Türk Devlet Sistemi İçindeki Çatişmalar ve « Kürt Siyasetindeki“ Sefalet ! -1-
Mehmet Müfit
„Düşmanini taniki kendini taniyasin“ Sun Tzu
Esasinda, AKP’nin seçimlerle hükümet olmasindan beri Türk devlet sistemi içinde bilinen çalkantilar ve çatişmalar devam etmektedir. Merkezi otorite içindeki bu çatişmalari ciddiye almak, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi bakimindan oldukça önemli olmasina karşin, iradesi ipotek altina alindigindan dolayi bir çikmaz içinde eli-kolu baglanmiş bulunuyor. Kelimenin tam anlamiyla siyasette büyük bir boşluk ve sefalet yaşanmaktadir.
Türk sömürgeci devlet sistemini çok yakindan izlemek, her hareketini deyim yerindeyse „mercek altina“ almak, analizler yapmak, dogru sonuçlar çikarmak neticesinde mukabil siyaset oluşturmak gerekirken mevcut konum acinacak durumda. Bir yandan ihanet, öbür yandan ise aydin sefaleti yaşanmaktadir Kürdistan’da. Muhalif siyasi yetersizlik yani sira, atil konformist aydinlarin fikir üretmekten uzak oluşu etki alanlarini hakim sistemin bütün agirligiyla nufus atmosferine terk etmiştir. Bir millet ancak bu kadar sürünecek konuma düşürülebilirdi.
Buna ragmen, bir-iki görüş ifade etme geregi kendisini dayatmaktadir. Öncelikle, Kürdistan’in konumu (ilhak ve işkal edilerek sömürgeleştirilmesi) ve düşman tanimlanmasi yeniden yapilmalidir. Cünkü onlarca yillik emekler sonucu oluşturulan sinirlar silikleştirilerek hiçe çikarilmiştir. Buna göre, hakim düşman sistemi içindeki en ufak bir çelişki ve çatişma Kurdistan ulusal kurtuluş hareketini yakinen ilgilendirip ilgilendirmedigi konusunda açik ve net bir fikre ve siyasi görüşe sahip olmak gerekiyor. Cünkü bir çok kişi ve kesimin hala bu sorunda oluşmuş görüşleri yoktur. Oysaki karşit gücün her plani ve icraati, siyasete, kültüre, hatta psikolojiye yönelik her hareketinin izlenmesi zorunlulugu vardir. Her alanda ve her düzeyde yok edilmeye çalişilan Kürt milletinin yüksek bir tarihi bilinç ve kollektif hafizayla karşi duruşu olmadan, önce kendisini koruyarak var etmenin ve ayni mücadele sürecinde gittikçe özgürlünü ve bagimsizligini elde etmenin mücadelesi dişinda bir baska seçenegi yoktur.
Bu bakima, merkezi otorite içindeki çalkantilara ve çatişmalara sadece ilgili olmak yetmez; soruna dogru yaklaşmak ve dogru tespitler yapmak önemlidir. „Türkiyecilik“ yapan Kurdistan’li kesimler Türk devletini düşman olmaktan çikardiklarindan dolayi tartiştigimiz meselede her hangi bir siyaset oluşturmaya gerek duymazlar. Kurdistan ulusal kurtuluş hareketinde, siyasette ve „aydinlarda“ hakim olan anlayiş ve mantik budur. Esasinda, „aydin sefaletini“ bir bakima bu yüzden yaşamaktayiz.
Son 10 yildir, Türk ordusu ve muhalifleri arasinda devam eden çelişki ve çatişmalarda, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi yararina en ufak bir siyasi mevzi kazanilmamiştir. Oysaki, söz konusu çatişmalar oldukça ciddidir ve Kurdistan’a karsi savaşta oluşturulmuş „Milli Mutabakat Politikasinda“ çatlakliga ve çelişkilerin gittikçe derinleşmesine yol açmiştir. Düşman saflardaki çelişki ve çatişmalar bazen umulmadik sonuçlara yol açarak deyim yerindeyse „altin tepsi“ üzerinde sunulan firsatlari gündeme getirirler. Böylesi tarihi momentlerde, karşi cephenin yarattigi iç çelişkilerden ve çatişmalardan yararlanma belli bir siyasi yetenegi ve güçlülügü gerektirir. Siyaseti zayif, nasil ve ne yapacagini bilmeyen, bocalayan, kararsizlik geçiren yönetici kadrolar ve örgütler yapmalari gerekeni beceremezler ve sonuçta düşmana yeniden toparlanma, iç çelişkilerini giderme firsatini verirler. Savaşlar ve mücadeleler böyle kazanilmaz elbette. Ne kendi tarihinden ve nede başka milletlerin tarihi tecrübelerinden ögrenme kabiliyetinde olmayan siyasi yogunluklar sonuçta kendi yenilgilerinin ve yok oluşlarinin zeminini hazirlarlar. Kuzey Kürdistan’da tamda bu durum yaşanmaktadir. Kürditan ulusal kurtuluş hareketi, var ettigi handikaplariyla birlikte yenilmiştir. Mevcut kojüktürde yaşanan ise yenilginin traji-komik tekerrürüdür sadece.
Son olarak kamuoyunda „MIT-Yargi“ çatişmasi diye bilinen çatişma, kökenleri eskilere dayanan 10 yillik çatişmanin farkli düzeyde ve biçimde kendisini açiga vurmasindan başka bir gelişme degildir. Dolayisiyla hadisenin esasi, devlet bürokrasisi içinde „MIT ve Yargi“ çatişmasi degildir. Sadece görünürde olana bakarak, perdenin arkasindaki derin çelişkiler ve çatişmalar görülmeyebilinir. Sorun oldukça kapsamli ve karmaşik görünüyor. Bana göre olayi karmaşiklastiran iç ve diş etkenler söz konusudur. Birincisi; bu çatişmalarin Türk ordusuyla ayni yaklasima ve politikaya sahip olmayan AKP’nin ve diger muhaliflerin, Iran ve Suriye meselesinde farkli bir siyaset izlemeye çalişmasidir. Bu iki meselede sorun kiziştikça Ankara’da merkezi otorite içindeki çatişmalarin da boyut kazandigini gözlemlemek mümkün hale gelmiştir. Ikincisi; „Kürt sorunu“ meselesinde farkli siyasi yaklaşimin pratik olarak „Kemalist-militarist“ anlayişa ve siyasete karşi iki-başli bir durumu ortaya çikarmasidir. „Kürt sorunu“ söz konusu olunca sadece ordunun tekeli vardir, o da şiddetle bastirma ve imha etmedir. MIT müştesari üzerinden geliştirilmek istenen operasyon, Türk ordusunun, sivil hükümeti baski altina alarak „Kürt sorunu“ üzerindeki monopolunu korumaya yönelik olarak ortaya çikartilmasidir.
„Kürt sorunu“, görüldügü gibi artik kendisi için var olan bir millet ve ülke meselesi olmaktan çikartilmiş, PKK eliyle, Türk devlet sistemi içindeki çelişki ve çatişmalarda taraflarin birbirine karşi kullandigi „orta top“ haline getirilmiştir. Ordu muhalifleri ve hükümet, „Kürt sorunu“nu ordunun „yedek gücü“ olmasindan ve istedigi zaman kullandigi bir enstruman olmaktan çikarmak istemektedir. Bu gün bir çok örnekte açikça görülebilecegi gibi, Türk ordusu genel kurmayi PKK araciligiyla „Kürt sorunu“nu savas ortaminin süreklileşmesini saglamak için kullanmaktadir. Savaş ortami ayni zamanda, merkezi otorite içindeki çatişmalarda, hukuki dayanaklar yani sira, ordunun konumunu daha çok güçlendirerek sivil muhalifleri daha çok baski altina almanin en etkili yolu olarak yaşatiliyor. Yeni anayasanin oluşturulmasida böylece dumura ugratilacak yada ordunun hukuki, siyasi ve ekonomik dayanaklari yeni formülasyonlarla yeniden biçimlendirilecektir. Bu bile oldukça sancili olmaktadir. Ne var ki; Kürdistan’da ve Türkiye’de her kesin kafasi oldukça karişmiş, ordu-sivil çatişmalarinda yönler ve hedefler şaşirilmiş bulunuyor.
Bir çok insan, AKP ve ordu muhaliflerinin Türkiye’de devleti ele geçirdiklerini sanmaktadirlar. Oysaki bu son derece yaniltici bir kanaattir; esas ipler hala ordunun elinde bulunuyor. Devletin istisnasiz bütün kurumlarina hükmeden hala ordudur. ABD ve Avrupa Birligi, ordu muhaliflerini destekleyerek bu durumu degiştirmeye çalişiyorlar. Ordu muhaliflerinin etkisi devlet sistemi içinde belli düzeylerde bir gelişme saglamiştir, ama sadece belli düzeylerde. Her seyden önce, Türk ordusuna tam bir hukuki yetki veren 12 Eylül anayasasi hala yürürlüktedir. Bu, ordu iktidar piramidinin en üstündeki hukuki ve pratik yerini koruyor demektir.
Ordu’yla sivil muhalifleri arasindaki çelişkilerin derinleşmeye yüz tuttugu bir sirada yine Türk devleti „dört ayagi“ üzerine düştü: Yirminci yüzyil boyunca kendi egemenlerine karşi hiç bir ciddi ayaklanma hareketinde bulunmayan Arap halklari, ülkelerindeki diktatörlükleri devirmeye başladilar. Türkiye’nin güney sinirindaki Suriye’de de benzeri baş kaldirinin geriye dönülmez boyutlara ulaşmasi, Ankara’daki iktidar kavgasini frenlemiştir. Parlamento seçimleri akabinde AKP, ordunun politikasina entegre olarak tutum degişikligine gitmiştir. Kürdistan’a ilişkin olarak, ordu genel kurmayinin savaş siyasetinin yedek gücü olmayi kabullendi. Bu tutum degişikliginde iki baslica mesele rol oynamiştir; birincisi, Iran’la Bati devletlerinin çatişmasi, ikincisi ise özellikle Suriye’deki halk ayaklanmasidir. Sivil hükümet için bir dezavantaj olan Iran ve Suriye sorunlari, simdilik Türk ordusunun konumunu güçlendiren faktörler olarak görülmelidir. KCK diye bilinen PKK’nin sivil kanadina karşi oldukça geniş kapsamli tutuklama operasyonlarinin gerçekleşmesi Iran ve Suriye sorunuyla dogrudan baglantilidir. Türk generalleri, Arap ülkelerindeki gelişme ve degişimlerin yogun etkisi altinda olasi bir „Kürt halk ayaklanmasi“ndan çekinmiştir. KCK’nin kuruluşu tartişmali olmasina ragmen devlet yinede „Kürtlere“ güven duymamiştir. Böylece, sivil hükümetide „Kürt politikasina“ ortak yaparak ayni zamanda AKP üzerindede baski kurmuştur. „MIT-Yargi“ çatismasinin baska şeyler yanisira burdan çiktigini saniyorum.
Bir çoklarimizin üzerinde hemfikir olabilecegimiz gibi, ortadogu’daki gelişmeler ve olaylar tek-tek bölge ülkelerini koşullandirdigi yanisira Türkiye’yide koşullandirmaktadir. O bakima, bölge koşullari dikkate alinmaksizin Türkiye’de demokratik dönüşümler olanakli görülmüyor. Ortadogu’daki belirsizlikler ve çatişmaya götüren çelişkiler oldukça, Türk ordusu kendi konumunu, yeniden biçimlendirilse bile, koruyacaktir. Kimse bugün oldugundan daha fazla bir şey beklemesin. Burdan çikarilmasi gereken sonuç şu olmalidir; Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi içine girdigi beklentilere son vermelidir ve yeniden biçimlendirilmelidir. PKK’nin kendi iç dinamikleriyle kendisini aşamayacagina göre devrimci yurtseverlerin bu işi hangi dinamiklerle ve nasil yapacaklarini tartismalari gerekiyor. 20.02.2012 (Devam edecek)
Mehmet Müfit