Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 8 December 2008

Kürtler arasındaki mutabakatı hep Apo bozdu.

30 yıl önce varlığını ilan eden PKK'nın karanlık tarihi ilginç olaylarla dolu. Bundan 28 yıl önce örgütün silahlı çatışmayı bırakması için gizli bir protokol imzalandığı ortaya çıktı. Üçlü zirvede yazar Mehmet Uzun ve Celal Talabani de hazır bulundu.

Terör örgütü PKK'nın kuruluşunu ilan ettiği Fis toplantılarının üzerinden 30 yıl geçti. Burada alınan silahlı mücadele kararından itibaren Doğu ve Güneydoğu hep geriye gitti. İnsanlar öldü, göçler başladı ve Kürtlerin öz kimlikleri yok edildi. Bu süreçte PKK da kendisi için bir ’tarih' oluşturdu; efsane benzeri anlatımlarla örgüte âdete bir kimlik verildi. Ancak bu tek yanlı tarih aktarımıydı. Çünkü hayatta olan ilk tanıkların anlattıkları, oluşturulan sahte tarihin büyüsünü bozuyor. Bu tanıklardan biri de İbrahim Güçlü.

Aksiyon dergisi 726'ncı sayısında Ala Rizgari'nin liderlerinden İbrahim Güçlü'nün iddialarını ’Ergenekon dünkü çocuk, Öcalan derin devletin adamıdır' başlığı ile haberleştirdi. Bunun üzerine Kürt çevrelerinde yeni bir tartışma başladı. ’Abdullah Öcalan derin devletin adamı ise onunla fotoğrafları bulunan İbrahim Güçlü de aynı odakların adamıdır' yorumları yapıldı. Hatta bazı okurlar bu eleştiriyle yetinmeyip Güçlü Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Başkanı Celal Talabani ve Öcalan'ın bir masada oturmuş fotoğraflarını gönderdi. Bunun üzerine Güçlü'ye bu fotoğrafların sırını sorduk. O da bu vesileyle gizli kalmış bir olayı ilk kez açıkladı. Ayrıca Güçlü başından beri Öcalan ile geçmişte görüştüğünü inkâr etmiyordu. Meğer o fotoğrafın anlamı da günümüze yansıması açısından çok büyükmüş. O görüşmede karara bağlanan konular hayata geçirilmiş olsaydı belki de PKK bugün terör estirmeyecekti.

Şam'da yapılan ve şu ana kadar açıklanmayan üçlü zirvenin hikâyesi aslında yıllar öncesine dayanıyor. Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) ve diğer Kürt hareketi etrafında toplanan Kürt gençleri, 12 Mart'ta tutuklanmış ve uzun süreli cezalar almıştı. Gençlerin önemli bir kısmı 1974'te cezaevinden çıktı. Cezaevi sürecinde daha da bilenen gençler, yeni hareketler başlattı. Rizgari, Özgürlük Yolu Kawa, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) ile kitleleri etkilemeye çalıştılar. Abdullah Öcalan bu dönemde adı geçen büyük hareketlerin hiçbirinde yoktu. Daha sonra Ankara Yüksek Öğrenim Derneği (AYÖD) içinde yer aldı. Başta bir hemşehricilik örgütü olarak kurulan AYÖD bu sırada diğer Kürt gruplarıyla irtibata geçti. Sonraki dönemlerde güçlenerek Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO) etrafında örgütlendi. Bu da biçim değiştirdi ve 27 Kasım 1978'de PKK olarak türedi. PKK'nın o dönemde tek bir hedefi vardı: Bütün Kürt hareketlerini düşman belleyip onlara yönelik operasyonlar yapmak. İbrahim Güçlü'ye göre, PKK, devletten önce bir iç savaş projesi geliştirmişti bu kararla. Çünkü, diğer Kürt hareketlerini hedef seçmekle kalmamış, aynı zamanda onları ’hain' ilan etmişti. Bunun için şeyhleri, ağaları ve aşiretleri de karşısına almıştı.

İbrahim Güçlü, o günlerle ilgili ilginç iddialar dile getiriyor: "1974'ten sonra Kürtler farklı bir yöntemle hareket ediyor, silahlı mücadeleyi ikinci planda tutuyordu. Dernekleşip yayınevi açıyor, demokratik yollardan mitingler düzenliyordu. Devletin bazı güçleri ise bunu engellemek istiyordu. Aleni şekilde bu insanları yok edemezdi. Bu yüzden aynı güçler, kafasında tasarladıklarını PKK'ya yaptırdı."

Bölgede cinayetler işleyen örgüt tam bir kaos ortamı oluşturdu. Özellikle PKK-Kürdistan Ulusal Kurtuluşu (KUK) çatışmasında insanlar ölüyordu. Çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Siverek'te 800 kişi ölürken nüfus dengesi de altüst oldu. 1979'da 60 bin nüfusu olan Siverek büyük göç verdi ve nüfus 29 bine kadar indi.

İbrahim Güçlü bu dönemde devlet içindeki bazı odakların PKK eliyle cinayetler işlediğini, bölgeyi parçalattığını ve 12 Eylül'e zemin hazırladığını anlatıyor. İlginç bir tespitini de şöyle aktarıyor: "Devlet içindeki güçler el altından piyasaya silah sürerdi. Çatışma ortamında silah ve mermi fiyatlarının artması gerekirdi. Ancak tam tersini yaşadık. Siverek'te çatışmalar şiddetlendikçe silah ve mermi fiyatı düşer ve onları bulmak kolaylaşırdı. Hilvan'da da aynı durum vardı. Çatışmalar yavaşladığında ise tam tersi olur, silah fiyatları artardı. Bir tuhaflık vardı ve biz buna şaşırıyorduk. Biz de kendimizi savunmak için silahlanmıştık. Diğer gruplar da silahlıydı. Ancak şiddeti PKK sürdürüyordu."

APO, MEHMET UZUN VE CELAL TALABANİ ANLAŞTI

Abdullah Öcalan 1979'da yurtdışına çıktı. Önce Lübnan'a ardından da Suriye'ye gitti. Orada Filistin güçleri, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ilişkiye geçti. O dönemde Kuzey Iraklı Kürtlerle diğer Kürt hareketlerinin bağlantısı vardı. PKK henüz güçlü bir örgüt olmamasına rağmen silahla terör estiriyordu. Bu durum ’devletin bir birimiyle irtibatlı' olduğu eleştirilerine yol açıyordu. PKK, Kürtlerin gözünde meşruluğunu kabul ettirmek için Celal Talabani liderliğindeki KYB ile irtibata geçmek istiyordu. KYB'den onay alıp Talabani'nin Lübnan, Suriye ve bölgedeki ağırlığından faydalanmayı ve buralarda yer tutmayı planlıyordu. Bunun üzerine Talabani daha sıkı ilişkiler içinde olduğu Ala Rizgari grubuna PKK'yı sordu. KYB'ye PKK hakkından bilgiler verildi. Talabani de bölgedeki kaosun Kürtlere zarar verdiğini düşünmeye başlamıştı. Bu sebeple Ala Rizgari, PKK ve KYB arasında üçlü görüşmelere başlandı. 1979 yılının sonlarından yapılan görüşmelerde PKK'nın, düşman ilan ettiği diğer örgütlere özellikle KUK'a saldırmaktan vazgeçmesi gerektiği üzerinde duruldu. Bu süreçte Öcalan çatışmaların bitirileceği sözünü veriyordu. Ala Rizgari ve Celal Talabani, bunun sözde kalmaması gerektiğini belirtip çatışmaların sona erdirildiğini beyan eden bir işbirliği protokolü imzalanmasını istedi.

Bu vesile ile 7 Ağustos 1980'de Şam'da PKK, Ala Rizgari ve KYB temsilcileri bir araya geldi. Uzun görüşmelerden sonra üçlü arasında bir protokol imzalandı. PKK adına Abdullah Öcalan Ali Fırat kod adıyla; Ala Rizgari adına yurtdışında yaşayan Kürt yazar Mehmet Uzun, M.Ferent Baran mahlasıyla; KYB adına ise Celal Talabani kendi ismiyle protokolü imzaladı. Protokolün birer kopyası taraflara verildi.

Ala Rizgari grubuna verilen nüsha hâlen İsveç'te saklanıyor. Ancak olayın birinci tanığı olan İbrahim Güçlü isteyene belgeyi verebileceklerini ilan ediyor. Bu protokole göre, PKK düşman ilan ettiği Kürt hareketlerine yönelik şiddete son verecek, Kürtler arasında bir ittifak sağlanacak, en önemlisi PKK eylem yapmayacak ve silah bırakacaktı. Çünkü Kürtler o dönemde öncelikli olarak siyasi bir hareket tarzı benimsemişlerdi. PKK, düşman ilan ettiği Kawa, Ala Rizgari, KUK gibi 8 örgüt ile 7 sol örgüte karşı düşman tavrını bitirecekti. Örgütlerin isimleri protokolde tek tek sıralandı. Ancak anlaşma imzalandıktan kısa süre sonra Öcalan buna uymayacaklarını duyurdu. Ardından 12 Eylül süreci başlayınca her şey akim kaldı.

İbrahim Güçlü, Ergenekon davasına da değinerek olayları şimdi daha iyi anladıklarını, Öcalan'ın başka güçlerle hareket ettiğini kavradıklarının altını çiziyor: "Çatışmalı ortam sona erecekti. Kürtler haklarını daha iyi ve birlikte isteyeceklerdi. Bölgeden Batı'ya zorunlu göçler olmayacak, köyler boşaltılmayacaktı. Ancak PKK başkasıyla hareket ettiğini belli etmiş oldu ve bölgede tam bir kaos ortamı oluştu. Biz silahlı mücadele zamanı olmadığını söylüyorduk. Talabani de bize destek veriyordu. PKK ise ısrarla silahlı propaganda yaptığını söylüyordu."

TALABANİ VE BARZANİ, TÜRKİYE'YE BAĞLI FEDERASYONU KABUL ETMİŞTİ

PKK üçlü anlaşmayı bozduktan sonra şiddet eylemlerine devam etti. Ancak 1993'e gelindiğinde tekrar silah bırakma kararı alınarak ateşkes ilan edildi. Bu kararın alınmasına Talabani öncülük etmişti. Kararın açıklandığı basın toplantısında Celal Talabani, Abdullah Öcalan, Kemal Burkay, Ahmet Türk, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Hamreş Reşo ve Ruşen Aslan vardı. İbrahim Güçlü'ye göre, önemli gelişmeler olacaktı. Bütün Kürtleri kapsayan bir federasyona rahmetli Turgut Özal da ’evet' demişti. Bu yapının içine Irak'taki Kürtler de dâhildi. Hatta Celal Talabani ve Mesut Barzani bu taleplerini Özal'a sunmuştu. Güçlü bu konuda şunları anlatıyor: "Ben Talabani'nin bu görüşünü Özal'a aktardığını biliyorum. Bu yapı ile Özal aynı zamanda Kürtler arasında birliği sağlamış olacaktı. Bu nedenle PKK'nın silah bırakmasını ve ateşkese devam etmesini hepimiz istemiştik. Ancak bu çabalar boşa çıktı. ’33 asker olayı' (Bingöl'de 33 erin şehit edilmesi) çıkınca her şey sona erdi..

APO, ’33 ERİN KATLİAMI'NI KINAMADI

Hemen Abdullah Öcalan'dan bu olayı kınamasını ve sorumluları bulup cezalandırmasını istedik. Hamreş Reşo, Öcalan'la görüştü. Ancak Öcalan olayı kınamayacağını söyledi. Zaten ardından da BBC'ye ’meşru müdafaa hakkını kullandıklarını' söyledi. Şemdin Sakık örgütten ayrıldıktan sonra Öcalan, bu olayı onun üstüne attı. Hatta Genelkurmay'a hitaben ’siz ne biçim Kemalistsiniz, 33 askerinizi öldüren adam Kuzey Irak'ta geziyor, siz oturuyorsunuz' demeye başladı. Öcalan kendisini temize çıkarmak istedi."

DEP, ORTAK PARTİ OLACAKTI

İbrahim Güçlü'nün verdiği bilgilere göre, Halkın Emek Partisi'nin (HEP) kapatılması gündeme geldiğinde Kürtlerin yeniden parti kurması söz konusuydu. Bu bütün Kürtleri kapsayan ortak bir parti olacaktı. Ateşkes sürecinin içindeki projelerden birisi de buydu. Partide PKK'dan gelen birisi başkan olmayacak ve şahinler yönetimde yer almayacaktı. Yöneticiler, özgürlük isteyenlerden seçilecekti. PKK'nın baskısı veya müdahalesi olmayacaktı. Öcalan bunu da kabul etmişti. Partinin başkanı da bütün Kürtlerin kabul ettiği bir isim, Şerafettin Elçi olacaktı. Güçlü bu projenin de 33 erin şehit edilmesiyle suya düştüğünü aktarıyor: "Yalnız konuyu daha Elçi'ye açmamıştık. Ancak 33 asker olayı sebebiyle bu proje hayat bulamadı. O hadise olmasaydı Demokrasi Partisi (DEP) başında Şerafettin Elçi olacaktı."

İbrahim GÜÇLÜ

Yorumlar
Yeni Ekle Ara RSS
Ali Baran - İlginç bir tarz |88.254.88.Xxx |2008-12-04 12:58:53
İbrahim Güçlü kendi yazdığı yazıda defalarca sanki başkasının
yazısıymış gibi kendisinden alıntı yapıyor. Bir insanın bu kadar ismine
sevdalı olması istenmeyen sonuçlar doğurabilir. En çok eleştirdiği
kişiyle bu konuda bir benzeşme söz konusu. Onun gibi olmak mı istiyor,
sorusunu akıllara getiriyor. Terör örgütü deyip duruyor. Bunu söylemesiyle
de devletle paralel bir söylem kullanıyor. Yazı bir çelişki yumağı.
Yanıtla | Alıntı
0 0
serbesti - selam |86.212.121.Xxx |2008-12-04 15:10:31
ali baran, yaziyi bir butun olarak ibrahim guçlu yazmis degil, aktuel
dergisinin yaptigi bir haberdir yukardaki makale! yaziyi yazan aktuel dergisinin
çalisanlari ikide bir ibrahim guçlu ismini telavuz ediyor, yoksa ibrahim
guçlu kendi kendisinin adini tellavuz ediyor degil yukarda! belliki sen yaziyi
tam okumamissin veya okumussun ama iyi anlamamissin!
Yanıtla | Alıntı
0 0
Ali Baran - Yanlış Anlama |88.254.88.Xxx |2008-12-04 15:50:47
Yazının tümünü okumuştum. Ancak alttaki İbrahim Güçlü imzasını
görünce onun yazısı sandım. Yanlış anlama sonucu yaptığım yorumdan ve
İbrahim Güçlüden özür dilerim. Yanlış anladığımı farkedip yazdığı
için Serbestiye teşekkürler.
Yanıtla | Alıntı

benim icin degil. ustelik IG nin argumanlari da curuk. nicin curuk? pkk diger kurd orgutlerine saldirmasini onun turkler tarafindan kurgulanmis olmasina baglamasi uzerinde duracagim. kurd karekterinin siyasette likdasyon hevesinin, oldurmenin kurdler rasinda nasil yaygin oldugunu gosterek isin detaylara girmeden eginmek isterim-baz acele orneklerle; 1-kdp ve ynk birbirinden kac kisi oldurdu? son brakuji realetini hatirlatmiyorum sadece. vaktiyle 1970lerin sonunda ali eskeri ve adamlarindan olusan bir ynk konvoyunu iran dan suriye sinirina yakin iraq kurdistani bolgesine gecirmek isine ddkd liler in de bulastigi olayda kdp kac ynk liyi kimlerle isbirligi yaparak oldurdu? aranizda Ozgurluk yolu yanadasi olanlar varsa bu olayin yorumlanisini hatirlamasi gerek. o donemler barzaniye nasil ajan denildigini filan. 2-daha sonraki 5 bin kusurluk kurd pesmergesini telef eden ynk kdp kavgasini da hatirlatayim bu da trklarin araplarin kurgusu mu? ne saf temiz yaratiklar bu kurdler boyle! 3- pkk disi kurd siyasi harektetlerini yonetmis bazi irili ufakli zevatlarla es kaza birlikte olmuslugum vardir. ihbara grmsin diye hangi orgut angi sahis filan fistik yazmiyorum. ancak babasini bile oldurecegini beyan eden bir kisiyi dun gibi hatirliyorum. bu elbete b halti yapacagi isi degil bir halt sandigi br "kararlilik" ifadesini, bos lakirdiyi bir itiraf olarak degerlendirmemek gerektigi icin ornek veriyorum. bu ornek kulturun-siyasi kuturun pkk dsi oteki kurd orgutlerinde de hangi kivamda olduguna bir isaret olarak algilanmali 4- ne yazik ki bizim gecmisimizden ve siyaseti yapayanlis yerlerden ogrenmemizden kaynaklanan bu berbat kendi disindakine azami tahamulsuzluk, likdasyon hevesi, bu aliskanlik sadece torklarin oyunu kurgusu diye yuturulamaz. turkler bunu farketmemis olamaz, muhtemelen de rahatlikla kullandilar ancak burda kullanilan sadece pkk degil tum kurd orgutleri olabilir. tarz olarak birbirilerine benzer kulturlere sahiptirler. abi nin kardese dusmanlik besledigi (biri ddkd li oteki ozgulukcu -dusunun aralarindaki fark fenerbahce ile galatasarayin ideolji farki kadar ya var a yok)gunleri ben hatirlyorum. benim sivri zekali amca oglum tarafindan cenemle basedemeyince olumle tehdid edildigim gunleri hatirlarim. yari saka filan da degildi durzu oylesine iman etmisti ki ddkd sinin ana dusmaninin benim sarfetigim dusunceler olduguna. ben hafife aldim ama kultur mayalanmaya musait bicimde hafife alinacak bir sey degildi. hulasa kurdlerin kendi kepazeliklerinde gizli servis parmagi aramalari bana garip geliyor. gizli servis bu sen bu olcude kendine karsi potansiyel tahrip kalibi olursan adam bu durumu sonuna kaar kullanir tabii. yani bu anlatilanlar pkk nin yaptigi melanetlerin illa da turk gzli servisinin kurgusu ile yapildigina kanit degil. benim gibi kasarli apdo ve pkk karsitini ikna edemeyen bu tezlerin pkk sempatisi ile zihinleri kamasmis kuzeyli kurdleri ikna edecegini sananlar avucunu yalar. ustelik tork basini vasitasi ile. hani amac bu tur fantaziler ile kurd halkinin melun abdo dan ve ona irade teslim etmis pkk den kurtarmak ise saftrik bir plan olmus. daha iyisi lazim. hurmetler HeK

simdi bu yazdigin ne oluyor? tartisalim diyoruz tartismayi nerelere cekiyorsunuz. arkadaslar kizginlik veya cazgirlik herkesin becerecegi bir sey. her teze herkes inanmak zorunda degil ustelik yazilanlar da pek guclu tezler degil. yetmedi mi binlerce yildir efsanelerle hayati organize ettigimiz? simdi de komplo efsaneleri. apo nun komplolarin en ucuzuna tesne karekteri kendi ifadeleri le orada-b adamin her dakika ondan guclu olan her odak arafindan kullanilabilecegi artik bir spekuasyon degil bir fakt. burda anlastik bari bu anlasmamizin tadini cikartalim. bunun otesinde isler karmasiklasiyor. pkk yi abdo nun debelendigi cukura toptan cekme isi kurdler rasi orgutsel kan davasinin izlerini de tasiyor. netameli bir cumle kuracagim simdi velevki pkk turkler tarafindan kuruldu bu durumda da evdeki hesaplarin carsiya uymadigini sizlere anlatabilmek cin daha oneleri onerdigim Quimada adli filimi izlemenizi tavsiye edecegim. haydi kalvyem tutulsun ucundan filimi anlatmaya da basliyayim marlon brando bas rollerde bu zaten filimin kalitesini epey artiriyor karaip yerlilerin liderini oynaan siyahi aktor de cok basarili. bir seker kamisi adasi e protekizlerin kolonsi britishler burya sulaniyor e portekizlerin elinden aayi almak icin ajanlari 099 pardon marlonu adaya yolluyorlar ajan da isyan ettirtecek adam aramaya koyuluyor bu esnada portekiz kokenli lupta protekiz merkezi hukumetine verdikleri vergilerin agirligindan sikayet eden plantasyon sahibi beyazlari da ayartmayi ihmal etmiyor. onlara british prektoratorlugu altinda odeyecekleri vergilerin nasil azalacagini s s izah ediyor ikna ediyor filan fstik. adanin hakim nufusunu olusturan zencilerden de munasip bir isyan lideri ve kadrosu olusturuyor ve isyan basliyor devamini artik filimi izleyip goreceksiniz. alan efendi simdi kurdlere filim foto sipsak onerdim diye beni ic yumusatma hiyaneti ile suclayacagi icin ona sinema yasaak! o 70 orgut tuketimis ve otuz orgut icin kollari hala sivali ancak becere becere tek bir orgutu etkili kilmis onu da turklere kurdurtmus bir ulusa yeni bir orgute don dikme gorevini verdim. bu isi filime fotoya zevke keyfe bulasmadan bir orta cag mumini sofusu gibi bakalim nasil basaracak-heyecanla bekliyorum. mustehaklara dokundurmadan duramam. MS sen de tartismayi baska mecrelara cekme insani usandiran bir adamim durup duruken nicin usanasin degil mi? tezini yaz itirazini yap gec maskeli balo metaforlarina luzum yok ustelik benim le DU nun adini ncin o kufurbaz sevyesizle ayni torbaya koydun? simdi b kadar suphe ile bizim ayni ksler oldugumuzu dusunmeye mi basladin. ben soyledim once abdo dan basladiniz orya kadar hakliydik hefikirdik isi pkk ye getirdiniz simdi de komplo senaryosuna DU HeK e kufurbazin ayni kisiler veya ayni ekipe dahil oldugu suphesi mi basladi? bu suphecilik alkol gibi bardakda/kellede durdugu gibi durmuyor akiyor bulasiyor her yere brde su mahlas meselesi var HeK bir mahlas sahibi de belli- siz bilmeseniz de tork gizli servisi olur da merak edrese iki dakikda bulur. ic donuma kadar her teffruati mahlasla yazma hakkinda cok tartisildi orya girmeyicegim ama gorunen o ki sende mahlasla yaziyorsun. beni bir ana dogurdu da senin uc-dort ana mi dogurdu farkin nedir? mahlas maske ise seninki nedir? ahh su lanet olasi aydinlanma kelebegi bize ne zaman konacak? hurmetler HeK

Rizgarî Online 2005'te PKK`liler tarafindan Amed`de katledilen Kürd politikacı Hikmet Fidan, bir seçim bürosunda Kürdçe ’merhaba' dediği gerekçesiyle 9 ay hapse mahkum edildi. TC`nin Manavgat 1. Asliye Ceza Mahkemesi kararıyla, Fidan'la birlikte 2002'deki o toplantıya katılmayan bazı kişileri de cezalandırdı.Taraf gazetesinden Fikret Karagöz imzali haberde şunlar kaydedildi: “ Antalya Manavgat 1. Asliye Ceza Mahkemesi, 2005 yılında öldürülen Kürt siyasetçi Hikmet Fidan'ın da aralarında bulunduğu 15 kişi hakkında “Kürtçe konuşmak“ ve “bölücülük yapmak“ suçundan dokuz ay hapis cezası verdi. 2002 yılında Antalya'nın Manavgat ilçesinde, kapatılan DEHAP'ın seçim bürosu açılışında konuşan Hikmet Fidan'a ve o tarihte orda olmayan, sadece geleceğine dair listede ismi olan milletvekili adayı şair Şükrü Erbaş ve 14 kişi dokuz ay hapis cezasına çaprtırıldı. Seçim bürosunun açılışında Kürtçe “Merhaba, nasılsınız“ diyen Fidan'ın konuşmasını not alan bir polis memurunun tutanaklarından yola çıkan Manavgat 1. Asliye Mahkemesi, “bölücülük“ yaptıkları iddiasıyla sanıklara ceza yağdırdı. Kürtçe bilmiyorum Mahkemede savunma yapan sanıklardan yedi kişi, toplantının yapıldığı tarihte Manavgat'ta olmadığından yargılanamayacaklarını belirttiler. Sanıkların birçoğu ise Kürtçe bilmediklerini belirterek, “Bilmediğimiz bir dilden nasıl bölücülük yapmışız Hakim bey“ diye sordu. Milletvekili adayı Erbaş ise söz konusu büroya hiç gitmediğini ve Kürtçe de bilmediğini söyledi. Mahkemenin aldığı başka bir ilginç karar ise sanıklara verilen cezanın ertelenmemesi ve para cezasına çevrilmemesi. Kararı hukuki açıdan ’skandal' olarak niteleyen ÇHD Antalya Şubesi Başkanı Avukat Munip Ermiş şöyle konuştu: Sanıkların çoğu sadece listede adları geçtiği için ceza almışlar. Ayrıca mahkeme sanıkların ’Kürtçe bölücü propaganda' yaptığını söyleyerek herkese aynı cezayı vermiş. Orada olan sanıkların çoğu Kürtçe bilmiyor. Dolayısıyla bu karar tam bir trajedi.“ RO/Cemil Süphan

[b]Işkence yapıldığında bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların gözlerinin içine bakıp tebessüm ediyordu Gönderen: rizgarionline Tarih: 05.12.2008 Saat: 09:50 Katkıda Bulundu rizgarionline Rizgarî Online/ Türk Genelkurmay`ının ve yargısının baskıları sonucu Kapatılan Nokta Dergisi'nin Yayın Yönetmeni Alper Görmüş, Aktüel Dergisi için kaleme aldığı “Bence Portreler“ köşesinde bu hafta Altan Tan'ı ele aldı.Alper Görmüş'ün yazısının ilgili bölümü: "Ramazan geldi, 1982'nin Temmuz ayı. Oruç tutmak serbest dediler. Benim ortağım ve muhasebecim Bedii Tan oruç tuttu. Bedii'nin orucunun farkına vardılar. Ne yaptılar biliyor musun? Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla pislik yedirdiler. Bedii Tan ishal oldu. Çok hastalandı. Hâlâ hatırlarım. Koğuş kapısının önünde, buz kalıbı gibi pat diye betonun üstüne düştü. Yerde yatıyordu. Bir er ve bir çavuş gardiyan geldi, koğuşa girdiler. Yerde yatan Bedii Bey'in karnına bastılar. Bağırsakları ve böbreği patladı Bedii Bey'in... Bedii Tan öldü, 50 yaşındaydı." (Felat Cemiloğlu, Hasan Cemal'e Diyarbakır Cezaevi'ni anlatıyor). "Bedii Tan, yüzünde devamlı tebessüm olan biriydi. Yaşlı olmasına rağmen, işkence yapıldığında bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların gözlerinin içine bakıp tebessüm ediyordu..." (Selim Dindar'ın Radikal'den Neşe Düzel'e verdiği söyleşiden). Babasını daha 20'li yaşlarının başında, kanının en deli olduğu bir çağda işte böyle kaybetmiş bir Kürdün Türkiye'ye, Türklere, devlete, orduya, bütün siyasetçilere düşman olma "hakkını" reddedebilir misiniz? İşte güç budur: Bu "hakkı" reddetmek ve kalbinde sevgi ve kardeşlikten başka bir şeyin yeşermesine izin vermemek! Daha iki hafta önce izledim onu televizyondaki bir tartışmada... Beş kişilik katılımcı heyetinden biri de eski bir generaldi. Altan Tan'ın ona "paşam" derkenki hali, gözlerindeki ışıltı ve sesinin tınısı hâlâ belleğimde... Belli ki babasının ölümüne yol açan bir ordunun bu eski mensubuna hiçbir hınç duymuyordu, arzusu onunla da kardeş olmaktı. Türk basınının gecikmiş keşfi "Doğu ve Güneydoğu seçmeninin son siyasi tercihinden konuşacaksak, orada pankartı lütfen büyük açalım: Hepimiz uzaylıyız! Bölge insanının 22 Temmuz'da DTP yerine niçin AKP'yi seçtiğini hiç de iyi bilmiyoruz..." Milliyet'ten Devrim Sevimay, anlamaya değil yönlendirmeye meyilli basınımızın 22 Temmuz seçimlerinden sonraki şaşkın "uzaylı" halini işte böyle resmetmişti. Peki, o şaşkınlık içinde hepimizin ayaklarını kim yere indirebilirdi? Sevimay, bu soruya da en isabetli cevabı bulmuştu o zaman: "Hangi bilene sorsak parmaklar onu gösterdi... Herkes 'Bu analizi en iyi o yapar' dedi." Kürşat Bumin, Altan Tan'ın Sevimay'la yaptığı söyleşiyi "dört nala giden bir metin" diye tanımlamıştı. Gerçekten o kadar zihin açıcıydı, o kadar doyurucuydu ki, sanıyorum Türk basınının Altan Tan'ı keşfetmesinin miladı işte bu söyleşidir. Devlette, PKK'da, DTP'de ve İslamcı siyasetlerde aklına yatmayan her şeyi eleştiren bu adam, kalıplarla ve ezberlerle konuşan pozisyoncu entelektüellere hiç benzemiyordu, kendi özlemlerine ve analizlerine dayanarak konuşuyordu. Söyleşideki şu cümleler ise, eski ezberlerle bölgede hala feodalizmin egemen olduğunu ilan eden büyük “sol“ partilerle dalga geçer gibiydi: “Bu seçimlerin en önemli sonuçlarından biri de bölgedeki aşiret, ağalık, feodalite bitmiştir. Safter Gaydalı Bitlis'ten, Mehmet Tatar Şırnak'tan, Sedat Buçak Urfa'dan, İskender Ertuş Van'dan oy alamamıştır. Hiçbir aile hiçbir partiye binden fazla oy getirememiştir. Bölge artık sınıfsal ve siyasal olarka oturdu. Çünkü bölgede cidd bir yeni orta sınıf oluşuyor. Medyanın bunda rolü büyük. Her köyde internet ve çanak antenler var. O yüzden bu seçimin bölgedeki en büyük ağası kesinlikle ’internet ağ' olmuştur.“ Ona “İslamcı aydın“ diyorlar, bence “dindar aydın“ demek daha doğru. Bir “İslamcı aydın“ şöyle konuşmaz: “İslamcı kesim Kürt sorununun çok basite indirgiyor. ’Diyarbakır belediyesi Konya belediyesi gibi olursa Kürt sorunu çözülür' diyorlar. Siz bu insanlara aş mı, iş mi diyorsunuz. Yoksa Kürtlük mü? Oysa bunların hepsi bir arada olabilir.“ İTÜ Sözlük'ten “refugee“ şöyle yazmış onun için: “Bazıları konuştuğunda bölücülük yapıyorsun diye susturulduğu konuşmaları o yapınca insan nedense paniğe kapılmıyor. Dinlemek mantıklı geliyor insana“ Ne kadar doğru bir değerlendirme... Boşuna denmemiş “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı...“ diye. Bu değerlendirmeyi bir nazariyeyle bitirmek istiyorum: Bazıları söylediğinde derhal hamaset gibi algılanabilecek sözler, onun dilinden döküldüğünde bambaşka bir sada veriyor. Şu soru-cevapta olduğu gibi: “Sizin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı için AK Parti'den adaylığınız konuşuluyordur. Taraf gazetesinde sitem dolu bir yazı yazdınız. Adaylık beklentiniz gerçekleşmediği için mi böyle bir yazı kaleme aldınız?“ “Adaylık beklentisi olan bir insan böyle konuşmaz ve böyle yazılar yazmaz. Adaylık beklentisi olanlar hükümetin hoşuna gidecek sözler söylerler. Ben siyaseti bilmeyen, neyi nerede konuşması gerektiğini hesaplamayan bir kişi de değilim. Bizler şu an çözüm beklentisi içinde olan, Türkiye'nin nasıl bir değişim, dönüşüm yaşayacağını, İttihat ve Terakki'den beri gelen bir geleneğin nasıl değişeceğine kafa yoran insanlarız. Önümüzdeki seçimleri değil, önümüzdeki nesilleri düşünüyoruz.“ [/b] RO/Akt:Cemil Süphan

Sn. Mihemed Serif Guney Kurdlerinin Turkiye ile bir federasyon anlasmasina ’evet' dedigi soyleminin dogru olduguna nereden ulastiniz? Ozal'in boyle bir niyeti oldugu cok eskiden beri soylenir ama guney Kurdlerinin ’evet' dedigini neye dayandiyorsunuz? Bu konuda guney Kurd liderlerinin bir aciklamasi mi var? ABD'nin boyle bir durumdan haberi var miymis? ABD ne demis bu gorusmelere? Yoksa hem TC hem de guney Kurdleri ABD'ye ragmen mi boyle bir anlasmaya varmislar? Oyle ise, hem TC hem de guney Kurdleri ABD'ye ragmen bir tavir alma cesaretini nereden bulmuslar? Hanife

"alniti" nedir? herhangi bir insanin, herhangi bir konuda herhangi bir yerde yazilmis soylenmis sarf edilmis sozlerini, bulunmus oldugun mekana veya o mekanda bulunan insanlara ulusatirmak...hihhhh))) dolayisiyla; baskasina ait olan bir yazi veya dusunce konusunda o yazi ve dusunceyi aktaran kisiye "Guney Kurdlerinin Turkiye ile bir federasyon anlasmasina ’evet' dedigi soyleminin dogru olduguna nereden ulastiniz?" sorulmaz. " nereden ulastiniz " sorusu eger kaynakla ilgiliyse, KAYNAK www.kurdistan-aktul.com diye bir site var, ordan aldim...hihhhh) hele hele " Ozal'in boyle bir niyeti oldugu cok eskiden beri soylenir ama guney Kurdlerinin ’evet' dedigini neye dayandiyorsunuz?" diye sormanda cok komik, sorularini ibrahim gucluye sormani sanirim hatirlatmama gerek yoktur! Ayrica meraminizi anliyorum... Mihemed Serif (kendisi babasi dedesi ve hatta 7 zurriyeti SAF olan kisi)

Değerli Kardeşim, Kadın hakları konusundaki sicilimiz itibarıyla bir gözünü kaybetmiş, dünyaya çarpık bakar hale gelmişiz. Bu forumu onlarca hanımefendinin izliyor olmasına rağmen hemen hepsinin yazma cesareti göstermeyişlerini cesaretle kavramıyla açıklamak yerine, kürt erkeğinin buraya yansıyan düşkün maçoluğuna inmemek anlamında bir tenezzül sorunu olarak algılıyor, erkekler olarak kendi düşkünlüğümüze kahırlanıyorum. Hanife kardeşimiz bu tenezzülü gösterme lütfunu erkek neslinden esirgemeyecek cömertliğine ilaveten sağduyusu, sorgulaması, birikimi, yol-yöntem göstermesiyle burada bizim ışığımızdır. Değerini idrak edemediğimiz için değersizleştiğimiz değerli varlığımızdır. O bizim saygıyı en çok hakkeden kardeşimizdir. Bir gözden zaten olmuşuz. Allah rızası için o diğerini de kör edip bizi çomakla yol arar duruma düşürme. Selam ve hürmetler ederim, gözüm benim.

Sevgili Kenan abi, ben Hanife mahlasli kisinin arkasinda kadinmi erkekmi oldugunu nereden bilecem anlamis degilim, ayrica Hanife yi tirnak icinde kullanmamin amaci tolu sekilde bana yonelik yazilarin bir devami olarak algiladigim icin oyle yazdim. bundan dolayi butun forum huzurunda KADIN ISE KADINLIGINDAN DOLAYI kendisinden ozur diliyorum. Kadin sorunu konusunda hic bir zaman dunyaya sasi olarak bakanlardan degilim, guneydeki utan verici yasa ile ilgili yazdigim mesaji okursaniz anlarsiniz ne demek istedigimi. Arisive baktim hanife nickinin kim oldugu ile ilgili bir kac yazi buldum, abaicigim simdi birde su var: kendi deyimi ile amerikalarda universite okumus uluslararasi hukuktan tut dis siyasete kadar bir suru sey yazmis birisinin benim AKTARMA (HEM BASLIKTA HEMDE YAZININ ICERIGINDEN ANLASILACAGI GIBI) bir yaziyi buraya astigimdan dolayi sordugu sorular hicte mantikli ve atfettiginiz konumu ile ortusmuyor. Bana yonelik cevaplar bombardimanina yordum onu ve onun icin tirnak icinde sende hah birde sen eksiktin hanife dedim..yoksa kadinlara olan sasi bakis acisi falan yok bende selam saygilar Mihemed Serif

Mehmed Serif, Birde bu eksikti,yani Hanife kardesim cok degerlibir Kurd yurtseveridir,onudami dislamaya calisiyormusunuz? Birakin Yurtseverler yazi yazsinlarhakret icerikli birde Seni mi Eksiktin Sozu bence yanlistir Saygili olmaliyizki boyle bir Bayan Kardesimizin Yazi yazmasi Kurd ler icin onur olmasi gerekir.Ona saygim vardir.

Sn. Mihemed Serif, Hanife benim gercek adimdir, yillardir da kendi ismim ile yazarim, mahlas kullanmam. Ha bu inanirsiniz inanmazsiniz o da sizin bileceginiz sey. Benim kimseyi inandirma gibi gorevim yok. Ustelik size getirdigim elestirinin mahiyetinin benim adimla en kucuk alakasi oldugunu da sanmiyorum. Simdi konumuza donersek, siz tanik olarak sundugunuz kisinin bir cok alintisini ozellikle PKK ile ilgili olanlarini gercek olarak kabul ettiginize, ve ayni kisinin guney Kurdleri ile ilgili olan alintilarina da 'katilmiyorum' gibi bir ibare koymadiginiza gore benim bu dusunceleri savunmadiginizi nereden anlayacaktim? Ustelik son gunlerde bu fikrin tekrar Turkiye gundemine getirilmesini ben hic de sizin gibi masumane bir tavir olarak gormuyorum. Tam tersine bilincli ve planli bir caba olarak goruyorum. Ben bu fikri gercekmis gibi sunanin 7 sulalesi Kurd olsa inanmam. Bolgede sinirlar degisecek hem de bunu Turkiye tek basina, ABD'nin onayini dahi almadan yapacak? Ayrica bu kadar bol keseden sallayan birinin PKK ile ilgili soylediklerine niye inanalim? Bu soylentinin ciktigi yillar oncesinde de ben buradaydim, tek bir kisinin dahi agzindan boyle bir sacmalik duymadim. Amerika'da biri bu soylemi dile getirse aksam komedi programlarina duser, "Iraki parselleyip komsu ulkeler satiyoruz" diye ama sizin gibiler ise ciddiye aliyorsunuz. Bu da kulturel fark olsa gerek. Hanife

Saygıdeğer Hanife, Olay yeni değil. Özal'ın federasyon tartışmalarını başlattığı dönemde de Güney'li liderlerin olumlu sinyaller verdikleri yazılmış, çizilmişti. Celal Talabani'nin bu talebi dillendirdiğine dair o dönemde türk basınında haberler yayınlanmıştı. Doğruluğu sorgulanır türde haberler olduğu için temkinli yaklaşıyorum. Son günlerde aynı konu İbrahim Güçlü'nün açıklamalarına dayandırılıyor. İbrahim Güçlü "haberdarım" diyor ama ortaya bir belge koymuyor. KDP içerisinde de bu tür eğilimlerin BAAS zulmüne karşı ihtimal düzeyinde bir alternatif olarak yedekte tutulduğuna dair şayialardan da haberdarım. Mela Barzani'nin türk tarafına gönderdiği sözlü mesajlarında bu yollu bir teklifi gündeme getirdiğini senelerce öncesinden şayia düzeyinde iştimişliğim var. Çok sıkışık savaş koşullarında salt kuşatmayı haififletmek için yapılan siyasi manevralar olup olmadığı konusunda hükme varacak bilgi ve belgelerden yoksunum. Dahası, Mela Barzani'niye atfedilen bu teklife dair hiçbir belge okumadığım için bu bilginin gerçekliğini de teyid edilmemiş, dolayısıyla sorgulanmaya muhtaç bilgiler kapsamında kapsamında değerlendiriyorum. Hangi kaynaktan çıktığı kesinlik kazanmamış, herhangi bir belge ile bugüne kadar desteklenmemiş bu bilgilerin şaiya düzeyinde bile olsa 30 yıldır ortada dolaşmakta olduğunu belirtmekle yetineceğim. Hürmetlerimle.

Sn. Kenan Fani, Temcit pilavi gibi isitilarak onumuze tekrar getirilen bu hikayeyi yillar oncesinden ben de biliyorum. Turk gazetelerinde bol bol gecti zamaninda bu soylem, Ozal'in soylemi olarak. O zaman ne dusunduysem simdi de ayni seyi dusunuyorum. Ozal bu soylemi 'Kurdleri Saddam belasindan kurtarmak icin' atmadi tam tersine, ABD'nin bagimsiz Kurdistan'i kuracagindan korktugu icin alternatif bir fikir olarak sunmaya calisti, simdi de yine ayni amaca hizmet icin isitilip onumuze konuyor. Kaldi ki boyle bir soylemin gercek oldugunu gosterecek en kucuk bir gelisme dahi yok. Tam tersine aksini gosteren isaretler var. Washington anlasmasindan sonra Turkiye'nin en buyuk derdi, ABD'nin guney Kurdlerle yaptigi gorusmelerde Turkiye'yi devre disi birakmasi. Simdi birileri ABD'nin devre disi biraktigi Turkiye'yi tekrar devreye sokmaya calisiyor. Her soylenenin ustune boylesine baliklama atlamak, hem de bizim hic bir cikarimiza olmayan bir soylemi yaymaya calismanin manasi ne? Sevgiyle kalin, Hanife

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.