Ana içeriğe atla
Submitted by Hasan H. YILDIRIM on 2 May 2015

Soykırımcı Türkler hariç, tüm insanlık tarafından ittifakla kabul görülen 24 Nisan 1915 tarihi, Osmanlı Devleti tarafından bir plan-program çerçevesinde Ermeni Milleti'ne karşı uyguladığı "etnik temizlik" operasyonun veya soykırımın başlangıç tarihidir.

Konunun esasına geçmeden evvel Kürdlerin içine sürüklendiği çıkmaza ilişkin bir-iki şey söylemek istiyorum.

Kürd siyasi dünyasında ve aydın çevrelerinde öyle bir algı oluşturulmuş ki Kürd millet haklarını savunmak bir suç halini almıştır. Kürd siyasetçisi ve aydını herkesin hakkını savunur ama sıra Kürd millet haklarını savunmasına geldiğinde bir tutukluluk, bir çekingenlik, kimide düşmanlarımıza yalakalıkta prim yapma durumuna düşürülmüştür.

Bazan bu çemberi kıran olsa da her suçun günah keçisi ilan edilir. Milliyetçilikle, ırkçılık yapmakla, ona buna düşmanlık etmekle, onun bunun işbirlikçiliğiyle suçlanıp durulur.

Bu yazıyı yazarken bu suçlamalarla karşı karşıya kalacağımı biliyorum. Hiçte umurumda değildir. Çünkü yazdıklarım doğrularımdır ve inanarak yazıyorum. Birçok kişi aynı düşüncelere sahip olmasına rağmen gelecek saldırılardan çekindiği için sesizliği tercih ettiğinide biliyorum. Ve bunu doğru görmüyorum. Ben dediğimi diyeyim, gerisi muhatapları düşünsün.

Bugün 24 Nisan 2015. Osmanlı Devleti'nin Ermeni aydınlarını tutukladığı ve Ermeni Milleti'ne karşı bir plan, program çerçevesinde uyguladığı "etnik temizleme" operasyonu veya soykırımın başlatılması kararının uygulamaya koyduğu günün 100. yıldönümüdür.

Yapılan bir soykırımdır ve insanlıkdışılıktır.

Kınıyorum!

İddialara göre 1,5 milyon Ermeni'nin sürgün edildiği ve bunların ezici çoğunluğunun katledildiğidir. İnsanların çektiği acı ve cefa ise işin bir başka boyutudur.

Bu insanlıkdışı vahşet Osmanlı Devleti tarafından bir plan çerçevesinde uygulanmıştır. Tüm tarihi belgeler bunun kanıtıdır. Bu yalın gerçeğe karşın Osmanlı Devleti'nin mirascısı ve devamcıları olduklarıyla övünen şu anki TC Devlet sahipleri bu insanlıkdışı olayı inkar etmektedirler. Ki Osmanlı mirasına övünçle sahiplenen ardılı TC Devleti, doğal olarak bu insanlıkdışı olaylarında mirascılarıdırlar.

Bu özelikleriylede katliamcı ve soykırımcıdırlar. Orta Asya'dan heybelerinde kurutulmuş et ile at sırtında çırıl-çıplak yaşadığımız coğrafyaya gelen Türk barbar sürüleri yerli tüm millet ve milli azınlıklara karşı o günden bugüne varlıklarına yönelinmiş ve onların yok edilmesi üzerine kendilerine yaşam alanı kurmuşlardır. Bu yaklaşım sonucu olarak kendi söylemlerine göre olmayan bir ulusu "yoktan inşa etmişlerdir."

İnşa ettikleri bu çok yamalı bohçaya "yetmişiki buçuk milletten müteşekiliz" payesi biçmişlerdir. Ki bir ırka, bir soya, bir ensiteye ve ulusa tekabül etmeyen bu çok yamalı bohça göçebe, muhacir topluluklar ve yerli halkların devşirilmesiyle oluşturulduğu bir "hilkat garibesi" olarak ortadadır.

Bu durum, sistem sahiplerinin "bölündük, ha bölüneceğiz," korkusununda nedeni de olagelmiştir. "Tek vatan, tek millet, tek devlet, tek dil," olarak ifade edilen bu korku, sistemi eğilmez, bükülmez, tekçi, katı haline getirmiştir.

Türk usulü yönetim biçimi dediğimiz olay budur.

Bu sistem sürdüğü müddetçede yaşadığımız coğrafyada katliamlar, soykırımlar, trajediler devam edecektir. Çare bunu yok etmektir. Peki bu nasıl olacak? Bunu yolu şuradan geçiyor. Çok yamalı bohçayı, yani "yetmişiki buçuk milleti" birbirinden ayrıştırmak, "hata ülke Türkiye" denilen coğrafyada hangi millet, hangi alanda çoğunluk olarak yaşıyorsa o millet adına orada bir devlet kurmaktır. Bu bir.

İkincisi, Osmanlı Devleti'nin planlı, programlı olarak uygulamaya koyduğu soykırımda en aşağı onlar kadar Ermeni Önderliği'ninde suç paylarının olduğunu burada söylemek zorundayım.

Söz Aso Zagrosi'de:

Arkadaşın hüsnü niyetine dayanarak, ama özüne sadık kalarak ve de bir kuralsızlık yaparak arkadaşın araştırmalarında kısaltma ve ekleme yaparak uzun bir bölüm aktarmak istiyorum.

"1907-1914 yılına kadar Taşnaksutyun ile İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ortak hareket ettikleri tarihsel bir süreçtir. Aralarında tam bir balayi süreci yaşanıyor. İşin ilginç yanı 1907-1914 kadar Taşnaksutyun'un İttihat ve Terakki ile girdiği ilişkiler, Osmanlı devletinin işgalı altında bulunan hiç bir halkta görülmüyor. Kürdler, Araplar, Yunanlar, Bulgarlar ve diğer halklar farklı nedenlerle, ama İttihat ve Terakki'ye soğuk bakıyorlar. Ve yine ilginç olan Taşnaksutyun- İttihat ve Terakki ikilisi diğer siyasal partilere karşı ittifak yapıyorlar. Hata Bitliste baş gösteren Mela Selim önderliğinde hareket başladığı zaman Taşnaksutyun, İttihat ve Terakki’nin saflarında yer alıyor.

İki partinin ittifakı süresinde bir dizi olaylar gelişiyor. Örneğin "31 Mart olayı" olarak bilinen (1909) Ordunun İstanbul'un stratejik noktalarını tutması esnasında İttihatçılar Taşnaklara sığınıyorlar. Daha sonraki süreçte Ermeni soykırımında örgütleyici rol alacak olan Talat Paşa Krikor Zohrab'a, Dr. Nazım Taşnak militanı Azarig'e sığınıyor.

O dönemler Taşnak Partisinin yönetimi toplanıyor ve bir dizi karar alıyor.

Bu kararlardan biri de isyancılar tarafından aranan Talat, Halil ve diğer İttihatçıların korunması için Zohrab, Vartkes ve Armen Garo'ya verilen talimattır. Ve koruyorlarda. Peki sonuç ne oluyor? Korudukları bu adamlar, Ermeni soykırımını gerçekleştirenler oluyor. Akılları başlarına gelmemiş olacak ki soykırım üzerinde bir sene bile geçmemişken kendi katillerine nasıl yalakalık ettiklerine ama buna karşın Kürd milletine karşı nasıl bir düşmanlık beslediklerine bakmakta yarar vardır. Taşnak Partisi’nin yayını olan Droschak 1916 yılında Cenevre’de Van Direnişi üzerine Fransızca bir kitapçık yayınladı.

Taşnak Partisi, Enver, Cemal ve Talat Paşa’nın başında bulunduğu İttihat ve Terakki hükümetine çağrı yaparak “biz değil Kürdler size ihanet etti” diye yazmaya başladı...

Kimdir bu ihanetçi Kürdler?

Sözü Taşnak Yöneticilerine bırakalım:

"Birincisi, savaşın başlangıcında düşmanın önünde firar ederek Hükümete(burada sözü edilen İttihat ve Terakki hükümetidir. Aso) ihanet eden insan katili/öldüren Kürdlerdir. Bu Beyazid’in düşüşünde resmi olarak ispat edildi. Daha sonra yeni firarlar oldu. Kürd şefleri açık bir şekilde harekete katıldılar: Abdulrezak, Mustafa Bey, Hüseyin, Sadem Bey, Osman ve Necib Beyler, Yezidi Şefi Cihangir Ağa’yı burada not edelim. Abagha’da Kürd Bayrağını dalgalandırdıklarını unutmadık. Bu bayrak "Bağımsız Kürdistan“ sözü/sloganı içeriyordu.“ (sayfa 26)

İşte burada insanın "insaf“ demesi geliyor. Abdulrezak Bedirxan tüm 1. Dünya savaşı boyunca Rus Ordusunun saflarında İttihat ve Terakki yönetimine karşı savaştı.. Savaş sonrası İttihat ve Terakki tarafından öldürüldü. (Leyla Bedirxan’ın babasıdır. Benim Leyla Bedirxan ve Abdulrezak Bedirxan Üzerine yazdığım yazılara bakabilirsiniz.

Beyazid’in düşüşünden sonra Osmanlı Ordusunu terk eden Şêx Ubeydullah Nehrîdîr. (Bu konudakî yazdığım yazılara bakabilirsiniz.)

Osman, Hüseyin ve Necip Beyler Osmanlı devletine karşı başkaldıran Bedirxan ailesinden gelen Kürd yurtseverleridir.

Cihangir Axa Êzîdî Birinci Dünya Savaşı boyunca ağırlığı olan Kürd liderlerinden ve Ermenilere de bir hayli yardımcı olmuş Kürd ulusal kahramanlarından biridir. Taşnakçılar tarafından İttihat ve Terakki yönetimine yağ çekmek amacıyla hepsi ihanetçi ilan edildi..

"Bağımsız Kürdistan'ı" ilan etmek Türklere ihanetmiş!!! Ezberleri bozmak ve sağlıklı bir tartışma umuduyla..." Sadece bu aktardıklarıma bile bakıldığında Ermeni Önderli'ğin Kürd milletine karşı duydukları düşmanlıklarının yanı sıra Ermeni milletini nasıl soykırıma adım adım sürükledikleride ortaya çıkıyor.

Buradan hareketle Kürdistan'ı Kürdsüzleştirmek ve Ermenileştirmek için İttihat ve Terakki ile nasıl bir ilişkiye girdikleri tarihi belgelerle ortaya koyuyor. Bunun yanı sıra Rusya ve bazı batılı devletlere dayanarak Kürdleri Kürdistan’da çıkarmak istediklerini hem Ermeni ve hem de Batılı ve Doğulu kaynaklar yazıyor. Bu belgelere bakıldığında Ermenilerin işgal ettikleri tüm bölgelerdeki Kürdleri ya öldürdükleri veya kovdukları görülmektedir. Esas hedefleri Kürdistan’ı Kürdsüzleştirmek ve Ermenileştirmekti.

Ermeni Önderliği, eskiden beri sürekli bu yönlü Kürd karşıtı politikanın sahibidir. Ki bu yaklaşım masum değildir. Kürdleri Osmanlı devletine şikayet etme, yerlerinde söküp atma, bir daha dönmemek üzere uzak ülkelere sürgün gibi hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bir nitelik taşımaktadır.

Bu, ne vicdansızlık!

Sonra Rusya ordusu önüne girip, Kürdistan'da girdiği tüm yerleşim alanlarında ele geçirdiği Kürdleri kadın- erkek, yaşlı-genç, çocuk-bebek bakmaksızın soykırımdan geçirdiği ise işin bir başka boyutudur. Ki bu sayı az-boz değildir. 700 bin gibi bir sayı dile getirilmektedir.

Fakat işin tuhaf tarafı Ermeni Önderliğin çevirdiği tüm dolaplar dolanıp kendilerinide vuruyor. Kürdler için kazdıkları kuyuya kendileride düşüyor. Osmanlı Devleti, Ermenileri bulundukları alanlarda söküp uzak yerlere sürüyor. Sonuçları ortadadır. Tasvip ettiğimiz bir girişim değildir ama kendi başlarına bu olay gelmeden önce Kürdlere bunu reva gören Ermenilerin kendileridir.

Ne Ermeniler, ne de Kürdler bu trajediyi yaşamak zorunda değillerdi. Eğer Kürd Milliyetçilerin kendilerine uzatılan eli tutmuş olsaydılar, heriki milletin başına bu felaket gelmiyebilirdi. Bazı bedeller ödeseler bile sonuçları bu kadar ağır olmayacaktı.

Kürdlerin kendilerine uzatılan eli boşlukta bırakan Ermeni Önderliği, Kürd milli kurtuluşularına karşı Osmanlı devletini destekliyerek "Millet-ı Sadıka" ünvanını almayı tercih etti.

Kürdlerin yerlerinden alınarak bir daha geri gelmemek üzere sürgün edilmesi, soykırımlardan geçirilmesi için Osmanlı Devleti ile pazarlığa girişti. Fakat tarihin cilvesine bakın ki kazdıkları kuyuya Kürdlerle birlikte kendileride düştü. Bugün bile bundan ders çıkardıkları söylenilemez.

Ermeni Önderliği, bugünde bu politikayı sürdürmektedir. Soykırımı Kürdlere yıkmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Dikkat edin. Ermeni çevrelerin tüm yazılarında sorkırımı Osmanlı devletinden öte Kürdleri sorumlu tutmaktadır. Kürd millet düşmanlıkları o kadar derin ki hiçbir yazılarında Kürdistan'ı telefuz edememektedirler. Anadolu ve Mezepotamya temel argumanları olmaktadır. Bunun nedeni Kürdistan'ı Ermenistan olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu mantık Ermenileri soykırıma uğratan mantıktır. Bugünde aynı politika sürdürülmektedir. Bu mantık gereği olarak yaşamın her alanında Ermeniler, anti-Kürd politikasını sürdürür.

Ermeni politikası, Kürd millet düşmanlığı üzeri inşa edilmiştir. Bu politika yenide değildir. Kökleri tarihin derinliklerindedir.

Kürdler, Ermenilerin kendilerine karşı tarihsel düşmanlığını hafife alıyor. Oysa Ermenilerin Kürd düşmanlığı derindir ve tarihseldir. Burada bir parantez açıp dikkatinizi çekmek istiyorum. Ermeni siyasal önderliğin, Kürdlere düşmanları tarafından uygulanılan soykırımı bir kez de olsa kınadıklarına hiç şahit olmuş musunuz? Olamasınız! Niye acaba? Kürd milletine karşı duyulan düşmanlıktan ileri gelmiş olmasın?

Şu an da; Ermenistan devletin resmi politikasıdır.

Ermeni siyasal önderliği, Kürd milletini düşman görüyor ve gereğini yapıyor, düşmandır yapar dedik geçelimde ama bizim cenahta da durum pek içaçıcı değildir. 1992 yılından bu yana Kürdistan'ın Güneyi'nde iki yönetim var. Siz hiç bunların Kürdistan'ın diğer parçalarında Türk, Arap ve Farslar tarafından Kürd milletine karşı gerçekleştirilen katliam ve soykırımları bir kez de olsa kınadıklarına şahit oldunuz mu? Ben olmadım, sizinde olduğunuzu sanmıyorum. Bunun ötesi Saddam ve adamları yargılandığında Halepçe ve Enfal olayları gündeme geldi. Bu olayların duruşmaları başladığında çok ilginç belgeler ortaya çıktı. TC Devleti, Saddam Hüseyin'e sen Kürdleri katlet, bizde uluslararası tüm alanlarda sizi destekleyelim yazılı belgeleri su yüzüne çıktı. Burada anlaşılması gereken Halepçe ve Enfal olaylarında TC Devleti'nin en aşağı Saddam Hüseyin kadar suçlu olduğuydu. Yapılması gereken bu belgelerle başta BM olmak üzere tüm uluslararası kurumlara bu sorunun taşınması ve Halepçe ve Enfal soykırımında TC Devletinin suçunun sabitleştirilmesiydi.

O dönem gerek sözlü, gerekse yazılı olarak Güney'deki siyasi yapıları uyardık. Bu fırsatı kaçırmayın dedik. Peki onlar ne yaptı? Bunun tam tersini yaptı. Olayı örtbas ettikleri gibi Türkler ve TC devleti için "kardeş, dost, stratejik müttefik," dediler.

Evet sadece biz Kuzeylilerin değil, tüm Kürdlerin baş düşmanı olan Türkler, TC Devleti, "kardeş, dost ve stratejik müttefik," ilan ettiler.

Burada soru şudur. Güneyli siyasal güçler, "Türklerin kardeşi, dostu ve TC Devletinin stratejik müttefikleri" ise peki ortak düşmanları kimdir? Biz kuzeyli Kürdler bunun neresindeyiz?

Bu soruları her Kürd milliyetçisi ve yurtseveri kendine sormalı, Güneyli siyasal yapıların durdukları zemini tespit etmelidirler.

Bu zemin Kürd milliyetçiliği, Kürdistan yıurtseverliğinden uzak bir zemin olduğunu göreceklerdir. Peki nedir bu zemin? Bunuda siz okuyuculara bırakıyorum.

Neyse bu konu ayrı bir konu. Biz yine Kürd-Ermeni ilişkisi konusuna dönelim.

"Ortada ciddi bir Ermeni Kürd gerilimi yok," diyen Kürd yanılır.

Ermenistan devlet politıkasını takip eden her duyarlı Kürd altan ata kaynayan bir Kürd düşmanlığı pompalandığını görür. Kimi ciddiye alır, ona göre uyarıda bulunur. Kimi bunu önemsemiyebilir. Hatta kimileri çok "insani" takıldığı havası eşliğinde bunu hoş görür.

Algı meselesidir.

Bundan dört sene önce iki Ermeninin dört günahsız

Ezidi Kürd'ü boğazlaması sıradan kriminal bir olay değildi. Es geçilecek gibi de değildir.
Ermenistan devlet politıkasının dışa vuran bir uygulamasıydı.

Ermenistan polisinin ve Ezdi kurumlarının açıklamaları bunu teyit etti. Daha tarih olmayacak birkaç yıl evvel 20 bin Kürd'ü soğuğa mahkum edip ölümüne yol açan mantığın sonucuydu. Bugün Ermenistan'da Kürdçe yaşaklanmıştır. Ezidilerin konuştuğu Kürdçeye "Ezidice" denilmektedir. Kürd milletine ve onun değerlerine karşı bundan daha büyük bir düşmanlık tasavur edilebilinir mi?

Bu tür girişimler Ermeni siyasal önderliğin birinci dünya savaşı öncesi ve sonrası Kürdistan'ı Kürdsüzleştirip Ermenileştirme planının son uygulamalarıdır. Ermenilerin dünden bugüne izledikleri bu politika Kürdistan'ı ele geçirme üzerine inşa etmiş ve ellerinden geleni yapmış ve yapmayıda resmi politika edinmişlerdir.

Kavga budur.

Bitmiş değildir.

Biz Kürdler bitmiş gözüyle baksak bile eloğlu/elkızı bitmiş gözüyle bakmıyor.

Milli meclislerinde sözde aydınlarını topluyor. Konferans yapıyor.

"Çalışmalarımız meyvesini verdi, bir kesim Ezidi ve Zaza, Kürd olmadığını söylüyor, bu bizim zaferimizdir“ diye sonuç çıkarıyor.

Düşmanca bir politikadır. Bu politikayla Ermeniler, kısmen Kürdlere zarar verse bile şu bilinmeli ki bunun esas ceremesini Ermeni milleti çeker. Kürd düşmanlığı Ermenilere kazandırmaz ama kaybettirir. Bu önemli tespitide yapmış olayım.

Ki Kürdler, tarihte siyasal yapılarıyla Ermeni düşmanlığı yapmamışlardır. Yapmasalar bile Ermeni Siyasal Önderliği, Kürd düşmanlığını daima sıcak tutmuştur. Buna rağmen kimi Kürd aydın ve siyasetçilerin; "Ermeni düşmanlığını yapmamak gerekir," saçmalığı ortalığa saçılmaktadır. Ne demektir bu? Bu, yapılmıyan bir suça Kürdleri töhmet altında bırakma mantığıdır. Yanı sıra Kürd-Ermeni ilişkilerini Kürd millet düşmanlarının yazmış oldukları anti-Kürd yazıma dayanarak Kürdleri, Ermeni soykırımından sorumlu tutan Kürd çevrelerin bilerek veya bilmeyerek suç işlediklerinide belirteyim.

Kalemi eline alan veya tuşlara basan; "Kürd milleti adına Ermenilerden özür dilerim/dileriz," gibi sorumsuzca davranan kişi ve çevreleride kınıyorum.

Kimse Kürd milleti adına özür dileme hak ve yetkiyi bu kişi veya çevrelere vermiş değildir. Eğer bu kişi ve çevrelerin aşiret, aile ve dedeleri Ermenilere karşı bir suç işlemişlerse ve bunu biliyorlarsa onlar adına özür dileyebilirler ama bunu Kürd milletini bulaştırarak değil. Çünkü tarihte Kürdistan Milli Kurtuluş Mücadelesi verdiğini söyleyen hiçbir parti, örgüt veya oluşum ne kendi başına, ne de başka bir güç ile birlikte Ermeni Milleti'ni katletmemiştir ama aynı şey Ermeni parti ve örgütleri için denilemez.

"Büyük Ermenistan" hayali peşine düşen Ermeni parti ve örgütleri bir zamanlar Osmanlı, bir zamanlarda Ruslarla birlikte Kürd milletine karşı katliam ve soykırım gerçekleştirmişlerdir. Burada eğer özür dilenmesi gereken birileri varsa o da Ermeni Siyasal Önderliği'n Kürdlerden özür dilemesi gerekir. Ki bu tür olayların aydınlığa kavuşması özür ile halolacağına inanmasam bile.

Yanı sıra: "Tarihimizle yüzleşelim, Ermenilerden özür dileyelim," mantığı Türk'ün ekmeğine yağ sürmek, Ermenilerin suçunu örtmektir ve Kürd milletinin sırtına işlemediği bir insanlıkdışı suçu yüklemektir ki bu da; Kürd milletine ihanettir. Bu ihaneti, "insani yaklaşım" zırhına bürünen birçok Kürd aydın ve siyasetçisi yapmaktadır.

Çokça "insani" takılan ama kendi milletlerinin hak ve hukukunu bir yana bırakıp başka milletler için gözyaşı döken bu beyin özürlü Kürd aydın ve siyasetçilere diyeceğim şu ki bireyi olduğunuz Kürd milletinin içinde olduğu sefalete hele bir bakın. Öyle sefil bir milletiz ki o kadar katliam ve soykırımlardan geçen bir millet olmamıza karşın halimize ağlayacağımız milletçe tespit ettiğimiz bir "Kürd soykırımı kınama günü"müz bile yoktur. Bu bile tek başına millet olarak içinde olduğumuz sefaletin kendisini tariflemektedir.

Yazımı bitirirken bu hususuda belirtmiş olayım.

24 Nisan 2015

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.