Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 22 April 2008

Kürdistan - 22-Apr-08

PNA - Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu, Hollandalı parlamenter Ria Oomen- Ruijten'in hazırladığı Türkiye raporunu kabul etti. Oylamada 53 ''evet'', 2 ''hayır'' oyu ve 4 çekimser oy kullanıldı. Raporda, Türkiye'den Kürt sorunun çözümü için siyasi insiyatif başlatması isteniyor.

Komisyonda bu akşam kabul edilen rapor, nihai olarak mayıs ayında yapılacak genel kurulda oylanacak.

Raportör, komisyondaki oylamadan önce yaptığı konuşmada, Türkiye'nin çağdaşlaşması ve hukuk devleti ilkesinin tesisi için Türkiye'den reformları sürdürmesini istediklerini belirterek, raporda adil ve dengeli olmaya çalıştıklarını söyledi.

AP'nin bu raporunun bağlayıcı özelliği bulunmuyor ve tavsiye niteliği taşıyor. Düzenlenen oylamada, raportörün siyasal gruplarla ortak uzlaşma sağlayarak sunduğu 13 değişiklik önergesi kabul edildi.

Belgede, "Türk hükümetine, Kürt sorununun kalıcı çözümü amaçlayan siyasal inisiyatifin öncelikli olarak başlatılması çağrısı yapılır" ifadesine yer verilerek, DTP'li milletvekilleri ve belediye başkanlarından "demokratik Türk devleti içinde Kürt sorununa siyasal çözüm arayışına yapıcı biçimde dahil olmaları" isteniyor.

Raporda, PKK'nin önkoşulsuz olarak derhal silah bırakması isteniyor.

[b]Kürtlerin anayasası ve bir imza kampanyası[/b] Diyarbakır STK Heyeti ile Başbakan arasındaki görüşme sırasında, Başbakanla Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu arasında gündeme gelen tartışmanın önemli olduğu, gelişmenin ortaya çıkmasından sonra, yapılan tartışmalarla belirlendi. Bu tartışma, Türkiye'nin merkezi ve hayati sorunu olan Kürt ulusal sorununu ilgilendirdiğinden, derinleştirilmesi gereken bir sorun olduğu tartışmasız. Bu sorun bağlamında, Haber-Diyarbakır'da bir makale kaleme aldım. Bu yazımda da, bu polemiğin içeriğini derinleştirmek istiyordum. Ama, Türkiye ve Kuzey Kürdistan alanında o kadar hızlı gelişmeler gündeme geliyor ki, gündeme gelen yeni bir gelişme, gündemde olan bir sorunu ya hızlı bir biçimde ortadan kaldırıyor ya da hızla gündemin geri sıralarına itiyor. Bu nedenle, o polemiği derinleştirme olanağını bulmadım, gündemdeki ve bütün Kuzey Kürdistanlıları ilgilendiren bir konu üzerinde yazmak durumunda kaldım. O sorun da, başlatılan geniş kapsamlı bir imza kampanyası ve bu kampanyaya bağlı olarak ele alınması gereken “Kürt Toplumsal ve Ulusal Sözleşmesi“ ya da bir başka ifadeyle “Kürt Anayasası“, imzaya açılan metnin içeriği ve kampanyanın metodu üzerinedir. xxxxx Uzun bir zamandır, Paris'te Kürt Enstitüsü, [b]“dünyanın belli başlı başlı gazetelerinde yayınlanacak, çeşitli çevrelerden ve ufuklardan gelen Kürtlerin bazı asgari istemler temelinde bir araya gelebileceklerini“ kanıtlamak ve “bu birlik ifadesinin gerek Türkiye'de gerek dış dünyada yeni bir dinamik yaratıp Kürt sorununun çözümü sürecine güç ve ivedilik kazandırmak"[/b] amacıyla bir imza kampanyası üzerinde çalışmaktaydı. Bu imza kampanyası için, uzun zamandır, değişik Kürt çevreleri ve aydınlarıyla ilişkiler kurulmaktaydı. Mala Kurd'ın düzenlediği Newroz nedeniyle Paris'te bulunduğum zaman Enstütü Başkanı Kendal Nezan bu konuyu bana da açtı. Zamanın darlığı ve görüşmenin sınırlılığı içinde kampanya ile ilgili görüşlerimi ona aktarma olanağımı buldum. Bu imza kampanyası, bugünlerde [b]Ahmet TÜRK[/b], Osman BAYDEMİR, [b]Tuncer BAKIRHAN[/b], Aysel TUĞLUK, [b]Abdullah DEMİRBAŞ[/b], Hamit GEYLANİ, [b]Şerafettin ELÇİ[/b], Sertaç BUCAK, [b]Feridun YAZAR[/b] imzasıyla başlatılmış durumda. Bu kampanya, iki ana metin çerçevesinde sürdürülüyor. Birinci metin, çağrıcıların neden bu imza kampanyasını başlattıklarını izah ediyor ve kampanyanın paradigmasını ortaya koyuyor. İkinci metin, gazetelerde yayınlanacak metin. Bu metin, Kürtlerin taleplerini, ortak çerçeve anlayışı ve talepleri içeriyor. Kampanyanın nedenlerini izah eden metinde: Kürt sorununun, bir Türkiye sorunu olmaktan çıktığını, sorunun bir dünya ve Ortadoğu sorunu haline geldiğini; bölgesel istikrarla ilgilenen AB ve ABD'nin sorunun çözümü için Türkiye'den talepte bulundukları; uluslararasılaşan Kürt sorununun asıl sahiplerinin seslerinin duyulmadığı ve bu nedenle Türkiye'nin Kürt sorununun terörizme indirgediğini; bu nedenle Kürtlerin taleplerinin sade bir şekilde dünyaya duyurulması gerektiğini; Kürtlerin bağımsız devlet, federalizm, demokratik özerklik, bölgesel özerklik gibi değişik taleplere sahip oldukları; bu nedenle asgari taleplerde bir anlaşma yapıldığı, ifade edilmektedir. [b]“Türkiye'de Kürt Sorununa Barışçıl Çözüm Çağrısı“[/b] başlığını taşıyan ve Kürtlerin ortak talepleri olduğu ifade edilen metinde: Kürt kimliğiyle ve değerleriyle yaşanmak istendiği; Türkiye'de Kürtlerin dil, kültür, diğer temel haklardan mahrum olduğu; Türkiye, AB'ye üye olmak istediği ve 100'den fazla ulusal televizyona sahip olduğu halde bir Kürt televizyonunun olmadığı; Türkiye'de Kürt gerçeğinin kabul görmediği, sorunun terörizme indirgendiği, sorunun çözümü için askeri yollara baş vurulduğu, sınır ötesi operasyonlarla çare arandığı ve bu nedenle Irak Kürdistanı'nın istikrarının tehdit edildiği; “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Yöneticileri“nin Kürt-Türk kardeşliğinden bashetmelerinin sorunu ertelemeye yönelik olduğunu; Kürtlerin komşularıyla ve kardeşleriyle aynı haklara sahip olmak istedikleri; sorunun çözümünde Irak ve Irak Kürdistanı'nın bir örnek oluşturduğu; 200 yıldır devam eden [b]"baskı-isyan-baskı sürecinin“[/b] son bulması gerektiği; hazırlanmakta olan anayasada vatandaşlık tanımının değiştirilmesi ve Kürtlerin varlığının kabulü; [b]“Kürt vatandaşlara“[/b] kendi dillerinde eğitim ve öğretim imkanı sağlanması ve [b]“kamusal alanda kendi dillerini kullanma, medya kurma ve işletme, dernek, kurum ve parti kurma, kültürlerini geliştirme ve siyasal istemlerini özgürce ifade etme ve savunma haklarının güvence altına alınması“[/b] ; şiddet ve çatışma ortamının son bulması ve PKK'nın silahlı mücadeleyi [b]“bir prosedüre göre“[/b] bırakması; köy koruculuğunun tasfiye edilmesi; [b]Türkiye sınırlarının sorgulanmadığı[/b]; Kürt Bölgesinin sosyo-ekonomik gelişmesi için pozitif ayrımcılık yapılması; 1990'lı yıllarda zorla boşaltılan köylerin yeniden onarılması ve göç ettirilen 3 milyon kürdün kendi bölgelerine dönüşünün sağlanması; coğrafi ve yerleşim birimlerinin Türkçeleştirilen isimlerinin yeniden Kürtçeleştirilmesi; AB ve ABD'nin Türkiye'nin inkar ve şiddet politikasını desteklememesi; İrlanda, Bask, Katalan ve Kosova sorunlarının çözümünde deneyim kaznmış olan [b]Tony BLAİR[/b], Mahti AHTİSAARİ, [b]Felipe GONZASALES[/b] ve Bernard KOUCHNER'in sorunun çözümünde aracı olmaları, dile getirilmektedir. xxxxx Paris'te Kürt Enstitüsü'nün hazırladığı bu iki metin, yeni imzacılarla bir yandan Enstitünün metinleri olmaktan çıkmış ve bir yandan da metinler üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmadan, imzacılar göz önüne alındığı zaman DTP, HAKPAR, KADEP'in talepleri olarak bir çerçeveye kavuşmuş görülmekte. Bunu illa da olumsuz nitelendirmek gerekmiyor. Ama burada birkaç temel sorun karşımıza çıkıyor, onun üzerinde durmak gerekiyor. [b]Bu temel sorunlardan biri:[/b] Dünya gazetelerinde yayınlanacak bu metin, dünya tarafından tartışmasız bir şekilde “Kürtlerin Toplumsal ve Ulusal Sözleşmesi“, “Kürtlerin Anayasası“ olarak anlaşılacaktır. Filistin'da Hamas ile Ebu Abbas'ın, Irak'ta Şii ve Suni Araplarla Kürtlerin, Afganistan'da yönetim ile Taliban'ın dünya gazetelerinde böyle bir çerçeve anlayışı yayınlamaları halinde de, bir toplumsal ve ulusal sözleşme (anayasa) anlaşılacağı gibi. Sorun bu kadar ciddi ve hayati olmasına rağmen, taraflar bir araya gelmeden bu sorun üzerinde nasıl anlaşma sağlayabildiler, doğrusu anlamak zordur. Kürtlerin toplumsal ve ulusal sözleşmesi (anayasa) de bir genel uzlaşmayı, bütün kesimlerin tartışmaya katılımını, özellikle aydınların tartışma sürecine katılımını, bütün kesimlerin çıkarlarının masaya getirilmesini öngörür. Oysa, sorun incelendiği zaman, Kürtlerin toplumsal ve ulusal sözleşme niteliğinde olan bir çerçeve anlayış, tartışılmadan kabul ediliyor. O zaman, Kürtleri taraf yapmadan anayasa hazırlamak isteyen Türklere bir şey söyleme olanağımız olur mu? Ayrıca, dünyada Kürtlerin anayasası olarak anlaşılacak bir çerçeve anlayışın, Kürt ulusal sorununda çözümdeki temel görüş ayılıklarının (bağımsız devlet, federalizm, bölgesel özerklik, demokratik özerklik) olduğu ifade edilse, dünya, AB ve ABD bu konsept ve çerçeve anlayışı, talepler topluluğu üzerinden hareket ederek çözüm arayışını ifade etmeye çalışacaktır. Kürtlerin temsilcileri, bu haksızlığı kendilerine ve ulusumuza nasıl yapabilirler ? Oysa biliniyor ki, yine 2004 yılında Paris Kürt Enstitüsü Kordinatörlüğünde dünya gazetelerinde Kürtlerin taleplerini içeren metnin yayınlanması döneminde Kürt siyasi çevrelerinin ve partilerinin konumlarıyla bugünkü konumları arasında büyük farklılık var. O dönemde, HAK-PAR federalizmi programlaştırmamıştı, KADEP yoktu ve federalizmi programlaştırmamıştı, DTP'nin mirasçısı olduğu parti Kürtler için siyasi bir statü savunmuyordu. Bu nedenle, imzacıların bir kısmı, yayınlanan metin Belçika, Kıbrıs Federalizminden, dünyanın diğer uluslarının özerklik ve bağımsızlık deneylerinden bahsederek Türkiye federalizm çağrışımı yaptığından dolayı, imzalarını geri çekmişlerdi. Günümüzde HAK-PAR ve KADEP federalizmi, DTP ise demokratik özerkliği savunuyor. Buna rağmen, hazırlanan metin 2004 yılında yayınlanan metinden daha geri. Kürtlerin, bulunduğumuz aşamada, dünyadaki olanakları, Türkiye'nin AB'ye üye olma çabalarını, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'ni göz önüne alarak daha derli-toplu, Kürtlerin iktidar olmasını ifade eden, Kürt ulusunun kendi kaderini kendi eliyle tayin etmesini evrensel hukuk ve gelenekler çerçevesinde sağlayan, Kürtleri ve Kürdistanı belli bir siyasi statü çerçevesinde tanımlayacak bir toplumsal ve ulusal sözleşme üzerinde anlaşmaları gerekmez mi? Türkiye, AB'ye üye olmak istediğine göre, AB ülkelerinde çok uluslu toplulukların yaşadığı ülkelerin modelleri üzerinde neden anlaşma sağlanmasın ve bu konuda Türkiye zorlanmasın? Yugoslavya'da, eski Sovyetler Birliği ve Çekoslovakya'da ulusal toplulukların deneyleri, Kürtler için açımlayıcı ve yol gösterici deneyler olmasın ? [b]İkinci temel sorun:[/b] İmzacıların değişik kesimlerden olduğu ve belli bir temsil gücüne sahip oldukları da biliniyor. İmzacılar, Paris Kürt Enstitüsünün hazırladığı çerçeve anlayış üzerinde hiç tartışma yapmadan anlaşma sağladıklarına göre, kendi aralarında tartışarak bugüne kadar bir uzlaşmaya varmamaları üzerinde durmak önemli sorundur. En önemlisi de, imzacılar bundan böyle bu sorunu aşacaklar mı? [b]Üçüncü temel sorun:[/b] İmzacıların Paris Kürt Enstitüsünün konsepti üzerinde tartışmadan anlaşmalarını olumlu ve anlayışla karşılamak için, imzacıların bundan sonraki tutumlarında karşılıklı olarak gösterecekleri tolerans ve temel sorunlarda anlaşma sağlamalarıyla bir anlam kazanacaktır. [b]Dördüncü temel sorun:[/b] İmzacılar, Kürt ulusal sorununun çözümü için, dünyadan, ABD ve AB'den belli bir davranış ve tutum göstermelerini bekliyorlar. İmzacıların çifte satandartlı olmaması için, kendilerinin de aynı tutumu göstermeleri gerekir. O zaman, dünyaya, ABD ve AB'ye söyledikleri inandırıcı olur. Bunun için de, genel seçimlerde ortaklaşamayan imzacılar, mahalli yerel seçimlerde, Kürdistan Federe Bölgesi konusunda, diğer temel konularda ortaklaşabilecekler mi? [b]Beşinci sorun:[/b] Dünyada ve bölgede statükoların ve sınırların değişmesi gündemde. Kürdistan parçalanmış bir ülke olarak, statüsü değişmesi gereken ülkelerin başında gelmektedir. Kürdistan'ın bütünlüğüne doğru bir gelişme olmadıkça, Kürt ulusal sorununun çözümü de oldukça zor olacaktır. Bu nedenle, Türkiye, İran, Irak ve Süriye sınırları meşru sınırlar değildir ve değişmesi gerekir. Kürtlerin sürekli bir şekilde [b]“sınırları sorgulamayacağız ve değiştirmeyeceğiz“[/b] demeleri, bir korkunun ifadesi olduğu gibi, sosyalojik olarak ulusların doğal gelişim yasaları açısından da bir şey ifade etmiyor. Sorun oraya, sınır değişimi noktasına gelirse, kimse sınırların değişimini engelleyemez. Bu korkunun aşılması gerekir. Kürtler, sınırların değişmesini açıkça ifade etmezlerse de, tersini söylemelerine de gerek yoktur. İmzaya açılan metin de, bu kompleksle hazırlanmış. Doğru yapılmamıştır. xxxxx [b]Sonuç olarak diyebilirim ki,[/b] dünya gazetelerinde yayınlanacak bu metni imzalamaktan önemli olan, sıraladığım ve daha da sıralanabilecek olan sorunları hızla ve birlikte çözüme kavuşturmak, bir Kürt tarafı olarak konumlanmayı ve kurumlaşmayı sağlayabilmektir. Amed, 19. 04. 2008 İbrahim GÜÇLÜ [email protected] [url=http://turkish.rizgari.com/modules.php?name=Rizgari_Niviskar&cmd=read&id=1459]www.rizgari.com[/url]

Yukarıya aktarılmış iki yazı var birinin ötekini tamamlar ve açıklar nitelikte olduğu aşikar. Yazılardan biri, Kürdistan'ı parçalara ayırarak kürtleri tiranlıkların cenderesine hapsetmekle zenginliklerini kontrol edebileceğini hesaplayan, bu amaçla kürtlere siyasal özerkliği bile çok gören Avrupa devletlerinin bugün Avrupa Topluluğu olarak çok daha geri ve ağırlaştırılmış bir statüyü kürtlere dayatma talebini ivedilikle yaşama geçirme isteğini içermekte. Avrupa'nın acelesi olduğu görülüyor. İkincisi, bu isteğe uygun karşılık vermeye programlanmış İmralı teslimiyeti temsilcilerinin Avrupa'ya göbek bağıyla bağlı, kimden temsil yetkisi aldığı belirsiz, tek kişilik Paris "Kürt" Enstitüsünü de aralarına katarak Mustafa Kemal'in yarım bıraktığı ve günümüzde aciliyet kazanmış bir işi tamamlamak "görevini" işaret ediyor. Mustafa Kemal, işgal-tehcir-soykırımlar aracılığıyla Kürdistan'ın fiilen parçalanmasına hizmet etmekle kalmadı, Kürdistan'ın en büyük parçasını ilhak etti ve ilhak olayı günümüzde hala yürürlükte. Ancak, kürtler işgal ve ilhaka ülkelerinin her alanında ölümüne direndiler ve direniyorlar. Kürdistan'ı işgalinde bulunduran ülkelerden hiçbirinin milletin özgür iradesiyle oluşturduğu ve onayladığı ulusal-toplumsal sözleşmesi (anayasası) olmadı. Kürtlerin nüfus olarak azımsanmayacak oranda oluşturdukları bu devletlerin kürtlerin varlığı önünde serbest irade ile oluşturulmuş sivil bir anayasaları eşyanın tabiatı gereği zaten olamazdı. Kürtlerin mutabakata katılmaları demek kürtlerin ulusal taleplerinin ve haklarının oluşturulmak istenen sözleşmede yer bulması demekti. Bu nedenle Kürdistan'ı işgalinde bulunduran devletlerin anayasaları tepeden inme, baskıcı ve baskı elitleri tarafından oluşturulmuş Kürdistan'ın ilhakını kanıksatmaya yönelik anti-demokratik metinlerdi. TC'nin ve Avrupalı müttefiklerinin kürt işbirlikçilerini katarak teslimiyeti kürtlerin onayladığı görüntüsüne sahip bir metinle ilhakını "meşru" temellere dayandırma imkanı olmadı. O dönemlerde kürtleri temsile yeterli örgütler ve organlar olmayışı, var olan zayıf örgütlenmelerin de ilhak ve işgal karşıtı tutum ve direnişleri teslimiyet belgesinin kürtlere onaylatılmasına imkan vermiyordu. Bugün için bir teslimiyet belgesini "kürtler" adına imazalayacak nicelikte "kürt" oragnizasyınları var. Göstermelik temsil yetkileri de var. Sadece ideolojik anlmda değil oraganik olarakta Türkiye'ye bağlı örgütler aracılığıyla [b]"kürtlerin türklerle birlikte yaşamak istediği"[/b] sözleşme altına alınacak, bu sayede elde edilmiş belge ve altındaki imzalar insanca bir yaşamdan ve insan olmanın haklarından yararlanmak isteyen geleceğin kürtlerinin suratına şamar gibi çarpılacak. Avrupa Birliği'ne katılım ile kürtlerin bir ulus olarak statülerinin Lozan'dan daha geriye itilmesi isteği bu [b]"kürt anayasası"[/b] denen metin ve girişimcileri aracılığıyla ete kemiğe büründürülmek isteniyor. Kürtlere siyasal özerkliğin bile çok görüldüğü sınırlı bazı talepleri içeren metnin kürt anayasası olmaktan çok parçalanmışlığı, esareti ve sömügeci devletlerin Kürdistan'daki hükümranlığını sınırlara tek kelime söylemeksizin onaylayan bir teslimiyet ve inkar metni olduğu hem metnin formülasyonundan hem imzacılarının sıklıkla müşahade olunan siyasi demeçlerinden yeterince anlaşılmaktadır. Kürtlerin siyasi taleplerine, siyasi kurumlaşmalarına, kendi yönetim aygıtlarının nasıl ve hangi düzeyde olması gerektiğine, ulusal kendi kaderini tayin hakkının nasıl algılandığına dair bir tek ifade yok. Devletin denetiminde birkaç televizyon ve valilerin himmetine bırakılmış ne getireceği şüpheli dil kurslarının ötesinde "kazanımlara" geçit vermeyen bir girişim başlatılmış durumda. Bahse konu metne bu haliyle "kürt anayasası" demek yerine Erdoğan'ın Avrupa gezisinde kürtlere öngördüğü "hakların" içini doldurmaya ve arkasında durmaya yönelik bir girişim olduğunu söylemek hiçte abartı değildir.

Anayasalar, kurulması düşünülen siyasi organın, diğer bir deyişle devletin oluşmasında toplumsal-ulusal mutabakatın muhatabı bireylerin sahip oldukları haklarından hangilerini kullanacakları, hangilerinin kullanımını iradeyi temsil organı ortak aygıta yani devlete bırakacaklarını kurallara bağladıkları sözleşmedir. Ortada devlet teşkil etmeye yönelik bir girişim ve bu devlete yurtluk edecek bir ülkenin zorunlu varlığını dışlayan bir anayasa önce anayasa değildir. Hukukçuların bu hususu irdelemeleri kaçınılmazdır. Anayasalar, yönetim aygıtları ile aygıtı oluşturan bireyler toplamının karşılıklı haklarının sınırlarını ve kullanımını düzenler. Ortada kürt aygıtı olmadığı olmadığına, anayasa denilen metin kürtlerin siyasi-idari kurumlaşmasına atıftan kaçındığına göre kimler arasındaki haklar ve kullanımını esaslara bağlıyor sorusu konunun canalıcı noktasıdır. Açıklaması hukukçulara düşüyor.

" Kürtlerin varlığının kabulü; “Kürt vatandaşlara“ kendi dillerinde eğitim ve öğretim imkanı sağlanması ve “kamusal alanda kendi dillerini kullanma, medya kurma ve işletme, dernek, kurum ve parti kurma, kültürlerini geliştirme ve siyasal istemlerini özgürce ifade etme ve savunma haklarının güvence altına alınması“ ; su sacmaliga bak, ne bicim haksa, diasporada kalanlarimizin kullandigi haklar bunlari kim temsilci secmis ki adam utanir be, 3 milyonluk Kosovanin bagimsizligini kazandigi bir duruma bakarak

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.