Ana içeriğe atla
Submitted by Davut Kurun on 3 September 2009

Bir hafta sonu, iki oğluda geldi ve dört genci eve yemege aldılar. Özellikle haydarın esiş marilo ile iki oğlu buna çok sevinmişlerdi. Haydarın geçmişi ile yüzleşmesini istiyorlardı.,kendileri de bilmek istiyorda.

Ama haydar, o akşam daha çok gençleri dinledi, ve daha çok silahları ile savaşları ile ilgili sorular sordular. Gençler ise daha çok siyasi konularda konuşuyorlardı. TKP M/L partisinden olduklarını, ne kadar şehir verdiklerini, cezaevlerindeki direnişlerden bahsettiler. Haydarın eşi ve çocukları da Fransız komünist partisi üyesidi ama dil so
runundan dolayı pek diyaloğ kuramıyorlardı. Gençlerden birkaç yaş daha büyük olan Haydar Kürtçe konuşabiliyordu ve Fransız amca terüme ediyordu, odaa gerekli görürse.

Gençlerin ısrarlı soruları karşısında Haydar kendisini tanıtmak zorunda kaldı. Kendisinin de dersimli olduğunu, savaştığını, ama kadınları ve çocukları koruyamadıkları için Türklerin hepsini öldürdüğünü, daha sonrada af çıkardığını , ama kendisinin dersimi terk
Edrek buraya geldiğini söylemekle yetindi. Daha fazla da konuşmak istemedi

.
Haydarın mültecilere yardım ettigi, valinin bile önünde ayağa kalktığı, hemen oturum alabildiğini ve iş verdiği bütün mülteciler arasında hızla yayıldı. Ta paristen telefon edip bu dört gencin kendilerine de yardım etmesini istiyorlardı. Haydarın büyük oğlu babasını çok iyi tanıdığı için, her olayda onu devreye sokmanın yanlış olduğunu ama kendisinin ve kardeşinin ellerinden geleni yaptığını söyledi gençlere. Bu gençlerin getirdiği birkaç kişi Pierin yardımıyla Marsilyada kartlarını aldı ve çalışmaya başladı. Yalnız bir arkadaşı, varki durumu çok kötüydü. Süleyman isimli bu arkadaşı Holandada ilticası red olmuş, parise gelip iltica etmek istiyor, ama sansı çok azmış, Süleyman çocukları ile birlikte gelmiş, partiye ve mücadeleye çok katkıları olan birimiş ve bu gençler süleymana mutlaka yardım etmek istiyorlardı. Süleyman ile hergün telefonlaşıyorlardı. Birgün Süleyman trene atlayıp Ahlene gitti ve arkadaşlarını buldu.

Süleyman bu yaşlı adamla görüşmek için sabırsızlanıyordu, ama Haydar o günlerde kalp sorunu çıkmış biraz dinlenmesi gerekiyormuş. Ama Haydar birkaç gün sonra gençleri ziyaret etti, süleymanı gördü. Görür görmez gözlerini ondan hiç ayırmadı. Süleymanda amcaya sorular soramaya başladı. Süleyman akıcı Kürtçenin her iki lehcesini de konuşurdu. Haydar ertesi günde gençleri ziyaret etti. Süleymanın oturumunun olmadığını duyunca, hemen oleveri devreye koydu ve kendisine eşine oturum ve iş müsaadesi aldı.Haydar kıyaklık yapmak istemiyor ama türk devleti ile savaştığına inanırsa derhal yardım etmekten kaçınmazdı, Süleyman parise dönmeden önce Haydar amcaya misafir oldular, haydar ve eşi Süleymanın macerasını da ögrenmek istiyorlardı. Haydar daha dört yaşında iken babası dersim direnişinde şehit olduğunu, bütün akrabalarının öldürüldüğünü, annesinin onu ve kardeşlerini asker köye girmeden alıp ormana kaçtığını, kaçtığı yerden annesinin ve abisinin anlatımına göre köylüleri bir eve toplayıp üstlerine benzin döktüklerini ve yaktıklarını gördüklerini söyedi.daha sonra o kışı kirvelerinde geçirdiklerini, daha sonraki yıl köylerine döndüklerini, abisinin biraz büyümesinden sonra Erzincana gidip işçi olarak çalıştığını, dahasonraki yıllarda erzincana taşındıklarını, annesinin genç yaşta erzincanda öldüğünü, daha sonraki yıllarda Türkiye sosyalist hareteke katıldıklarını, kendisi abisi ile birlikte karayollarında isçi olarak çalıştıklarını, vs kısa hayat hikayesini anlattı Süleyman. Haydar ilk defa kendi dert ortağını bulmuş gibi o gece dersim savaşı konusunda başında geçenleri anlattı ve bazı nasihatlarda bulundu. Süleymanın kafası karışmıştı.bahsettiği köyleri vadileri tanıyordu. Verdiği isimleri duymuştu. Tek tek isimleri sordu haydar amcaya,yerleri çocuklarının isimlerini kardeşlerini sordu. Yarım yamalak sorulara cevap veren Haydar amca süleymanın isabetli soruları karşısında şaşkına dönüyor, sen nereden tanıyorsun nereden biliyorsun şeklinde karşı sorular soruyordu. Sonunda Süleyman,-- amca, senin cocukların isimleri suydu, kardeşlerin buydu, kayınların, kayınbiraderlerin, baban deden buydu değimli dedi. Haydar şaşkınlık içinde evet sen nereden biliyorsun deyince Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Etrafındakilerin bütün cabalarına rağmen hıckırıkla ağlaması kesilmiyordu. Kaldırıp banyona götürüp elini yüzünü yıkatan Olevere sarılıp yine ağladı. Herkes şaşkın ve sessiz süleymanın sakınleşmesini beklediler. Süleyman sakinleşince, yerinde kalktı, Haydar amcanın yanına çöktü ve tane tane konuşarak, ^
,____Senin çocukların ve eşin ölmedi, düşman köye girmeden senin eşin çocuklarını alıp ormana kaçtı. Senin küçük oğlün Süleyman benim, sen benim babamsın. Dedi.

Oturduğu koltukta yan dönüp yanında çöken Süleymanı dinleyen Haydarın beyninde bomba patlar gibi oldu, ağzından uzun bir waaaayyy Leeemmmiiiin kelimesi çıktı ve yere yığıldı. Yıllarıdır içini yakan köz kalbine ve beynine sıçramıştı. Haydar derhal hastaneye kaldırıldı, kalp krizi geçirmişti, kurtarılmıştı ama bir tarafı felçliydi ve dokdorlar hastanede kalmasını ve tedavi görmesi gerektiğini söylüyorlardı. Süleyman artık aileye dahil olmuştu ve hergün üvey annesi ve üvey kardeşleriyle babasını ziyaret ediyordu. Haydar yıllardır içine gömdüğü vatan hasretine artık dayanamıyordu, dersime gitmek istiyordu.

Ama Doktorlar bırak dersime eve gitmesine bile müsaade etmiyorlardı. Hergün süleymanı saatlerce yanında tutar, tek tek cok ince detaylara ilişkin sorular sorardı. Haydarda babasından, üvey annesi ve kardeşlerinden dinlediklerini, benim okuduğum bu otuz dört sayfalık mektuba yazmış, babasının hastanede çektiği resimlerini de ekliyerek ankarada oturan ablasına ve abisine göndermiş, babamızı buldum acele gelin diye yazmış,

Ben bu hikayeyi okuduktan sonra, nazım beye dedesiyle iligili birçok soru sordum ama nazım bey dedesi hakında fazla bir bilgiye sahip değildi. Nazım beyi ertesi gün sabah erkenden Chambery garından dedesine gönderdim ve sabırsızlıkla yolunu gözlemeye başladım. Hikayenin devamını merak ediyordum.

VE SON

Haydar bir buçuk ay hastanede tedavi gördükten sonra doktorlar eve gitmesine müsaade ettiler. Haydarın vucudu fiziki olarak güçlü idi ama içindeki köz hasret özlem öyle bir ruhunu sarmıştı ki hiçbir vucut dayanamazdı. Haydar artık fransadan kopmuş dersimde yaşıyordu. Beyninde ve ruhunda 1938 de dondurduğu dünyayı yaşıyordu.tekrar köyüne dönüp yapmak istediği konağı yapmak yarım bıraktığı yaşamı devam ettirmeyi düşlüyordu. Artık süleymanı hiç yanında ayırmıyordu. Beni dersime götürün diyordu. Haydarın sağ tarafı artık yarı felçli idi, sağ elini ve ayağını tam istediği gibi kulanamıyordu. Vucudu ve ruhu ayrı yerlerde idi. Oğlu süleymana öyle sorular soruyordu ki süleymanın hiç haberi ve bilgisi yorktu. Süleyman, marilo, oliver pier Haydarın durumuna çok üzülüyorlardı ve onun bu duruma düşmesinde kendirlini suçluyorlardı.

Suleyman ankaradaki Ali xıdır ve kız kardesi ile telefonlaşıyordu ve babasının durumu hakında bilgi veriyordu. Hatta marilo da haydardan gizli haydarın kızı bese ile suleymanın aracılığı ile telefonlaşıyor bir an önce gelmelerini ve kendilerini görmek istediklerini, vize için hiçbir problemin olamıyacağını söylemişti. Alı Xıdır ile Bese babaları ile konuşamıyorlardı, Marılo kocasını iyi tanıyordu ikinci bir kalp krizine Haydarın kalbinin kaldıramıyacağını biliyordu. Ali Haydar sürekli Süleyman ile Marilo ya kızı ile telofonla konuşmak istediğini söylüyordu, onlarda onun telefonu yok diyorlardı. O zaman o bizi arasın diyen Haydara hemen itiraz ediyorlardı.Bir gün Marilonun Süleymanın yardımı ile birileri ile telefonda konuştuğuna şahit olmuştu. O akşam Haydar telefon defterinden telefon numaralarını kontrol etti, sonra Marilonun çantasını karıştırdı ve besenin telefonunu onun telefon defterinde buldu. Kızı ile konuşabilirdi artık. Ama heyecan ve korku bedenini sarmıştı. Ölmeden kızını ve oğlunu görmek istiyordu, onlarla dersime gitmek istiyordu. Birkaç kez telefonu eline aldı ama cesaret edemedi. Haydar o gece uyuyamadı. Sabah marilo kalkıp kahve yaptı. Kahvaltı hazırladı. Haydar sadece kahve içti. Süleyman ile Marilo kahvaltı masasına otururken Haydır kalktı telefona gitti. Marilo- kahvaltıdan sonra telefon etsen olmazmı dedi ama Haydar hiç oralı olmadan telefonu çevirdi. Karşıdan bir bayan sesi alo deyince Haydar- tı kama, tı besera- karşıda şaşkın bir sesle evet siz kimsiziniz. Haydar – çena mı, ez Heydero, cigera mı, ez piye tiyo, rostiya çıme mı –kızım ben Haydar, senin babanım gözümün nuru dedi. Karşıda beser bir çığlık attı ve sesi kesildi. Haydar etrafına baktı oturacak bir sandalye aradı ama telefon elinden düştü ve yere yığıldı. Süleyman , ablasın ile konuştuğu anlamıştı. Marilo ile Süleyman Haydara koştular, marilo hemen ambulans çağırdı ve haydarı hastaneye kaldırdılar. Ama Haydar hasthaane yolunda öldü. Haydarın cenaze töreni çok görkemli oldu. Marsilyadan paristen binlerce kişi onu bir kahraman olarak uğurladı. Ahlende marılonun aile mezarlığına gömüldü.

Pier Oliver marilo Süleyman Haydarın geçmişini taşıdığı yükü içindeki ateşi hasret ve özlemi son iki ayda daha iyi kavramışlardı. Pier kendisini suçluyor ve babasının içinde yanan ateşi o güne bilmiyor ve kavramıyordu.

Nazım bey ne yazıkkı dedesini göremedi. O daha ankaradan Parise uçtuğu gün dedesi ölmüştü. ,, Ahlene vardığı gün dedesi öleli 8 gün olmuştu.

Nazım beyi Marsilyaya yolcu ettikten bir ay sonra bir akşam eve dönerken Nazım beyi kapının önünde beni beklerken buldum. İlk sorum, dedeni gördün mü oldu, oda ben görmedim gidişimden 8 gün önce ölmüş dedi. Yerimde dona kaldım, boğazımda birşeyler düğümlendi. Konuşmadan asansöre bindik ve eve çıktık. Kafamda birçok soru var nereden başlıycağımı düşünürken Nazim bey birden öfkeli bir sesle- dedemin malını gavura yedirmem dedi. Şaşırdım konuyu anlamaya çalıştım. Birkaç sorudan sonra anladım ki Nazım miras peşine düşmüş dedesinin ölümü onu hiç etkilememiş. Gavur dediği kişilerde Haydarın iki oğlü Pier ile Oliver ve Karısı Marilo dur. Nazım bey benden yardım istemeye gelmiş. Dedesinin 16 milyon Franklık gayrı menkulu varmış. Bu paraya konmak istiyor. Ahlen ve Marsilyada bazı girişimleri olmuş. Bir tercüman tanımış. Tercüman ona biz dedenin mirasını sana alabiliriz ama senin dörtyüz bin frankını alırız demiş ve bir notere götürmüş. , Noterden vekaletname diye satış senedi imzalamış.dil bilmediğinden. Daha sonra dayısı Süleymana bu belgeyi gösterince dayısı kızmış ve kovmuş, tercümanın kendisini kandırdığını örgenince gidip dövmeye kalkmış ama dayak yemiş ve soluğu benim yanımda almış., ben kendisine yardımcı olamıyacağımı, kendisinin dedesinin mirascısı olamıyacağını, kaldıkı gavur dediği insanların haydarın çoçukları ve karısı olduklarını, onların miraş haklarının olduğunu, vs. söyledim, Nazım bey benim evimde iki hafta kaldıktan sonra annesinin marsilyaya gediğini söyleyirek gitti ve kendisinden bir daha haber alamadım

http://www.bizdenbize.de/profile.html DAVUT KURUN Davut Kurun sakin bir yapıya sahipti. Muzaffer Oruçoğlu ile birlikte sükunet tarlasından büyük pay kapan ikiliydi. Davut Dersimlidir. Fakat örgütle buluşması Dersim kırında olmadı, ülkenin en büyük kenti Istanbul'da gerçekleşti. Zira Davut, Istanbul Universitesi Hukuk Fakültesi `nde okumaktaydı. Öbür Dersimli tutuklulardan farklı olarak belli bir entelektüel birikime sahipti Davut. Dersim, asırlar boyu egemen yönetime başkaİdırmış, başına buyruk yaşamış bir beldedir. Onun isyankar ve muhalefetçi dokusu şu veya bu ölçüde kendi insanından epeysinin (kadınerkek) içsel dünyasına yansımıştır. Bu tespitin yabana atılmaması gerektiği sinyali verilircesine, örgütün görüşlerine ilk muhalefet, sükunet sahibi Davut Kurun'dan geldi. Sosyoekonomik yapı tezinde Davut, yarıfeodal tesbitine karşı çıkıp, ülke ekonomisinde bir bütün olarak kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğunu savundu. Davut'un görüşüne en sert tepkiyi Hikmet Şenses gösterdi, öyle ki kavganın çıkmasına ramak kaldı. işin garipliğine bakın ki bir kaç ay sonra aynı tezin ikinci ateşli savunucusu Hikmet Şenses oldu. Bizim Çorumlu fena halde bu teze kafayı taktı, gece gündüz kapitalizm konusuna eğildi, habire istatistikleri tarayıp çoğalan traktör ve azalan eşek sayısını ezberine yerleştirdi, adeta bu konunun uzmanı oldu. Kabadayılık öfkesine kapılıp Davut'u kırışına da kanımca epey üzüldü. Davut'un muhalefetine konu olan ikinci husus ulusal sorundu. Kürdistan'ın sömürge olduğu tezini Davut nüve olarak ta o dönem savunuyordu. Bu farklılıklardan dolayı Davut örgütsel yapının dışında kalmayı yeğledi. Fakat örgütün üst düzey sorumluları ayarında mahkemede siyasal tavır sergiledi. Örgütsel sorunlar hariç, Davut bizlerle herşeyi paylaştı. İdeolojik boyutlu eğitim çalışmasından politik tartışmalara, yeni lgiyi irdeleyişten örgütün tezlerini yeniden değerlendirişe kadar çeşitlenen düşünsel aktiviteye Davut etkili şekilde katıldı. 1976'da tahliye olan Davut, KAWA Hareketi'nin kurucularından biri oldu, halen politik çaba içindedir. Davut Kurun `80'den beri yurt dışındadır. Almanya'nın kuzey ucundaki Kiel şehrinde yaşamaktadır. Yaşadığım Hamburg kenti ile Kiel birbirine yakındır. Davut'la görüşüyorum, birkaç kez evine konuk oldum. Geçmişteki ortak yaşam üzerinde epeyce sohbetler ettik. TKP(ML)'nin faaliyeti döneminde Davut Kurun Ankara'yı örgütlemekle görevlendirilmiş. Bu görev nedeniyle Istanbul'dan Ankara'ya yaptığı yolculuk sırasındaki ruhsal durumunu ve Ankara'daki örgütsel faaliyetini bana anlattı Davut. İlginç buldum, yazıya çeşnilik katar düşüncesiyle buraya aktarmak istiyorum. Bizim sakin tabiatlı Davut, dünya ve Türkiye basınında “Çakal“ diye nitelenen uluslararası terörist Carlos'u nerdeyse sollar halde anarşist olmuş. Yolculuk anında durmaksızın kafasında eylem planları geçirmiş. Küçük eylemlerle vakit heba edip enerji tüketmek Davut'a sevimsiz görünmüş. Öyle bir eylem koymalı ki, Ankara ve Türkiye sarsılsın, ortalık çın çın yankılansın. Böyle bir eylemi bulmuş Davut. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne baskın yapıp sabotaj düzenleyecek, yenilgiye uğratılan devrimin öcünü zalim düzenin burnundan fitil fitil çıkaracak. Ah bir an önce Ankara'ya varsa da, büyük eylemin hazırlığına girişse. Davut çok sabırsızlanmış, yavaş gidiyor, Ankara'ya varmasını geciktiriyor diyerekten, saatte 120 kilometre hızla seyreden otobüse içinden veriştirmiş durmuş. Ankara'ya tez elden kavuşma tutkusu Davut'u kasıp kavurmuş. Sevgilisine doğru yolalan aşığın yaşadığı heyecan, sabırsızlık ve sevinç benzeri bir ruhsal taşkınlıkla Davut'un yolculuğu sürmüş. Bir lokantaya gidip karın doyurma kolaylığı derekesinde eylemin gerçekleşirliğine inanmış Davut. Tabii bu eylemin ardından göğsünü kabartıp şu dağları ben yarattım havasında çalımın feriştahını atmak da işin cabası. Davut Ankara'ya varmış, kolları sıvayıp işe girişmiş. Devrimci örgütlerin tümü darbe yemiş, yakalanmayan taraftarlar dışarda başsız. Bizim Davut kısa bir propaganda faaliyetiyle bunlardan bir çevre oluşturmuş. Büyük sabotaj için patlayıcıları dahi temin etmiş. Büyük eylemi içeren plana ek olarak bir yedek plan daha tasarlamış Davut. Devlet güçleri meclis tarumarının şokunu yaşarken, seri ikinci baskınla radyoevi kısa bir an için ele geçirilecek, büyük eylem buradan Türkiye ve dünya kamuoyuna devrimci tarzda duyurulacak. Hatta bu bildirim işi için “Türkiye ve dünya halklarına duyurulur“ başlığı altında bizim Davut bildiri bile kaleme almış. Sallapatiliğe mahal verilmediği, her ayrıntının inceden inceye hesaplanıp ona göre ön adımların atıldığı kapsamlı bir eylem planıyla karşıkarşıya olduğumuz gün gibi aşikar. Askeri malzeme, insan unsuru, eylem tasarımı yönleriyle ön hazırlık işi tamam. İlk adımda hedef ve tasarım şeklini açıklamaksızın, oluşan çevrenin gözü kara unsurlarına eylemi çıtlatmanın zamanı. Davut aynen bunu uygulamış. Doğu toplumu insanının kişiliği az çok kabadayılık kültürüyle yoğurulmuş. İlk çıtlatmada herkes ses veren bir eyleme taraftar görünmüş. Ama daha sonraki günlerde yavaş yavaş tüymeler başlamış, yalnızca bir eleman sözünün eri çıkmış. Hızlı gitmiyor diye yolculuk esnasında otobüse veriştiren Davut, gerçekleştirmeyi çok istediği bu kapsamlı eylemi ne yazık ki yaşama geçirememiş. Bu arada bizim Davut çevre oluşturma faaliyeti içinde bazı kazanımlar edinmiş. Örneğin TÜBİTAK'taki ilerici elemanlarla kontağa girmiş, İbrahim Kaypakkaya tarafından kaleme alınan örgüt görüşlerini onlara ulaştırmış, bu görüşler temelinde onları politik tartışmanın içine çekmiş, bazılarını ikna etmiş. Davut'un kendisiyle tartıştığı, örgütümüzün görüşlerini eline tutuşturduğu bir teknik eleman var ki, ilginç mi ilginç. Kim bu biliyor musunuz? İsmet Paşa'nın gelini. Oğullardan Ömer İnönü'nün hanımı. Yugoslav göçmeni olan bu zarif ve güzel bayan, derin kültüre sahip çağdaş bir insanmış. İbrahim Kaypakkaya'nın yazı larını ilgiyle okumuş, “gerçekleştirmeyi tasarladığı erekler açısından güzel, ama hayat bulması zor fikirlerdir“ şeklinde değerlendirmiş. Bizim Davut'un saman altından ne sular yürüttüğünü görüyorsunuz. Cunta terörü altında devrimci kıvraklıklar sergileyerek ta İsmet Paşa'nın aile efradına kadar uzanmış, devrimci propagandanın kancasını Paşa'nın gelinine takıvermiş. “Sakin Davut“ deyip geçmeyin, “öne bakan, yürek yakan“ tiptir o. Davut'un hüneri bununla bitmiyor. Önemli bir parasal fırsat yakalamış, son anda kaçırmış. O günün değeriyle büyük yekün tutan 3,5 milyonluk Izmir soygunu paraları tıpış tıpış Davut'un ayağına gelmiş. Soygunu yapanlar parayı devrimci tarzda değerlendiremiyor, başlarına bela olmuş, devretmek için devrimci faaliyet arıyorlar. Bunun istihbaratını alan bizim Davut harekete geçmiş, kaynağa ulaşmış, karşıyı ikna edip devir teslim işini sonuca bağlamış. Ertesi gün verilen adrese gitmiş, polis baskınının üstüne düşmüş, kıl payı yakayı sıyırmış, milyoncuklar ise uçuvermiş. Ne yapalım, can sağlığı olsun... Cezaevinde gran tuvalet giyinip Yeşilçam artistlerine taş çıkartan, çekiciliğiyle bayanların yüreğini hoplatan bizim sakin Davudo'nun tipsel manzarasının içsel ve dışsal boyuttaki özeti, bir ayrıntı eksiğiyle böyle. Haydi ayrıntıya da değinelim. işkencede Davut'un burnu eğrildi, bir kulağı zedelendi. Kulak çınlaması ve akıntısı haydi neyse, burun eğriliği bizim Davudo'nun jönümsü görünümünü az çok bozdu. Sebep olan işkenceciler estetik adına utansınlar. Evli barklı, iki kız çocuğu babası, orta yaş kemalli Kiel kenti sakini Davut Kurun, kendine özgü hoş nüktedanlığıyla bir zamanların hızlı Davut'urıu üstte aktardığını biçimde anlattı, ikimiz doyasıya güldük.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.