Cibranlı Halit Bey (Xalid Begê Cibirî/Xalîd Beg Cîbran), 1882 yılında Mûş Gimgim'da (Varto) doğar. Babası Cibran aşiretinin reisi Mahmut Bey'dir. Anne tarafı ise Melekan şeyhlerindendir (Melekan şeyhleri, daha çok Bingöl-Solhan dolaylarında yerleşiktir). 1891 yılında oluşturulmaya başlanılan Hamidiye Alayları çerçevesinde, 1892'de İstanbul'da (payitaht) Aşiret Mektepleri kuruldu. Cibran aşiretinin bir alay oluşturarak Hamidiye'ye katılmasıyla beraber Cibranlı Halit Bey de haliyle İstanbul'daki Aşiret Mektebi'ne kaydedilir. Halit Bey, Aşiret Mektebi'nin 36 numaralı öğrencisi olarak tahsiline başlar. Aşiret Mektepleri'nin resmi misyonu Hamidiye Alayları için yerli (Kürt) subay yetiştirmek olsa da, asıl amaç Osmanlı entegrasyonu çerçevesinde, Kürdistan'ın kuzeyinde cereyan eden Ermeni Milliyetçi Komiteleri'nin (Hınçak, Taşnak-Ermeni halkının deyimiyle "Halk Kahramanları") eylemlerini Kürtler vasıtasıyla engellemektir.
Aşiret Mektebi'nden mezun olan Halit Bey, daha sonra Harbiye'ye (Harp Okulu) girebilen birkaç Kürt öğrenciden biri olur. Dönemin devlet iktidarını elinde bulunduran İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Pantürkist yaklaşımına karşı, İstanbul merkezli Kürt yurtsever oluşumları meydana gelmiştir. Örneğin bu
oluşumların en etkini ve kapsayıcısı Kürt Teavuun ve Terakki Cemiyeti'dir. Bu cemiyetin bünyesinde yüzlerce Kürt aydını, düşünürü, yazarı ve reisi bulmak mümkündü: Halit Bey'in öğrencilik dönemlerine denk gelen bu süreç, Kürt milliyet fikrinin teoride de oluşma evresidir. Cibranlı Halit Bey haliyle bu Kürt milliyet fikrinden fazlasıyla etkilendi. Osmanlı ordusuna yaver (yüzbaşı) rütbesiyle katılan Halit Bey, Birinci Dünya Savaşı'nda Kudüs Cephesi'nde İngilizlere karşı savaştı. Savaşın genel gidişatına paralel olarak Çarlık Rus ordusu Kürdistan'ı işgal edince Varto'ya geri gönderildi. Varto'da 2. Cibran Alay Komutanı olarak (bu alay, hafif süvari Kürt birliklerinden oluşur) Kafkas Cephesi'nde Mürsel Paşa Fırkası'na bağlı olarak Ruslara karşı savaşır. Bu dönemde Bedirhanilerin Ruslarla anlaşmaya çalıştığını da unutmamak gerekir.
Azadî'nin kuruluşu
Pasinler Ovası'nda Kürtlerden oluşan Aşiret Alayları (1908 Bab-ı Ali darbesinden sonra Hamidiye Alayları revize edilip isimleri de Aşiret Alayları olarak değiştirilir) Rus birliklerini durdurmayı başarır. Bunun üzerine Cibranlı Halit Bey'e Miralay rütbesi verilir. 1917 Ekim Devrimi'nden sonra Rus Ordusu kendiliğinden Kürdistan'dan çekilince, Miralay Cibranlı Halit Bey Varto'ya döner. Varto'daki günleri Kürt dili ve edebiyatı üzerine yaptığı çalışmalarla geçer. Ayrıca Osmanlı'nın son demlerinde kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti'nin Kürdistan örgütlenmesinin genel sorumlusudur.
Sevr Antlaşması sürecinde, Kürt aşiret reisleriyle çeşitli toplantılar düzenler. Öyle ki, Hamidiye Alayları'na alınmayan, Varto, Karlıova, Dersim civarındaki Alevi Kürt aşiretleriyle de görüşmeler sağlar. Bu da Halit Bey'in Kürt bilincinin ulusallığını, çağdaş yurtseverliğini gösterir. Bütün bu görüşmeler yapıldığında, Halit Bey hala Miralay'dır. Halit Bey'in görüşmelerinden bir şekilde haberdar olan Kemalist rejim, Cibran Alayı'nı Varto'dan Erzurum'a geri çağırır. Nihayetinde Cibranlı Halit Bey başkanlığında Azadî örgütü (Kürtçe karşılığı Rêxistina Azadî ) Erzurum'da kurulur. Bilindiği üzere İttihat ve Terakki'nin devamı olan Kemalist oluşumun Kürdistan'daki merkezi Erzurum'dur. Azadî'nin buradan kök salması ilginçtir. Azadî'nin kuruluş tarihi kesin olmamakla beraber 1919 yılı kabul edilir. Bilindiği gibi, aynı yıl Atatürk de Erzurum'da Erzurum Kongresi'ni toplamıştır. Denilebilir ki Kürt yurtseverlerin ve Kemalistlerin farklı devlet kurma serüvenlerinin başlangıç noktası Erzurum'dur.
Miralay Cibranlı Halit Bey'in öncülüğünde kurulan ve dönemin Kürt aşiret ağalarından olan Haydaranlı Kör Hüseyin Paşa, Sipkanlı Abdülmecit Bey'in çocukları, Hesenanlı Halit Bey, Hoytili Hacı Musa Bey'in yanı sıra, eski Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya, Doktor Fuat gibi dönemin Kürt aydınlarını da bünyesinde toplayan Azadî örgütü; başlarda Kürdistan İstiklal Komitesi adı altında bir süre çalışmalarını gizli yürütür. Gün geçtikçe örgütlenme sahasını genişleten Azadî, Şeyh Sait ve Şeyh Abdulkadir gibi dini Kürt önderlerin desteğini de sağlar. 1924 anayasasının katı Kürt inkârcılığı üzerine, topyekûn direniş kararı alan Azadî, kadrolarını, etkinlik gösterdikleri bölgelere gönderir.
İsyan ve ihanet
1924'te kararlaştırılan topyekûn Kürt isyanına önderlik kadrosu için iki isim belirginleşiyordu: Cibranlı Halit Bey ve Şeyh Sait. İsyanın askeri boyutunu Halit Bey, propaganda boyutunu ise Şeyh Sait yürütecekti. Ancak süreç beklenen şekilde gelişmedi. Azadî'nin örgütlediği Türk ordusunun içindeki Kürt subaylardan İhsan Nuri, Bitlisli Teğmen Ali Rıza, Vanlı Rasim ve Tevfik Celal deşifre olup, 350 Kürt er, 10 makineli tüfek, 370 piyade tüfeğiyle birlikte firar ettiler.
Azadî'nin içindeki ajan Binbaşı Kasım Ataç (Xayîn Qaso), Azadî'ye girdiği ilk günden itibaren Ankara'ya istihbarat yetiştiriyordu. Binbaşı Kasım Ataç, Cibranlı Halit Bey'in kız kardeşi Gulê ile evliydi. Şeyh Sait'in de bacanağıydı. Binbaşı Kasım Ataç, Cibranlı Halit Bey'in yakınına kadar sokulmuştu. İhsan Nurilerin firarından sonra isyan hazırlıklarına tam kanaat getiren Ankara hükümeti, Cibranlı Halit Bey'i Erzurum'dan Sarıkamış'a ordu teftişi bahanesiyle çağırtarak 20 Aralık 1924'te tutuklattı. Daha öncede belirttiğim gibi Halit Bey'in Sarıkamış'tan Bitlis'e götürülmesi başlı başına bir polemiktir. Yol güzergâhındaki Kürt beylerinden kurtarılma ümidi taşıması ve kurtarılamaması trajiktir (Hesenan Aşireti'nin, Halit Bey'i kurtarma girişim olduğu iddia edilir).
Miralay Cibranlı Halit Bey'in tutuklanmasıyla birlikte Şeyh Sait'in omuzlarındaki yük artmış, isyanın liderliği için gözler ona dönmüştür. Şeyh Sait köyünden yani Kolhisar'dan (Erzurum'un ilçesi Hınıs'a bağlı bir köy, günümüzde ise mahalle) çıkıp halk arasına karışmaya başladığında umutlar tekrar yeşermişti. Şeyh ateşli bir Kürt milliyetçisi, saygın bir din adamı ve karizmatik bir liderdi, bazı kaynaklara göre Şeyh Sait hitabeti kuvvetli bir şairdi fakat yazdığı şiirler bu güne dek daha gün yüzüne çıkmamıştır. Şeyh Sait gittiği her köyde coşkuyla karşılanıyor, hürmetle ağırlanıyordu. Keza Kürtler arasında Nakşibendi tarikatının büyük bir etkinliği söz konusuydu, Şeyh de tarikatın postnişiniydi.
Bazı kaynaklara göre Şeyh Sait'in Kürtler arasındaki destek gezileri Dêrsim'e kadar uzandı. Şeyh, 1924'ün yazında Dêrsim'in Ağuyasini yaylasında Seyit Rıza'yla buluştu. İddiaların tersine Seyit ile Şeyh birbirini kucaklayarak karşılamışlardı. Seyit Rıza kurulacak bir Kürdistan için mücadeleye var olduklarını belirttikten sonra, Hamidiye Alayları'nın Sakallı Nurettin Paşa'yla birlikte Dêrsim'e yapmış olduğu seferleri hatırlatarak, şimdilik mücadeleye biraz mesafeli duruyordu. Dêrsim'den eli boş dönen Şeyh Sait, Seyit Rıza'dan en azından tarafsız kalmalarını rica ediyordu. Seyit Rıza da tarafsız kalacaklarının sözünü veriyordu. İsyan boyunca da sözünü tutacaktı. Pîran'a (Dicle) giden Şeyh, köye gelen Türk askerlerinin provokasyonu sonucu isyanı tarihinden önce başlatmak zorunda kaldı. Tarih 13 Şubat 1925'i gösteriyordu. Pîran ele geçirildikten sonra sırasıyla Darahinê (Genç), Xanî (Hani), Varto, Lice ve Elazığ da ele geçirildi.
Diyarbakır surlarının önüne gelindiğinde surları aşmak mümkün olabildi fakat şehir alınamadı. Diyarbakır kuşatması sonun başlangıcı oldu. Şeyh Sait'in bacanağı Binbaşı Kasım Ataç bir yolunu bularak Şeyh Sait'in en yakın adamlarından biri olmuştu. İsyancılarla ilgili günlük istihbaratları anında Türk askerlerine yetiştiriyordu.
'Beni kurtaracaklar'
Cibranlı Halit Bey'in Sarıkamış'tan Bitlis'e uzanan sır yolculuğunun bilinen tek kesiti, Kağızman dolaylarındaki Karakurt Aşireti'nin reisi Abbas Bey'in Karapınar Köyü'ndeki evinde bir gece misafirliğidir:
"Karapınar'a geleceğini önceden öğrenmiş olan Abbas Bey, Miralay Cibranlı Halit Beyi ve askerleri kapıda karşılamış. Miralay Cibranlı Halit Bey, Abbas Beyi görür görmez, 'Şu insafsızlara söyle bileklerimdeki zincirleri çözsünler; soğuktan bileklerim koptu' demiş. Abbas Bey, müfreze komutanına, Miralay Cibranlı Halit Beyin bileklerindeki zincirleri çözmesini söylemiş. Müfreze komutanı kabul etmemiş, Abbas Bey, bir aşiret beyini bu şekilde misafir edemeyeceğini, bunun töreye aykırı olduğunu, tüm sorumluluğu üstüne aldığını söyleyerek müfreze komutanını, biraz da tehditle sonunda razı etmiş ve Miralay Cibranlı Halit Beyin bileklerindeki zincirleri açtırmış. Daha sonra Aslan Efendi'nin evinin tarafındaki misafir odasına misafirlerini buyur etmiş. Derhal koyunlar kesilmiş, beylere yakışır bir sofrada yenilmiş içilmiş, yemekten sonra askerlerin bir kısmı köyün diğer evlerine dağıtılmış ve misafir odasında az bir insan kalmış. Abbas Bey ile Miralay Cibranlı Halit Bey muhabbeti koyulaştırmışlar. Abbas Bey, Miralay Cibranlı Halit Beye, 'Bey, gel bu sevdadan vazgeç, Kazım Paşa nezdinde hatırımız olduğunu bilirsin, ona, aracı olmasını söyleriz. Atatürk'e söyletir, seni affettiririz' der. Miralay Cibranlı Halit Bey, 'Sen hiç dert etme Abbas Bey, bana bir şey olmaz. Eleşkirt'e varır varmaz, Abdülmecit Bey (Sipkanlı) beni kurtaracak, eğer orada bir aksilik olursa Tutax'ta Abdülmecit Bey (Topal) veya Patnos'ta Hüseyin Paşa beni bunların elinden alacak, gönlünü ferah tut' demiş. Abbas Bey ise 'Beyim, biz birbirimizi iyi tanırız, bak seni nasıl yarı yolda koyacaklar, gel şu meseleyi bir daha düşün' demiş ise de, sonuç alamamıştır."
Cibranlı Halit Bey, bilinçli olarak, Serhat bölgesindeki etkin Kürt aşiretleri arasından elleri kelepçeli bir şekilde geçirilir. Amaç, Kürdistan'da alevlenen direniş ruhunu sündürmektir. Cibranlı Halit Bey'i rütbesi o zaman da hala Miralay'dır. Asker olduğu için Bitlis'te Harp Divanı'nda (Askeri Mahkeme) yargılanır. Eski Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ise İstiklal Mahkemesi'nde yargılanır. Yargılama sonucu ikisine de ölüm cezası verilir. Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya, Bitlis Çarşısı'nda 14 Nisan 1925'te idam edilir. (Uzun süre ordudan ayrılmak isteyen Halit Bey'in bu talebi hep reddedilmiştir. Bitlis'te subay statüsü ile askeri mahkemede yargılanmış, idam hükmü verildikten sonra istifası kabul edilerek sivil olarak asılmıştır. Yani asker olarak yargılanıp sivil olarak asıldı. Oysa askeri yasalara göre hüküm giyenler kurşuna dizilir.)
Cibranlı Halit'in kalpağı
Resmi tarihin pek değinmediği o anları söylencelerden derleyen ise Edebiyatçı Demir Özlü'dür. Özlü 1960'lı yıllarda Muş'ta askerdir, Siyasi kimliğinden dolayı askerde de sakıncalıdır. Ortada bir "Cibranlı Halit Bey Efsanesi" dolaşmaktadır. Özlü'nün dikkatini çeker. Anı-Derleme tarzında Cibranlı Halit Bey'i o günlerde kaleme alır ve askerlik görevi bittiğinde de yayımlar:
"Cibranlı Halit Bey'in ölümü, yılların derinliğinde yatan bir olaydır. Biz, Batı'da yaşayanlar için ünü duyulmamış bir olaydır. Ama bir Doğuluya Cibranlı Halit Bey'in ölümünden söz ederseniz, Doğulu da biraz çevresini bilen bir kişiyse gözlerini açar hemen 'Sen nereden biliyorsun Cibranlı Halit Bey'in ölümünü?' diye sorar. Ama salt seçkinler değil, o yörelerde yaşayan halk da bilir Cibranlı Halit Bey'in ölümünü. Ben de Muş'ta, bütün kış, yediden yetmişe halkın başında dolaşan kalpaklara olan ilgim yüzümden öğrendim. Korkunç kışta, halkın başında dolaşan kalpaklar Varto depreminden sonra Pakistan'dan yardım olarak gelmişti. Tepesi çökük, kıyıları şapka gibi kıvrak kalpaklar, düz kalpaklar, yüksekleri, basıkları, kırçılları, düz kahverengi olanları, beyazları, karaları… Ben, Varto'yu da gördüm. Yazdı. Tepelik bir yerdeydi. Deprem bir yıl önce olmuştu. Evleri yıkıktı, yıkıntılar duruyordu. Birkaç yeni yapı yapılmıştı. Bunlardan biri jandarma karakoluydu, öteki yapılar tahta barakalardı. Barakaların arasında dereler akıyordu. Ahali, sarkık, geniş bıyıklı ahali, derelerin kıyısındaki kahvelerde oturuyordu. Onlarla beraber oturduk. Yazdı, büyük dereye balık avlamaya gelmiş, bizimle tanışan (biz, birkaç arkadaş Muş alayında askerdik) bir teğmenle, başka bir birlikten bir albay vardı. Teğmenle selamlaştık. Ahalinin, rengi karaya çalan ahalinin, arasındaydık. Onlar yurt yöneticilerine atıp tutuyorlardı, çoğu Alevi idiler. Sonra bana baktılar. Ağzımı açmadım. Oturup durdum öyle. Askerdim, ispiyonculardan çekiniyordum, yeni askerdim. Konuşmaya girişsem, uzun konuşmam gerekecekti. Sonraları konuştum ama. Halit Bey'in aşireti Varto dolaylarında mıdır acaba? Cibran aşiretinin bir kolu, öyle sanıyorum ki, Varto dolaylarındadır. Halit Bey, orduda yarbay rütbesindeydi. Bitlis çarşısında idam edilmiş. Varto depremi yüzünden gelmiş, halkın başına yakıştırdığı güzelim kalpaklarla ilgilenirken Halit Bey'le karşılaştım işte. Yarbay Halit değil; Cibranlı Halit Bey. Cibranlı Halit Bey'in kalpağı eşsiz bir kalpaktı. Büyüktü, süslüydü, tüyleri pırıl pırıldı. Onun idamından sonra açık artırmayla satıldı. Kürt beyleri geldiler; kalpak o zamanın parasıyla seksek altına satıldı. Şimdi, onu, kim bilir hangi bey saklıyor?
Kılıcı da arttırmayla satıldı
Bitlis çok eski bir şehirdir. Bitlis'in ahalisi Muş Varto'nun ahalisinden farklıdır. Bitlis, dünyanın en eski şehirlerinden biridir. Doğu treninde birkaç Bitlisli gördüm, esnaftılar. Muş'ta, Varto'da hiç esnaf görmedim, Cibranlı Halit Bey, Bitlis çarşısında asıldı. Halit Bey'in kılıcı artırmayla satıldı. Şimdi kim bilir hangi beydedir? Halit Bey'in esvapları kim bilir kimdedir? Bunları Muş çarşısında, halin yanındaki bir dükkânın önüne oturmuş bir adamdan öğrendim. Dükkâncı da, adamı dinledi, olumladı. Adam Cibranlı Halit Bey için 'Generaldi' dedi. Ona göre, generaldi tabii. Bunun ne demek olduğunu da sonradan öğrendim. Bunları Muş çarşısında öğrendim. Muş çarşısında daha birçok şey öğrendim. Muş çarşısı, ortaçağdan kalma bir çarşı gibiydi, istasyondan kentte çıkan, meyilli, düz bir caddedir sadece Muş kenti. Kilometrelerce bir yol, istasyondan çarşıya yokuş, ama dümdüz, istasyon, ovanın -yüksek Muş Ovası- kıyıcığında, küçücük. Bu geniş, verimsiz, ırmakların aktığı, yılın altı ayı kar altında kalan ovada duran, pırıl pırıl, küçük yapının, trenle varıldığında, gerisinde ne denli insancıl acılar sakladığını, orada insan acılarının en derinlerini bulacağınızı, ona yaklaşırken düşünemezdim. Hafif bir meyille, dağlara yaslı kente kadar gelir yol. Çevresi boştur. İstasyon yanında, istasyon memurları için yapılmış beş on yapı. Sonra iki yanında Varto felaketzedeleri için yapılmış barakalar. Kente yaklaşınca birkaç atölye… Böylece kente varır yol, hükümet binasının önündeki alana kadar, orda ikiye ayrılır. Ardından da yarım daire biçiminde ortaçağ çarşısına girer. Burada dükkânlar bir ya da iki katlıdır. Eskiden kalma, kemerli, demir pencereli, taş yapılar da vardır aralarında… Ahali tütünü sararak içer, bir yabancıyı severse, sarıp ona da verirler. Bu tütün sapsarı, kaçaktır. Kâğıdı, İran şahının armasını taşır…
Yukarıda, dağ köylerinde de, ovada da kentin yukarı kesimlerinde de Ermenilerden kalma kilise yıkıntıları var. Küçük Ermeni tarzı yapılar. Halk onlara 'Gâvur Camii' der. Muş kentini bir Ermeni kurmuş: Muşel Mamikoyan. Adı oradan geliyor. Ama başka efsaneler de var. Muş Kalesi'nde insan boyu fareler vardı, buraların dilinde fare Muşi. Ovadan geçen Darius ordusunu, kaleden çıkıp yendiler. Kentin adı, bu Muşi sözcüğünden gelir. Bu ova, Anadolu'ya açılan bir geçittir çünkü.
Ailesi sürgün edildi
Burada ova, daha batıda daralır iyice, Murat vadisi çok uzun, daracık bir vadidir. Tren bile zor geçer bu vadiden. Aşağıda, toprak damlı evler, damlarını ot bürümüş. Ortadan da aşağılara uzanan ova, ovada menderesler yapan bir yığın ırmak. Kışın da, bütün doğu illeri karla kaplıdır, beyazlıktan başka bir şey görülmez. Kahveye inen şıhlar öteki kişilerden ayrıt edemezsiniz. Çok dikkat ederseniz, ötekilerin, şıhın çevresinde, biraz daha saygılı olduğunu fark edersiniz. Kentin yaslandığı dağların tepesinde Muş Kalesi vardır. Çok eskidir bu kale. Yapıldığı dönemler bilinmez. Harput Kalesi, vadide, karşı yanda, bir Ermeni keşişinin yaptırdığı kaledir. Simbat Kalesi, tepelerde, çok uzaklarda. Denizci Simbat oraya geldi gemisiyle. Ovaya yakın olan Mercimek Kalesi'nin çevresine bakarsanız, ova henüz bir denizken, gemilerin halatla bağlandığı halatları görürsünüz. Bu dağlardan, sonsuza aşağıya vurursanız, sonuçta Mutki'ye varırsınız. Mutki, hiçbir yasanın geçmediği, eşsiz bir yerdir. Cibranlı Halit Bey bütün bu yörelerde dolaştı. Buralardandı. Kürt'tü. Orduda yarbay rütbesindeydi. (Halk arasında generaldi deniyor.) O zamanki Kürt isyanlarıyla irtibatı vardı diye, Bitlis çarşısında asıldı. Bitlis eski bir kenttir, buralardan da pek uzakta değildir. Cibranlı Halit Bey'in hikâyesini bilmiyorum. Kürt ayaklanmalarıyla irtibatlı olsaydı yakalanır mıydı? Yörede güçlenmesi kolay bir adam mıydı? Güçlü bir kişi miydi? Yüzyılların, bu yörenin insanlarına çektirdiği o değişmez acıyı duyar mıydı? Halit Bey'in aşireti Cibran, Varto dolaylarında mıdır acaba? Cibran aşiretinin bir kolu öyle sanıyorum ki Varto dolaylarındadır. Cibranlı Halit Bey'in kalpağı, bilinmeyen bir yerde, duvarları iyice kalın bir Kürt evinde, bir rafın üstünde, üzerinde nişanları, parlar durur."
Halit Bey katledildikten sonra, Şeyh Sait İsyanı da bastırıldı. Dönemin bütün muhalif Kürt reislerinin aileleri gibi Halit Bey'in de ailesinin büyük bir kısmı Batı Anadolu'ya sürgüne gönderildi. Halit Bey'in çocukları Mahmut, İbrahim ve kardeşi Selim Bey'in bir oğlu Antalya'ya sürgün edilir. Cibranlı Halit Bey'in çoğu akrabası ya öldürülmüş, ya da kaçıp Suriye'ye sığınmıştır. Selim Bey'in sağır ve dilsiz oğlu bütün bu hengamede amcazadeleriyle birlikte sürgün edildiği Antalya'ya giderken yolda kaybolmuş. Ve bu güne kadar kendisinden bir haber alınamamış.
14 Nisan 2012, Cibranlı Halit Bey'in 87. ölüm yıldönümüdür. Kendisinin şahsında bütün Kürdistan şehitlerini saygıyla anıyoruz.
Kaynak Özgür Politika
Gözden kaçmıyan bir detay