unutulmaması için buradayız...
Unutmadık, unutmayacağız da; tıpkı, “Olayların umutsuzluğunu fark edip yine de onları değiştirme kararlılığında olmak gerekir!“[3] vurgusuyla Jorge Semprun'un dediği gibi...
* * * * *
Evet kaybettikleriniz gözümüzün nurudur...
Ve kaybettiğiniz canlarımızı en iyi Goethe'nin “Ölümsüzlük herkesin harcıdır“ sözleri betimlerken; ifşa ediyorum: Onlar şimdi burada, sadece elimizde birer kare değil; Onlar burada bizimle, yüreğimizde, bilincimizde, ısrarımızda...
İşte 217. haftada da tam bunun için buradayız...
18 Mayıs 2009 18:10:16, Ankara.
N O T L A R
[1] 23 Mayıs 2009 tarihinde, Cumartesi Anaları'nın Galatasaray'daki 217. haftada eylemlerinde “kayıplar“ için yapılan konuşma... Kaldıraç, No:102, Temmuz-Ağustos 2009...
[2] Ataol Behramoğlu, 1974.
[3] Gerard de Cortanze, Hayat Yazısı, Jorge Semprun, çev: Nükhet İzet, Doruk Yay., 2008.