Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 1 December 2008

“Hayal edemeyecekleri acıları yaşatmak“ !

Tahsin Sever

“Az gelişmiş bir halk, hem verdiği kavganın gücüyle millet olma istidadını ispat etmeli, her hareketinin temizliğile, en küçük teferruatına kadar en saf, en kendine hakim halk olduğunu göstermelidir. Fakat bütün bunlar oldukça zor.“[1] Franz Fanon

Kemalist ideoloji ile mayalanan devlet, dünyadaki gelişim ve değişime inat, bildik nakaratlarını tekrarlamaktan geri durmuyor. Anti-Kürd politikalarla dizayn edilen devlet mekanizması; her fırsatta kinini ve nefretini kusmaktan çekinmiyor. Biçimsel parlementer sistem, gereksizliğinin ağırlığı altında, her denileni yaparak seksen yıllık geleneğini bozmuyor. Örgütlendirilmiş kıtalar, dört bir tarafta devletin ilgisi ve bilgisi dahilinde Kürt kıyımına çıkmışlar.

Dün muhalifleri ortadan kaldırmak için Topal Osmanları ve Yahya Kaptanları kullananlar; bugünde aynı yöntemleri çeşitlendirerek, daha geniş bir alana yayarak, dolu dizgin yollarına devam ediyorlar. Katilleri taşıyan devletin resmi plakalı araçları; “ya sev ya terk et“ sözleriyle süslenerek, Topal Osmanların ruhunu şad ediyor. Köşe başlarını tutan güç odaklarının kalemşörleri; Devletin kuruluş felsefesine vurgu yapılarak, Kürtlerin bugüne kadar neden bitirilmediğinin suçlusu aranıyor. “Ulusal medya“, bir gün koyu Avrupa Birliği taraftarı, bir başka gün başlarında mihver, kele avına çıkacak kadar pervasız olabiliyor. Türk Genel Kurmay Başkanı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle yayınladığı mesajında; “Hayal edemeyecekleri acıları yaşatırız“ diyerek, Mustafa Kemal'in gözdesi Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt'un açıkça dile getirdiği misyonu sürdürmekte kararlı olduğunu ortaya koyabilmektedir. Kısa bir parantez açıp, Mahmut Esat Bozkurt'un söylemlerine göz atmakta fayda var.

“Kemaliz, otoriter bir demokrasidir; bir tarafta halk vardır diğer tarafta Şef... Gerek nasyonal sosyalist gerekse faşizm, Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey değildir.“[2]

“Türk'ün en kötüsü, Türk olmayanların en iyisinden iyidir...“[3]

“Öz Türk olmayanların, Türk vatanında bir hakkı vardır; oda hizmetçi köle olmaktır...“[4]

Bu mantıkla yönetilen devlet, hayal edilmeyecek acıları yaşattı. Zilan Deresinde onlarca insan, cesetlerin altında saklanarak hayatta kaldıkları, yıllar boyu dilden dile anlatıldı. Binlerce Kürt ileri geleni, önce çocukları onların gözleri önünde asıldı ve sonra kendileri dar ağacına gönderildi. Bununla yetinilmedi; her bir şahsın boyuna ip geçirilirken topladıkları kabalıklara alkışlattırıldı. Korku başa beladır. Bedeni bir kez sadrımı her şeyi yaptırır. Kemikten ve mezardan korkar hale gelirsiniz. Buda yetmez, Türk devletinin kurucusu Mustafa Kemal'in sözlerini sansürlemek zorunda kalırsınız. Ama nafile. Kürtleri acıyla terbiye etmek sonuç vermedi.

Bütün bunlar aysbergin görünen yüzüdür. Görünmeyen yüzünde ise Türk devletinin açmazları kadar, elini rahatlatan unsurlarda var. Siyasal olarak rotasını kaybeden, ulusal bilinci karartılmış Kürt kadro ve kitlelerinin sağa sola savruluşlarının verdiği rahatlıktır. Türkiye Cumhuriyeti, Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesinin, bir şahsın “sağlık problemlerine“ indirgenmiş olmasından son derce keyiflidir. Devletin elini rahatlatan başka bir olguda; sıradan “insani ve demokratik“ talepleri bayraklaştırılarak yürütülen silahlı mücadeledir. Kör şiddetin girdabına sürüklenen Kürtler, “PKK bahanesiyle“ terbiye edilmek isteniyor. Bütün ulusal taleplerinden arındırılmış, sistemin bütün kirliliklerine bulaştırılan bir toplum yaratılmak isteniyor. Ne Türk devletinin “terörle mücadele“ söylemi nede PKK'nin “Demokratik Cumhuriyet“ söylemi; amaçları ve kullandıkları yöntemler ile bir arada düşüldüğünde inandırıcı değildir.

Peki o zaman olup bitenin anlamı nedir? “PKK terörü“ gerekçeden ibaret olduğuna göre, asıl amaç ne olabilirdi? Amerika'nın Orta-Doğu'ya ikinci müdahalesi Saddam iktidarının yerle bir olmasını getirdi. Bununla kalınmadı; adına Irak denilen, İngiliz ve Fransızların politikalarıyla oluşturulan devletin fiilen üç bölgeye ayrılmasına yol açtı. Kuzeyde nispeten istikrarlı, Orta-Doğu'da bir adayı andıran, bölge ile mukayese edilmeyecek demokratik yapıya sahip Kürdistan Federal Devleti oluştu. Kısa zamanda zengin petrol yatakları nedeniyle uluslar arası sermayenin ilgi odağı oldu. Şimdiye kadar 30'a yakın petrol şirketi ile ikili anlaşmalar imzalamış durumdadır. Bu yılın sonuna kadar yapılması planlanan Kerkük referandumu ile Kürdistan Federal Bölgesine katılması kesin gibidir.

Türkiye Cumhuriyeti, yukarda aktardığı tabloyu tersine çevirme gayretleri içindedir. Güney Kürdıstan'daki istikrarı bozarak, uluslar arası sermayenin ilgisini dağıtmak, Kerkük referandumunu erteleyerek; Kürdistan Federal Devleti'nin doğal sınırlarına kavuşmasını engellemek niyetindedir. Güneydeki yapının bertaraf edilmesinin etkileri Güney Kürdistan'la sınırlı kalmayacaktır. Aynı zamanda Kürdistan Federal Devleti'nin oluşumu ile birlikte kuzeyde yeniden filizlenen Kürt yurtseverliğinin ümidini kırmaya yöneliktir. Eski genel kurmay başkanlarından Hilmi Özkök, 06.11.2007 Tarihinde Milliyet Gazetesinde Fikret Bila ile yaptığı söyleşinde şunları söylemektedir:

“Buda böyle gelmiş, bu kadar süredir gidiyor. Bir harekatı sona erdirecek şey, ümitsizliktir. Yani, ümit kaybolursa olay biter.“

Türkiye, zaten bütün kurumlarıyla Güney Kürdsitan'a müdahale etmektedir. Ulusal medya dedikleri televizyon kanallarında bunun şeklinin nasıl olması gerektiği tartışılmaktadır. Yalçın Küçük gibi soldan devşirme ittihatçılar; müdahalenin “örtülü savaşla“ olmasını önerirken, ağırlığını emekli generallerin oluşturduğu kesimler açık, kapsamlı bir müdahaleden yana tavırlar içerisindedirler.Tabii ki Güney Kürdistan'a müdahale programı bugün ortaya çıkmış bir olgu değildir. Bunun defalarca çeşitli kılıflar altında denemeleri yapılmıştır.

Türkmenler bahane edilerek yapılan açık ve örtülü müdahale girişimleri; bizzat Türkmenlerin tavırlarıyla başarısızlığa uğramıştır. Türkmen kartının tutmaması Kerkük ile ilgili politikasının da fiyasko ile sonuçlanmasını beraberinde getirmiştir. Müdahale için farklı bir gerekçeye ihtiyaç vardır. Bu gerekçede zaten hazırdır, PKK'nin Kandil'deki varlığı.

Ancak aşılması gereken şüphesiz “on bin kilometreden“ gelip Irak'a yerleşen ABD'dir. Türk Başbakanı; “Başkaları on bin kilometreden gelip müdahale edebiliyor da biz neden müdahale etmeyelim“ sözü iç politikaya dönük ajitasyon dışında bir değer taşımıyordu. Bu nedenle keskin bir virajla tavırlar birden değişiyor ve ortalık “stratejik müttefik“ nidalarıyla çalkalanıyordu. Toplum mühendislerinin yönlendirilmesi ile “ulusal medya“ 5 Kasım görüşmesini tabir yerindeyse “dananın kuyruğunun kopacağı“ yer olarak lanse edildi. Türk tarafı; ya biz ya Kürtler kartıyla masaya oturuyordu. Yok sayılan Kürtler, bir taraf olarak kendisini Beyaz Saray'da hissettiriyordu. Bu açıdan bakıldığında görüşme önemliydi.

5 Kasım 2007 tarihinde Türk Başbakanı Recep Tayip Erdoğan'ın Amerikan Başkanı Bush tarafından kabul edildi.. Bu tür görüşmeler zaten sürekli yapılırdı. Türkiye'de asker veya sivil belirli kurumların başına gelenler veya gelmeye hazırlananlar mutlaka Amerika'yı ziyaret eder onaylarını alırlardı. 5 Kasım görüşmesi bu tür rutin görüşmelerden biri değildi. 5 Kasım görüşmesini önemli kılan neydi?

5 Kasım görüşmesi; uzun zamandır planlanan, gerekçesi hazırlanan, bu gerekçeye uygun siyasi, askeri, diplomatik ve psikolojik alt yapısı olgunlaştırılarak yürürlüğe sokulan, Kürtlerin kurumsallaşma umutlarının kırılması ve bu bağlı olarak Güney Kürdistan'ın bertaraf edilmesi projesinin açığa çıkmasından sonra gerçekleşmiş olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, bir süredir böylesi bir plan üzerinde çalıştığını gizlemiyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ, Kara Harp Okulu'nun 2007-2008 eğitim öğretim yılı açılışında verdiği ilk ders; Türk devletinin Güney Kürdistan'daki statüye seyirci kalmayacağını gayet açık ortaya koymaktadır. Başbuğ şunları söylemektedir:

“Irak'ın kuzeyindeki oluşum ve gelişmelerin, bu bölgedeki Kürtlere tarihte hiç olmadığı kadar siyasal, hukuki, askeri ve psikolojik güç kazandırdığı da diğer bir gerçektir. Bu durumun, vatandaşlarımızın bir kısmı üzerinde yeni bir aidiyet modeli yaratabileceğine de dikkat edilmelidir.

Irak'ta ve özellikle Irak'ın kuzeyinde meydana gelen gelişmeler ve olabilecek durumlar, Türkiye'nin geleceğini ve güvenliğini tehdit edebilecek boyutlara ulaşabilme oldukça mesafe almıştır.“

Başbuğ'un Kara Harp Okulu'nda verdiği ilk dersin Kürtlerle ilgili olması şaşırtıcı değildir. Zira son Türk devletinin kuruluş harcında, Osmanlı'dan alınan deneyimlerin ışığında Kürtlerin imhası ve inkarı vardır. Koçgiri'de Kürtlerin kıyımdan geçirilmesi son Türk devletinin kuruluş harcını oluşturur. Türkiye Cumhuriyeti tarihi bu tür planlamaların ve bu planlamaların uygulanmasından ibarettir. Başbuğ'un anlatımlarından çıkarılabilecek en önemli tespit şudur:

Kuzey Kürdistan'da PKK tarafından 20-25 yıldır sürdürülen “silahlı mücadele“, Kürtlerde siyasal, hukuki, askeri ve psikolojik güç kazandırmadığı gibi ayrı bir aidiyet modeli de yaratmamıştır. Ancak kendi tabiri ile “Irak'ın kuzeyindeki oluşum“ kendini Kürt olarak tanımlayan yeni bir aidiyet potansiyeli yaratabilir. Güney Kürdistan'dan gelen esintilerin etkisiyle, Kuzey Kürtlerinde Kürtlük aidiyetinin yeşermesi ve bu aidiyet üzerinden yükselecek olan kurumsallaşma talepleri, gelecekte Türkiye Cumhuriyeti için ciddi tehlikelere yol açacaktır. Devlet cephesinde durum bu iken, Kürt siyasal cenahında neler yaşanmaktadır? Franz Fanon'un yukarıda aktardığımız söylemleriyle bizde yaşananlar arasındaki uçurum, durumun vahametini yeterince ortaya koymaktadır.

Ne millet olma duruşunu sergileyebildik, nede saf ve temiz, kendine hakim bir hareketi yaratabildik . Binlerce Kürt gencini toprağa gömerken, Kemalizm'in “erdemlerini“ yedinden keşfetmeye başladık ...

16 Kasım 2007

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Franz Fanon, Cezayir Bağamsızlık Savaşının Anatomisi, Pınar Yayınları, Kasım 1983, İstanbul, S:10

[2] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, S. 106, Aktaran Fikri Akyüz, Yeni Şafak(24.09.2007)

[3] A.g.e, S:160

[4] Mahmut Esat Bozkurt, Anadolu Gazetesi(18 Eylül 1930), Aktaran Fikri Akyüz,

(*)Bu yazı peyamaazadi.org dan aktarmadır.

GG senin arsivinde anlasilan güzel yazilar var. Söyle 20-30 tane "bagimsizlik ve örgütlenme" üzerine olanlari toplada bir blogg yapalim. Istersen kendinde yaparsin. Insanlar google üzeri Kürdistan ile ilgili kelime ararken gelip bloggu buluyorlar. Varsin cokcada Türk gelsin. Benim alanlezan.net sitem gecensene Aralikta actim simdiye kadar 3156 defa tiklanmistir. Sen yazilari buraya asiyorsun, tabii buda güzel ama burada aktarmalar genelikle okunmuyor. Yani tiklayanlarin sayisi 30-40'i gecmiyor. Sana asagida wordpress'in adresini veriyorum, istersen kendinde deneyebilirsin. [url=http://wordpress.com/]http://wordpress.com/[/url] iyi geceler dilegimle

Değerli Alan, Doğrudur benim arşivimde çok güzel yazılar ve araştırmalar var. Amacım, siz değerli yurtsever kardeşlerime sunarak faydalanmasını sağlayarak belli bir perspektif edinmesine yardımcı olmaktır. Blogg olayına gelince o konuda yeterli bilgim yok yardımcı olursanız çok sevinirim. Kendimde yazmak isterdim, fakat başka bir çalışmam olduğu için zamanım yok, ancak gündeme ilişkin olan yazılar aktarabiliyorum. Selam ve saygıyla sizede iyi geceler

Hocam sen 20-22 tane yazi "Bagimsizlik ve örgütlenme" üzerine dosya yap, ziple asagidaki eMailime gönder ben bloggu zamanim olursa yaparim. 1. Blogg'un ismi nasil olsun? 2. Her yaziya bir iki uygun resim olursa güzel olur [email][email protected][/email] Selam ve sevgiler

Değerli kardeşim, Mail adresini not ettim. Dün de belirttiğim gibi şu anda başka bir çalışmam var onu bitirdiğim an sana gerekli olanı ileteceğim. Çaban için çok teşekkürler. selam ve saygıyla G.G

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.