Geçtiğimiz günlerde Özgür Politika adlı gazetede Selahattin Erdem (Duran Kalkan) imzasıyla yayınlanan ve içeriğinde Bilim Adamı ismail Beşikçi ve Yurtsever Kürd şahsiyetlerine yönelik ağır ithamların olduğu yazıya ilişkin Sayın Hüseyin Kaytan`nin Nasname`ye gönderdiği açıklamayı okurlarımza sunuyoruz.
Nasname.
Selahattin Erdem mahlaslı biri, beni ve sevgili Yaşar Kaya'yı beyinlerini satmakla itham eden bir yazı yazmış. Herkes bu mahlasın PKK yöneticilerinden Duran Kalkan'a ait olduğunu bilir, ama ben de Duran Kalkan'ın ne yazıp ne yazamayacağını bilirim. Bu onun kalemi değil, ya birine yazdırmıştır, ya da bu mahlası başka biri kullanmaktadır. Bu fazla bir sorun değil zaten, önemli olan bunun Özgür Politika gazetesinde yayınlanması.
Yaşar Kaya, 70 yaşında, Musa Anter zincirinin son halkalarından biridir. Kürt damarı olan herhangi biri, en azından bu yönüyle saygılı yaklaşmasını bilir. Öte yandan Yaşar Kaya bir siyasetçidir, kendini benden daha iyi savunabilir. Fakat şunu söylemeden edemeyeceğim, Yaşar Kaya'ya asıl kin duyanlar, Kürt bilgesi ak saçlı Musa Anter'i öldürtenlerdir. Bunların hangi odaklar olduğunu artık dünya alem bilmektedir.
Yıllar önce, Kani Yılmaz'ın öldürülmesinden sonra sert bir yazı yazmıştım. Bir süre sonra annem aradı, “bir daha bu türden yazılar yazarsan südümü helal etmem“ dedi. Ve ben yazmadım. Eski Süryani Kürtler derlermiş ya, “Xwezî tu destgirtiya min bûwayî, ku min tu bi yekî dî bidayî. Lê ez çi bikim, tu maka min î, û min mical bi te nîne.“ Böyle birşey Kürtlük, devletlere kafa tutabilirim ama, anama kafa tutamıyorum işte ve bu sözümde hala duruyorum. Yazdıklarımı saklıyorum, gelecek kuşaklardan bir ya da birkaç kişi bugünün gerçeklerini merak eder de okur diye. Bu nedenle, kötü olanların kötülüklerinden bahsetmeyeceğim.
Öte yandan, bu yazının asıl konusuna geçmeden önce, şunu belirtmeliyim: Eleştirilerim yanlış anlaşılmamalı. Ben gerilla düşmanlığı yapmadım, aksine orada hala arkadaşlarım var ve uzakta da olsam, onlarla aynı duyguyu paylaşıyorum.
Sayın Selahattin Erdem'e kişiliğime saldırmış ya, biraz kendimden bahsedeyim: Benim babamın babası, Xidê Alê Leng, bir aşiret çatışmasında öldürüldü. Onu, o sırada beşikte olan tek oğlu olan babam da tanımamıştı, ben de tanımadım. Ama annemin babasını, Musa'yı tanıdım. Bu adam Türk devletine karşı silah atan bir isyancıydı. Hatırlıyorum, dedemin gözleri artık görmüyordu, 70 sonları olmalı, Ali Haydar evimize ilk kalaşnikofu getirdiğinde, dedem alıp elleriyle yokladı, silahın namlusunda, şarjöründe gezdirdi parmaklarını. “Kaç mermi alıyor bu?“ diye sordu. “Çift şarjör takarsan 60 tane alır“ dedi Ali Haydar. “Ah“ dedi yaşlı adam, “zamanında bunlar bizim elimizde olacaktı, biz hiç yenilmezdik.“ Ve babama gelince, hamaldı babam. Alê Perç idi lakabı, İstanbul hamalları arasında kabadayıydı ve ordaki adı da Tozkoparan Ali idi. Delifişek bir adamdı, ama Kürttü. 80 sonrasında Afyon'a sürgüne gittiğinde, oradan günde bir geçen Tuncelililer otobüsündeki Kürtlerle konuşabilmek için nerdeyse hergün aynı saatte Afyon garajına gidip beklerdi ve o sürgünde öldü. Anam Gula Sure, 38 katliamında çocuktu. Ve 80'lerde “ne kadar çok terörist doğurmuşsun böyle“ diyen Türk subaylarına hepimizden fazla direndi. Hatırlıyorum ki, iki PKK gerillasıyla birlikte yakalandı, polis sorgusu ve işkencesinde gerillalarımız bülbül gibi konuşmuş, ama anamın söylediği tek kelime “bilmiyorum“ olmuş. İşte benim soyum bu.
Şimdi şunu sormaya hakkım var: Selahattin Erdem, sen kimsin? Bir seceren var mı?
Gelelim beynini satma meselesine. Satabilseydim fena olmazdı da, ne benim fazla niyetim oldu, ne de burada düşüncenin iyi bir pazarı var. Ama ben beyin işçisiyim, işim bu yani ve eğer beynimle yaşamımı sağlayabiliyorsam –ki bunu fazla becerdiğim söylenemez- bu bana sadece gurur verir. Ne iş yaptığıma, kime çalıştığıma gelince, ben, Dersimin Hengirvan köyünden Hüseyin Kaytan, şimdi Mele Mustafa Barzani'nin peşmergelerinden biri olma duygusunu taşımaktan gurur duyuyorum. Çünkü Mele Mustafa Barzani bana dedem kadar yakın geliyor. Onun da omzunda tüfeği, belinde hançeri ve elinde gül dalından darcıgarası vardı. Ve Barzani halkını asla aldatmadı. Chris Kutschera'ya sorun anlatsın, Baasçılar milyonlarca dolar vermek istediler davasını bırakması için, ama o peşmergelerinin arasında kaynatılmış un yemeyi tercih etti. İşte ben onun askeriyim şimdi. Oğlu Mesut Barzani de elinden geldiği kadar babasının geleneğini sürdüren bir liderdir. Ama liderdir işte, sözü ve davranışıyla, tutarlığıyla, direngenliğiyle liderdir. Hataları geçmişte ya da bugün olabilir, ama ben onu gerçek bir Kürt lideri olarak görüyorum. Ben, Dersim'in Hengirvan köyünden Hüseyin Kaytan, burada ne mi arıyorum? Çünkü bunlar gerçekten Kürt işte. Onların konuğu olmak da, onların çalışanı olmak da, insana sadece gurur verebilir. Evet, ruhum Dersim'de yaşamak ya da savaşmak isterdi, ama yazgım farklı oldu işte. Ben beynimi peşmerge geleneğine satıyorum evet, çünkü benim dedelerim de peşmergeydi. Ama azla meraklanmasına gerek yok, Selahattin Bey'in abarttığı kadar da kazanmıyorum. (Son bir ayın ev kirasını hala ödeyemedim.) Öyle kolay değil beynini satarak yaşamak.
Bugüne kadar kimseye ben Barzani'ciyim demedim, çünkü herhangi bir partinin vb. taraftarlığını yapmak istemiyor ruhum. Olduğum mekandaki sistemden ben de acı çekiyorum. Ama Türklerin bakışıyla bakmıyorum olaylara. “Evet“, diyorum “Kürtler zengin olsun. Çünkü Türk egemenleri bunu asla istemiyordu.“ Değil mi? Türkiye'de acente olmaktan daha üst düzeyde bir Kürt varlığı gösterebilir misiniz? Yoktur, çünkü devlet hepsini biçmiştir. Hatta, onları “sınıf çelişkisi, ağalık vb.“ aldatmacalarıyla vurmaları için, sosyalist örgütler bile kurdurmuş ve finanse etmiştir. Dolayısıyla Kürtlerin Türk sömürgeciliğinin inadına da olsa, zenginleşmesinden rahatsızlık duymuyorum. Onların Sabancı'sı, Koç'u var da, biz niye biçelim kendi zenginlerimizi? Elbette bize de gereklidir bunlar, eğer bir millet olmak istiyorsak tabii. Eğer caydırıcı güce sahip bir ordumuz olmasını istiyorsak tabii. Bunlar bir halkın en doğal haklarıdır. Selahattin Erdem'e kalsa, herhalde Kürtler demek, naylon bir çadırda ömür boyu yaşayıp “mirtoxa“ yiyen bir millet demektir. Ama çok açık ki bundan millet olmaz. Millet yaratıcı beyinlerle olur, gerçek için savaşmasını bilen kuşaklarla olur.
Kısacası, ruhsal olarak ben kendimi, Mele Mustafa Barzani'nin konuğu olarak hissediyorum. Ve gerçek de budur. Bu savaşçı geleneğin bir konuğuyum sadece, ve kendilerine bugüne kadar beş kuruşluk bir faydam da olmamıştır. Şimdi Selahattin Erdem Bey'e kalsa, burada peşmerge olmak ile hain olmak aynı şeydir. Oysa ben, taşıdığım tek kimlik olan peşmerge kimliğim ve sadece manevi bir arkadaş olsun diye aldığım silahımla sadece şeref duyuyorum.
Burada yine Selahattin Bey'e sivri dilli sorularım olacaktı ama, anama dua etsin ki ağzımı kötülükleri söylemek için açmıyorum.