Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 3 January 2010

rizgarionline

Taraf, eroin ticareti, cinayete teşebbüs ve rehin alma suçlarından 1998'de Hollanda'da yakalanan ve 2002'de müebbet hapis cezasına çarptırılan Zootermeer Hapishanesi'ndeki uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin Baybaşin'e ulaştı. 90'lı yıllarda adı sık sık gündeme gelen ve kendisini Diyarbakırlı Kürt işadamı olarak tanıtan Hüseyin Baybaşin, yanlızca Türkiye'de değil Avrupa'daki uyuşturucu ticaretinde de rol oynadı. Dünyanın uyuşturucu merkezi Kolombiya'daki ünlü Medellin kartelinin patronu Escobar'a benzetilen Baybaşin, uyuşturucu savaşlarının sorumlusu olarak gösterilse de, kendisinin uyuşturucu kaçakçılığıyla hiçbir ilgisinin olmadığını savundu.

Halen Hollanda'da cezaevinde yatan Hüseyin Baybaşin Taraf'a konuştu: Bizi resmî araçlarla Metris'teki askerî alana götürüp, eğitirlerdi. Mumcu ile görüşemeden öldü
Taraf, eroin ticareti, cinayete teşebbüs ve rehin alma suçlarından 1998'de Hollanda'da yakalanan ve 2002'de müebbet hapis cezasına çarptırılan Zootermeer Hapishanesi'ndeki uyuşturucu kaçakçısı Hüseyin Baybaşin'e ulaştı.

90'lı yıllarda adı sık sık gündeme gelen ve kendisini Diyarbakırlı Kürt işadamı olarak tanıtan Hüseyin Baybaşin, yanlızca Türkiye'de değil Avrupa'daki uyuşturucu ticaretinde de rol oynadı. Dünyanın uyuşturucu merkezi Kolombiya'daki ünlü Medellin kartelinin patronu Escobar'a benzetilen Baybaşin, uyuşturucu savaşlarının sorumlusu olarak gösterilse de, kendisinin uyuşturucu kaçakçılığıyla hiçbir ilgisinin olmadığını savundu.

Taraf'a önemli açıklamalarda bulunan Baybaşin, 1970 yılında Diyarbakır'dan İstanbul'a gelerek Beyazıt Gedikpaşa'daki Kayseri Palas Oteli'nde kontrgerilla eğitimi gördüğünü ileri sürdü. Baybaşin şunları söyledi: “Kontrgerilla adını bilmezdik o zamanlar. 70'li yıllarda ülkücü gençler başta olmak üzere çok sayıda genci Beyazıt'taki Marmara Kıraathanesi'nin önünde toplarlardı. Gençler resmi araçlarla Metris'teki askeri alana götürülüp burada eğitilirlerdi. Oradan da kimileri Erdek, kimileri Ankara, kimileri Çanakkale (Daha çok Çanakkale) kimileri Balıkesir, Yozgat ve Kayseri bölgelerine gönderilirlerdi.

Örgüt kurup yönetirlerdi
Sivil olanlar da spor salonları veya kültür faaliyetleri adı altında üniversitedeki yeteneklerine göre uzmanlaştırılırdı. Diğer yandan Halkevleri aynı şeyleri yaptırıyordu. Böylece seçilen bazı insanlar ticaret, eğitim, siyaset, istihbarat, emniyet alanlarında görev alırdı. Solcu, sağcı, dine dayalı örgütler bunların içinden seçilen insanlara kurduruluyordu. Sağcı olan solcu görev, solcu olan sağcı görev alabiliyordu. Suç işlemeye yatkın olanlara ön cephe işleri yaptırılırdı. Hapishanelerden bile insan toplarlardı. Ben eğitim gören çok insan tanıdım. Onların kaldıkları yerleri de gördüm. Ben de Beyazıt Gedikpaşa'da yakınım olan bir polis emeklisine ait Kayseri Palas Oteli'nde çalışıyor ve Metris'te çeşitli eğitimler görüyordum.“

Paşa Güven'le Avrupa'da görüştük
1970'li yıllarda Dev-Sol hareketinin kurucularından olan ve 1980'li yıllarda yurtdışına çıkan Paşa Güven'le Avrupa'da sık sık görüştüğünü iddia eden Baybaşin, “Paşa Güven ile birlikte eğitim görmedim. O ortamdan Paşa'yı tanıyordum. Birlikte (1976) Bayrampaşa'da cezaevinde yattık. Sonra Avrupa'da karşılaştık. 1984'de sürekli görüşürdük, haberleşirdik. Necdet Küçüktaşkıner ile Avrupa'yı geziyordu. Öylesi ortamda alanlarda eğitim gördüğünü ben de onu tanıyan herkes de bilir. Emniyet ve istihbarat kurumları dönemi ve gelişmeleri çok daha iyi ve doğru bilirler“ dedi.

Mumcu'yla görüşecektim ama ölüm haberi geldi
25Aralık 1956 yılında Diyarbakır Lice'de doğan Hüseyin Baybaşin'in hayatı 1970 yılında İstanbul'a gelmesiyle değişti. 1990'lı yıllarda Tansu Çiller tarafından hazırlandığı iddia edilen “Ölüm Listesi“nin üst sıralarında yer alan Baybaşin, 1992'de İstanbul'da saldırıya uğradı. Saldırının ardından eşi ve iki çocuğuyla birlikte Güney Afrika'ya kaçan Baybaşin, Uğur Mumcu ile görüşmek üzere Azerbaycan'a gitmiş: “Uğur Mumcu'yla Azerbaycan'da görüşmek için yola çıktım, kısmet olmadı. Mumcu yerine ölüm haberi geldi.“

24 Aralık 1995'de Belçika'dan Hollanda'ya geçerken yakalandığını anlatan Baybaşin şöyle devam ediyor: “Yolların hepsi kapatılmıştı. Operasyona Özel Timler ve askeri polisler de katılmıştı. 2004 yılına hadar hapishanede ağır tecritte kaldım. Bu sürede işkenceler gördüm. Hapishanede annem ve beş yaşından küçük olan Kürtçe'den başka hiçbir dil bilmeyen çocuklarımla konuşmam yasaklandı.“

Paşa Güven: Dev-Sol'un infaz ettiği kurucusu
Paşa Güven, Dursun Karataş ve Bülent Uluer ile Dev-Sol örgütünün kuruluş aşamasında yer aldı.12 Eylül 1980 darbesinin ardından yurtdışına kaçan Güven, burada örgütün Avrupa sorumlusu oldu. Daha sonra örgütün parasını kendi amaçları uğrunda kullandığı iddiasıyla ölümle cezalandırıldı. Türkiye'de Dev-Sol'a yönelik operasyonların yapılmasıyla Dursun Karataş ve yönetici kadrosu yakalandı. Güven, iddiaya göre Avrupa'da örgüte maddi yardım için uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama işleriyle uğraştı. Paşa Güven, 11 Temmuz 1991'de Fransa'da üyesi olduğu örgüt tarafından öldürüldü.

Baybaşin'le nasıl görüştüm
Hüseyin Baybaşin'le kaldığı Zootermeer Hapishanesi'nde görüşmek için cezaevi yönetimine başvuruda bulundum. Yönetim görüşme talebini olumlu karşıladı. Ancak görüşme zamanına dört saat kala Hollanda Adalet Bakanlığı, Cezaevi Müdürü Ferry de Neyn'e ivedi bir faks çekti. Adalet Bakanlığı yazısında, benimle Baybaşin'in kesinlikle görüşmemesi gerektiği söyleniyordu. Müdür Neyn bize “Görüşme bakanlıkca iptal edildi“ dedi. Hollanda kanunlarına göre cezaevinde yatan bir kişiyle görüşme talebi cezaevi yönetimi tarafından karara bağlanıyor. Buna rağmen iki gün önceden kabul edilen görüşmenin randevuya saatler kala bakanlıkça iptal edilmesi kafalarda soru işareti bıraktı.

Fotoğraf çekince olan oldu
Bu olay üzerine hazırladığım soruları Baybaşin'e gönderdim. Baybaşin de sorulara yazılı yanıt verdi. Bu sırada cezaevi önünde çektiğim fotoğraflar nedeniyle gözaltına alınma tehlikesi de geçirdim. Çektiğim bir fotoğraf karesinden sonra cezaevinin çıkış kapıları kapandı. Hapishanenin giriş kısmından iki polis, yanıma gelerek fotoğraflara bakmak istedi. “Cezaevine saldırı riski nedeniyle çektiğiniz fotoğrafları kontrol etmek zorundayız“ gibi bir gerekçe gösteren görevliler, fotoğrafları tek tek inceleyip, suç unusuru olmadığına kanaat getirdikten sonra, bölgeden ayrılmama izin verdi.

Taraf gazetesi

Hollanda'da kaldığı cezaevinde konuşan Hüseyin Baybaşin: Demirel'in ölüm listesini gördüm ve ülkeyi terkettim... Hollanda'da tutuklu bulunan Hüseyin Baybaşin, 1994'te dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in “PKK'yı finans eden işadamlarını biliyoruz. Hesap soracağız“ şeklindeki açıklamasının ardından başlayan Kürt işadamlarına yönelik seri cinayetlerle ilgili önemli açıklamalarda bulundu. İnfaz kararını Süleyman Demirel'in verdiğini öne süren Baybaşin, öldürülecek kişilerle ilgili listeyi gördükten durumu eski Askerî Yargıtay Başkanı İlhan Şenel'e aktardığını söyledi. Baybaşin, infaz listesinde ismi yer alan ancak daha sonra öldürülen Kürt işadamlarından Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve Adnan Yıldırım'ı tedbir almaları yönünde uyardığını belirterek, “Behçet Cantürk'e ’Türkiye'den çık yoksa seni öldürecekler' dedim. Kendisi Süleyman Demirel'e güvendi ve Türkiye'den kaçmadı. Demirel'le ortaklığı vardı, Kıbrıs Yatırım Bankası'nda da ortaktılar. Behçet'le listede adı olanlara haber verdik, ölüm listesi hakkında birçok yetkiliyle konuştuk“ dedi. 1998'de Hollanda'da yakalanan ve 2002'de müebbet hapis cezasına çarptırılarak Zootermeer Cezaevi'ne konan Hüseyin Baybaşin, Taraf'a çok önemli açıklamalarda bulundu. Önceki gün “Metris'te kontrgerilla eğitimi“ gördüğünü itiraf eden Baybaşin, 1994 Kasım ayında dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in “PKK'yı finans eden işadamlarını biliyoruz. Hesap soracağız“ şeklindeki açıklamasının ardından başlayan Kürt işadamlarına yönelik cinayetlerin perde arkasını anlattı. Listeyi Demirel hazırlattı Ölüm listesinin Süleyman Demirel'in emriyle hazırlatıldığını iddia eden Baybaşin, listeyi öğrendikten sonra birçok kişiye haber verdiğini ve ardından Türkiye'yi terk ettiğini söyledi. Ölüm listesinde Kürt işadamları ve politikacıların yanında Turgut Özal gibi devlet adamlarının da olduğunu belirten Baybaşin, “Kürt işadamları gibi Kürt politikacıları, yazarları kısaca Kürt kimliklerini boyunlarından çıkarmayan insanları imha etme kararını Süleyman Demirel vermiştir. Bu kararı kamuoyuna açıklayan Tansu Çiller'dir. Bu listeyi oluşturma kararı Çiller ve Mehmet Ağar'ın kendi başına yapabileceği işler değildir. Amaçları da ortalığı karıştırıp kendi suç örgütleri için rant ortamı oluşturmaktır. Çok kişiyi tanıyordum listeden. Benim de ismimin yer aldığı listede tanımadığım isimler de vardı. Savaş Buldan da Adnan Yıldırım da listeden haberdardı. Diğer öldürülenler hakkında da bilgilerim vardı“ dedi. “Cantürk'e bilgi verdim“ Ölüm listesini 1991'de öğrendiğini belirten Baybaşin, konuyu devlet görevlileri ve 1994'te Sapanca'da öldürülen Behçet Cantürk'le uzun uzun konuştuğunu söyledi. Cantürk'e “Türkiye'den çık yoksa seni öldürecekler“ dediğini aktaran Baybaşin, şöyle devam etti: “Kendisi Süleyman Demirel'e güvendi ve Türkiye'den kaçmadı. Demirel'le ortaklığı vardı, Kıbrıs Yatırım Bankası'nda da ortaktılar. Behçet'le listede adı olanlara haber verdik, ölüm listesi hakkında birçok yetkiliyle konuştuk... Behçet Cantürk, Yahya Demirel ve Hacı Ali ile her gün görüşürdü. Ağar'a rüşvet verdiğini ben duymadım. Cantürk'ün Demirel ailesinde milyon doların üstünde parası vardı. Öldürülmesine Demirel izin vermeseydi, o aileye güvenmeyip kendisini korusaydı ölmezdi.“ “Demirel'i tehdit ettim“ Kendisine ve ailesine yapılan baskılar nedeniyle Demirel'le görüşerek konuştuğunu söyleyen Hüseyin Baybaşin, “İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Askerî Yargıtay Başkanı İlhan Şenel Paşa ve daha birçok yetkiliye de durumu bildirdim. Bu olayın ardından işyerlerim ve yakınlarıma saldırı ve baskılar arttı, saldırıya uğradım. Ben liste hakkında devlet yetkililerine bilgi verdim. Baktım tüm yollar Demirel'in kendisine bağlanmış, ben de kendi önlemlerimi aldım. Basın mensuplarıyla konuştum. Süleyman Demirel'in kendisine de ’Ailemin herhangi bir bireyine zarar verilirse kendisinin, ailesinin ve yakınlarının çocuklarına kadar' öldüreceğimi söyledim. ’Ankara'yı yakacağımı, aileme silah alıp savaşarak öleceğimi' söyledim“ dedi. “İlhan Şenel Paşa ile görüştüm“ Eski Askerî Yargıtay Başkanı İlhan Şenel'in makam aracıyla Ankara'dan İstanbul'a kendisiyle görüşmeye geldiğini anlatan Baybaşin, kendisine ait Silivri'deki çiftliğinde gittiklerini söyledi. Baybaşin, şöyle devam etti: “Şenel Paşa bana ölüm listesini, benim öldürüleceğimi devletin kararını izah etti. Kararın Demirel'den çıktığını durdurmanın mümkün olmadığını, ancak benim koruculuğu organize etmem durumunda kararın değişebileceğini söyledi. Sonra Ümit Bağbek adlı emniyet müdürüyle görüştük. Bağbek, ’Paşam bana babalık yaptınız. Benim karşınızda boynum kıldan incedir ama bu karar beni aşıyor. Hüseyin'e ne yapması gerektiğini söyleyin. Bunu yapsa dahi kararı ben değiştiremem ama arkadaşlarla konuşurum. Hüseyin kendisine dikkat etsin. Ortalıkta dolaşmasın. Siz de Ankara'da görüşmeler yapın' dedi. Paşa'da ’Demirel canidir, devlet de zor durumda. Bunu kullanıyor. Seni de öldürür. Beni de öldürür' dedi. Benim anladığım ölüm listesi devletin her kademesinde korku, baskı ve soygun malzemesi olarak kullanılıyordu. Mehmet Ağar, Tansu Çiller gibiler içindeydiler ama bağımsız değil, Demirel'le bağlıydılar. Bu bilgiler istihbarat ve güvenlik birimlerinin arşivlerinde vardır.“ “Villamı hediye ettim“ Hüseyin Baybaşin, Erdal Şenel'in eşine Edremit Altınoluk'ta bulunan villasını hediye ettiğini belirterek, villanın tapu kayıtlarına işaret etti. Baybaşin, “Koruculuğu kabul etmeyen amcamı uyduruk bir nedenle cezaevinde tutuyorlardı. Amcamı bıraktırmak için İlhan Şenel Paşa'nın eşine villa verdim. Edremit Altınoluk'ta benim adımdan paşanın eşine devredildi. 1991 veya 1992 yılında olsa gerek. İsteyen Edremit tapu kayıtlarında bilgi-kayıtlarına bakabilir“ dedi. “Kocadağ Ağar'ı suçladı“ Baybaşin, 1984 tarihinde ’Babalar Operasyonu' sırasında Ankara'da Behçet Cantürk ile ilişkili olarak sorgulanan Susurluk kazasında hayatını kaybeden Hüseyin Kocadağ'ın, Cantürk'ün yoldan alınmasını organize ettiğini iddia etti. Baybaşin, “Hüseyin Kocadağ, Behçet'in işinden evine giderken yoldan alınmasını organize ediyordu. Cinayetin ardından Hüseyin'le konuştum bu konuyu. ’Behçet'i öldüreceklerini bilmiyordum. Ankara'ya götüreceklerdi ama öldürdüler' dedi. Kocadağ bana telefonla anlattı. Ağar'ı suçladı inanmadım“ dedi. Cinayetlerin sırrı Ağar'da Ölüm listesi hakkında Mehmet Ağar'la da görüştüğünü belirten Baybaşin, Kürtlerin öldürülmeye başlamasından sonra ilişkilerinin koptuğunu ifade etti. Ağar'ın elinde dönemi aydınlatacak belgelerin olduğunu söyleyen Baybaşin bildiklerini şöyle anlattı, “Mehmet Ağar'la ölüm listesini konuştuk. ’Beni aşıyor Hüseyin, bunlar babanın emridir' diyerek Demirel'i kast etti. Mehmet Ağar kanunsuz işlerde Demirel'in çobanlığını, Çiller'in fedailiğini yaptı. Ama Ağar'ın da Çiller'in de patronu Demirel'di. Bu suçların hepsi MİT arşivinde vardır. Ağar'ın elinde özel belge, ses ve görüntü kayıtları vardır. Siz de devletin ilgili kurumları da o bilgilere bakın ve değerlendirin.“ Ölüm Üçgeni Ergenekon'da 90'larda tek tek fail-i meçhul cinayetlerle öldürülen Kürt işadamları hakkındaki ölüm listesi iddiaları Ergenekon soruşturmasında da gündeme gelmişti. Ergenekon davasında mahkeme, Veli Küçük'ün Kocaeli İl Jandarma Komutanı olarak görev yaptığı 1993-1996 yılları arasında ’Ölüm Üçgeni' olarak adlandırılan Sapanca, Gebze, Hendek üçgeninde özellikle Kürt işadamlarını hedef alan fail-i meçhul cinayetlerle ilgili Kocaeli Savcılığı'ndan bilgi istenmesine karar vermişti. Özal'ın Kürt raporu fitili ateşledi 1992'de Cumhurbaşkanı Turgut Özal, sorunun şiddetle çözülemeyeceğinden hareketle sözcüsü Kaya Toperi ve baş yaveri kurmay Albay Arslan Güner'e 10 sayfalık bir Kürt raporu hazırlattı. Raporda, “Karşılaştığımız sorunun basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikardır“ deniyordu. Bu arada Özal, Çankaya Köşkü'nde DEP milletvekilleri Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Orhan Doğan'la görüştü. Özal, Toperi ve Güner'in hazırladığı rapordaki tesbitleri 13 Mart 1992 tarihli MGK'da gündeme getirdi ve genel af da dahil siyasi sosyal çözümlere değindi. Turgut Özal, ANAP milletvekili Adnan Kahveci'yi yeni bir rapor hazırlaması için görevlendirdi. Kahveci, Güneydoğu'da bir süre inceleme yaptıktan sonra “Kürt sorunu nasıl çözülmez“ başlıklı bir rapor yazdı. Bu dönemlerde ülkede adeta bir kaos ortamı yaşandı.

Huseyin Baybasin'in bu aciklamalariyla, KUK eski merkez komitesi ile Baybasin ailesinin baglantisi ve PKK-KUK catismasinda Baybasinlerin rolü simdi biraz daha aciklik kazanmaktadir. Bundan bir süre önce Kürt sitelerinde Baybasinler hakkinda tartisma yapilirken, Huseyin Baybasin in bu durumu, bu acikligiyla hala tam bilinmiyordu ve ne yazikki o zaman bazi Kürtler, buyuk bir gaflet ve delalet icerisinde adeta Baybasin'e sahip cikmak istemislerdi. Oysa Baybasin'in bir kontra elemani oldugu, bugün kendisi tarafindan bile söylenmektedir. Neymis? Cantürk'ü uyarmis´mis?! Bedavadan kendine kürtlükten nasil pay alinir, iste tam da buna derler. Agar celladi ile suc ortakligini bu sekilde telafi etmeye yeltenmesine ne denir? Bu aciklamadan sonra, onbinlerce kurdistanli fert ve ailelerin, direkt ve indirekt büyük zarar gördükleri: PKK-KUK catismasinda, Baybasin'lerin ve onlarin en yakin isbirlikcileri olan ve ayni örgüt icinde ve ayni zamanda saman altinda su yürütmüs, kacakci Fisli ailesinin rolü ve faaliyetleri arastirilmalidir. Bunlarin mazlum Kürdistan halkinin kurtulus mücadelesine verdikleri zararlar arastirilmali, ergenekon baglari tam tespit edilip tam teshir edilmeleri elzemdir. Bunlar Kürtlükten tam tecrit edilmelidirler. Kendi tarihini bilmeye, kendi tarihinden ders almayan bir mücadele, herzaman basarisizliga mahkumdur.

Sayin Azad, sizin Baybaşin ve Fisli aileleriyle ne sorunlarınız olduğunu bilmiyorum, fakat PKK-KUK çatışmasını bunlara bağlamanız çok yanlıştır. Daha önce de bu sitede bu tür spekülasyonlar çıktı. PKK-KUK çatışmasının nasıl çıktığına dair, uzun bir yazıyla yazdım. PKK-KUK çatısmasının çıkmasında KUK'un bir sorumluluğu yoktur, PKK'nin saldırması ve KUK'un dağılmaması için Kendini savunması üzerine olmuştur. O çatışma, Ceylanpınarda başladı. O çatışmayla KUK merkez komitesinin bir ilgisi olmamıştır ve her fırsatta durmasını istemiştir. Hüseyin Baybaşin'ın hiçbir zaman KUK'lan bir işkisi olmamıştır, onun kiminle ilişkisi olduğunu çok merak ediyorsanız ya kendisine sorun, ya da PKK'nin gazete ve televizyonunundaki roportajını okuyun. Fisli ve Baybaşin ailelerin bir zamanlar KUK'ta üstdüzey görevlerde bulunmaları ve sonraları, bunların uluslararası kaçakçılık yapmaları, bunun KUK'la ilgisinın olduğu anlamına gelmiyor. KUK'la ilişkileri kesildikten sonra, ne iş yaptıkları KUK'u bağlamaz. Hele PKK-KUK çatışmasını buna bağlamak insafsızlık ve bilgi kirliliği olur.

Sayin Mervan, sadece Baybasin ve Fisli aileleri degil, Kürtlere belli bir dönem liderlik yapmis, diger bütün kisi ve ailelerin, bugün halkimizi icine düsürdükleri bu siyasi geriletmede sorumluluk paylarini arastiriyoruz. Bu bizim en dogal hakkimizdir. Öcalan, Kalkan ve Bayik aileleri dahil, Kürdistanda bir dönem liderlik yapmis diger BÜTÜN taninmis ailelerin, veya fertlerin, KUKM'nin belli ve hassas dönemlerinde, üstlendikleri bu rollerini, iyimi, kötü mü oynadiklari, kimlerle iliskide olduklari, ne yaptiklari ve ne yapmak istedikleri ve en nihayetinde de neden halkimizi bu batakligin icine düsürdükleri gibi, bu cok önemli sorulara cevap bulmak icindir cabalarimiz. Umarim bunu anliyor ve bu hakkimiza saygida kusur etmiyorsunuz. Kürtler gibi mazlum bir halkin eline gecmis altin degerindeki tarihi siyasi firsatlari kacirmasi, üstüne üstlük birde halkimizin tarihinde hicbir zaman rastlamadigi en derin bir siyasi ve iktisadi geriletmeye maruz birakildigi günümüzde, elbette geriye dönüp neden ve nereden bu duruma gelmis bulunuyoruz diye bir soru sormamiz gerekmektedir. Bu soruyu sormamak halkimiza cok daha pahaliya mal olmaktadir. Yakin tarihimizde, 1979 ve 1980 yillarinda, Kuzey Kürdistanda en ciddi, en tehlikeli ve en ilk kapsamli ve en ilk yogun silahli PKK-KUK krizi ve catsmalari yasadigimiz, Kürdistan siyasi tarihine PKK-KUK catsimasi olarak gecen bu büyük ve derin provokasyonlarin yasandigi, inkar edilmeyecek bir gercektir. Peki biz bu kadar büyük ve bir o kadar da derin kökleri olan, cok büyük silahli catsimalara varmis olan bu siyasi krizin, bu provokasyonun neden ve kimler tarafindan yapildigi sorusunu kendimize hicmi sormayacagiz? Ardindaki nedenleri hicmi arastirmayacagiz? Kürdistanda cereyan etmis en kücük siyasi bir gelismeyi, özellikle ele alip incelememiz, icine düsürüldügümüz bu vahim ve kabuledilmez durumu anlamamiz ve telafi etmemiz acisindan cok önemli ve hayatidir, kanaatindeyiz. PKK-KUK catismasini kim yapmis olursa olsun, binlerce Kürt yurtseveri direkt ve indirekt etkiledigi ve bundan da daha önemli olan, belli bir siyasi, iktisadi ve askeri birikim saglamis kürdistani potansiyel, bu catismadan dolayi cok büyük bir maddi ve manevi zayiflatmaya götürdügü cok acik bir gercektir. Bu arada biz hep KUK'un PKK'yi sucladigini - sizin yazinizda da ayni yorum mevcut. Bundan anlasiliyorki siz KUK icinde olaylarin ne yönde cereyan ettiginden haberdar birisi olmalisiniz - bir PKK saldirisi oldugunu söyledik. Bu hareketin taraftarlari buna inandi. Inanmalarinda da, bir dereceye kadar hakliydilar. Cünkü PKK'nin ergenekon bagi, icinde bulundugunuz günlerde, her gecen gün biraz daha acik görülebilmekte, anlasilabilmektedir. Hic süphesiz TC devletinin, özel harp kurumu ergenekon PKK ve lideri Öcalan'i KUKM'sine karsi bir piyon gibi kullandigi, artik süphe götürmez bir gercektir. Ki PKK lideri Ocalan da kendisnin 'devlet tarafindan kullanildigini' defalarca yazili ve görsel medyalarda dile getirmistir. Öcalan'in itiraf ettigi bu gercegin bir kismidir. Diger kisim ise Öcalan ile basindan beri PKK'yi yöneten kadrolarin bir kesimi, en azindan üc kisi (Pilot, Kalkan ve Bayik) bu ergenekon agi icerisinde faaliyet gösterdikleri de, Kürt medyasinda defalarca gündeme geldi. Bunlardan zerre kadar süphe etmemekteyiz. Ancak bir kontra elemaninin kardesi Mele Emin Baybasin'in KUK icinde merkez komistesi gibi, sizin de ifade ettiginiz bicimde "üstdüzey görevlerde bulunmaları" biraz düsündürücu degil midir? Sizce, 1970'lerden beri devlet tarafindan egitilmis olan, kontra elemani Hüseyin Baybasin'in ve kardesi Mele Emin Baybasin'in biribiriyle iliskileri hicmi yoktu? Yoktu deseniz dogru bir beyanat olmaz, cünkü Baybasin kardeslerin dogal kardeslik iliskilerinden öte, siyasi iliskilerinin bulundugu, cesitli olaylar ve durumlarda tamamen anlasilmis ve desifre olmustur. Simdi akla gelen ilk soru sudur: Birisi KUK merkez komitesi yönetcisi, diger ise devlet tarafindan egitilen, siyasi olaylarda kullanilan bir kontra eleman.. Bunlarin KUK icindeki rolleri ise (bir tanesinin!?) 'üstdüzey yöneticiligi' !? Yani Hüseyin Baybasin'in KUK'la iliskisi hicmi olmamistir? Bunu mu demek istiyorsunus? Kürtler arasinda siyasi bir karsitlik basgösterirken, bir catisma olurken, bir catisma kizistirilirken, icinde üstdüzey görevlerde kontra elemani bulunan bir hareket (KUK) acaba nasil davranir? Diyorsunuzki bunlarin 'KUK'la ilişkileri kesildikten sonra' yaptiklari bazi uygunsuz davranislari sözkonusudur. Ama gercekten de durum bu mudur? Insafsizlik yaptigimizi iddia ediyorsunuz, peki alem sizin bu insafsizliga ne demeli? Mele Emin Baybasin MIT mensubu 'Diyarbakir Terörle Mücadele Subesi Baskani' yüksek rütbeli bir devlet elemani olan Atilla Aytek ile kirvelik kuracak derecede icli-disli bir iliski icinde oldugu artik coktan beri bilinmiyen bir sir olmaktan cikmistir. Kisaca KUK'un, devletin (ergenekon) cok derin bir seviyeden yürürlüge koydugu PKK-KUK provokasyonu büyük sucunu, SADECE ve sadece PKK'ye yüklemesi o kadar inandirici degildir. Kürdistani sitelerde bu tür tartismalarin olmasi artik kacinilmazdir. Ergenekon ahtapotunun kollari PKK'nin en üst düzeyinde hala gezinirken, daha 1979-1980'de baslattigi PKK-KUK catismasindan sonra ergenekonun KUK'un icindeki kolu olan Mele Emin Baybasin ile birlikte KUK'u daha o zamandan beri bitirmesi, oldukca üzüntü verici bir olaydir. Kürt kamuoyu bu ihaneti en son karesine kadar kasfettikten sonra ancak rahatliyacaktir ve ancak o zaman önünü görebilecektir. Kacakci Fisli ailesi hakkinda dedikleriniz de dogru olmaktan uzaktir. KUK ile iliskileri kesildikten sonra degil, daha KUK kurulmadan önce uyusturucu kacakciligi faaliyeti icinde olan bu ailenin, KUK'un icinde, hatta zaman zaman KUK'u kullanarakta bu isi sonralari MIT müstesari Atilla Aytek ile birlikte yürüttükleri sözkonusudur. Biz bu konuyu daha derin ve daha kapsamli arastirmak ve takip etmek sorumlulugu ve bilincindeyiz. KUK icinde bu durumu daha Kürdistanda farkedip, bu ihanetcilige karsi tavir alan yurtseverlerin arkalarinda konusmalariniz, onlari hala da kandirmaya calismaniz, PKK-KUK catismasinda KUK'un (aynen PKK'de oldugu gibi) ergenekon ayaginin dayanaklarini ortaya cikarmamizin önüne gecmeyecektir. Ortada ne fol var var ne yumurta mi diyeceksiniz? Hayir, hayir cokca vardir diyoruz. Hemde tonla nedenler söz konusudur. Bunlari kimse tek-tek ele almadigi ve bu cirkin ihanetcilik tamamiyle mahkum edilip lanetlenmedigi süreyle, KUKM'sinin önündeki ve üzerindeki dumanli ve sisli hava, tam dagitilamayacak ve buda gelecegimizi tam görmemizi hep engelleyecektir ne yazikki. Gecmisini bilmeyenler, gelecegini göremeyen körlerdir. Azad

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.