Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 27 December 2008

[b]Kürdistan'da 1915 yılındaki askeri hareketliliğe dair notlar.[/b]

[i]The establishment of the Hamidiye regiments (1892) allied parts of the (Sunni) Kurdish tribal elite even more strongly to the Sultan than they had been before. Until the early 1920s, most members of this stratum rejected the idea, unsuccesfully propagated by a handful of modern-educated men, that they belonged to any 'national' entity apart from that defined by loyalty to the Ottoman dynasty.[/i]

[b]Şunu diyor:[/b] [i]Hamidiye Alayları'nın kurulmasi (Sünni) Kurd aşiret elitinden bazılarının Sultan'la ittifakını eskiden olduğundan daha da fazla güçlendirdi. 1920'li yılların başlarına kadar, bu tabakanın çoğu mensubu, bir avuç modern-eğitimli kişi tarafından propagandası yapılan, Osmanlı handedanına sadakatın tanımladığından ayrı bir ’millî' mevcudiyete ait oldukları fikrini reddediyordu.[/i]

[b]Kek Mancel[/b]'in yazısından yukarda tekrar ettiğim, [b]Martin van Bruinessen[/b]'den yapılmış bu alıntıdaki ibareler çok önemlidir.

Bir fırka, üç alay asker demektir. Eski askeri örgütlenme birimlerinden olan 'fırkalar' bugünkü tugayla tümen arası bir askeri birliğe tekabül etmektedir. Bir fırka üç alaydan oluşmaktaydı. O günün koşullarında bir alay hazarda (barış döneminde) 1000 kişiden, seferde (savaş hali) mevcut artırılarak 1200 kişiden oluşuyordu. İki fırka toplam 6 alaya denk düştüğünden sahip olabileceği azami asker sayısı da 1913 itibarıyla 7200 askere denk düşmektedir.

Bundan yaklaşık on yıl öncesine kadar çok garip bir şekilde Kürdistan Teali Cemiyeti soykırım suçlamasına maruz bırakılıyordu. Bu saçma düşünceyi perde arkasında durup el altından pompalayanlar Özcan Soysal, Demir Küçükaydın, İbrahim Seven gibi "Türkiye" partilerinden gelen türk komünistleri idi. İntername'deki tartışmalarda sürekli Kürdistan Teali Cemiyeti'nin 1919 yılında kurulduğunu öne çıkararak, Teali Cemiyeti'nin kuruluşundan 4 yıl önce gerçekleşmiş bir soykırıma nasıl katılmış olacağını alaycı ifadelerle sorgulamış ve önüne geçmiştim. Şimdi işin aslını bilmeden Hamidiye suçlaması yapılıyor.

Hamidiyelerin 1913 yılından itibaren aşiret önderliklerinin komutasından alınarak 9. Kolorduya bağlanması bu andan itibaren devletin askeri örgütlenmesi içinde yer alması demek, komutasının ordu kademelerinde görevli muvazzaf subaylara devredilmiş olması demektir. Bu andan itibaren Hamidiyelerin komutasından ve eylemlerinden direkt bir şekilde sorumlu olan merci merkezi otoritedir, yani Osmanlı'nın kendisidir..

Esas dikkat edilmesi gereken husus şudur.

1915 yılı, 1. Dünya savaşı'nın en kızgın haliyle devam ettiği yıldır ve savaş 1. yılına girmiştir. Savaşın Osmanlı için anlamı büyüktür. Çünkü veliinimeti Alman İmparatorluğu savaşa tutuşmuştur. Osmanlı savaş hazırlığı içindedir. En büyük tehlike sınırdaşı olan Rusya'dan beklenmektedir. Önceki tecrübelerinden ermenilerin durumuna vakıf olan Osmanlı, savaşa girişen her askeri güç gibi cephe gerisini ve ikmal hatlarını güvenlik altında tutmak zorundadır. Buna bir de Almanya'nın Azerbaycan petrol yataklarına ulaşabilmesi için mevcut güzergahı "güvenli" hale getirme isteği eklenince ortaya soykırım çıkmıştır.

1915 yılı itibarıyla; Enver Paşa'nın 1916'dan itibaren Ruslara karşı süreceği 250 bini Allahu Ekber dağlarında mevta olan sayısı 600 bin civarındaki Osmanlı ordu birlikleri, ayrıca Cemal Paşa'nın bilahare Hicaz, Yemen, Filistin ve Suriye'nin savunması için emrine verilen yaklaşık 500 bin kişilik kuvvet, ilaveten jandarma birlikleri, silahlandırılmış sivil memurlar, paramiliter yapıya sahip Teşkilat-ı Mahsusa o gün için Diyarbakır, Mardin, Halep, Urfa, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Muş vilayetlerinde konuşlanmış olup tahkimatlar oluşturmakta, askeri tatbikatlar yapmaktadır.

Bütün bu orduların sevk ve idaresi Adana'da karargahı bulunan Yıldırım Orduları komutanlığınca yürütülmekte, Yıldırım Orduları komutanlığı görevinde ise daha sonra Çanakkale'ye geçecek olan Liman von Sanders adlı Alman generali bulunmaktadır. Görünürde Enver Paşa Osmanlı'nın Harbiye Nazırı iken bugünün genelkurmay başkanlığına denk düşen Harbiye nezaretini fiilen Liman von Sanders yürütmektedir. Osmanlılar Alman kurmaylarının sevk ve idaresi altındadır. Silahların sahipleri olanlar aynı zamanda ordunun yönetiminde tartışmasız belirleyici konumundadırlar.

Ermeni Soykırımı'nın devam etmekte olan savaş ve bu nedenle Kürdistan'a yığılmış bulunan askerlerin mevcudiyeti temelinde değerlendirilmesi gerekir. Ermeni Soykırımı'nı yöreye o gün egemen olan askeri ve siyasi atmosferden ayırarak ele aldığınız zaman gerçek suçluları gizlemek ve ilgisiz suçlulular peydahlamak kolaylaşır. Hafif silahlı güçleriyle birlikte düşünüldüğünde 1 milyon 200 bin civarında askerin varlığı önünde 'iki fırka Hamidiye' Ermeni Soykırımı'nın suçlusu olarak lanse edilebiliyorsa, suç sorumluluğunu asker sayısıyla oranlayarak üleştirmeleri meraklılarına salık verilebilir. Ancak bu da yetmeyecektir, Kek Mancel'in aktarısından da anlaşılacağı gibi soykırım yıllarında artık merkezi otoritenin emrine ve ordu hiyerarşisine bağlanmış Hamidiyelerin varlığı sözkonusudur.

[b]Kürtlerin geçmiş olaylara kemalizmin gözlüğünden bakma mecburiyetleri yoktur.[/b]

O günün koşullarında Osmanlı'nın toplam nüfusu 14 milyon olarak hesaplanıyor. Ermenilerin Osmanlı içindeki varlığı yaklaşık 2 Milyon ermeniye tekabül ediyor. Kürtlerin soykırım gerçekleştirilen yörelerdeki nüfus toplamı ermenilerin nüfusundan daha kabarık değil. Kürtler 1915 yılında, 1496 yılından 1750 yılına kadar süren Celali direnmelerinin soykırımlarla bastırılması, 1820'lerden itibaren de mireliklerin tasfiye edilmesi sürecinde kesintisiz soykırımlar dönemlerini yeni "ikmal" etmiş durumdalar. Soykırımlar daha sonra da sürecektir, konuyla ilgili görünmese de kürtlerin 1915 öncesi ve sonrası sistemli yoketmelere maruz bırakıldıkları gerçeği atlanarak ermeni soykırımındaki konumları ve sorumlulukları sorgulanamaz.

İbrahim Paşa'nın [i]"soykırıma katılmadığı halde talan yapmak zorunda kalması"[/i] tartışmalar esnasında foruma yansıdı. Zaman zaman 100 bin silahlı biraraya getirebilen Milan aşiretler konfederasyonun lideri sahip olduğu silahlı güçlere rağmen tehdit altında boyun eğmek zorunda bırakılıyor. Mazaretini açıklaması zaten durumun farkında olan büyük güçler tarafından kabul ediliyor.

Yörede toplam varlığı 4 milyon civarında seyreden iki mazlum halkın karşısına o günün modern ve ağır silahlarıyla donatılmış, alman kurmaylarınca yönetilen milyonluk ordu çıkarıldığı yetmezmiş gibi devletin paramiliter güçleri de atbaşı kol geziyor. Dahası, [i]"herhangi bir çocuğun yaşamına dahi merhamet göstermeye yeltenecek sivil ve askeri kadroların cezalandırılacağına dair"[/i] emirnameler ortada. Kürtler, ensesine silah dayanmış bir vaziyette icbar olunuyor. Buna rağmen devlet kürtlerden istediği sonucu istihsal edemiyor. İki milyonluk bir kürt kitlesi düşününki sayısı 1 milyonu geçen modern bir ordunun işgali altında, "ya işbirliği-ya ölüm" denerekten üçüncü bir seçenek bırakılmaksızın tehdide baş eğdirilmek isteniyor. Bu durumda olan insanların çaresizliği, ilaveten karşısındaki güçlerin kararlı zorbalığı ve acımasızlığı değil, kürtlerin "çapulculuğu" tartışma konusu yapılıyor. Yüzeysel ve realitenin uzağında seyreden bir hafifliğin esas alınmakta olunduğu muhakkak.

Bu yaklaşımın imalı bir şekilde hedef aldığı kesim ise 1925 direnişçileridir. 1940'lara kadar uzanacak direnişler zincirine önderlik eden kadrolar arasından çapulcu aramaya koyulma çabalarını oldukça ilginç bulmaktayım. Çoğunun yaşamları darağaçlarında son bulmuş kürt direnişçileri arasında "alnı ak olan-olmayan" ayrımına gidilmesi, kürt soykırımlarında yaşamını kaybedenler için Komintern toplantısında [i]"kemalizm dişlerini sarığın ve karnuvustanın boynuna geçirdi"[/i] diyen Türkiye delegesi Orhan'ın direnişlerde yer alanların katlini mazur gösterme hamaratlığıyla özdeşlik arzederken, kemalizmin kürt soykırımları karşısında aklanmak için uydurduğu gerekçelerle de tam bir uygunluk içerisindedir.

[b]Bedirxan kürt mireleri içerisinde farklı bir yere sahip.[/b]

Kürt mireliklerinin Selahaddin Eyyubi döneminden başlayarak ermenileri vasal durumuna düşürmeleri ise ayrı bir konudur. Kürtler soykırımda sanıldığı mikyasta kirli olmamakla birlikte diğer konuda fazla temiz değil. İslamı kabul edişlerinden sonra ermenilere sağladıkları üstünlüğü hangi şekilde kullandıklarının tarihi, aynı zamanda ermenilerin kendi vatanlarında nasıl köleye indirildiklerinin tarihidir. 1915 Soykırımına gelinmeden önce yaklaşık yüzyıl boyunca kürt mirelikleri tasfiye edilmiştir. Ermenilerin maruz bulunduğu ağır reaya koşulları diğer bir yanıyla bu tasfiye hareketlerinde hangi yanılgı nedeniyle Osmanlı'nın yanında yer aldıklarını da açıklamaktadır. Ermenilerin yanılgısı, Osmanlı'nın kürtlerin dayattığından çok daha ağır vasallık koşullarını ülkesini işgal ettikleri her millete dayatmış olduğunu görememelerinde yatıyor. Rusların telkinleriyle bu yanılgıdan çabuk sıyrılmışlar ve ortamın elverişli olduğunu düşünürek milli bağımsızlık sağlamaya yönelmişlerdir. Kürt milliyetçiliğini ermeni milliyetçiliğinin tetiklediği bir tartışma konusu olsa da kürtlerin milli devlet kurma talebiyle ortaya çıkışlarına oranla ermenilerin önceliği var.

Bedirxan, Nizip savaşında İbrahim'in yanında değil karşısında Osmanlı tarafı olarak yer almış. Savaşa katılan Moltke anılarında bunu açıkça belirtiyor. Moltke daha sonra Cizrbotan Mireliği üzerine yürüyecektir. Askeri harekatın nedenleri arasında Bedirxan'ın Osmanlı'ya ihanet ettiği gibi bir gerekçe bulunmamaktadır. Tabi böyle oluşu Osmanlı-Alman ittifakının kürtlere yöneliminin daha anlaşılır nedenlerini görmemize yardımcı olmaktadır.

Bedirxan'ın bağımsızlık ilan eden, kendi adına top döktüren, para bastıran Soran Mireliği üzerine sürekli askeri saldırıda bulunması hadisesi vardır. Mir Mıhemed Revanduz, bu taciz hareketlerine karşılık Cizre'yi bir yıl müddetle işgal etmiştir.

Bedirxan'ın bunların dışında Said Beg ve Nurullah Beg üzerine yürümesi vardır.

Müküs Xanı olan Xan Mahmud ile iyi ilişkiler içerisinde olmadığı, aksine iki kez Müküs üzerine yürüdüğü Xan Mahmud'un kararlı karşı koyuşu nedeniyle başarılı olmadığının bilgileri, Xan Mahmud'un torunlarından olan Sinan Hakan'ın 2002 yılında Peri Yayınları tarafından yayınlanmış [i]Müküs Kürt Mirleri Tarihi ve Han Mahmud[/i] isimli kitabında yer almaktadır.

Bedirxan'ın korumalarının 'êzdî' olduğuna dair Arşak Safrasyan'ın misyonerlere dayandırdığı notu ise pek tutarlı görülmüyor. Korumalarının ermenilerden oluştuğuna dair bilgiler var. Aynı dönemde asurilerle birlikte êzdîlere de kıyım uygulandığının bilgileri var. İlaveten Êzdan Şer'in Bedirxan'a bu tutumu nedeniyle tavır aldığı ve saf değiştirme nedeninin salt kendisine verilen Hakkari Kaymakamlığı olmadığı diğer kaynaklarda yazılı bilgiler arasında. Garo Sasonî de açık yazmamakla birlikte ipuçları veriyor.

Bütün bu bilgilerle araştırmalarım boyunca birçok kez karşılaştım. Kaynakları kuşkuyla karşılayarak kesin yargıda bulunmaktan kaçındım. Taaki Sinan Hakan'ın 2002 yılında yayınlanan kitabını 2005 yılında okuma imkanı buluncaya kadar. Bedirxan'ın Xan Mahmud'a da aynı şekilde yaklaştığını görünce onun başlangıçta Osmanlı adına hareket ettiği, istediği karşılığı bulamayınca ilişkilerinin bozulduğu kanısına vardım.

Bedirxan'a redif alayı komutanı olarak miralaylık verilmiş olması hatta bazı kaynaklara göre Nizip Savaşı sonrasında ise paşalık verildiği iddiaları benim kanaatimi değiştirmem için yeterli sebepti ama acele etmedim. Moltke Bedirhan'ın miralay rütbesi ile Nizip savaşına katıldığını, savaşın bitimine kadar karargahta bulunduğunu yazar. Paşalık iddiası ise Bedirxan'ın yaşayan torunları tarafından ortaya atılıp Almanya askeri yetkililerinden bilgi istemeye kadar varmıştır.

Bedirxan'ın direnişe geçmeden Osmanlı karşısındaki son idari-siyasi pozisyonu Cizre mutasarrıflığıdır. Bu durumda merkezi otoritenin egemenliğini kabul ederek onun bir aygıtı durumuna dönüşmüştür. Kendi mireliğinde Osmanlı adına vergi toplamaktadır. Osmanlı, Êzdan Şer'in babasına bunu kabul ettirememiş ve anlaşmaya varamamıştır. Bedirxan Osmanlı ile anlaşarak amcası olan Mir Seyfeddin'i (bazı kaynaklarda Mir Sudî) tasfiye etmiş ve Osmanlı'nın koşullarına uymuştur. Osmanlı önünde artık Mir Bedirxan değil Cizre mutasarrıfıdır. Êzdan'la bir diğer anlaşmazlıkları ise Bedirxan'ın üzerine yürüdüğü Hakkari Miri Said Beg'in Ezdan'ın dayısı oluşudur. Êzdan Şer, babasına, dayısına, nesturilere ve êzdîlere yapılan haksızlıklar ve kıyımların arasında kalmıştır.

[b]BERWARTO'ya[/b]

[i]Kek Hêca,

Belli bir konu bitirilmeden diğer konuların irdelenmesine geçmek konunun dağılması mahzurunu içeriyor. Bu konuda sana katılıyor ve değinmen için teşekkür ediyorum.

Benim şahsi görüşüm 1915 öncesi ve sonrası Kürdistan'da cereyan eden askeri işgaller ve soykırımların kapsamlı bir irdelenmesi eşliğinde Ermeni Soykırımı'nın nedenleri, sonuçları ve suçluluları hakkında bir yargıya varılmasıdır.

Sevgili Aso, değerli bilgilerini paylaşırken, dikkatinden kaçmadığını sandığım benim kendisiyle aramızda olan Bedirxan Beg'e ilişkin değerlendirme farklılığımızı tartışma yazılarına ekledi. Kendisine müteşekkirim.

Kabul edersinki tartışmanın genişletilmesine hiçte karşı olmadığım gibi bu durumda benim de Bedirxan'ı niçin farklı yorumladığımın nedenlerine göz atmam ve bilgilerimi paylaşmam gerekiyordu.

Tam zıddı bir konumda bile olsa soykırım gibi önemli bir konuda arkadaşlarımızın farklılıklarını konuşturmalarını ve konuyu mümkün olduğunca genişletmelerini farklı açılardan inceleme imkanı sunacağı düşüncesiyle sadece hoşgörüyle karşılamakla kalmıyor aynı zamanda destekliyorum. Katılımlarına müteşekkir kalacağımı bir kez daha belirtirim.

Sevgi ve hürmetler.[/i]

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.