Ana içeriğe atla
Submitted by Rêvebir_D on 29 March 2014

Toplumda varlık mücadelesi yürüten gruplar kendilerini var kılma yolu olarak ötekini düşman göstermek suretiyle varlık kazanmayı hedeflediklerin de toplumsal yapıda sorun üretmekten başka bir işlev görmezler. Bir grubun öteki üzerinden kendisini konumlandırarak varlığını kaim kılmaya çalışması halinde, toplumsal dokunun bütünlüğünü önemli ölçüde zedeleyen sonuçlara yol açacakları Sosyoloji bilimi açısından kehanet değildir.

Türk devlet geleneğinde var kalmanın/olmanın yolu kendisi dışındakileri düşman/kötü ilan ederek, yegâne iyinin kendisi olduğunu halka empoze etme anlayışı hakimdir. Varlık için çatışmalı bir ortam yaratarak halka ölümü gösterip sıtmaya razı etme davranışı ön plana alınır ve bunun üzerinden stratejiler geliştirilir. Bunun tarihsel verileri sayılmayacak kadar çoktur. Ama yakın tarihsel sürece ait yaşananlar henüz belleklerde tazeliğini korumaktadırlar. Önemli dönemeçlerden biri Osmanlının yenilik hareketlerinde kendisini açığa çıkartmıştır.

Batı toplumlarında başlayan değişim hareketleri karşısında varlığını koruma endişesi yaşamaya başlayan Osmanlı 1808 ıslahatlarını uygulamak için öteki yaratma düşüncesini toplumda fiilen uygulanmaya başladı. Bu süreçte gelişen her toplumsal muhalefet, gücü elinde bulunduran iktidar müntesiplerince öteki (kötü) ilan edilerek ona karşı toplumsal algı oluşturuldu. Fakat yere ve zamana göre öteki ilan edilecekler farklılaşıyordu. Yani döneme göre farklı niteliklere sahip ötekiler var edilmek zorundaydı. Bu nedenle;

-Dinsel farklılığa dayanan ötekinin var edilmesi en kolay hedefti. Bunun işe yaramadığı durumlarda ise devreye etnik farklılığa dayanan öteki konuluyordu. Eğer buda işe yaramıyorsa mezhepsel farklılığa dayanan öteki hep yedekte tutulan can simidiydi.

Bu geleneğin en işlevsel hale geldiği dönem ise Laik Kemalist iktidar dönemiydi. Kemalist iktidar toplumun hep tetikte olmasını sağlayacak düşman algısı yaratarak, varlığını devam ettirecek yollar buluyordu. Ermeniler, Rumlar, Araplar ve Kürdler ilk[y1] düşman edilenlerdi. Bunların yeterli olmadığı durumlarda ise can simidi irtica devreye sokuluyordu. Aslında bu gelenek her iktidar için geçerliydi. Daha ilkokulda iken bize komşularımızı sayın derlerdi sayardık. Bu seferde düşmanlarımızı sayın derlerdi aynı şeyi sayardık. Bu durumu düşününce toplumun nasıl bir ruh haline büründürüldüğünü daha iyi anlayabiliyorum. Bunların yetersiz kaldığı durumlarda ise devreye iç düşmanlar sokuluyordu.

Türk devletinde iktidarı ele geçirenler açısından düşünüldüğünde gelenek hiçbir zaman bozulmadı. Dönemsel şartlara göre iktidara gelenler hep karşıt bir düşman algısı oluşturarak varlıklarını sürdürme eğilimi gösterdiler. Ki karşıtlık üzerinden konumlanarak düşman üretmenin en kolay yol olduğunu gücü eline geçiren her iktidarın göstermiştir. Oysa İslamcılar toplumsal bütünlüğü hedefleyen düşünsel alt yapıya sahip olmalarına rağmen bunun en acı verilerini ortaya koydular.

İslamcıların ilk iktidar deneyimi koalisyonlar üzerinden gerçekleşti. Ancak asıl deneyim tek başına iktidara sahip oldukları son on iki yılda yaşanalar üzerinden değerlendirilmelidir. İktidarla tanışmanın başlangıcında toplumsal uzlaşmaya dayanan önemli adımlar attılar. Bunu sağlamlaştırmak içinde farklı eğilimlerden insanları aynı potaya alarak bir gelecek ve gelenek kurma eğilimi gösterdiler. Ancak süreç içerisinde iktidar nimetleriyle tanışma oranları yükseldikçe farklılıkları unutan veriler ortaya koyma eğilimini de göstermeye başladılar. İnsaflı olmak gerekirse eski iktidar sahipleri hiçbir zaman bu iktidarı hazmetmedi. Eline geçirdiği her fırsatı da değerlendirmekten de uzak durmadılar. Buna karşı İslamcı İktidar kendi kitlesine yönelik düşman algısı oluşturarak varlığını sürdürme eğilimine girdi.

On iki yıllık iktidar dönemi her seferinde güç odakları tarafından çelme takılmasıyla karşı karşıya kaldı. Ancak bunu uzlaşma arayışıyla çözme yerine karşıtlık üreterek çözmeye çalıştılar. Halk nezdinde buna meşruiyet kazandırma savaşına giriştiler. Son süreçte bunu ortak değerlere sahip olduğu varsayılan paralel yapıya yönelterek meşrulaştırma derdine düştüler. Gerçi yapı bunu hak edecek çok veri üretti ama İktidar bu tuzağa düşerek kendi varlık gerekçesini daha dar bir alana hapsetti. Böylece kamplaşmanın acı verici durumunu ortaya serdi.

İslamcı iktidarla birlikte Müslümanlarda da algı dönüşümü yaşandı. Laik Kemalist rejime ait kurumları sanki İslami kurumlar gibi sahiplenme duygusuna yönelerek varlık gerekçelerini görmezden gelmeye başladılar. Dolayısıyla kendi varlık gerekçelerine ters kimlik geliştirerek savunma psikolojisine girdiler. Oluşan ters kimlik nedeniyle Kemalizmin savunuculuğuna soyunduklarını fark edemeyecek duruma düştüler. Oysa onların temel değerleri bunun üzerine şekillenmemişti.

Sonuç:

İslamcıların sıratı denilebilecek iktidar süreci son merhalede çatışma ortamı oluşturan toplumsal yapı üretmekten başka sonuçlar vermeyecek gibi görünüyor. Her seçim döneminde üretilen bir başka düşman algısı eski rejim (Kemalist Rejim) alışkanlığının İslamcılara nasıl sirayet etiğinin göstergesidir. İktidarda kalma uğruna hep birilerini düşman göstererek toplumda var kalma mücadelesi sonuna kadar devam edemez. Eski rejim her zaman bu stratejiyi uygulayarak var kalmayı denedi ama fırsatın halka geçtiği her dönemde halk onu yerle bir etmeyi de ihmal etmedi.

Su dua ile bitirelim: Allah'ım devleti sahiplenen yani Kemalist ideoloji üzerine kurulan laik sistemi savunan devletçi Müslümanların ahmaklığından sana sığınırım.

28 Mart 2014

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.