Ana içeriğe atla

Anonymous (doğrulanmadı)

Sa, 2009-03-24 23:58

In reply to by Anonymous (doğrulanmadı)

[b]Alnindan vurmak mis? Asagidaki yazida ismi anilanlarin hangisi alnindan vuruldu? Hepside kalesce arkadan vuruldu. Hemde Katil Apo'nun dedigi gibi 15 binin üzerinde yurtsever Kürd insani. Bunlari biz unutmayacagiz![/b] Önce terör nedir onu tanımlayalım. Kişilerin, örgütlü yapıların insan yaşamına, mala yönelik şiddet eylemleri terör olarak değerlendiriliyor. Diktatörlükle yönetilen rejimlerden bahsetmiyoruz. Diktatörlerin iktidarı şiddeti esas alır. Diktatörlüğün bir diğer eşanlamı terördür. Kişi yaşamına, fikir özgürlüğüne, evrensel insan haklarına değer veren demokratik rejimlerde durum farklıdır. Bu tür rejimlerde kamu düzenini koruyucu yasalar vardır. Mevcut düzeni ihlal eden fiil ve hareketler cezalandırılıyor. Örneğin kişinin kişi yaşamına kasttetmesi terör ve kamu düzenini ihlal edici eylem olarak kabul ediliyor ve cezalandırılıyor. Bunun bir tek istisnası vardır. Saldırıya uğrayan kişinin yaşamını koruması amacıyle karşı şiddeti meşru müdafa sayılıyor, cezalandırılmıyor. Burada da bazı sınırlamalar konulmuştur. Örneğin saldırıya uğrayan kişi saldıranın elinde sopa veya öldürücü niteliği olmayan bir bıçak görür ve hemen silahını çeker saldırganı öldürürse, aşırı vasıta kullandığından eylemi meşru müdafa sayılmıyor cezalandırılıyor. Örgütlü eylemler de yukarıda bahsettiğimiz ferdi eylemlerden farklı değildir. Bunun tek bir istisnası vardır. Ülkesi işgal edilmiş veya sömürge halklarının örgütlü şiddet eylemleri terör sayılmıyor. Bir nevi meşru müdafa sayılıyor. Ancak uluslararası normlar bu tür şiddet eylemlerine de sınırlamalar getirmiştir. Örneğin savaşın hedefi olmayan sivil hedeflere yönelik şiddet eylemleri, şiddet eylemlerini uluslararası alanlara taşırması terör eylemleri olarak kabul edilir ve eylemleri yapan örgüt terör damgası ile damgalanır. Bu durum örgüte verilmiş en ağır cezadır. Terör damgası vurulmuş bir örgüt mahkum edilmiş, hapse konulmuş demektir. Yukarıda izah ettiğimiz çerçevede PKK eylemlerini değerlendirelim. Önce PKK yi ilk defa terörist örgüt ilan eden İsveç' ten başlayalım. İsveç 1972 yılından beri Kürt mültecilerin en çok tercih ettikleri bir ülkedir. İsveç istihbarat örgütü SPO İsveç'e gelen Kürt ve Türk sol örgütleri hakında geniş bir araştırma yaptı. 1980-82 arasında PKK hakkında büyükçe bir dosya oluşturdu. Hükümete PKK nin terörist örgüt olduğuna dair rapor verdi. SPO nun raporuna göre PKK ülkesinde savaşın hedefi olmayan sivil hedeflere yönelmiş, çok sayıda adam öldürmüştür. Bu eylemleri terör eylemleri olarak değerlendirdi. İsveç, ulusal kurtuluş hareketlerine sempatiyle bakan, yakın duran bir ülkedir. Bu nedenle başında Olof Palme 'nin bulunduğu İsveç Hükümeti, SPO nun raporuna itibar etmedi rafa kaldırdı. Ancak PKK nin basınında, toplantılarında İsveçte'ki diğer Kürt örgüt ve liderlerini tehdit ve ağır itham etmeleri gözden kaçmıyordu. Nihayet 1984 yılında Enver Atanın Upsalada bir meydanda öldürülmesi bardağı taşıran damla oldu. İsveç Halkı küçük bir hayvanın ölümüne tahammül etmeyen bir halktır. Bir kurdun, bir tilkinin ormanda ölü bulunmasını günlerce basınında, televizyonlarında tartışan bir ülkedir. Upsala meydanında ölü Enver Ata'yı yaşatmak için kalbine masaj yapan genç kadının feryat ve çığlığına İsveç Halkı seyirci kalamazdı. İsyan etti. Üstelik katil Enver Atayı siyasi nedenle öldürdüğünü mahkemede itiraf etti. Kendisine böyle telkin edilmiş. İsveç hükümeti SPO nun raporunu raftan indirdi, PKK yi terörist örgüt ilan etti. Bu durum Şamın, PKK üst düzey kadrolarının omurunda değildi. Onlara göre bu durum emperyalizmin bir oyunudur. Amma Türk Devlet yetkilileri sevincinden avuçlarını ovuşturuyorlardı. Şam,Avrupa' ya açtığı savaşı tırmandırıyordu. Olan olmuştu. SPO nun eli güçlenmişti. Enver Ata' nın öldürülmesinin hemen ardından İsveç İstihbarat Örgütü SPO onlarca PKK sempatizanını tutukladı. Üç ay boyunca sorguladı. Üç aylık sorgudan sonra yıllarca ikamet ettikleri belediye sınırları içine hapsetti. Ben Avrupa ülkelerini dolaşıyordum.1985 baharında İsveçe döndüm. İsveç İstihbarat Örgütü SPO terör örgüt yöneticisi diye beni tutukladı, bir hücreye kapattı. Ancak İsveç içten ve dıştan yoğun olarak eleştirildi. Eleştirilerin ağırlıklı bölümü benim tutuklamamla ilgiliydi. Kimi basın ve hukuk çevrelerinde de tasvip edilmeyen bir olay nedeniyle bir örgüte terör damgası vurulamaz yönündeydi. İsveç televizyonunda canlı olarak yayınlanan bir proğramda İsveçli bir gazeteci Göçmenler Bakanı Anita Gıradini soru yağmuruna tabi tutuyor, bakan cevap vermekte zorlanıyordu. Tutuklu kaldığım onbir gün boyunca bir komisyon tarafından sorgulandım. Karşılıklı, çok tartışmalı bir sorgulama olmuştu.Onbirinci gün SPO nun üst düzey bir yöneticisi bana “Senin yüzünden çok ağır eleştirilere uğradık. Şimdi seni bırakacağız. Ancak sorgun tutuksuz devam edecek. Haftada iki gün imzaya geleceksin“ dedi ve beni bıraktılar. Ancak sorguya ve imzaya gitmeyi redettim. SPO pasaportuma elkoymuş İsveç dışına çıkamıyordum. Upsalada öldürülen Enver Atayı yakından tanıyordum. Şam'dan İsveç' e birlikte gelmiştik. Aylarca bir evde birlikte kalmıştık. Diyarbekirde tutuklanmış,poliste çok ağır işkence görmüş,ölü diye bir tarlaya atılmıştı. Uzun zaman geçmesine rağmen bacaklarındaki yaralar kapanmamıştı. Birikimli, insanlarla ilişkilerinde saygılı gerçek bir Kürt Beyefendisi idi. Öldürüldüğünü Fıransada duydum. Derin bir acıyla sarsıldım. Duyduğum acıyı içime hapsettim.1985 Haziranında Stockholmde yoğun olarak izlenen bir basın toplantısı düzenledim. Toplantıda hiç birimizin tasvip etmediği üzücü bir olay olmuştur. Münferit bu olay nedeniyle bir halkın özgürlük mücadelesi mahkum edilemez. İsveç demokrasisine derin bir saygı duyuyoruz. Mevcut uygulama demokrasi ile bağdaşmıyor. Hükümeti bu uygulamadan vazgeçmeye çağırıyoruz. Aksi halde sorunu uluslararası demokratik platformlarda tartışmaya açacağız dedim. Basın toplantısıyla ilgili İsveç basınında çok olumlu yorumlar ve yazılar yayınlandı. Uygulamayı protesto amacıyle açlık grevleri düzenledik. Bir arkadaşımız ölüm sınırına yaklaşmıştı. Kokudan hasta hanedeki odasına girilmiyordu. Basından,kamuoyundan yoğun bir destek aldık. İsveç Hükümet çevreleri suskun ve şaşkındı. Herkes hükümetin geri adım atacağı beklentisi içindeyken, Stockholm' de, Kürtlerin düzenlediği bir gecede Çetin Güngör kalabalığın içinde öldürüldü. Bu olay şok etkisi yarattı. Ne bizim ve ne de başkalarının söyliyebileceği tek sözü kalmamıştı. Bu olay İsveç Hükumetini haklı çıkarmıştı. İsveç Göçmenler Bakanı Anita Gıradin televizyonlardan herkesi sukunete davet ediyordu. İsveç uluslararası alanlarda demokrasi anlamında prestiji yüksek bir ülkedir. Diğer ülkelerin de İsveçi takip edeceği,PKK yi teröris ilan edeceği açıktı. İsveç' teki gelişmeleri noktalarken, yine İsveç' ile ilgili iki konuya açıklık getirmek için bir parantez açmak istiyorum. Birincisi İmralı' dan öncekilere benzer bir inci duydum. Sözde ben Olof Palme başına geleceklerini düşünsün diye bir demeç vermiş, Olof Palme' yi tehdit etmişim. Bende PKK mantığı oluşmadı. Sokak kabadayısı da değilim. Hukuku, yasaları bilen biriyim.Yaşadığım bir ülkenin başbakanını tehdit etmenin ağır bir suç olduğunu bilen biriyim. Böyle bir demecim olsaydı derhal kendimi cezaevinde bulurdum. Asıl kendi sorumsuz beyan ve makaleleri yüzünden İsveç'te zor anlar yaşadım. Olof Palme'nin katili elimde diye bas bas bağıran,Kürtleri Olof Palme' nin katili ilan eden kendisidir. İsveç iltica başvurusunu reddetmiş diye İsveçe savaş açtılar. PKK' nin resmi yayın organı Serxabun'da: “Galile dünya dönüyor dedi hapsettiler. Olof Palme bilmelidir ki dünya hala dönüyor!“ diye Palmeyi tehdit eden makaleler dizen kendileridir.: “Gerekirse Danton gibi kan içeriz“ diyende kendileridir. İkincisi rahmetli Çetin Güngör' ün öldürülmesi ile ilgilidir. Kimi çevrelere göre sözde katili evimde gizlemiş,cinayet benim bilgim dahilinde işlenmiştir. Bu iddia Çetin Güngör'ün öldürülmesinde duyduğum acı kadar bana acı verdi. Çetin Güngör' ün köyü ile benim köyün komşu köylerdir. Ailelerimiz iç içe yaşadı sayılır. Ailelerimiz birbirinden kız almış kız vermiştir. En önemlisi rahmetlinin babası 1955 yılından beri çok yakın dostumdu. Amcası rahmetli Veli Güngör orta ve lisede sıra arkadaşım ve sağdıcımdı. Son olarak rahmetliyi Stockholm tren istasyonunda öperek yolcu ettim. Yanında Seher vardı. Ben hiç bir zaman Çetin'e yöneleceklerini düşünmüyordum. Enver Ata vurulunca endişelendim. Çünkü Enver Ata'nın Çetin'le olan ilişkilerinden dolayı öldürüldüğünü öğrendim. Gizlice Çetinle ilişkide olan biriyle buluştum. Çetine selamımı söyle,kesinlikle kendisine dikkat etsin diye tembih ettim. Bunu ilk defa burada açıklıyorum.Görüştüğüm insan hayattadır. PKK işlediği cinayetleri özenle benden gizliyordu. Bu konuda Şam' ın talimatı vardı. Rahmetlinin vurulacağı konusunda en küçük bilgim olsaydı, hayatıma da mal olsa kesinlikle bu cinayeti önlerdim. Katilin kaldığım evde kalması benim için büyük bir talihsizliktir. Her şeyden önce 1995 yılına kadar İsveçte bana ait bir evim olmadı. Her defasında değişik evlerde kalıyordum. İsveç İstihbarat Örgütü pasaportuma el koymuş İsveç dışına çıkamıyordum. Malmö' den başlayan yürüyüşe giden bir arkadaş bana evinin anahtarını verdi, benim evde kalabilirsin dedi. Akşam eve gittiğimde kapı açık, sonradan Çetin' in katili olacak Kel Reşit evde oturuyordu. Meğer evin bir anahtarı da ona verilmiş. Kendisini fazla tanımıyordum. 1984 yılı baharında yine Stockholde karşılaşmıştım. İsveçte kendisine kel Reşit diyorlardı. Kaldığım evde üç veya dört gün kaldı. Hiç konuşmuyordu. Kendi kendine bir şeyler yazıyordu. Ben örgüt tarafından oturtulmuş, özeleştirisini yazıyor sandım. Olaydan üç gün önce evden ayrıldı gitti. Nereye gittiğini de bilmiyordum. Stockholm polis müdürü Hans Holmer ve SPO başkanı Pege Nes İsveç Parlamento komisyonu önünde ifade veriyorlardı. Televizyonlar konuşulanları canlı olarak yayınlıyorlardı. SPO başkanı Pege Nes aynen şöyle diyordu. Adamlarım yıllarca Kürt avukatı takip etti. Kürt avukat PKK nin konfiliti içinde değildir. Çetin Güngör' ün öldürülmesiyle ilgili beni itham edenleri bu dürüs insan kadar namuslu davranmaya davet ediyorum. Çetin Güngörün öldürülmesinden önce ölüm makinesi harekete geçmiş, Almanya' da Kürşat Timur,Zülfü Gök, Ramazan Adıgüzel, Hollanda da Rizgari taraftarı bir Kürt,İsviçre Lozanda bir Kürt öldürüldü. İnsanı ürküten, var olan umudu tüketen bir sılogan kulaklara fısıldanıyordu. PKK kanla gelişir. Kürt Halkının özgürlüğü için yola çıktığını iddia eden PKK Kürt kanını akıtıyor ve akıttığı bu kan ile besleniyordu. Ölüm makinesi zaman kaybetmiyordu. Ülkede köy baskınlarında öldürülen kadın ve çocukların yürekleri parçalayan yanyana dizili cesetleri dünya televizyonlarının ekranlarına taşınıyordu. Çocuklarımıza özgür bir gelecek yaratmak iddiasıyle yola çıkan PKK daha yolun başında çocuklarımızın katili olmuştu. Şam kana doymuyordu. Bar bar bağırıyordu. Cizre' de oluk oluk kan akacak. Dersim Kemalist' tir. Kemalistlere yaşam hakkı tanımayın diyordu. 1986 PKK üçüncü kongresinin hemen ardından merkezi üç kişilik bir gurup müdahale adı altında Almanyaya geldi. Gelen merkezi üç kişi kongrede özeleştiriye alınmış,yerden yere vurulmuştu. Ellerinde işte size yetki, işte size görev.Gidin kendinizi kanıtlayın diye yazılı bir talimat vardı.Yetki ve görevin ne olduğu bu gurubun pıratikleriyle ortaya çıktı. Fırtına gibi estiler. Hollanda' da Avukat Mahmut Bilgili, Pariste Hüseyin Akagündüz öldürüldü. Kimine göre görünmeyen,kimine göre bilinen kapkara bir el Kürtlerin beynini yok ediyordu. Suçlamalar,özeleştiriler birbirini izledi. Şamda kurşuna dizilen Kürt gençlerinin görüntülü video kasetleri halka korku salmak amacıyla gösterilmeye başlandı. Şamda merkezi arşivde kalması gereken gizli belgeler bilinen amaçla Avrupaya gönderildi. Video kasetleri,gizli belgeler hava alanlarında, baskınlarda Alman polisinin eline geçiyordu. Gelen müdahale gurubu yaptıkları kanlı olaylarla yetinmiyordu. Bu kez diğer Kürt guruplarının Newroz gecelerine silahlı baskınlar düzenlediler. PKK adeta Kürt Halkına savaş açmıştı. Daha önceleri binbir uğraş ve emekle Avrupa politik çevrelerinde açtığımız kapılar, bu eylemler nedeniyle bir bir yüzümüze kapanıyordu.Bir örnek vermek istiyorum. Kürt sorununu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunda tartışmaya açmak için çalıştık. Birleşmiş Milletler Cenevre ofisinde insan hakları komisyonunda görevli Belçikalı bir profesor bize çok yardımcı oldu. Presedür hakkında bize bilgi ve broşürler verdi.Her görüşmeye gittiğimizde bizi nazikçe karşılardı. Müdahale gurubunun kanlı eylemlerinden sonra,hazırladığımız belgelerle Birleşmiş Milletler Cenevre ofisine gittik. Her zaman olduğu gibi profesörün sekreteri kanalıyla görüşme isteğimizi bildirdik. Bayan sekreter suratı kızarmış bir hade geri geldi. Dostumuz Profesörün cevabı korkunç ve halkımız adına utanç vericiydi. “Üzerimde çelik yelek yoktur görüşemem“ diyordu. Şam bu utanç verici duruma kahkaha atarak: “Bizden korkuyorlar“ diyordu. Şam Avrupa' ya gelen müdahale gurubunun kanlı eylemlerini yeterli görmiyordu. 1987 baharında üç kişilik ikinci müdahale gurubu geldi. Avrupa' da ikinci fırtına dönemi başladı. Şam telefon başından ayrılmıyordu. Şunu şunu şunu tutuklayın diyordu. Birinci müdahale gurubuyla birlikte çok sayıda kadro ve taraftarı tutukladılar. Tutuklananları Almanya' nın Köln kentinde bir apartmanın dördüncü katında genişçe bir daireye hapsettiler. Burada ibret verici bir olay yaşandı. PKK nin Avrupada öğrütlenme çalışmalarına katılan emektar arkadaşımız Maraşlı İsmet tutuklandığı dairenin penceresinden atlıyarak intihar etti. Cebinden eşine hitaben yazılı bir mektup çıktı. Mektupta şunları yazmıştı: “Seninle birlikte gücümüzü zorlayarak halkımızın kurtuluşu için çaba harcadık. Şimdi beni ajanlıkla suçluyor,yargılamak istiyorlar. Buna fırsat vermiyeceğim. Beni anlayışla karşıla“ diyordu. Mektup, adamın ismini yazarak beş yüz mark borcumuzu ona öde diye bir not ile bitiyordu. İkinci müdahale gurubu hız kesmiyordu. Avrupa' da yargılamalar, mezar kazmalar bir birini izledi. Atinadaki Lavriyon kampı Birleşmiş Milletlerin finanse ettiği bir kamptır. Çeşitli ülkelerden mülteci guruplar bu kampta barınırlar. Şam telefon başından ayrılmıyordu. Üç goril gönderin, Lavriyon kampını ele geçirsinler parti okulu haline getirsinler diyordu. Bundan sonra PKK adına Lavrion Mülteci kampına baskın yapıldı. Bıçaklanan, kanı akıtılan yine bir Kürttü. Beş bin Yunanlı olayı protesto etti. Kampı ele geçirmek isteyenler kamptan kovuldular. Olayları yatıştırmak, durumu düzeltmek de benim payıma düştü. Hazırlanan gizli plan eksiksiz uygulanıyordu. Bu kez ikinci müdahale gurubunun idam fermanları Avrupaya ulaştı. Bu durumu fark edenler kurtuluşu Alman polisi tarafından tutuklanmalarında gördüler. Ellerinde gizli belge dolu çantalarıyle sokaklara düştüler polisi beklediler. Alman Anti terör timinin operasyonu sonucu tutuklanmalar ve bilinen Düseldof davası başladı. Almanya' nın hayat damarı olan otobanlar işgal edildi. Kan revan içinde yerde yatan Alman polisinin görüntüsü dünya televizyonlarında terör budur dedirtircesine gösterilmeye başlandı.Ardından Avrupa ülkeleri biribirini takip ederek PKK yi terörist örgüt ilan etti. Halkımızın özgürlük mücadelesini mahkum eden böylesi bir zeminin oluşmasında bu mücadeleye emek vermiş hepimizin sorumluluğu vardır. Kimileri estirilen terör nedeniyle sustu. Kimileri de bugün yarın düzelir hesabı yaptı. Her iki durum da büyük yanılgıydı.Yaşananlar açıktı, amaç belliydi. Ben PKK nin örgütsel yapısının dışındaydım.Ancak onlarla beraberdim. Ben Çetin Güngör vurulduğu gün PKK den uzak durmalıydım. Ancak kenara çekilip oturmak sorunu haletmiyordu. Belki bu felakete doğru gidişi durdurabilirim,düzeltebilirim düşüncesiyle yanlış hesap yaptım. Bu nedenle defalarca Şam'a, gelişmelerden rahatsız olduğumu görüşmek istediğimi bildirdim. Her defasında merkezi düzeydeki kadroları ağır hakaretlerle suçluyor beni oyalıyordu. Ardından Avrupa merkezine gönderdiği gizli bir talimatla Ajan ve provakatörlere yönelik pratikleri avukattan gizli tutun demişti. 1988 Haziranında Şam'a gittiğimde kendisine parti içinde ve diğer Kürt guruplarına yönelik öldürme olaylarının yanlış olduğunu, mücadeleye zarar verdiğini,kitlelerin tepki gösterdiğini söylediğimde, ahlak dışı ürkütücü bir cevap aldım.Yüzünü buruşturarak: “Bundan sonra kadın kız meselesine getirip öldüreceğim“ dedi. Yirmi yıl önce PKK den ayrılınca birlikte hareket ettiğim arkadaşlarımla Yazdığımız ve BBC Tükçe servisince de yayınlanan Şam ’a açık mektuptan bir paragrafı buraya aktaracağım: “Senin amacının ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Sen, bu halkın evlatlarını biribirine vuruşturacak, güvensiz bir ortam yaratacaksın.Halkımızın mevcut gücünü lejyonerler deposu haline getireceksin. Sonra iki elini havaya kaldıracak, bütün uğraşıma rağmen ayağa kalkma cesaretini göstermediniz, çağımızda yaşamayı hak etmediniz diyecek, tozlu eteklerini silkeleyip gerçek yuvana döneceksin. Bu halkın evlatları da kendilerinden başka kimsede kusur aramayacaklar“. Yirmi yıl sonra bugün yaşananlar ve görünen acı tablo bu düşüncemizi çarpıcı bir şekilde doğruluyor.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.