Degerli Dostlar,
Halk arsinda bir söz vardir "Anlayana sivrisinek sazdir,
anlamayana Davul Zorna azdir"
Umarim bu asagida bulunan yazi ve siir bu deyim cercevesinde degerlendirilir. Bu son günlerde basta Izmir ve Canakale'de olan olaylar ülkemizde olacaklarin habercisi oldugu kavranir.
Bayraminizin sevgi mutluluk ve kardeslik bayrami olmasini dilerim.
Saygilarimi sunarim
-------------------
BALAYI AYAĞINA DEGİL KENDİ BEYNİNE VURMAK
Gece uyuyamadım. TV ekranlarında gördüklerim bana eski Yugoslavya ülkelerinde olanları anımsattı.
O savaş alanında Kosova, Bosna, Mekadonya'da alıp getirilen ailelerin, çocukların korkuya Almanya'ya uçaktan inerken çevrelerine bakışını hatırlattı. Olaylar karşısında ürperdim, dişlerimi sıktım, damaklarım kanadı.
İzmir sadece Türkiye'nin büyük kentlerinden biri değildir. Tarihi özelliği vardır. Orada çok farklı diller ve kültürler binlerce yıldır birlikte olmuştur. Bugün de bir çırpıda onlarca dil ve kültürü saya biliriz. Ayrıca İzmir var olduğundan beri Limanlarıyla, sahilleriyle bir Dünya ticaret merkezidir. Bir turizm merkezidir. Yani bir dünya kentidir.
Türkiye Millet Meclisinde dördüncü parti olan DTP ’nin Başkanı Ahmet Türk ve bir kaç millet Vekilli Arkadaşı ile İzmir'e gidiyor. Orada bir grup Ahmet Türk ve arkadaşlarının arabalarına demir, sopa, taşlarla saldırdığını Televizyon ekranlarından izledik. Bütün dünyanın önemli TV ve Radyo Haberleri iki gündür bu konuyu işliyor.
Bu olay ister istemez o haberleri izleyen olayı yaşayanlara, tanık olanlara şu soruyu sordurdu:
“Eğer Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli veya Deniz Baykal doğuda, örneğin, Malatya, Tunceli veya Mardin'e gitselerdi böyle bir saldırıyla karşılaşsalardı güvenlik görevlileri nasıl davranırlardı?“ İnsan yine kendisinse soru sormaktan alamıyor.
“Ahmet Türk'e yapılan saldırı AKP, MHP, CHP partilerinden birinin başkanına yapılsaydı medya olayı hangi başlıklarla verirdi?“ Böylece bir zincirin halkları gibi yüzlerce soru bir birine ekleniyor.
Bu son olay ve olay karşısında adını verdiğim parti başkanlarının tavrı göstermiştir ki bunlar sorumluluk taşımıyorlar. O Ülkenin bırakın bir parti başkanının her vatandaşının istediği kente, istediği yere gitmesi doğal hakkıdır. Vatandaşın seyahat hakkını kullanırken onların sağlık ve güvenliğini sağlamakta başta da güvenlik güçleri olmak üzere tüm yetkili güçlerin işidir. Hiç bir insanın bir başkasını yargılama hakkı yoktur. Eğer herkes bir başkasına saldırarak cezalandırmaya kalkarsa o zaman devletin mahkemesinin, polisinin, Jandarmasının bir anlamı ve değeri kalmaz. Yani devlet diye bir mekanizma olmaz ve yaşamaz.
Saldıranlardan çok daha fazlasını CHP, MHP ’nın başkanları ile Başbakanın konuşmaları bütün Kürtleri, bütün demokratları ve Türkiye'nin birliğini savunan tüm aydınları yaralamıştır. Korkutmuştur.
Saldırganları korumak için Ahmet Türk ve Partilileri ’Sarı yeşil Kırmızı' flamalar taşıyorlar, bununla PKK'nın propagandasını yapıyorlar. Böylece insanları kışkırtmış oluyorlar“ gibi cümleler ne oturdukları makama ne de yaşlarına ve ne de Türkiye'yi yönetmeye aday oluşlarına yakışıyor.
’Tüm PKK kadroları“ dahi İzmir'e gösterişli konvoylarla gelmiş bile olsa kimsenin onlara saldırma hakkı yoktur. Eğer suçları varsa gösterilerinin ardından güvenlik güçleri kibarca onları alıp gerekli yargı makamlarına teslim eder. Sonucu da yargı belirler. Sen İzmir'de, Marsin'de, Eskişehir'de herhangi bir partinin başkanını hatta sıradan birini Kürt Kimliğinden dolayı saldırısını destekler bir tavır takınırsan öbürüne de Laz kimliği ile seni Karadeniz kentlerine, Kürt Kimliğiyle Doğu ve güney doğu kentlerine, Rum Kimliğiyle Balkanlara sokmamaya kalkar. Bu ülkede kardeş kavgası yaratır. Önüne geçilemez kanların akmasının ortamını yaratır. Tehlike farklılıkların ve dillerin varlığı değildir.
Lazca, Kürtçe, Arapça, Çerkezce, Gürcüce, Ermenice vs. dillerini konuşmak ve bu dilleri öğrenmek, geliştirmek ülkeyi bölmez. Bunların varlığı bizim kültür zenginliğimizdir. Bu zenginlik ülkenin hızla bilim ve teknik alnında gelişmesini sağlar.
Ancak sen farklı dil ve kültürden gelen insanlara saldırıyı onaylarsan veya onaylayacak davranışlarda bulunursan ülkenin temellerine dinamiti yerleştirmiş oluyorsun. Çakmağı da sonucun ne olacağını bilmeyenlerin eline vermiş oluyorsun. Kısacası dil bölmez ama saldırılar, çatışmalar böler.
Sendikalar sivil kurumlardır eğer İşçi ve memur sendikaları tabanının huzursuzluğunu saptamışsa, onların yürüyüş, protesto, işi bırakma haklarını kullanmak istemeleri ve kullanmalar doğaldır. Olması gereken bir davranıştır. Bir başbakanın halkın temel direğini oluşturan işçi ve memur örgütlerini tehdit etme hakkı yoktur.
İşi onlarla diyalog sağlamak ve onların taleplerine cevap vermektir. Başta kendisi olmak üzere iç işleri, sağlık ve çalışma bakanlarını yanına alarak hemen sendika temsilcileriyle bir araya gelmenin ortamını araması gerekir. Ayrıca yürüyüş yapacak sendikalı kitlelerin güvenini sağlamak, onların istemlerine kulak vermektir. İşçi ve memurların haklı taleplerine var olan olanakları çerçevesinde destek vererek onları rahatlatmak başbakanın, bakanların ve tüm meclisin görevidir. Sağlıklı diyalog kurarak birlikte ülkenin ve toplumun sağlıklı yaşaması için çare aramaktır. Demokrasinin bulunduğu hiç bir ülkede bir başbakan “Yarın sokağa çıkarsanız olacaklara da katlanırsınız“ demez ve diyemez. Bu cümlenin anlamı ’sizi yarin sokakta görürsem, ölüm kararınızı da ben vermiş oluyorum. bunu şimdiden bilin'
Bu anlayış İzmir olayı ile de birleşince inanılmaz bir tehlikeyle Türkiye'nin karşı karşıya olduğu açıktır.
Kısacası Hükümet ve Ana muhalefette ki iki büyük parti el ele vererek Türkiye'yi korkunç, geriye dönüşü olmayan bir uçuruma doğru sürüklüyorlar. Bugünden bunun önüne geçilmezse yarın çok geç olabilir.
Yazar. Şair
Molla Demirel
-------------
BALAYI AYAĞINA DEGİL KENDİ BEYNİNE VURMAK
Gece uyuyamadım. TV ekranlarında gördüklerim bana eski Yugoslavya ülkelerinde olanları anımsattı.
O savaş alanında Kosova, Bosna, Mekadonya'da alıp getirilen ailelerin, çocukların korkuya Almanya'ya uçaktan inerken çevrelerine bakışını hatırlattı. Olaylar karşısında ürperdim, dişlerimi sıktım, damaklarım kanadı.
İzmir sadece Türkiye'nin büyük kentlerinden biri değildir. Tarihi özelliği vardır. Orada çok farklı diller ve kültürler binlerce yıldır birlikte olmuştur. Bugün de bir çırpıda onlarca dil ve kültürü saya biliriz. Ayrıca İzmir var olduğundan beri Limanlarıyla, sahilleriyle bir Dünya ticaret merkezidir. Bir turizm merkezidir. Yani bir dünya kentidir.
Türkiye Millet Meclisinde dördüncü parti olan DTP ’nin Başkanı Ahmet Türk ve bir kaç millet Vekilli Arkadaşı ile İzmir'e gidiyor. Orada bir grup Ahmet Türk ve arkadaşlarının arabalarına demir, sopa, taşlarla saldırdığını Televizyon ekranlarından izledik. Bütün dünyanın önemli TV ve Radyo Haberleri iki gündür bu konuyu işliyor.
Bu olay ister istemez o haberleri izleyen olayı yaşayanlara, tanık olanlara şu soruyu sordurdu:
“Eğer Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli veya Deniz Baykal doğuda, örneğin, Malatya, Tunceli veya Mardin'e gitselerdi böyle bir saldırıyla karşılaşsalardı güvenlik görevlileri nasıl davranırlardı?“ İnsan yine kendisinse soru sormaktan alamıyor.
“Ahmet Türk'e yapılan saldırı AKP, MHP, CHP partilerinden birinin başkanına yapılsaydı medya olayı hangi başlıklarla verirdi?“ Böylece bir zincirin halkları gibi yüzlerce soru bir birine ekleniyor.
Bu son olay ve olay karşısında adını verdiğim parti başkanlarının tavrı göstermiştir ki bunlar sorumluluk taşımıyorlar. O Ülkenin bırakın bir parti başkanının her vatandaşının istediği kente, istediği yere gitmesi doğal hakkıdır. Vatandaşın seyahat hakkını kullanırken onların sağlık ve güvenliğini sağlamakta başta da güvenlik güçleri olmak üzere tüm yetkili güçlerin işidir. Hiç bir insanın bir başkasını yargılama hakkı yoktur. Eğer herkes bir başkasına saldırarak cezalandırmaya kalkarsa o zaman devletin mahkemesinin, polisinin, Jandarmasının bir anlamı ve değeri kalmaz. Yani devlet diye bir mekanizma olmaz ve yaşamaz.
Saldıranlardan çok daha fazlasını CHP, MHP ’nın başkanları ile Başbakanın konuşmaları bütün Kürtleri, bütün demokratları ve Türkiye'nin birliğini savunan tüm aydınları yaralamıştır. Korkutmuştur.
Saldırganları korumak için Ahmet Türk ve Partilileri ’Sarı yeşil Kırmızı' flamalar taşıyorlar, bununla PKK'nın propagandasını yapıyorlar. Böylece insanları kışkırtmış oluyorlar“ gibi cümleler ne oturdukları makama ne de yaşlarına ve ne de Türkiye'yi yönetmeye aday oluşlarına yakışıyor.
’Tüm PKK kadroları“ dahi İzmir'e gösterişli konvoylarla gelmiş bile olsa kimsenin onlara saldırma hakkı yoktur. Eğer suçları varsa gösterilerinin ardından güvenlik güçleri kibarca onları alıp gerekli yargı makamlarına teslim eder. Sonucu da yargı belirler. Sen İzmir'de, Marsin'de, Eskişehir'de herhangi bir partinin başkanını hatta sıradan birini Kürt Kimliğinden dolayı saldırısını destekler bir tavır takınırsan öbürüne de Laz kimliği ile seni Karadeniz kentlerine, Kürt Kimliğiyle Doğu ve güney doğu kentlerine, Rum Kimliğiyle Balkanlara sokmamaya kalkar. Bu ülkede kardeş kavgası yaratır. Önüne geçilemez kanların akmasının ortamını yaratır. Tehlike farklılıkların ve dillerin varlığı değildir.
Lazca, Kürtçe, Arapça, Çerkezce, Gürcüce, Ermenice vs. dillerini konuşmak ve bu dilleri öğrenmek, geliştirmek ülkeyi bölmez. Bunların varlığı bizim kültür zenginliğimizdir. Bu zenginlik ülkenin hızla bilim ve teknik alnında gelişmesini sağlar.
Ancak sen farklı dil ve kültürden gelen insanlara saldırıyı onaylarsan veya onaylayacak davranışlarda bulunursan ülkenin temellerine dinamiti yerleştirmiş oluyorsun. Çakmağı da sonucun ne olacağını bilmeyenlerin eline vermiş oluyorsun. Kısacası dil bölmez ama saldırılar, çatışmalar böler.
Sendikalar sivil kurumlardır eğer İşçi ve memur sendikaları tabanının huzursuzluğunu saptamışsa, onların yürüyüş, protesto, işi bırakma haklarını kullanmak istemeleri ve kullanmalar doğaldır. Olması gereken bir davranıştır. Bir başbakanın halkın temel direğini oluşturan işçi ve memur örgütlerini tehdit etme hakkı yoktur.
İşi onlarla diyalog sağlamak ve onların taleplerine cevap vermektir. Başta kendisi olmak üzere iç işleri, sağlık ve çalışma bakanlarını yanına alarak hemen sendika temsilcileriyle bir araya gelmenin ortamını araması gerekir. Ayrıca yürüyüş yapacak sendikalı kitlelerin güvenini sağlamak, onların istemlerine kulak vermektir. İşçi ve memurların haklı taleplerine var olan olanakları çerçevesinde destek vererek onları rahatlatmak başbakanın, bakanların ve tüm meclisin görevidir. Sağlıklı diyalog kurarak birlikte ülkenin ve toplumun sağlıklı yaşaması için çare aramaktır. Demokrasinin bulunduğu hiç bir ülkede bir başbakan “Yarın sokağa çıkarsanız olacaklara da katlanırsınız“ demez ve diyemez. Bu cümlenin anlamı ’sizi yarin sokakta görürsem, ölüm kararınızı da ben vermiş oluyorum. bunu şimdiden bilin'
Bu anlayış İzmir olayı ile de birleşince inanılmaz bir tehlikeyle Türkiye'nin karşı karşıya olduğu açıktır.
Kısacası Hükümet ve Ana muhalefette ki iki büyük parti el ele vererek Türkiye'yi korkunç, geriye dönüşü olmayan bir uçuruma doğru sürüklüyorlar. Bugünden bunun önüne geçilmezse yarın çok geç olabilir.
Yazar. Şair
Molla Demirel
-----------------------------------
AH İNSANLARIM
Ah insanlarım
Bir yalanla milyonlar olmuş
dökülmüşsünüz meydana
Boğacaksınız elinize geçse hani o sizin gibi
Karnı duymadan yatağa uzananı
Çocuğuna bir kalem
bir defter parası
Cüzdanında bulamayanı boğacaksınız
Ah insanlarım
Birini öbürüne kırdırmak istiyor birileri sizi
Silah depolarını boşaltmak için
Ve cebinizdeki son kuruşları hesabına aktarmak için
Birileri sizi kırdırmak istiyor
Başka nedendir köylerinizin
Ve ekinlerinizin kül edilişi
Sahalara dökülmüşsünüz ellerinizde bayraklarla
Denizlerdeki balıklardan
Kırlardaki çiçeklerden daha çoksunuz
Onlar dolduramıyor sizin kadar sahaları
Sizse sizi yoksulluğa taşıyanlar için sahadasınız
Yağmur altında
Çamurlu bir sahada
Taze fırınca
Bir paket çay ve
Yarım kilo şeker dağıtılırken bedava
Bu kadar çoktunuz
Bir fırınca için
Bir avuç şekeri kapmak isteyen
Çocukları yaşlıları çiğneyecek kadar çoktunuz
Ah insanlarım kendinizi
Ve düşmanınız aynada görmeyecek kadar körsünüz
Ah insanlarım o kadar saf ve o kadar çoksunuz ki
Sizi sömürenlerin çokluğunuzu daha da artırmamak için
Cüzdanında kalmışlığı varsa alabilmek için
Doğum kontrol haplarını size yutturuyor
O zahirli hapla doğacak çocuğunuzu
Katlederken ana rahminde
Mutluluktan bayılacak kadar çoksunuz
Ah insanlarım o kadar saf ve o kadar çoksunuz ki
“Bir dilim ekmek
Ve bir hırka yeter“ diyecek
Ve Demokrasinin
Eşit hakların
Adaletin yüzüne bakmayacak kadar çoksunuz
Ah insanlarım o kadar çoksunuz ki
Siz bakmayın bana
Sivas'tan
Solingen'den ateşler içinde yandığıma
Oradan oraya sürüldüğüme taşlandığıma bakmayın siz
Bilirim vicdan ve bilinç kapısına yanaşmak zorunda zoru
Daha zoru dostu düşmandan ayırabilmektir
Bu yüzden olmalı ki
Sizi sadece yumurtlayan tavuk sanıp kümese sürenlerin
Önünde şapka çıkarıp onlara tüm dünya nimetlerini sunarsınız
Ve onlar adına beni hatta aynı karından dünyaya gözlerini açmış
Kardeşinizi vuracak kadar saf ve çocuksunuz
Ah insanlarım
Gözleriniz o kadar çok kör ki
Sizi sömürenlerle savaşırken
Onlardan çok sizin elinizden fırlayacak
Bir bıçak, bir taş
Bir mermi ile vurulmaktan korkarım
Korkarım arkadan vurulmaktan
Ve kurduğum hayallerimin dökülüp kırılmasından
Bu saflığınızdandır benim bu kadar çok korkum
Ve bunca endişem
Ah insanlarım o kadar çoksunuz ki
Geleneklerin sınırını
Sopayı başınıza indirenler
Eli bir türlü cebinizde çıkmayanlar belirler
O onların yarattıkları gelenekler adına
Ahlak adına
Yiğitlik ve mertlik adına
Daha yirmisine ayak basmamış
Gencecik fidan boylu kekik kokulu
Kızlarınızı
Çınar boylu çelik kadar sağlam kardeşlerinizi, çocuklarınızı
Kurşuna dizersiniz
Benim ve çocuklarınızın katili olmak için
O kadar yiğit ve o kadar çoksunuz ki
Sepet sepet sunulsa da size
Eşitlik,
demokrasi
adalet ve insanlık
Dönüp de el sürmesiniz
Beye,
ağaya sözünüz var
Onları kırmamak için katil olmak için
Sıraya girmişler o kadar çoksunuz ki
Ah insanlarım
Biz hep ezilen
Yoksulluğu hep kader bilen çoğunluk
Varlık denizinde yüzen onlar
Bizi ezen azınlık
Ah insanlarım
Bilirsin ben hep ölüme kafa tutum
Öbürü hep ölüm fermanımı yazan oldu
Sizse hep bir dilim ekmek
Bir hırka yeter demekle de kalmadınız
Çoğunluğu sömürenleri
Ve ezenleri
Yani güçlüyü alkışlayan oldunuz
Işıkların altında elinize ne geçtiyse
Savurdunuz
Oysa yıkılan ben değil siz oldunuz
Ah insanlarım
Siz öldürmek için sizi o kadar çoksunuz ki
Ah insanlarım kendinizi
Ve düşmanınız aynada görmeyecek kadar körsünüz
Bense size yaşamını adamış bir deli...
Haziran 2007
Molla Demirel
Bayram ve Türkiyede yasananlar- Siir