Giriş yerine...
Bu yazım, her zamankinden de uzun oldu. Biliyorum, internetin adeta sayısız alternatifleri karşısında uzun yazılar okumak artık çok zorlaştı, seyrekleşti. Bu nedenle peşinen özür diliyorum; beni amatörlüğüme bağışlayın. Ancak ben yaştakilere bir hususu hatırlatarak biraz güç/gaz vermek istiyorum.
Eskiden örgütsel bölünmelerde kitaplar, hiç olmazsa broşürler yazar ve dağıtırdık. 12 Eylül Faşist Darbesi’nden sonra, özellikle Şam ve Beyrut’un ağır mültecilik koşullarında, örgütlerimiz amip gibi bölünürken; yazılıp dağıtılan ve artık herkese bıkkınlık veren o kitapçıkları, broşürleri hatırlıyorum. Üstüne üstlük belli bir grubun, sıkça düzenlenen tartışma toplantılarının yüzlerce sayfalık bant çözümlemelerini...
Şam’ın Ekrad Mahallesi’nde, bazen 15-20 kişinin yaşamak zorunda kaldığı o küçücük evimizde, sabahları erkenden “haydi rabın” denilip tatlı uykudan uyandırıldığımızda; gözleri hayli bozuk olan Mıhemed Dilan’ın, uyanışla beraber gözlerini oğuştururken, hep merakla “yeni broşür var mı?” diye sorduğu soruyu nostaljik bir elem ve kederle hatırlıyorum.
Umarım alışılmadık bu ilginç giriş, bu uzun yazıyı okumak konusunda merakınızı arttırır; size güç ve sabır verir.
****
Geçen yılın Temmuz ayında Türkiye’ye dönüp İstanbul’a yerleşen Kemal Burkay, 18 Şubat 2011 tarihinde HAK-PAR Kadıköy İlçe Teşkilatı’na törenle üye oldu. Özellikle Türk medyası, bu üyeliği Kemal Burkay’ın “aktif politikaya dönüşü” olarak niteleyip yoğun biçimde haber yaptı. Zaten hâlen de uzun bir dönem genel sekreterliğini yaptığı bir partinin mensubu bulunan Kemal Burkay’ın HAK-PAR’a üye olmasını “aktif politika dönüş “ olarak nitelendirenlerin, bir kasıtları daha doğrusu bir dilekleri olsa gerektir.
Açıktır ki bu “kasıt ve dilek”, Kemal Burkay’ın HAK-PAR genel başkanlığıdır.
Türk medyasının, özellikle Hükümet’e yakın olan kesiminin, daha dönüşünden önce, Kemal Burkay’ın anılan bu yolda “aktif politika dönüş”ü için adeta bir kampanya yürüttüğü bilinmeyen bir sır değil.
Elbette normal koşullarda, Kemal Burkay’ın “aktif politikaya dönüş”, HAK-PAR’a üye ve isterse genel başkan adayı olma hakkı tartışılmazdır.
Ancak, anılan teşvik dahil, geçen süre içinde izlenen yol ve yöntem, bu hakkı tartışma konusu yapmıştır, yapacaktır.
Bu yazımda bu hususları ve bunların ışığında Kemal Burkay’ın bu hakkı nasıl kullandığını ve bunun özel olarak HAK-PAR’ı , genel olarak da Kürt ulusal hareketini nasıl etkileyeceğini tartışıp ortaya koymaya çalışacağım.
HAK-PAR’ın Örgütsel ve Politik Nitelikleri ve Ulusal hareket İçindeki Yeri
Konuya HAK-PAR’ın örgütsel ve politik nitelikleri ve Kürt ulusal hareketi içindeki yeri ve önemiyle başlamak istiyorum.
Geçen Şubat ayında 10. Kuruluş Yıldönümü’nü kutlayan HAK-PAR, kuruluşunun amaç ve felsefesi, bunlara dayalı program ve tüzüğüyle legal, demokratik, katılımcı, ideolojik ve toplumsal olarak tüm ulusal kesimlere açık, çok renkli, çok sesli, çoğulcu bir Kürt partisidir.
Kürt ulusal hareketinin Türk egemenlik sistemi içindeki mevcut koşulları nedeniyle HAK-PAR, zorunlu olarak hâlen değişik mücadele alanlarında örgütlü kesimlerin legal bir platformudur da. Bu, farklı alanlarda örgütlenmelere ve dolayısıyla disiplinlere sahip olan bazı kesimlerin, HAK-PAR’ın içinde yer alabilmeleri/almaları anlamındadır.
Partinin bu niteliği, Parti’de farklı görüşlerin rekabetinin yanısıra, zaman zaman farklı disiplinlerin, hem kendi aralarında hem de Parti disipliniyle rekabet ve çatışmalara neden olmuş ve bu durum partiyi kemiregelmiş; görece büyüyüp etkinleşmesini engellemiştir.
HAK-PAR içinde, farklı alanlarda örgütlü bulunduğu için farklı bir disiplini de olan gurupların başında, Kemal Burkay’ın mensup olduğu ve kökeninde eski “Özgürlük Yolu”nun bulunduğu hareket gelmektedir. Söz konusu hareket, süre içinde PKK’ye göre çok sınırlı bir örgütlülüğe ve politik etkinliğe sahip olan bir harekete dönüşmekle beraber, yakın dönemden (1960- 1990 dönemi) günümüze intikâl edebilmiş tek harekettir. Zira, Kürt ulusal hareketinde anılan dönemden gelen diğer kimi hareketlerin, günümüzde adları geçse de bunlar artık gerçek anlamda bir örgüt niteliği arz etmekten uzaktırlar.
HAK-PAR, kuruluşundan beri, zaman zaman gevşese de, anılan bu grubun vesayetindeydi. Bu nedenledir ki Kürt ve Türk kamuoyunda HAK-PAR, söz konusu grupla özdeşleştirilmekte ve bu grubun partisi olarak bilinmektedir. Bu vesayete dayalı anılan algı, Parti’yi büyütmek bir yana, her geçen gün daha da küçültmüştür, küçültmektedir.
Bunun nedeni, söz konusu grubun lider kültüne dayalı, dar grupçu ideolojik bir hareket olarak oluşması ve halen de önemli oranda muhafaza ettiği bu nitelikleriyle HAK-PAR’ı ısrarla hegemonyasında tutmaya çalışmasıdır.
Ancak bütün bu nitelikleriyle bile HAK-PAR, legalitede, BDP’nin yanısıra gerçek bir örgüt niteliğine sahiptir. Organları ve dolayısıyla örgütü, düzenli toplanarak işlemekte; politika üretmekte, ürettiğini uygalamaya çalışmaktadır. HAK-PAR , bu çerçevede Türk Anayasa Referandumu’nda ve Türk Genel Seçimleri’nde bazı eksiklere rağmen aldığı doğru tavırlarla Kürt toplumunun güvenini kazandı; toplumdaki politik desteği ve saygınlığı arttı.
Tüm bu nitelikleri ve tavırlarıyla Parti, Kuzey Kürdistan’da, günümüz koşullarında ulusal hareketin çoğulculaşarak demokratikleşme trendinde önemli bir mevziyi teşkil etmektedir.
Bu mevzinin, benzer arayışlar içinde olan diğer kesimlerle örgütsel-siyasal birliklerle ya da bireysel katılımlarla veya bu ikisini bir aradalığıyla tahkim edilmesi için, mevcut vesayetin korunarak pekiştirilmesi değil, tersine terkedilmesi, aşılması gerekliydi. Aslında son iki yılda, başta Genel Başkan Bayram Bozyel olmak üzere söz konusu vesayetçi grubun belli bir kesimi dahil, parti içinde vesayetin aşılması yönünde ciddi bir örgütsel politik irade, çaba ve pratik oluştu. Grupsal tavır ve kararlar, yerini bireylerin özgür iradeleriyle oluşturduğu tavır ve kararlara bıraktı. Bu durum, daha Türk genel seçimleri’nde aldığımız kararın çok öncesinde başlamıştı. Seçimle ilgili kararımızda çok net bir biçimde kamuoyuna yansıdı. Herkes, artık vesayetçi grubun blok davranmadığını, davranamadığını, kendi arasında da farklılaştığını gördü.
Bu gelişmeler, HAK-PAR’ın yıllardır içinde debelendiği fasit daireyi aşarak kendisinden beklenen rolü oynayacağı konusunda umutlar yarattı ve dolayısıyla da destek buldu.
Kemal Burkay’ın Dönüşüyle Başlayan Müdahale
Ancak bu duruma müdahale de gecikmedi. Daha o dönem İsveç’te bulunan Kemal Burkay, Parti’nin bu kararını “derin devlet” ile ilişkilendirerek, burada dile getirmeyi bile uygun görmediğim bazı suçlayıcı, hakaret edici kavramlarla HAK-PAR’ı ve bu kararın alınmasını destekleyen yöneticilerini topa tutmaya başladı. Kemal Burkay, bu eleştirileriyle sadece HAK-PAR’ı değil, HAK-PAR’ın kararını destekleyen diğer asıl örgütünü de haklıyordu. Burkay’ın Avrupa’dan başlattığı bu hareket, Parti içinde, Türk genel seçimlerinde, Kürt ulusal hareketi yerine bir kaç miletvekilliği karşılığında AK Parti’nin desteklenmesini isteyen bir grubun muhalefetiyle buluşmakta gecikmedi. Bu süreç, sadece AK Parti çeverlerinden ve yandaş medyasından değil; sağ veya sol, Türk ulusal/devlet refleksli tüm kesimlerden hareretle destek buldu. Bu sürecin Kürt ulusal hareketindeki destekçileri ise, doğalolarak PKK karşıtlığını politikalarının temel ekseni, prensibi haline getirmiş bulunan kesimlerden geldi, geliyor.
*****
Burada bir paragraf açıp özellikle Hükümetin ve yandaş medyasının Kemal Burkay’a verdiği desteği, gösterdiği ilgiyi ve Burkay’ın buna ilişkin değerlendirmelerini irdelemek istiyorum.
Burkay’ın, Hükümet’in kendisine gösterdiği ilgiyi ve özellik yandaş medyası kanalıyla kendisine sunduğu destekle ilgili değerlendirmesini, Diyarbakır’da Kervansaray Otelinde, yaklaşık 300-350 kişi önünde yaptığı konuşmada dinlemiştim. Bu konuşmasında Burkay, İstanbul Vali Yardımcısı tarafından karşılanmasını, bazı bakanların kendisiyle görüşmesini kastederek, AK Parti Hükümeti’ni kendisine karşı “uygar davranmak” la nitelendirip taltif etmişti; hâlâ da yazılarında buna devam ediyor.
Aslında, mevcut Hükümet’in, Kürt ulusal sorunu konusunda, gelip geçen diğer Türk hükümetlerinden temelde bir farkı yoktur. Bu Hükümet’in, son zamanda gerçekleştirdiği Roboski Katliamı’nı, Kürt gerillalara karşı kullandığı kimyasal silahlı vahşi yöntemleri, Kürtlere karşı uygulanmakta olduğu kitlesel tutuklamaları, Kürdistan’da gösterilere karşı kullandığı şiddeti, etkili bir bakanı vasıtasıyla Kürt dilini medeniyet dili olmamakla nitelendirmesini ve benzeri uygulamaları bir yana bırakalım; bir bakanı vasıtasıyla Alevi olan Kemal Burkay’ın kendisine Kuran-ı Kerim hediye etmesini, Ayyıldızlı Türkiye haritalı bir halıyı hediye etme tevesülünde bulunmasını ( Kemal Burkay’ın bu bu tevessülü, Egemen Bağış ile görüşme töreninden hemen önce engellediğini kesinlik derecesinde biliyorum) nemenem bir “uygarlık” olarak değerlendireceğiz?
Sadece söz konusu bu “hediye”ler meselesi bile, bir Kürt politik lideri olarak olan Kemal Burkay’ın, Hükümet ile olan “uygar” ilişkilerine devam etmemesi için yeter sebeplerdir. Zira bunlar, “uygar “ davranışlar değil, itibarsızlaştırma, gözden düşürme, ehlileştirme, teslim alma; kısacası “düşürme/düşürülme” teşebüsleridir.
Tüm bunlara rağmen Kemal Burkay’ın, Hükümetle bu “uygar” ilişkileri devam ettirip etirmeyeceğini hep beraber göreceğiz...
*****
Kemal Burkay, yandaşlarıyla sadece Parti’de vesayeti aşma sürecine müdahale etmedi, HAK-PAR’ın diğer bazı kesimlerle yapmayı planladığı ve hâyli mesafe de katettiği örgütsel-siyasal birlik süreçleri ile ulusal diyaloğ ve ittifak süreçlerine de de müdahale edip, bu süreçleri akamate uğratmaya çalıştı, bazılarını uğrattı da...
Nihayetinde Burkay, daha üye olmadan da mensubu olduğu grubun vesayetini kişisel vesayete dönüştürerek, onu daha da pekiştirdi ve partiyi “derdest” etti. Bundan sonra, ileride ister genel başkan olsun veya olmasın, Parti’yi Kemal Burkay yönetecektir. Özellikle Türkiye’de bu yöntemin somut örkeleri; Merhum Erbakan’ın Saadet Partisi, Rahşan Hanımın DSP’sidir.
Bu gelişmeler, Parti’nin daha da küçüleceği, ideolojikleşeceği, Türkiyelileşeceği; çok renkliliği ve sesliliğinin, katılımcılığının, demokratikliğinin, açıklığının azalacağı ve tüm bunlarla daha bir işlevsizleşeceği anlamındadır.
Tüm bunlar, aynı zamanda, Kuzey Kürdistanda, PKK’nin örgütsel ve siyasal tekelini güçlendirecek niteliktedir de...
Bütün bunlar gösteriyor ki, Kemal Burkay’ın Türkiye’ye dönüşünü, “aktif politikaya dönüş ” olarak nitelemek yerine, HAK-PAR’ın vesayeti aşıp gerçek anlamda bir Kürt partisi olma süreci ile Kürt ulusal hareketlerinin birlik, diyaloğ ve ittifak süreçlerine “aktif müdahale için dönüş” olarak nitelemek daha yerinde olacaktır.
Dönüşün Yol ve Yöntemi; Yanlışlar, Tutarsızlıklar
Daha dönüşünün öncesi ve sonrasıyla aktif politikanın merkezinde görüp değerlendiğim için - hele de bütün bu olanlardan sonra- artık Kemal Burkay’a şöyle bir temennide bulunmayı gereksiz görüyorum: “Dönüşüyle Kürt ulusal hareketinde partiler üstü akil veya siyasi bir rol üstlenseydi; bu, hem Kürt hareketi hem HAK-PAR hem de kendisi için en hayırlısı, yararlısı olacaktı”
Zira Burkay, birçok insanın kendisine yaptığı, kendisi için düşündüğü bu temenninin tersini yaptı. Bırakalım birçok insanı, daha dönüş gününde kendisi de benzer şeyler söyledi.
Kemal Burkay, Atataürk Hava limanı’nda gazetecilerin ısrarlı provakatif sorularına rağmen, hesaplı bazı kavramlarla ucunu açık bıraksa da; ağırlıkla politka yapmayacağının işaretlerini verdi. Birçok Türk gazetecisinin ısrarla sorduğu provakatif sorulardan bir tanesi, mealen şöyledi:” Kürt hareketinde yeni bir cephe açıp başına geçecek misiniz? “ Kemal Burkay’ın bu soruya, “ Cephe açmak güçlü, kuvvetli bir örgüt gerektirir, savaşçı gerektirir, önemli bir politik kitle desteği gerktirir” diye cevap verdikten sonra, gülümseyerek, şiirlerinden bir tanesindeki o meşhur mısrayla “oysa benim bir kedim bile yok” diye de eklemişti.
Dönüş sonrasında İstanbul’da yazdığı son şiirinde gördüğü, duyduğu ve dolayısıyla yazdığı şey de aynı yoldaydı:
“Yolcu
Dün o körfez yoluna gittim
Eski bir dostu arar gibi
Ama yüzümü okşayan yel
Ey transit yolcu dedi bana
Aradığın geçmişi bulamazsın
Yıllar onu çoktan alıp gitti”
Ama Kemal Burkay, ne “yel”i ne de kimseyi dinledi: Kendi söylediklerinin de, şirindeki ruhsal duygularının da, sağduyulu dostlarının da söylediklerinin tam tersini yaptı.
Kendi yazdıklarına göre, bu “tersinelik”in nedeni, geçen süre içinde “kitlelerden gördüğü destek ve teşviktir”. Sevgili dostum Abid Gürses, Gelawej’deki makalesinde bu gerekçeyi çok uygun olduğu kadar ironik de olan bir kavramla nitelendirmiş: “Genel arzu ve istek üzerine”...
Bu gerekçenin reel olarak da doğru olmadığına değinmeden önce, Kürt ulusal hareketinin mevcut koşullarında, bir Kürt politikacısının hele de liderinin, politika yapıp yapmamayı “kitlelerin destek ve teşviği”ne bağlaması, bu kavramın göreceliliğinden, absürdlüğünden öte, politik olarak da çok sorunlu olduğunu belirtmek istiyorum. Zira biz Kürtlerin kendi özgül ve özgün koşullarımızda, “aktif politika”ya atılmanın temel ve doğru gerekçesi, ulusal davaya olan inanç ve buna ilişkin ihtiyaçtır. 1960-70’li yıllarda, Kemal Burkay da içinde, bir avuç insan bu nedenle politikaya atıldık. Ne yazık ki bu, Kürler için bugün de böyledir. Herkes biliyor ki günümüzde, Kuzey’de, PKK dışındakilerimiz için ne kitle desteği ne de teşviği vardır. Abid Gürses’in deyimiyle “Genel arzu ve istek”, hepimizin PKK’ye katılması yönündedir. Böyle mi yapalım; politika yapmayıp meydanı PKK’ye mi bırakalım?
Görüldüğü gibi bu gerekçe, teorik ve politik olarak yanlıştır; kendi koşullarımızın pratiğinde de “kendi bindiğimiz dalı kesmek”tir.
İşin aslına, gelince...
Ben, gerek İstanbul’da ve gerekse Diyarbakır’da Kemal Burkay’ı karşılayanlar arasındaydım. İstanbul’daki kalabalık, en iyimser bir tahminle bin kişi civarındaydı. Kemal Burkay’ın kimi yazılarında bahsettiği “izdiham”, kitlenin çokluğundan değil, Burkay’ın beklenen kapıdan değil de diğer bir kapıdan çıkması üzerine, özellikle basın mensuplarının yarattığı bir izdihamdı.
Kemal Burkay, Kürdistan’a ve dolayısıyla Diyarbakır’a, hayli sonra (15-20 gün) geldi. Hem bu durumun hem de anılan süre içinde Türk Hükümeti ve medyasının kendisine gösterdiği ilginç ve şaşırtıcı yakınlık nedeniyle oluşan hâyâl kırıklığının yarattığı olumsuz atmosfer, Diyarbakır’daki ilgiyi, görece hayli azaltmış durumdaydı. Bu nedenle Diyarbakır Hava Alanı’ındaki karşılamada, topu topu ikiyüz kişi idik. Bildiğim ve izlediğim kadarıyla Kemal Burkay’ın daha sonra yaptığı gezilerindeki ilgi, süre içindeki tutum ve görüşlerine dayalı olarak oluşan olumsuz politik vizyon nedeniyle giderek alçalan bir trend izledi, izliyor.
Üstelik, gerek İsatnbul ve gerekse Diyarbakır’daki kitlenin neredeyse tümü tanıdıktı ve onların ağırlıklı çoğunluğunun, dün de bugün de, Kemal Burkay’ın bu şekilde “aktif politikaya dönüşü”ne karşı olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu bakımdan ben, Kemal Burkay’ın “aktif politikaya dönüşü”nün belirtilenlerin dışınsda başka nedenlerle açıklanması gerektiğine inanıyorum.
Kemal Burkay, kendisini çok büyük bir politik lider olarak görmekten muzdariptir ve bunun karekteristik politik özelliklerine sahiptir. Kürt ulusal hareketi ile kendi hareketinin değişik örgütlerindeki başarısızlıklarından, yenilgileririnden kendisini sorumlu tutmak, kendi liderlik tarzını, ideoljik ve politik anlayışını sorgulamak yerine, kendi tutumunu kutsamakta, “kırk yıldır değişmeme”yi kusur değil “nimmet” saymaktadır. Bu nedenle de olup bitenlerin kusurnu mutlak olarak kendisi dışında aramaktadır. İçinde bulunduğumuz konjonktörde hayli destekçisi olan bir “gerekçe” bulunmuştur. Bu, Devletin, “ajan”ı olan Abdullah Öcalan vasıtıyla PKK’yi kurup destekleyerek, başta kendisi ve partisi olmak üzere diğer Kürt liderlerini ve partilerini tasfiye ettiği yolundaki gerekçedir. Kendisini büyük lider görüp, şahsına toz kondurmayan birçok Kürt politikacısı da bu görüşün ateşli destekçileridirler.
Ancak bu “gerekçe” de oldukça sorunludur. Zira Kürt örgütlerini ve liderlerini başarısız kılmak, tasfiye etmek, örgütlere ajan sokmak, sahte, güdümlü örgüt kurmak, zaten Devlet’in temel görevleri arasındadır. Aşağı yukarı tüm devletler bunu yapar. Asıl politik marifet, buna rağmen başarmaktır. Böyle olmasaydı yeryüzünde hiçbir politik hareket başarıya ulaşmazdı. PKK’nin içindeki yüzlerce hatta kimi iddialara göre binlerce ajanın faaliyetine ve AK Parti Hükümeti’nin tüm çabalarına rağmen tasfiye edilememesinin temelinde, görece başarılı bir politik mücadele ve beceri yatmaktadır. Velevki Abdullah Öcalan ve PKK ile ilgili iddia doğru olsa bile bu, biz etkisizleşen, tasfiye olan, “ordusuz generaller”e dönüşen PKK dışındaki örgütlerin, başta liderleri olmak üzere yöneticilerini temize çıkarmaz. İllâki bizim PKK’nin yanlışlarının yanısıra kendimize dönüp durumumuzu sorgulamamız; nerede, nasıl yanlış yaptığımızı görmemiz lazım.
Örneğin Silahlı mücadeleye teşebbüs edip beceremeyenlerin, bu mücadelenin günümüz koşullarındaki gereksizliğini belirterek “biz dün de karşıydık, bu bugün karşıyız; gelişmeler bizi doğruladı” yalanı ve kurnazlığıyla durumu kurtarmaları mümkün değildir. Kendisi doğru görsün veya görmesin, katılsın veya katılmasın; silahlı mücadelenin Kürt ulusal mücadelesine kazandırdıklarını görmeyen, bunu söylemeye cesaret etmeyen hiçbir politikacı, ne objektif, ne inandırıcı ne de başarılı olabilir. Silahlı mücadelenin günümüz koşullarında gereksizliğini savunanlar ancak bu doğruyu teslim ederek kitleler nezdinde inandırıcı olabilirler.
HAK-PAR’a Naslıl Kemal Burkay’ın Kişisel Vesayetine Geçti?
Yukarıda belirtildiği gibi Kemal Burkay, daha dönmeden HAK-PAR’ın mevcut yönetimine tavırlı olduğu için, dönüşüyle ilgili hiçbir hususa HAK-PAR’ı resmen ortak etmedi. Hiçbir konuda resmen HAK-PAR yönetimine danışmadı; görüşüne baş vurmadı. Bu nenenle de HAK-PAR Meclisi, Kemal Burkay’ın dönüşünden bir gün önce İstanbul’da yaptığı toplantıda, Parti’nin Kemal Burkay’ın dönüş organizasyonunda kurumsal olarak yer almamasını, ancak isteyen partillerin bu organizasyonlara katılarak görev alabileceğini kararlaştırıldı.
Ama pratikte işler bu karara göre yürümedi; Parti, zaman içinde Kemal Burkay’ın hem fiilen hem de resmen adeta emrine sokuldu: Parti teşkilatları, Burkay’ın gezilerinin organizasyonlarını resmen üstlenip organize ettiler. Konuyla ilgili uyarı ve İtirazlarımız kaâle alınmadı ve böylece parti örgütsel olarak fiilen Kemal Burkay’ın şahsi vesayetine geçti.
Bu örgütsel vesayet, kamuoyunca da izlendiği gibi, zaman içinde siyasal vesayetle de tamamlandı. Partiyle ilgili hiçbir resmi sıfatı olmamasına rağmen Kemal Burkay, gittiği yerlerde, çıktığı programlarda, verdiği demeçlerde, yazdığı yazılarda; mevcut Parti yönetimizin ağırlıkla benimsediği kimi politik konulara özellikle cepheden saldırarak, özünde mevcut parti yönetimine adeta savaş açtı. Üstelik tüm bu etkinliklerinde, “HAK-PAR’a yakın olduğunu ve politika yapacaksa orada yapacağını” ısrarla söyleyerek, kamuoyu nezdinde HAK-PAR üzerinde zaten var olan grupsal vesayet algısını, kişisel vesayet algısına dönüştürdü. Kanatim odur ki, Kemal Burkay’ın, sözde “politikaya aktif dönüşü”nü, ısrarlı provakatif sorulara rağmen altı ay sonra açıklamasının temelinde HAK-PAR’daki operasyonu örgütleyip tamamlamak için zaman kazanmak yatmaktaydı.
Nihayetinde gün geldi artık HAK-PAR yerine neredeyse Kemal Burkay vardı.
Başından, ama özellikle de dört aydan beridir vesayetçi gruba mensup olmayanlarımız, Parti Meclisi’nde ve Başkanlık Kurulu’nda bu duruma müdahalede bulunulması için yırtınıyor; bu sürecin uzamasının sorunu ağırlaştırıp çözümsüzleştireceğini belirtiyorduk. Kemal Burkay’ın HAK-PAR’a ilişkin niyetlerini “kitleler” yerine bizimle görüşmesi gerekir diyorduk; olmazsa bizim O’nunla görüşmemizin sağlanmasını istiyorduk. Genel başkan dahil, vesayetçi grup üyeleri , anılan organ toplantılarında bu eleştiri ve taleplerimiz karşısında terler içinde suspustular. Zira büyük çoğunluğu eleştirilerimize katılıyor ama bunu açıklıkla seslendirmiyor/seslendiremiyorlardı. Bunun yerine, resmi toplantılar dışındaki ortamlarda, “Kemal Burkay’ın politikayla ve HAK-PAR’la bu şekilde ilişkilenip ilgilenmesini doğru bulmadıklarını, ancak HAK-PAR’a üye hele de başkan olacağını hiç sanmadıklarını“ belirtiyorlar ve fakat Kemal Burkay nezdinde, istediğimiz türden bir girişimde bulunamayacaklarını imâlarla belli ediyorlardı.
Zaten Kemal Burkay ne bizi ne de grubunun kendisi gibi düşünmeyenlerini kaâle aldı; ne kendi grupları dışındaki bizlerle ne de onlarla görüşme tevessül ve tenezülünde bulunmadı. İşlerini, seçim politikasını saptarken, birkaç milletvekiliği karşılığında AK Parti’yi desteklemeyi savunup öneren dar bir grubun başında bulunduğu bir ekiple organize edip yürüttü. Zaten bunlardan bir tanesi, kamuoyu nezdinde Kemal Burkay’ın adeta “image maker”i olmuş durumdadır. Kemal Burkay ile aynı görüşte olmayan grup üyeleri ise, bu gruba müdahale etmek yerine, vesayetçi grup çıkarı ve bu grup içindeki gelecekleri için onlara alttan alta hatta bazen de açıktan açığa yardımcı oldular.
Tüm bu davranışlar/tutumlar, Abdullah Öcalan’a ilişkin PKK ve çevresinde olup bitenlere ne kadar benziyor değil mi?
Onun için bu süreci ve ayrıntılarını anlatmak, bana çok yorucu ve sıkıcı geliyor. Bu nedenle süreci daha fazla anlatmak yerine, şunu söylemeyi/dilemeyi yeğliyorum: Tanrı ne kimseyi “şeflik sistemi”nde siyaset yapmaya, ne de kimseyi böyleleri ile siyaset yürütmeye mahkum etsin!...
Nihayetinde, Şubat ayı ortalarında Diyarbakır’daki Meclis üyelerinin haftalık rutin toplantılarından birinde, Kemal Burkay’ın anlatılagelinen durumunun 17-18 Şubat’ta yapılacak Meclis Toplantısı’nda tartışılarak açıklığa kavuşturulması ve sonrasında da bu hususun parti içinde ve dışında açık bir tartışmaya konu edilmesini önerdik. Ancak toplantıda hazır bulunan Gn. Başkan Bayram Bozyel tarafından prensip olarak kabul gören bu önerimiz, Meclis toplantısının gündemine alınmadı. Bunun üzerine, Meclis Toplantısı’nda, konuyu Gündem’in “Genel Kongre hazırlıkları” ile ilgili maddesinde fiili olarak gündeme getirdik.
Tartışmalar esnasında, Kemal Burkay’ın, aynı mekanda yapılmakta olan Meclis Toplantısı’ndan hemen sonra, yani 18 Şubat, saat 16’da yapılacak Kadıköy İlçe Teşkilatı’nın Açılış Kokteyl’inde HAK-PAR’a törenle üye olmasının plânlandığı ortaya çıktı.
“Planlama” bununla da sınırlı değildi; Kemal Burkay’a bir süredir aynı mekanda özel bir oda tahsis edilmişti. Kemal Burkay “kitleler” ve medya ile ilişkilerini buradan sürdürüyordu.
Kısacası “iş” zaten bitmişti...
Doğrusu özellikle Kemal Burkay gibi ulusal ve uluslar arası çapta tanınan ve anlatılagelinen özellikleri ve uygulamaları nedeniyle önemli oranda parti yetkilisi ve üyesi için tarışmalı olan bir insanın üyeliğinin, Parti Meclis’i yerine, Kürdistan’daki bir ilde veya ilçe de değil, Kadıköy ilçe teşkilatı tarafından kararlaştırılması bizleri şok etti.
Tüm Bunlar HAK-PAR’ı Nasıl Etkileyecek?
Siyaseten de ve etik olarak da bir facia olan bu yol ve yöntem, artık HAK-PAR’da politika yapmamızı anlamsız hatta imkansız kılmış durumdadır. Zira bu yol ve yöntem, HAK-PAR’ı, üzerindeki vesayeti aşarak yukarıda belirtilen niteliklerine uygun bir partiye dönüşerek büyüyüp etkinleşmek yerine, tam tersine Kemal Burkay şefliğinde belli bir ideolojiye sahip bir grubun partisi yapacaktır. Bu, Parti’de hem ideolojik hem de toplumsal olarak var olan farklı renk ve sesleri azaltacak; Parti’nin açık, katılımcı, çoğulcu ve demokratik niteliklerine son verecek, Parti’yi farklı disiplini de olan bir grubun doğrudan uzantısı durumuna getirecektir. Bütün bunlar, örgütsel olarak partiyi daha da küçültecek politik olarak etkinlik ve rolünü azaltacaktır.
Çok önemli bir şey daha olacaktır: Parti, ideolojik ve politik olarak daha Kürt ve Kürdistanileşmek yerine Türkiyelileşecektir. Kemal Burkay’ın “Linç grühuna cevap-3” başlıklı yazısındaki şu paragraf bunun açık kanıtıdır:
“Bir kere AK Parti’nin yanında pek çok, PKK’nın ve BDP’nin yanında olandan da çok Kürt var. Bu Kürtlerin önemli bir bölümü hem İslami değerlere sahipler hem de Kürt ulusal değerlerine. İçlerinde AK Parti’de önde gelen isimler, bakanlar var. Bu bakımdan AK Parti’nin Kürtlerden yana sıkıntısı yok. Ben ise sosyalist bir Kürdüm, kendime özgü siyasi çizgim var. Bu çizgi AK Parti’ninkinden ayrı ve daha AK Parti olmadan önce vardı, şimdi de devam etmekte.”
Bu alıntıdan amacım AK Parti’yle farklılığını “sosyalist”liğine de vurgu yaparak ortaya koymaya çalışan Kemal Burkay’ın, HAK-PAR’ı ideolojik bir parti haline getireceğini iddia etmek değil. Zaten yukarıda bundan bahsetmiştim. Asıl amacım, bu alıntıda, AK Parti ile BDP’yi Kürt ve Kürt ulusal değerlerinin temsili konusunda yaptığı karşılaştırmada, Kemal Burkay’ın, bu iki parti arasındaki ulusal politik ve örgütsel farkı açık ve bilinçli bir biçimde yok sayması en azından önemsememesidir.
Bilindiği gibi bu görüş, Başta AK Parti olmak üzere, tam da Türk egemenlik sistemi ve partilerinin görüşüdür. Buna göre, Kuzey Kürdistan’da PDP’den daha çok oy aldığı için AK Parti, aynı zamanda daha bir Kürtlerin partisidir. Kemal Burkay, “Bu Kürtlerin önemli bir bölümü hem İslami değerlere sahipler hem de Kürt ulusal değerlerine” cümlesiyle konuya vurgu yaparak, sistemin ve partilerinin anılan inkârcı görüşünü politik bir temele de kavuşturmaktadır. Bu mantıktan hareketle bir zamanlar CHP’nin veya Demirel’in partilerinin de Kürtleri daha bir temsil ettikleri ve onlarında aynı zamanda Kürtlerin partileri oldukları iddia edilebilinir. Bu “Kürt ulusal değerleri”nin ve stratejik politikasının asıl temelinin, ulusal anlamda ayrışarak ayrı örgütlenmeden geçtiğini görmemektir. Kürt ulusal hareketinde Kemal Burkay’ın ayrı örgütlenme kervanına en son katıldığı ve özellikle kendisinin Kürdistani perspektifinin bilinen zaafları göz önünde bulundurulursa, yukarıdaki görüş hayra alamet gibi görünmüyor.
Sait Aydoğmuş
Kemal Burkay’ın "Aktif Politikaya Dönüşü"yle HAK-PAR’da Pekişen