Qoşeri kardeşime sözüm vardı. Bana bir soru sormuştu. Fakat sorduğu sorusunun cevabını kendisi vermiş. Tam da söylediği gibidir. Bu nedenle bana söyleyecek bir şey bırakmamış.
Benden de ne düşündüğümü istemiş. O zaman ne düşündüğümü yazayım. Umarım beklentisine cevap olur.
Öcalan, PKK içinde düşünen, üreten, karar veren insanları potansiyel bir tehlike olarak gördü. Bu tür insanları ya kendisi, ya da devlete katlettirdi Fırsatı bulan ya devlete sığındı, ya da kendi imkanlarıyla uzun süre ilegal yaşamaya mecbur bırakıldı.
Öcalan'ın bunlar hakkındaki iddiası MİT üyesi olmalarıydı. Dikkat edilirse, aslında bu bir MİT taktiğidir. Kendi kimliğini devrimci-yurtsever insanların boynuna asıp onları fiziki olarak ortadan kaldırma amacını taşıyordu. Fakat MİT ajanlığı tescil edilmişler ise koruma altına alındı. Hiç birinin kılına dokunulmadı. Bunların en meşhurları Abdurahman Ayhan ve Pilot Necati Kaya'dır. Bunlar korunurken, devrimci-yurtsever insanların boynuna MİT ajanlığı kimliği aslarak fiziki olarak yok etti.
Örneği çok, sayılmayla bitmez.
Mesele Mehmet Şener'i ele alın.
Şener, teori ve pratiğiyle PKK içinde kendini ispatlamış yurtsever, devrimci bir insandı.
Öcalan için tasviye edilmesi gereken potansiyel bir tehlike arz ediyordu.
Şener'i için;
“benden sonra kendisi gelir“ der.
Der, ama kısa bir süre sonra TC devletinin ajanı ilan etmekten kendini alamaz. Şener'in ajan ilan edilmesi elbette ilk değildir. Öncesinde onlarca PKK önder kadrosu ve komutanı TC devlet ajanı ilan edilmiş ve infaz edilmişlerdir.
Tek başına iktidar olma mantığıdır. Yarın ana karargaha döndüğünde tavır koyacak insan arkasından bırakmama hesabıdır.
Bu yaklaşım ve yönelim Kürdistan'i düşüneni, üreten, müdahale edeni değil, Türkiye'yi vatan, Kemalizmi rehber, tüm Türk sembollerini sembolleri sayan köleler, dalkavuklar ordusu isteyen Öcalan gerçekliğidir.
Bu günkü PKK tam da böylesi bir yapılanmadır. Partinin tepesinde Öcalan ve etrafında yalaka ve dalkavuklar ordusu. Öcalan'ın Beka'da, İmralı'da Türk Genelkurmay'ında olması önemli değildir. Bu mekanizma yılların çabasıyla oluşturulmuştur.
Öcalan, kendisi için potansiyel tehlike arz eden devrimci-yurtsever PKK'kileri tasviyeye yönelirken daima baş vurduğu gerekçe kendi kimliğini bu insanların boynuna asmak oldu. Şener'in boynuna asılan gerekçede öncelerinin boynuna asılan gerekçenin aynısıydi. Her ne kadar Öcalan, ana karargahına dönmesiyle bu oyun deşifre olsa da onlarca devrimci-yurtsever bunun kurbanı olmaktan kurtulamadı. Canından oldukları gibi, bir de ihanet damgası yediler.
Devrimcilerin, yurtseverlerin hain, hainlerin devrimci ve yurtsever muamelesi gördüğü bir örgüt varsa, o da; Öcalan örgütüdür.
“Beni de sanırım çok mu yumuşak buluyor? Güya beni de kazanacak, önce PKK'yi reformist bir çizgiye çek, ardından teslimiyete, arkasından tükenişe götürmek.“ (Öcalan, Devrimin Dili ve Eylemi. Sf. 263)
Şener'in ipini çeken Öcalan'nı hazırladığı iddianeme bu. Fakat işin ilginçi, Öcalan ana karargaha dönüşle birlikte kendisi Şener hakkında hazırladığı iddianamede ileri sürdüğü konumdan daha kötü bir yere vardı.
Yanlış anlaşılmasın. Ben PKK'yi hiçbir zaman devrimci-yurtsever görmedim. Fakat birileri bunun tersini savundu. Onlara göre konuşursak, Öcalan; PKK'yi reformist bir çizgiye çekmenin ötesinde Kürd milleti için millet olmadan doğan haklarının gerçekleşmesinin “gereksiz ve imkansız“ olduğunu ileri sürdü. Bir boyutuyla doğru. Yani Beka'da söylediklerini, ana karargaha döndükten sonra terk etti.
Kürdlere, “Türkiye uluslaşması içinde özgür birey olarak kendini ifade etme“ yolunu gösterdi. Buradan “Ne Mutlu Türkün Diyene“ sonucuna vardı.
Bir dönemler, şu an savundukları kendi yol arkadaşlarının ölüm fermanı iken, şu an Öcalan tarafından kendisinden olmayan “şeref ve namus“ üzerine yemin ederek herkes için “zorunlu ve hayırlı olacağı“ndan dem vuruyor.
Gerçekler ancak bu kadar tersyüz edilebilir.
Bu, olsa olsa Öcalan gibi bir kontranın, bir işbirlikcisinin, bir hainin, bir alçağın, işi olabilir.
Neyse ben asıl meseleye döneyim. Devrimci-yurtseverleri nasıl tehlike gördüğü ve nasıl tasviye ettiklerine bakalım.
“Bütün zindan kitlesi ona bağlı. Öyle bir ayarlama yapmış ki, hala bile biz üstesinden gelemiyoruz, olumsuzluklarını aşamıyoruz.“ (age. sf. 271)
Şener'in zindanı direnişi açık. İçerde olan PKK kitlesinin direnişinin kendisidir. Öcalan, yıllarca bu direnişin arkasına saklanarak kendisini yaşattı. PKK yayınları incelendiğinde bu açıkça görülür.
Fakat ne zaman Şener ve zindan direnişcileri Beka'ya gitti. Öcalan için tehlike çanları çalmaya başladı. Öcalan bunlardan korkuyordu. Tasviyelerini önüne koyuyor. Gerekçe arıyor. Düşürdükleri unsurlara yazdırdığı itirafnamelerle bir zaman övündükleri zindan direnişini bu kez;
“Devletin denetiminde bir düşürülme eylemi“ ilan ediyorlardı.
Hiçbir Allahın kolu;
“Be adam ben zindandan direndim. Canımdan, hücrelerimden milim milim vererek hem kendimin, hem de Kürd milletinin onuru korudum. TC devletini dize getirdim. PKK zindan kitlesini teslimiyeten kurtardım. Sen de bu direnişin arkasına sığınarak fahişece siyaset yaptın. Şimdi durup durupken bu şanlı direnişe TC ağzıyla saldırmakta ne oluyor? Bu, mücadeleye, direnişe, emeğe, zindan şehitlerine ihanet değil mi?“ diye soramıyordu.
Yarattıkları canavarın karşısında cüceleşiyorlar, alçalıyorlar, kişisizlikleşiyor, dalkavuklaşıyorlardı. Öcalan, onların bu zaafını görüyordu. Gördüğü içinde onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Kimi katlediliyor, kimi intihara sürükleniliyor, kimi düşmana teslim oluyor, kimi kaçarak canını zor bela kutarıyordu.
Öcalan gerçekliği dediğim budur. Bu gerçeklik, onun ta başından beri sömürgeci sistemin düşürdüğü bir unsur oluşuyla alakalıdır. Bu kavranılırsa, ne olur?
Hele önce bunu bir kavrayalım. Bakın o zaman ne değişiyor.
Cok onemli bir tespit.