ah sevgilim
güzel yurdum hiroşima,
nagazaki halepçe
adını çiziyorum yüreğimin her atışına
bir peşmergenin hüzünlü mektubu kadar yalnız
kürdçe bir şarkının yanık ezgisi gibi
destanlara sığdıramıyorum seni
şu korkunç
yirminci yüz yılın sonuna doğru
baltaların ve giyotinlerin antikalığında
ve cellatların eskimediği
şu korkunç çağda (*)
16 Mart 1988 sabahı gök yüzünde tek bir siyah leke yoktu.. durgun deniz suları kadar berraktı.. çocuklar sevinçleriyle uçurmalar savuruyorlardı gökyüzüne, gelinler ve kızlar yetişkin kadınların sıcak bakışları altında Newroz bayramı için ellerine kına yakıp rengarenk elbiseler dikiyorlardı... yaşlı erkekler delikanlı gibi caka satıyordu renk cümbüşüne dönmüş bayram hazırlığında.. erkekler yeni yelekler giyinip nazlı filintalarını temizleyip duvara asmışlardı göğüslerinde duran nazlı yürekleri gibi..kaçamak bakışlar altında bıyık buruyorlardı, tabiatın onlara verdiği bir haktı.. aşktı, sevdaydı çekilen.. kavgaydı bağımsızlık şarkılarında büyüyen..
O bir yanda ise mirov dağı onbeşbin Kürd için koynunda mezar açıyordu.. yıkılası zülüm Ortadoğu dan Kafkaslara kadar kol geziyordu.. tabur tabur gelip kıyım kıyım gidiyordu her yerde.. hangi çağdaydı bu? Kaçıncı yüzyılın karasını taşıyordu anlında, acılara sarınmış, kağnılara koşulmuş kahırlar gibi..
Sömürge namlularında kan taşınıyor Kürdistan' ın taşına toprağına.. geçiyor talanlardan vurup parçalıyor Kürd ulusuna ait ne varsa.. iki yüzyıldan bu yana yaşanıyor bu vahşetler. İnsanlık modernleştikçe yitirdi insana ait değerlerini. Emperyalizm geliştikçe sömürgecilikte o ölçüde kan taşıdı sömürgelere.. yer altı yer üstü zenginlikler aktıkça metropollere o ölçüde de kölelik derinleşti..
Modern çağın en büyük ayıbı; baltaların, gıyotinlerin antikalığında düşen kent soylu Şövalye kılıçlarındaki insanlık geri ve çağ dışı cellatlarını toprağa gömerken, daha acımasız, daha vahşi cellatlarını yarattı bugün. Tek tek aşıldı sınırlar, bir bir çoğaldı sanayi.. kan kan içinde büyüdü kentler, zincirli köleliklerin paydosuna düştü ücretli kölelik.. Uzak doğu, ipek yolu, Hindistan, tren rayları sömürge başlangıcı..
Bölük bölük, tabur tabur geldiler incik boncuklarıyla, misyonerleriyle. Kırık dökük gülüşleri, kalleş hesaplarıyla.. bir bir vurdular karayel altına, maden ocakları, uryanum, bakır teller, gümüş tozları, sarı altın topakları, tütünün sarısı, sütün en yağlısı, peynirin en bereketlisi, yünün en temizi, pamuğun ak sütü gibi beyazı düşmüştü yollara kınalı gelinler gibi geçip gidiyordu ecnebi pazarlarına!
benim babam
babamın da büyük babası
onları güllerle karşılayıp
genç kızların sevdalarını
kekik kokan dağlarımdan
kınalı sevinçler taşıdılar
oysaki onlar
tanrısal korkularıyla
cehennemi taşıdılar toprağımıza
ve
her gün kanımızı akıtıp
kendi şehirlerini büyüttüler
Dinlerini getirip bıraktılar, küfürlerini dilimize dolayıp, küçük cep güzgülerine vurgun saldılar gençliğimizi.. topraklarımıza geldiler boldozerleriyle, etrafında tel örgüleriyle.. kardeş merhabasını böldüler mayınlı tarlalarla.. fidan eker gibi koca koca namlularını diktiler anlımızın ortasına..
Bayramlarımız parçalandı derin kasvet çığlıklar ortasında.. durup baktık, görüp şaştık, anlamadık dillerini, anlaşılmaz kılındı antlaşmalar.. parçalandı toprağımız.. sürüldü tohum gibi mayınlar, büyüdü ellerimizde dünya.. büyüdü yalnızlığımız..
şimdilerde yoktur yağız atları hükümdarların
yoktur kanlı kılıçları
gaz bombaları yakıyor gözlerini çocukların
çığlığa kesmiş gök yüzü
bir adım
bir adım ötesinde
susuyor dünya bedirxan
ağıta kesmiş belleğim
şair yüreğim
söyle bedirxan
niçin sevinçlerimiz
ah sevinçlerimiz
hep böyle yaralı
hep böyle ağuludur bu ülkede
16 Mart 1988 Mart! Halepçe katliamından bu yana 21 yıl geçti.. bir halk soykırıma uğradı bir şehir karabulutlar içinde kaldı.. gaz bombaları beş bin insanın hayatını taşa kesti.. binlercesi yaralı sakat, toprağı zehirli kaldı.. Saddam yaptıklarıyla yargılandı, fakat tek başına Saddam suçlu değildi Halepçe katliamından, birde onun uluslar arası destekçileri de var, peki onlar ne zaman yargılanacak?
Sadece beş bin insanın yok edilmesiyle iş bitmedi.. binlerce insan hala bu insanlık dışı soykırımın travmalarıyla yaşamaktadır. Hala çocuklar ölü doğuyor, kimyasala bombaların yarattığı felaketin boyutu tespit edilmedi.. Başta ABD olmak üzere hiçbir devlet kimyasal silahların olduğunu kabul etmediler, sadece var sayılmaktadır diye işi geçiştirdiler.. oysa en iyi şahit ve çanlı tanık olarak başından tırnağına kadar kimyasal silahlarla parçalanmış bir Halepçe şehri, binlerce sakat, hasta insan var ve bunların büyük çoğunluğunu çocuklar oluşturmaktadır.
Bu yapılan soykırım dünyanın gözü önünde oldu.. İnsanlık kendi ayıbını bir kere daha Halepçede büyüttü.. Kürd ulusuna karşı yüz yılları kapsayan sistematik bir savaş sürdürülmektedir.. bu savaşa karşı dişiyle tırnağıyla direnen Kürd ulusuna başka bir şans verilmiyor.. ona verilen tek bir hak vardır onun imha edilmesidir. Ne korkunç bir şey bu! Suçsuz bir ulus paramparça ediliyor, bir ulusa jenosidi uygulanıyor ve biz yirmi birinci yüzyılın uzay çağında yaşıyoruz, ey İNSANLIK! Bu vahşetin ortasında insanlara iyi niyet yeryüzüne barış nasıl gelir, nasıl oluşur?
Metin ESEN
(*) bu şiirim 1989 da Yunanca ve Bulgar' caya çevrildi.
Şiirler, Halepçe adlı şiir çalışmasından aktarmadır.
Not:Bu yazım Daha önce peyamaazadi.orgda yayınlandı, ben sadece bir iki değişiklik yaparak yeniden düzenledim.