Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 24 December 2009

Gururla Bakıyorum Kürdistan'a

Kurban bayramını geçirmek üzere Kürdistan'ın Güneyine ailece bir seyahate çıktık.

Seyahat öncesi hazırlıklarımızı yaparken içten içe bir sevinç dalgası yüreğimizi kaplıyor, sevincimizi herkesten hatta bir birimizden saklama gereği duyuyorduk. Diyarbakır'a kadar uçakla gittik. Sonrasına ise taksi dolmuşla devam ettik. Sınıra yaklaştıkça heyecanımız her kilometre de daha da artıyordu. Neyle karşılaşacağımızın bilinmezliği tedirginliğimizi artırıyordu. İlk kez gitmenin ve özgür topraklara kavuşmanın heyecanı sınırda zirve yapıyordu. Sevgiliye kavuşur gibi heyecan tüm benliğimizi sarıyordu ve dudaklarımız kuruyordu.

Ben, sigara üstüne sigara içiyordum. Ve işte ilk özgür topraklarda dalgalanan Kürdistan bayrağını görüyordum karanlık gecede!

Sınır kapısında işlemleri taksi şoförü yaptı . Soruyorum “keki özgür topraklar nerden başlıyor“ diye. Köprünün üstündeki kırmızı beyaza boyanmış yerin bitiminde mavi ile boyanmış demir korkulukları gösteriyor. Aramızda 100 metreden az bir yol vardı ama işlemler uzun sürdü. Türk tarafı nda akşam molası vermiş bekliyorduk. Her an bir aksilik olur diye de canımız sıkılmıyor değildi. Ama hiçbir aksilik çıkmadı. Taksiyle yavaş yavaş metreleri arakamızda bırakırken önümüzdeki metrelere bakıyorduk ve arakada metreler çoğaldıkça önümüzdeki metreler azalıyordu. Tanrım bu ne güzel bir duygu!

İşte kırmızı beyaza boyanmış demir korkuluklar bitti ve mavi korkuluklar başladı. Artık özgür Kürdistan'daydık ve bizi karşılayan ilk Kürd Peşmergesi... İlk güler yüzlü Kürd polisi. Yoksa asık suratlıydılar da mı bana güler yüzlümü geliyorlardı? Bunun ayırdına varamadım ilk etapta. Bu anı benim gibi Kürdistan topraklarına adım atmamış bir arkadaşımla paylaşmak istiyorum. Telefonla arayıp sınırı geçtiğimi söylüyorum. Sesim titrek, buğulu ama mutluydum. İlk damgalar vuruldu pasaportlarımıza işte benim için kopma anı. Ve bunu kardeşim Azad'la paylaşmak istiyordum. “Ben hayalimi gerçekleştiriyorum“ diye haykırmak istiyordum. Azad'ı aradım, “özgür Kürdistan' dayım, keşke sen de şu an bu topraklarda olsaydın“ diyorum. “Bu anı yaşamanı istiyorum“ diyorum. Aklımdan ağabeyim Nevzat'ın ve babamın çok istemelerine rağmen bu anı yaşayamadıkları geçiyordu ve telefonda Azad'la konuşurken artık bir çocuk gibi ağlıyordum, utanmıyordum ağlamaktan. Telefonun diğer ucunda Azad anlıyordu beni. Neler söylemek istediğimi anlıyordu.

İşlemlerimiz bittikten sonra şoförümüz bizi park yerine götürdü ve orada oğlum karşıladı bizi. Oğlumu görme sevinci ve özgür toprakları görme sevinci duygularımda tavan yapıyordu. Oğlumla Dohok' a doğru yola çıktık, ilk molamızı yıllardır görmediğim bir akrabamın evinde verdik. Yıllar sonra kavuşmanın, görüşmenin tadını çıkartıyorduk. Akrabam, eski bir gerilla; tıpkı eşi gibi. Güzel de bir kız çocukları var. Sade döşenmiş evinin salonunda babamın büyük boy bir resmi ilişiyordu birden gözüme. Babamın resmi altında sohbete dalmıştık.

Sohbet sırasında onunla bir ara röportaj yapmak istediğimi söyledim. Yanıtı çok açıktı “dil doğru söyler kalem doğru yazar, ben seninle röportaj yaparım ama sonucu senin için ağır olur.“ Beka'dan, Apo'dan dağdaki gerilladan konuşup sohbetimize devam ediyoruz. Zaman zaman eşi sohbete katlıyordu, ben ise o anda ne çok acı çekmişler diye düşünüyordum. Nasıl da tüm düşüncelerini yıkmışlardı. Özgür bir toprak parçası için dağa çıkıp, nasıl da hiçbir şey istememeye kadar getirilmişlerdi. Bedeli ne olursa olsun, umarım bu iki Kürd gerillası ile söyleşimi kısa sürede yaparım diye geçiriyordum aklımdan.

Aklıma Maksim Gorki geliyor... Gorki, zalim çardan korkmazdı ama Stalin'den korkardı. Neden? Peki ya biz? Biz; hiçbir zalimden, ölümden korkmadan cezaevi süreçlerinden, işkencelerden geçtik. Korkmadan bağımsız Kürdistan için mücadele ederken, neden PKK'den çekiniriz? Neden onlardan korkarız. Bize hain derler diye mi yoksa başka bir şey mi var? Yılların mücadelesinin sonucunun bir çırpıda hain damgası yemek olmasından korktuğumuz için mi PKK'den korkarız? Bu soruya elbette ki uzun yanıtlar verilebilir. Ama bu, bir başka yazının konusu...

Sohbetin tadına doyamamışken, istemeyerek, bu iki gerillanın evinden ayrılıp Erbil'e doğru yola çıktık. Oğlum bir şeyler anlatıyordu, ben ise gecenin karanlığını yırtarcasına özgür topraklara bakmaya çalışıyordum. Özgür toprakların kokusunu içime çekmek istiyordum doyuncaya kadar. Düşünüyordum, bu kadar acının bedeli bu işte diye. İyi ki bu kadar acı çekmişiz. Bu kadar bedel ödemişiz. Hiç de boşuna değilmiş meğer. Verilen bedelin karşılığı ödül olmalıydı elbet. Ödülün adı da bağımsız Kürdistan olmalı. İşte en güzel karşılık; Özgürlük!

Karanlıkta Kürd peşmergeler kimlik kontrolü yapıyorlardı. Her kontrol noktasında gerek peşmergeler gerekse oğlum birbirlerinin hatırlarını soruyordu, hepsinin yüzleri güleç, insanı rahatsız edecek en ufak bir tavırları yoktu. Gözümün önüne gezdiğim Avrupa ülkeleri geliyordu o an. En medeni ülkelerde bile insanlar birbirlerine sadece kuru bir “günaydın“ der. Ama Kürdler sadece günaydın demiyorlar. Birbirlerinin sağlıklarını keyiflerini de soruyorlar. En az 5 cümlelik bir konuşma geçer aralarında. Peşmergeler sohbetle birlikte kimlikleri istiyor, sonra nereden gelip, nereye gidileceğini soruyordu. Bu kez aklıma Türkiye geliyordu. Türkiye'de bir polise, askere günaydın dersen askerin veya polisin düşüncesi şu olur: “Acaba bu yalaka herif benden ne isteyecek“ veya “Alllah Allah bu durup dururken neden bana günaydın dedi“

Özgür topraklarda kaldığım sürece her arama noktasına aynı içtenliği, samimiyeti gördüm. Bu böylesi bir gelenek almış. Gerek Berzani bölgesinde, gerekse Talabani bölgesinde de aynı. Buradaki polislerin kimlik istemesi bile emin olun insanı rahatsız etmiyordu.

Erbil'de ilk gecemizi oğlumun evinde geçiriyorduk. Ama uyku tutmuyordu. Yatakta kıvranıp duruyorduk. Sabahın ilk ışıkları ile kendimi sokağa attım. Her yerde gözüm Kürdistan bayrağını arıyordu. Çok geçmeden gördüm. Nerdeyse her yerde var. O kadar gururla dalgalanıyor ki, göğsüm kabarıyor...

Az sonra eşim de uyanınca beraber sokakları dolaşmaya çıktık. Bir Süryani'nin evinde bulduk kendimizi. Sıcak, içten davranışlarına karşılık bizim şaşkın bakışlarımız altında sohbetimiz devam ediyordu.

Kısa bir sürede her şeyi görmek, tatmak arzusu içindeydik. Aynı gün yıllar önce ayrıldığım ve görüşemediğim bir dostumu aramayı düşündüm ama içimde bir tedirginlik vardı; ya o değişmişse, ya “işim var görüşemem“ derse? Tüm bu tedirginliğime rağmen aradım. Ona bir çayını içmek istediğimi söyledim. Sesim titrek, yüreğim ürkek şekilde konuşuyordum. 31 yıl önceki sesi hatırlamaya çalışıyordum, 31 yıl önceki sesin sıcaklığını arıyorum. 31 yıl önce beraber Tatvan'dan Van'a giderken bana söylediği cümle aklıma geliyordu o esnada. Dağlara bakmış bana şöyle demişti “Ferhat bir gün bizim Peşmergelerimiz bu dağlarda dolaşacak.“ İşte o inançlı, kararlı dostumu aramıştım. Ürkek ve titrek sesle... Çok zaman geçmiş, çok şeyler değişmişti. Bizler çocuktuk, hayallerimiz kocamandı. İşte o hallerimizin dostunu arıyordum titrek sesimle. Ben değişmemiştim ama peki ya o değişmişse?

Ortak dostlarımız övgüyle söz ediyorlardı ondan. Ki bu daha da beni tedirgin ediyordu.

Çay içme teklifimizi kabul edince ertesi gün için randevulaştık. Kürdistan'ın bir başka önemli şehrinde Kral Berzenci' nin başkenti Süleymaniye'de buluşmak üzere randevulaştık. O gecemizi Erbil'de geçirdik ve sabah erkenden oğlumun kullandığı araba ile Süleymaniye'ye Hatice ablaya, yani herkesin Xeci dediği Hatice Yaşar'la buluşmaya gittik. Yollarda Kürdistan'ın tüm fotoğrafını beynime kazıyordum. Oğlum biz iyi bir rehber olmuş ve aynı zamanda iyi bir tercüman. Soraniceyi biliyor olması işimizi bir hayli kolaylaştırmıştı.

Süleymaniye'nin girişinde kocaman bir duvarda Kürd şahsiyetlerinin resimleri ve Mahabad cumhuriyetinin kurulduğu anda çekilen fotoğrafın büyük resmi duvara çizildiğini gördüm. Gururla baktım o resme. O resimde olmayışımın kıskançlığı benliğimi sarıyordu. Qadi Muhammed, büyük insan Mela Mustafa Berzani ve diğerleri... Önünde bir resim çekip o resme girmek istiyordum.

Ben resmin büyüsüne kapılmışken Xeci aradı, Aşti oteline gitmemizi istiyordu. Orada ilk randevumuz gerçekleşecekti. Kafamda Hatice ablayı görür, bir çay içer döneriz diye bir plan vardı. Birazdan iki kişinin bize doğru geldiğini gördüm. “Xeci sizi almamızı söyledi“ dediler. Bizi, eskiden Saddam'ın emniyet müdürlüğü binası olan şimdi ise müze olarak, yani zulmün abidesi olarak saklanan binaya götürüyorlardı. Zulme tanıklık etsin diye müze haline getirmişler.

Bu müzede dolaşabilmek için çok sağlam bir kalbe ihtiyaç vardı. Benim böyle bir kalbim olmadığı için müzenin tümünü göremedim. Kürdler dört sömürgeci devletin en zalimane işkencelerine, soykırımlarına maruz kalmış, dünya Kürdleri kobay olarak kullanmıştı. Gerek işkence, gerekse soykırım konusunda hep kobay olarak kullanıldık. Yani soykırımın mimarı Hitler bile bu kadar zulmü yapabilmiş değildi. Zaten Hitler'in beyni bu kadar zülüm yapmaya yetmezdi Araplardan, Farslardan, Türklerden ders alması gerekirdi.

Yavaş yavaş Xeci ile buluşma saati geliyordu artık. Rehberlerimiz bizi Kurd Sat Tv'ye götürdüler. Burada Hatice ile buluşacaktık. Ben heyecan içerisinde, merakla bekliyordum ki Hatice'nin sesi koridorlarda yankılanmaya başladı.

Hatice bulunduğumuz odaya girdiğinde birbirimize sarılırken sesim boğuklaştı, gözlerim nemlenmeye, dudaklarım kurumaya, başladı. Xeci'ye sarılmış bırakmak istemiyordum. Hatice yerine oturduğunda zorlukla “nasılsın“ diyebildim. Hatice'nin “Ferhat hele biraz dur, kendime geleyim“ demesi üzerine sessizlik oluşuyordu. Çocuklarım, eşim, herkes suskun... Çocuklarıma dönüyorum “işte size bırakabileceğim miras bu; iyi dostlar ve özgür bir Kürdistan.“ Mal mülkten çok daha önemli olan dostlar ve özgür bir toprak parçası bırakmak değil midir?

Eşimin dediği gibi “Hatice ile son 3o yılımızı birkaç saate sığdırma“ya çalışıyorduk. Her şeyi yaşamak, her şeyi görmek gibi bir aceleciliğin içindeydik ve bunu gerçekten özgür topraklarda başardık. Koskoca bir ömrü birkaç güne sığdırdık.

Özgür topraklardaki hiçbir Kürd, sömürgeciler tarafından suni yapay sınırı görmüyor. Aksine bir gün bağımsız birleşik bir Kürdistan'ın kurulacağına inanıyorlar. Sadece Türklerin sömürgeciliğinin altında olan kuzeyli Kürdlerin buna inancı olmadığını gözlemliyorum. Güneyde sıradan bir Kürd bile büyük Kürdistan'a ulaşılacağını biliyor.

Çok ilginçtir dünyanın her yerindeki Kürdler ortak ülküye sahiptirler. Ancak Türkiye Kürdleri bu konuda ayrı düşünürler. Her Kürd örgütünün bayrağı Çarçıra'da çekilene bayraktır. Ama kuzeyli Kürdlerin bayrağı farklıdır. Her parçadaki Kürd askerlerinin adı Peşmergedir ancak kuzeyli Kürdlerin askerlerinin adı gerilladır. Her parçadaki Kürdlerin ortak dili Kürdçe ve lehçeleridir ancak kuzeyli Kürdlerin dili Türkçedir. Her parça Kürdistan'ın sınırları tüm Kürdistan'ı kapsar sadece kuzeyli Kürdlerin sınırı misakı mili sınırlarıdır. Bunlar çoğaltılabilir.

Güneyde bir ülke yeniden inşa ediliyor. Hem de çok hızlı bir şekilde. Öylesine hızlı ki, bir ayda değişimler göze çarpıyor. Yarım asırdan fazla süren savaşta ülkelerinin yıkıldığını gören Kürdler “savaşın izlerini ne kadar çabuk silersek o kadar iyidir“ deyip kolları sıvamışlar ve yeniden inşa ediyorlar ülkelerini. Dünyanın en hızlı büyüyen devleti durumunda Kürdistan'ın güneyi. İsrailliler çölde bir devlet inşa ettiler, Kürdler yıllarca bombalanan ülkelerini, taş taş üstünde bırakılmamış ülkelerini inşa ediyorlar. Hem de her santimetre karesini ilmek ilmek örüyorlar. Her ağacı bir ormanmış gibi emekle büyütüyorlar.

Böyle güzel duygularla özgür topraklardan esir toprağa geçiş yapıyorduk tatilin sonunda. Diyarbakır hava alanında uçağa binerken bile hala dudaklarımızda bir tebessüm, yüzümüzde bir mutluluk vardı. Bindiğimiz uçak yolcularını almış hareket için hazırlanırken, yanmaya başlıyor ve bizi bu olay bile mutsuz etmiyordu. Tıpkı esrar içen Hasan Bin Sabahın fedaileri gibiydik. Ölüme mutlu ve erinç bir yüzle gidebiliyorduk. Çok sonraları uçağın yanmasını ve ölümden kıl payı kurtulduğumuzu idrak edebiliyorduk.

Bu kadar güzel şey anlatırken hiç mi kötü şeyler yoktu güneyde. Vardır elbette ki ama ben kötü şeyleri görmedim Belki görmek istemedim. Ancak Arap harflerinin yanına Latin harfleri ile de Kürdçe yazılırsa sanırım Kürdler arası entegrasyon açısından iyi olacaktır. Bunu en azından yol bilgi tabelalarından başlasalar iyi olacak.

Şimdi düşünüyorum da Kürdistan'ın bağımsızlığını değil de başka şey isteyenlerin Kürdistan' i duygularından yoksunluklarını, ve inanın tarih bir gün Kürdlerin ve Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkların özgürlüğünü, toprak temelinde özgürlüğünü mücadelesini vermeyenlerden hesap soracak. O koca koca laflar eden koca koca Aydınlarımızı tarihin çöp tenekesine atacaktır.

20/12/2009

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.