Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 3 August 2009

Daglar insani alip büyüten, heybetiyle egiten, bereketiyle yasatan, bakinca insanin icini bir cocuk sevincine bogan bir garip toprak parcasidir. Kürdistan'in daglari günümüze dek Kürdlere hic ihanet etmemis, onlari kucaklamis, kücük ve savunmasiz bir cocugu korur gibi düsmanlarina karsi hep korumustur. Kandil bu görkemli daglardan biridir.

Letya 5 seneden beri Kandil dagindaydi ve Kandil’i avucunun ici gibi biliyordu. Letya Kadil’in etegin de gitmedigi köy ve kasaba yoktu ama simdi artik ayrilmak zorundaydi. Herkes partiye özgürce katilirdi fakat insan partiden ayrilinca „ihanet“ denilerek; „Davadan döneni vurun!“ emri vardi. Bu kati ve vicdansiz emir özgürlük icin savasan bir örgüt icin bir paradox, bir celiskiydi, bu nedenle akli basinda bir insanin kolayca kabul edecegi bir sey degildi. Letya:„Isterse beni yakalayip öldürsünler!“ dedi kendi kendisine ve esyalarini toplayarak nöbet tuttugu magaradan disariya cikti.

Ormandan baygin baygin cicek kokulari geliyordu. Otlar, agac yapraklari ciyden islak, islakti. Yakindaki bir leylak agacindan bir bülbül sarki söyler gibi ötüp duruyordu. Parlak, masmavi gökyüzü üstüne abanmis gibiydi. Taslar günesin isiginda bir elmas gibi parliyordu. Letya'nin düsünmeye zamani artik yoktu. Kararini vermisti. O Türklerin demokrasisi icin degil, Kürdlerin özgürlügü ve bagimsizligi icin daga cikmisti. Ülkesine ihanet eden o degil, tam tersine Kürdistan'in özgürlügünden ve bagimsizligindan vazgecen partinin kendisiydi. „Oysa bu dava da bizim sadece hukuksal degil, ayni zamanda dogal hakkimiz var, insani hakkimiz var; sagduyu ve vicdandan kaynaklanan hakkimiz var.“ diye düsünüyordu. Bu hakli davadan kim vazgecerse gecsin -Letya sehit düsen arkadaslarinin ölü bedenleri üzerinde yüzlerce kez ant icmisti- O vazgecmiyecekti.

Örgüt Prusya tipi örgütlenmeye gitmis beser-altisar kisilik Guerilla gruplari olusturmustu. Bu Guerilla gruplarindan biride „Zilan“ ismindeki Letya'nin 6 kisilik kadin grubuydu. Gruptakiler her grup gibi gündüzleri yatiyor, geceleri de daglari geziyor, köylere gidiyor, düsmana saldiriyor, eylem yapiyordu. Birden Letya arkasindan bir ses duydu. ... Dilan saclarini oksayarak yüzünde bir gülümsemeyle son derece sakin bir sekilde magaranin agzindaki büyük tasa, disarida görünmeyecek sekilde oturuyordu ve sesizce el sallayarak; „Yolun acik olsun!“ dedi. Letya onu görünce hüzünlendi, nerdeyse agliyacakti ama “git!“ dedi, kendi kendisine. Geriye dönüs yok artik. Bir an geriye dönüp Dilan'i bagrina basip kucaklayarak vedalasmak istedi ama „hayir!“ dedi, bu cok tehlikeli, diger arkadaslar uyanabilir ve ormanlarin derinligine dalip gözden kaybolup gitti.

Üc saat sonra Letya kendisini dagin etegindeki bir cesmede buldu. Oldukca yorgundu ve saat 12:00'ye geliyordu. Cesmedeki su taze ve berrakti. Tadina doyum olmuyordu. Esintisiz ve sicak bir gündü, ortalik sicakliktan cayir cayir yaniyordu. Günün ilk saatlerin de gittikce kararan bulutlar gökyüzün de kümeleniyor, sanki firtinaya hazirlaniyorlardi. Letya cok yorgundu, cünkü bütün gece yatmamis, daglari gezmisti. Yatmaktan korkuyordu. Guerilla gündüzleri dolasmadigindan ormanda saklana saklana durmadan yol aliyor, geceyi, zifiri karanligi bekliyordu. Zaten ondan sonra Dilan'in nöbet sirasi vardi. Nöbet her defasinda sabah saat 5:00’ten aksam 19:00'a kadar sürerdi ama cogu uykusunu aldiktan sonra (genelikle 6-8 saat) uyanirlardi. Disarida gündüzleri dolasmak yasakti, cünkü hem Türk askerleri hem de Satelitler üzeri takip ediliyorlardi. Eger Dilan'dan sonraki nöbetci Letya'nin kacmasinin farkina vardiysa onlar muhakkak takipteydiler. Letya Dilan'in kendisini ihbar etmedigini biliyordu. Nöbet iki saat sürüyordu. Onun icin Letya'nin zaman kaybetmeye hic istegi yoktu. Onlardan ne kadar cok uzaklasirsa o kadar iyiydi. Letya yürüyünce hemen her dakikada geride biraktigi yola bakardi. Görünürler de kimsecikler yoktu. Bir saat daha yürüdükten sonra bulutlar dagilmaya basladi, yerlerini masmavi, duru, parlak bir göge birakti. Yalnizca uzaktan gürlemeler geliyordu. Ondan cok uzaklarda tarlalardan yükselen tozla karismis yagmur yüklü kapkara bir bulutlar yiginini simsegin caktigi isinlari ve gür sesiyle birlikte zor görüyordu.

Hewler, Kandil'e 648 km uzakliktaydi. Bunu internet üzeri ögrenmisti. Letya öyle hizli yürüyordu ki saatte onlarca kilometer geride birakiyordu. Eger böyle devam ederse aksama dogru Hewler'de olacakti. Cebinde birikmis biraz parasi vardi. Partiden her ay 100.- Euro kadar para aliyordu. Dagda gecimini partiden sagladigi icin bütün parasini biriktirmisti. Sigara bile icmiyordu. Ayrica, kiz kardesi Afsan eczaciydi ve iyi para kazaniyordu. Afsan Letya'ya gerektigin de yeterince para veriyordu. Letya'nin Hewler-Frankfurt am Main bileti icin yeterince parasi vardi ama Guerilla, Hewler'deki milise haber vermis olabilirdi. Letya Alman vatandasi oldugu icin passaportu daimi yanindaydi ve herhangi bir sorunu yoktu. Zaten kacisini uzun süredir planladigi icin kiz kardesi kendisini Havalimani'inda alacagini söylemisti. Eger Afsan ve annesi olmasaydi Letya Güney Kürdistan'da kalacakti ama hem sevdigi Afsan ve annesi yüzünden hem de Almanya'ya bagli oldugu icin –ne de olsa Frankfurt'ta dogmus büyümüstü, ayni zamanda bir Almandi- Almanya'ya tekrar yerlesmeye karar verdi. Anadili zaten Almancaydi ve Almanca en iyi konustugu dildi. Baska da her Dersimli gibi asimile olmus Türkce biliyor, birde Orta Okul'da ögrenmis oldugu biraz ingilizcesi vardi. Anne ve babasi iyi Kürdce biliyorlardi ama cocuklariyla hep Türkce konusuyorlardi. Letya babasindan adeta igreniyordu, cünkü babasi biz Kürd degil, biz Horosan'dan gelmis Dersime yerlesmis, Kürdler icinde Kürdce ögrenmis Türkleriz diyordu ve Kürdlerden nefret ediyordu. Hele kizinin evlenmeyip, calak cocuga karisamamasini ve Guerillaya gitmesini hic icine sindiremiyordu. Letya ise bunu arastirmis bu teorinin Türkler tarafindan bulunmus bir uydurma oldugunu belgeleriyle ispatliyordu. Letya'nin arastirmalarina göre bütün sülalesi diger Dersimliler gibi Kürd oglu Kürdtü.

Dersim Kürd Alevileri genel olarak ilerici ve aydin olarak bilinirler ama Letya'nin babasi biz Müslümaniz, Hz. Ali'nin takipcilariyiz diyen, hicte Dersimliler de rastlanmayan bir "yobazdi". Hz. Ali Camii'de Sunniler tarafindan arkadan bicakla vurularak namaz esnasinda öldürülür. Bir rivayete göre o gün Hz. Ali vasiyatnamesin de benim yolumda gidenler bundan böyle Camii'ye gitmesinler demis. Babasinin anlattigina göre bugünden itibaren Alaviler ne Camii'ye gittiler, ne de Kilise'ye. Onlar sadece Allah'a kalbin de inandilar ama müslüman oldugunu da inkar etmediler. Aslinda Letya'ya göre babasinin Müslümanliga ve Türklüge sarilmasinin tek nedeni bir cok Kürd gibi gercek inanctan degil, korkudandi, cünkü Türkiye, Iran, Irak ve Suriye'de Kürd olmak herkesin kari degildi. Bu ülkeler de Kürd olmak iskence, aci ve zulm demekti.

Letya ise Islamin Alavilikle hic bir iliskisinin olmadigini savunuyor, cünkü Alevilik Zerdüstlüktür ve 3 bin yil eskidir. Zerdüstlügün bütün adet ve töreleri halen yasayan Kürdistan'da görmek mümkündür. Aslinda Zerdüstlügün devami olan Aleviler Islam'in kilicindan korktutuklarindan bölgede yasamak icin „biz Müslümaniz!“ demisler ve Sii'lerin Hz. Ali'ye taptiklari gibi sonra da Camii'ye gitmesinler diye „biz Aleviyiz!“ demisler. Bilindigi gibi Kur'an bundan 100 yil evveli Kürdistan'in hic bir yerin de yoktu. Kur'an sonradan Kürdistan'a yerlestirilmistir ve islam tipik bir Arap dini ve kültürüdür.

Letya'yi özünde dinler, milliyetler falan ilgilendirmiyordu. O zaten insanlari inancin da, kilik kiyafetin de, düsüncelerin de, milliyetinde, cinselligin de tümden özgür olmasindan yanaydi. Kürd olmasi aslinda bir tesadüftü. Fakat din ideolojisi de insani zihinsel sömürüyor, insanlari bencillestiriyor, kölelestiriyordu. O ise yasami degsitirmek, haksizliga, sömürüye ve baskiya karsi cikmak icin daga cikmisti. Eger Kürd Alevileri Hz. Ali'ye inaniyorlardiysa o zaman Hz.Ali; „Her kim ki aslini inkar ediyorsa haramzadedir!“ demisti. O zaman;“benim babam aslini inkar ettigi icin bir haramzadedir!“ diyordu, cünkü aslinda O Hz. Ali'ye bile inanmiyordu. Hz. Ali ki, baskiya zulme karsi baskaldirmis, sömürülenin, zayifin, horlananin yaninda yer almisti. Bütün Peygamberler de Marx gibi birer Don Kisot, birer devrimciydiler. Aradaki fark birilerin Allah'a inandigi, digerlerinin inanmadigiydi. Bu da insancildi. Tanri varsa neden insanlari üce dörde bölüyor, birbirleriyle savastiriyor, bize bu kadar aci cektiriyor? Tanri neden insan haklarini ortadan kaldiriyor, baski, zulme, kötülüklere izin veriyor? Letya bir kosmopolit, bir enternationalist ve bir devrimciydi. Onun yeri yurdu aslinda yoktu. O dünyanin bir vatandasiydi ama Kürdlerin bölgesinin zenginligi Arap, Fars ve Türklerin istahini kabartmis, Kürdistan'i onlar bu nedenle ilhak ve isgal etmis, Kürdler „Kürd“ olduklarindan acimasiz bir baski ve zulme tabii tutulmustu. Buna karsi olmak icin tabii devrimci olmak sart degil, insan olmak yeterliydi. Letya vicdani, ahlaki olan, hak ve hukuka inanan bir insandi. O bir insanin bir insana kalkip en dogal hakki olan dil ve kültür gibi olgularin yasaklanmasini, onlari sömürmesini, ezilmesini, aci cektirmesini, hak aradiklari icin idam ve iskence edilmesini, bir bütün dogal olarak var olan 35-40 milyonluk bir halkin varliginin inkar edilmesini bir türlü kabullenemiyordu. Nasil olurda bir insan binlerce yil yasadigi ülkesinde kendi dilini konusmasin, kültürünü yasamasin, zengin bölgesinde en fakirligi yasasin? Bu gercegi hangi vicdanli ve onurlu insan bu dünyada kabul edebilir? Hangisi?

Hewler’e vardigin da saat 23:00 e geliyordu. 23:45'te ucagi kalkiyordu. Biletini alir almaz kadinlarin tuvaletine girdi ve orada 40 dakika bekledikten sonra geldi ve hemen iceri girdi. Ucaga bindikten sonra ucakta kimseyle konusmadi. Sadece yatti. Zaten yorgunluktan ölüyordu.

Frankfurt Havalimani'nda Afsan onu bekliyordu. Letya son olarak Afsan'i Hewler'de bundan iki yil önce görmüstü.Letya Afsan'i gördügünde sanki yeniden dogdu. Sonra üzüntülere boguldu, cünkü Kürdistan'i terketmek hicte öyle kolay degildi. Hewler'de ucaga bindigin de cok kararsizdi. Gitsem mi? Gitmesem mi? Güney Kürdistan'da bir kac milisten baska kimseyi tanimiyordu. Eger Kürdistan'da kalacaksa onun yeri daglardi. Sefil, fakir fukara halka bakip aci cekmek istemiyordu. Savasmaktan baska elinde baska birseyde gelmiyordu. Meslegini yarida kesmis, 5 sene Guerilla olmus, daglarda gezmis, savasmisti. Kürdistan'da ezilen ve horlananlar ordusuna katilip vicdan azabi cekmektense belki Almaya'da yine okuluna devam edebilir, bir is güc sahibi olabilirdi.

Guerillada 15-20 sene kalanlar vardi. Cogunun yasi gelmis 60'lara dayanmisti. Bunlar eger silahi birakirlarsa topluma nasil entegre veya rehabilite olacaklardi? Ne meslek, ne emeklilik ne de baska birsey? Cogu bu nedenle partiye karsi olmalarina ragmen partiyi terkedemiyorlardi. Terkedipte ne yapacaklardi? Bir insani inacindan vazgecirmek, kölelige, ezilmislige davet etmek, bir kac kurusa muhtac etmek o kadar basit miydi? Onlarin daglarda parasi pulu, san-söhreti yoktu ama onurlu bir yasam sürdürüyorlardi. Onlar tamamiylen özgürdü.
Letya tüm bunlari düsününce cildirasi geliyordu. Bazen bir bomba olup Istanbul veya Ankara'nin en islek bir yerinde patlamak istiyor, bütün kinini kusmak istiyordu ama „sagduyuya gercek yolundan yürüyen cocuklar“ Gorki'nin dedigi gibi; „herseye karsi sevgi beslerler. Yeni bir dünya olustururlar. Onlari harekete geciren, ruhlarin atesi ve yüreklerin derinligidir. Bize hayati sunan cocuklarin tüm dünyaya karsi duyduklari, bu tarifi imkansiz sevgidir ...“ Letya zaten basindan beri böylesi intihar eylemlerin bir katliam olacagini bildiginden hep reddetti, cünkü o yasami seviyor, iyi ve güzel bir dünya ve yasam icin mücadele ettigi icin yasamasi gerekiyordu.

Devam edecek

[url=http://alanlezan.com]Alan Lezan'in Kitaplari burada[/url]

Sözkonusu paragrafi söyle degistirdim ama yukarida bildiklerimi sadece Faik Bulut, Sirac Bilgin gibi yazarlara dayandirmistim. M. Izady Kürdlerin Zerdüstlükle hic bir iliskisi yoktur diyor. Ben ama yaptigim arastirmalarda Aleviligin kendi basina bir din oldugunu ve cok eskilere dayandigini okumustum. Lütfen bu konuda bilgisi olan arkadaslar bizi aydinlatirlarsa sevinirim. "Letya ise Islamin Alevilikle hic bir iliskisinin olmadigini savunuyor, cünkü Alevilik Islam’dan 3 bin yil eskidir. Alevilik Zerdüstlük, Hinduizm, Budizmden etkilenmis olmasina ragmen kendi basina bir dindir. Belki de bu adi gecen dinler Alevilikten etkilendiler simdilik bilemiyoruz ama Zerdüstlügün, Budizm ve Hindiuzmin bir cok adet ve töreleri halen yasayan Kürdistan'da görmek mümkündür. Aslinda Aleviler Islam'in kilicindan korktutuklarindan bölgede yasamak icin „biz Müslümaniz!“ demisler ve Sii'lerin Hz. Ali'ye taptiklari gibi sonra da Camii'ye gitmesinler diye „biz Alevi ve müslümaniz!“ demisler. Bilindigi gibi Kur'an bundan 100 yil evveli Kürdistan'in hic bir yerin de yoktu. Kur'an sonradan Kürdistan'a yerlestirilmistir ve islam tipik bir Arap dini ve kültürüdür."

Bana gore Alevilik islamin farkli bir yorumudur. Alevilikte islamin mimari olan Ali ve Muhammed on planda tutulur, beyitler ve dualar bile bu kisiler uzerinedir. Arti Ehli-i Beyti alevilikte olmazsa olmaz kutsallardandir. Yani islam mimarlarinin soyu bile kutsanmistir. Ancak Kurd alevilerin dini rutuellerinde Zerdustlukten kalma bazi gelenekler vardir. Ornegin gunes ve atesin kutsalligi. bu gelenek alevi Kurdlerde oldugu gibi sunni ve Ezidi Kurdlerdede vardir. ornegin; sunni Lek/sexbazan/kermansahi kurdlerde gunesin batmakta oldugu sirada yemek yenilmez, buyuk gunah olarak gorulur. atese kufur edilmez vs. Lafin kisasi, Bana gore alevilik islamin farkli bir yorumudur selamlar

İsmail BEŞİKÇİ: Aleviliğin İslamla hiçbir ilişkisi yoktur Alevilik son yıllarda, çok konuşulan konulardan biridir. Alevilik konusunda yayınlar artmakta, televizyonlar, radyolar çoğalmaktadır. Aleviler arasında örgütlenme de boyutlanmaktadır. Fakat Aleviler, kendisi olarak konuşmamakta, örgütlenme kendisi çerçevesinde gelişmemekte, dışarıdan, Alevilere empoze edilen bir bilinç doğrultusunda gelişmektedir. Kendisi olarak konuşan, kendisi olmayı savunan Aleviler şüphesiz vardır. Ama sayıları azdır. Seslerini yeteri kadar duyuramamaktadır. Böyle bir damarın bulunması şüphesiz çok olumludur. Sayıları ne kadar az olursa olsun, düşün hayatında belirleyici olan da bu damardır. İttihat ve Terakki yönetiminden beri başlıca iki grup üzerinde yoğun bir asimilasyon uygulanmıştır. Kürtleri Türklüğe asimile etmek, Alevileri Müslümanlığa asimile etmek, yüz yıla yakın bir zamandır temel bir devlet politikasıdır. Bu, sistematik bir şekilde uygulanan bir devlet politikasıdır. Asimilasyona karşı gösterilen tavırda Kürtler ve Aleviler arasında önemli bir fark vardır. Kürtler asimilasyonun bilincine varmış, ona karşı yoğun bir mücadele içindedir. Aleviler ise, büyük bir çoğunlukla, asimilasyonun bilincinde değildir. Alevilerin büyük bir kısmı, “Aleviyiz ama, İslamız“, “İslamız ama Aleviyiz“ deyip durmaktadırlar. Aslında, Aleviliğin, İslamla, İslamiyetle hiçbir ilişkisi yoktur. İslamiyetten çok önceleri oluşmuş, Mezopotamya kökenli, Zerdüşt kökenli bir inançtır. İslamiyetle, Müslümanlıkla, Dördüncü Halife Ali'yle, 12 İmamlarla hiçbir ilişkisi, hiçbir bağı yoktur. Alevilerin, 12 İmamlar adına, Ali adına yalvarış-yakarış içinde olması, dualar etmesi, kendisi olmamasının, kendisine empoze edilmiş bir ritüeli yaşıyor olmasının dikkate değer bir görüntüsüdür. Devlet ve hükümet, devlete ve hükümete yakın yazarlar, “Alevi İslam“ dan, “İslamın sufi bir kolu olan Alevilik“ten, “İslamın üç büyük yolundan biri olan Alevilik“ten söz etmektedir. Hükümetin, “Alevi İslam“ la ilgili olarak reformlar yapacağından, Alevilikle ilgili açılımlar gerçekleştireceğinden söz edilmektedir. Devlet Bakanı, “Aleviler, Sünniler kadar Müslümandır“ demektedir. Bu arada, kendilerini, 12 İmamlara, Peygamber Muhammed soyuna dayandıran Aleviler de vardır. O zaman onlar, Türkmen değil Arap olmuyor mu? Veya Kürt değil Arap olmuyorlar mı? Veya, “evladı Resul“, “Seydi Saadet Evladı Resul“ olduklarını söyleyenler, Arap olmuyorlar mı? 1937-1938 Dersim ayaklanması lideri Seyit Rıza'nın, zulüm gördüklerini anlatırken, “evladı Kerbelayız“ diyerek bu zulme layık olmadıklarını anlatmaya çalışması, elbette yanlıştır. “Evladı Kerbela“ olunca Arap ve Müslüman olmuyor mu? O zaman Kürtlük/Zazalık ve Alevilik nerede kalıyor? Kaldı ki, Kerbela'da katledilenler, 72 kişidir. Dersim ayaklanmalarında katledilenlerin sayısı ise onbinlerle ifade edilmektedir. Alevilik üzerine çalışan bazı araştırmacılar da, Aleviliği “heterodoks İslam“ içinde değerlendirmektedir. Şiilik elbette İslamlık içindedir. Şiilik İslamiyetteki iki önemli mezhepten biridir. Dördüncü Halife Ali, 12 İmamlar, Şiiliğin temel sembollerindendir. Alevi inancının ise, Şiilikle bir ilişkisi, bir bağı yoktur. Aleviliğin Orta Asya kavimlerinin, bu arada Türklerin de İslamiyetten önceki dini olan Şamanizmle de bir ilgisi, ilişkisi yoktur. Bu bakımdan, İslamiyetle ilişki kuran veya Şamanizmle ilişki kurmaya, bağ kurmaya çalışan bugünkü Alevi düşüncesinin eleştirisi gerekmektedir. Bu eleştiri devamlı ve dinamik olmalıdır. Bugün gerek Kürt Alevilerin, gerek Türk Alevilerin Dördüncü Halife Ali için, 12 İmamlar için, örneğin Hüseyin için yakarışta bulunduğu büyük bir gerçektir. Alevilerin örneğin Muharrem ayında, üçüncü Halife Hüseyin için, Kerbela'da katledildiği günün yıldönümünde Şiiler gibi dövünmemekte, fakat 12 İmamlara yalvarmalarını yakarmalarını sürdürmektedir. Buradaki temel sorun ise, Şii inancının, Şii sembollerinin, Alevi inancına nasıl girdiğidir. Temel soru, Alevi inancının ne zamandan beri ve nasıl başkalaşmaya uğradığıdır. Haşim Kutlu'nun Kızılbaş Alevilikte Yol, Erkan, Meydan, Alevilik Öğretisi, (Yurt Kitap-Yayın, Eylül 2007, Ankara) kitabında bu konuyla ilgili dikkate değer açıklamaları vardır. Alevilik yerine Kızılbaşlık tabirinin daha çok kullanıldığı bu eserde Haşim Kutlu, Kızılbaş ocaklarının merkezinin Dersim olduğunu belirtmektedir. Ocakların aile ya da aşiret adıyla anılmalarının Kızılbaşlıkta (Alevilikte) bir sapma olduğu dile getirilmekte, Alevilik inancındaki bozulmanın 13. yüzyılda başladığına işaret edilmektedir. Moğol istilası ve Alamut ocağının ortadan kaldırılması Alevilik inancında büyük bir yıkımın başlangıcı olmuştur. Moğol istilası döneminde Anadolu'da meydana gelen Babai ayaklanmalarının (Baba İlyas-Baba İshak önderliğinde gelişen ayaklanmaların) Selçuklu lejyon ordularınca bastırılması, bu arada Alevi yapılanmasının darmadağın edilmesidir. Babai ayaklanmalarını Selçuklu lejyon ordularınca bastırılması sırasında Alevi yapılanmaları çok ağır darbeler almıştır. (age., s.126). Ondördüncü asırda ise İran'da Müslüman Ali Şiası yaygınlaşmaya başlamıştır. Müslüman Ali Şiası, Anadolu Alevileri ile yaptıkları siyasal ittifakları istismar yoluna da gitmiştir (s.126). İşte Müslüman Ali Şiası'nın Aleviliğe, Kızılbaşlığa sızma çabaları bu dönemde başlamış, onbeşinci yüzyıl süresince devam etmiştir. Onaltıncı yüzyıl başlarında Şah İsmail ile birlikte (1487-1524) doruk noktasına ulaşmıştır. Alevi yapısındaki bu bozulmalar sürecinde ocak pirlerinin tavır ve davranışlarında da değişmeler olmuş, Alevi yol kuralları giderek aile çıkarlarına tabi kılınmış, yol evladının korunup kollanmasını esas alan Alevi yasalar, ailenin korunup kollanmasına dönüşmüştür (s.127). Kızılbaş (Alevi) düşüncesine Hakk-Muhammed-Ali ritüellerinin, 12 imamlar ritüellerinin girmesi, 15. yüzyıl içinde kök salmaya başlamıştır. Şeyh Cüneyt'in (ölümü 1460), Şeyh Haydar'ın (ölümü 1488) iktidarı döneminde, Şah İsmail döneminde, bu ilişkiler iyice gelişmiştir. İmam Cafer buyruğu, Kızılbaşların (Alevilerin) ilgi duyduğu temel bir kitap olmuştur. İmam Cafer 702-765 yılları arasında yaşamıştır. Altıncı imamdır. 676-732 yılları arasında yaşayan ve beşinci imam olan Muhammed Bakır'ın oğludur. İmam Cafer'in büyük buyruğunun Bisati tarafından yazıldığı da bilinmektedir. Bisati ise 15. yüzyılda yaşamıştır (ölümü 1439). Aleviler bakımından bu konuda da derin bir çelişki vardır çünkü Caferi mezhebinin atası sayılan İmam Cafer, Kızılbaşlar için hiç iyi şeyler düşünmemektedir. İmam Cafer, Kızılbaşlar için “bilinsin ki ne onlar bizdendir, ne de biz onlardanız. Onlarla savaşanlar ise Hz. Muhammed'in önünde, onun düşmanlarıyla savaşanlar gibi kutsaldır, cennetliktir“ demiştir (age, s. 128). Örneğin, 1510'larda cereyan eden Şahkulu ayaklanmasının da bu ilişkiler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Osmanlı karşısında yeniler Şahkulu güçlerinin, İran'a, Şah İsmail'e sığınması, Şah İsmail yönetiminin kendilerine nasıl muamele ettiği olgulara dayanılarak anlatılmalıdır... İmam Cafer'in bu sözü, 1990'ların ortalarında, Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde İran yöneticilerinin Türk yöneticilere yaptığı öneriyi hatıra getirmektedir. O dönemde İran yöneticileri Türk devlet ve hükümet yöneticilerine Aleviler hakkında “ya siz Sünnileştirin ya da müsaade edin biz Şiileştirelim“ demişti. Kızılbaşlar için İmam Cafer döneminden günümüze kadar hiçbir şeyin değişmediğini bu öneri de açıkça ortaya koymaktadır. Bütün bunlar ise Alevilerin büyük bir aymazlık yaşadığını göstermektedir. Alevilerin bu yönden eleştirilmesi gerekir. Bu eleştirinin devamlı kılınması da gerekir. Alevilerdeki aymazlığın “ille de Müslüman olma“ ısrarının maddi ve manevi nedenleri üzerinde de durmak gerekir. Müslümanlığın hiçbir koşulunu yerin getirmeyen Alevilerin, Müslümanlıkta ısrarlı olmaları dikkate değer bir konudur. Alevi olan ama namaz kılan Aleviler de var deniyor. Onları, artık asimile olup Müslüman olmuş kişiler olarak değerlendirmek daha doğrudur. Haşim Kutlu'nun sözü edilen Kızılbaş Alevilikte Yol, Erkan, Meydan kitabında bu konulara ilişkin bölümler vardır. Haşim Kutlu'nun, Alamut Ocağı ile ilgili düşüncelerinin Alevileri anlatıp anlatmadığı tartışılabilir. İsmailiye'nin, Nizarilik'in Alevilik olup olmadığı tartışılması gereken bir konudur. Öbür düşüncelerinin ise ufuk açıcı olduğu açıktır. Haşim Kutlu kitabında “Kürt ya da Türk Alevilerin, ya da bugün kendisini bu başlık altından ifade edenlerin Müslüman olup olmadıklarını tartışmak oldukça geri bir tartışmadır“ demektedir (s.397). Bunu, “Alevilerin Müslüman olmadıkları çok açık bir gerçektir. Bunu tartışmak bile yanlıştır“ şeklinde anlamak gerekir. Kitabın örneğin 154-155 sayfalarında dile getirilenler de bunu göstermektedir. Bütün bunlara rağmen bu ilişkilerde aymazlığı yaşayan Alevilerin eleştirilmesi gereği kaçınılmazdır.

Bu cok uzun, fakat onun islamiyet onceki dusunce veya dinle baglantisini biraz esnetirseniz daha iyi olur. Bu konuda size tavsiyem Mazdekizm, Maniseizm ve Zerdusluk dininin bir arada oldugu Sasaniler donemini iyi inceleyiniz. Bu dinler icerisinde Maniseizm Alevilik ve Ezidilige daha yakin duruyor.Sasani kirali Sahpur bir maniseistti. Mani odonemde Mardin'in Nusaybin ilcesine bagli cagcag koyunde dogdu. Bu ilceye bagli bir koy olan Dara koyu eskiden onemli bir sehirdi. Bazi kaynaklarda Romalilarla Sasaniler arasindaki diplomatik gorusmelerin yapildigi bir yerdi. Not Kilisenin babasi (katolik)diye bilinen saint Augustin bir donme maniseisti idi.Onun Confessions adli bir eseri var. Belki bunun almanca ceviriside var. Maniseizmle, Alevilik arasinda en onemli baglanti 72 sifresiyle bulunabiliyor.bu konuda Haci Bektasi vilayetnamesinde gecen onun 360 halifesi vardi bir kaynaktir. Yani 12,72,360 sayilari Maniseizmin orgutlenme semasidir.(Hiyararsi piramit bir ucken icerisinde) Selamlar ...

Tesekkürler Hocam, Kürdistan'daki dinleri "derin" inceleyen bir yapita ihtiyacimiz oldugu kesin. Bu isi yapabilecek kapasitede oldgunu düsününüyorum ... Yazilarini dört gözle bekliyorum ... Selam ve sevgilerimle

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.