Skip to main content
Submitted by Aso Zagrosi on 20 April 2014

Sayin Dr. Ali K. Yıldırım’ın „İdrisi Bitlisi Mirası ve Statüko“ adlı Makalesi üzerine bir kaç eleştiri

Aso Zagrosi

Sayin Dr. Ali K. Yıldırım’ın Rizgari. Com’da „İdrisi Bitlisi Mirası ve Statüko“ anabaşlığı altında bir makalesi yayınlandı.

Sayin Yıldırım’ın makalesindeki Îdrîsî Bedlîsî’ye dair ileri sürdüğü bazı iddialara kısaca da olsa cevap vermeye çalışacağım.

Aslında daha önceleri farklı makale ve yazı serilerinde Îdrîsî Bedlîsî ve Çaldıran savaşı üzerine durmuştum.

Sayin Yıldırım hemen makalesinin girişinde İçlerinde Celadet Bedirxan ve Nuri Dersimi’nin bulunduğu, geçen yüzyılın ilk dönem kürt milliyetçileri; İdris-i Bitlisi’ye karşı eleştirel tutum takınmışlardı. Onlar, bugünkü Kürt ve Kürdistan sorununun kökenlerini, 16. Yüzyılda yaşanan İran ve Osmanlı savaşlarına bağlar iken; Kürt coğrafyasının parçalanarak, bir kesimin Osmanlı tarafından ilhak edilmesinde Bitlisi’nin sorumluluğuna vurgu yapıyorlardı.

Idris’i Bitlisi’yi yargılayan tutum, yakın zamana değin, bütün Kürtler arasında genel kabul görmekte idi. Şimdilerde bir tek Türkiye vatandaşı Kürtler arasında İdris-i Bitlisi’nin rolünü olumlayan bazı farklı seslerin yükseldiğini görüyoruz.” diyor.

Sayin Yıldırım’ın Idris’i Bitlisi’yi yargılayan tutum, yakın zamana değin, bütün Kürtler arasında genel kabul görmekte idi” tezi yanlıştır. Çünkü Kürd ve Kürdistan tarihi üzerine en çok araştırma yapan Doğu ve Güney Kürdistan tarihçileridir. Onlar Îdrîsî Bedlîsî’yi negatif değerlendirmiyorlardı ve değerlendirmiyorlar. Hatta onu “alim”, “Büyük Devlet Adamı” ve “Büyük bir Tarihçi “ olarak değerlendiriyorlar.(Huseyin Medeni, Kurdistan û Stratejî Dewletan, Bergî Yekem, sayfa 93-94)

30 Ağustos 1968 tarihinde vefat eden Kürd tarihçisi Salih Qaftan “Mêjûy Gelî Kurd adlı eserinde onu “Kürdleri Safevilerin kıyımından kurtaran.... alim ve aydın Kürd” olarak goruyorlar. (age, s. 162) Bu konuda Baba Merdoxi, Dr. Kemal Mazhar ve N. Mustafa gibi tarihçilerde farklı düşünmüyorlar.
Yani anlaşılması gereken “bütün Kürdler” İdrisi Bedlisi’yi negatif görmüyorlardı.
Kuzey Kürd çevrelerinin bazı kesimlerinde böyle bir yaklaşım var. Fakat, bu yaklaşım verilere, araştırma ve incelemelere dayalı bir yaklaşım değildi/değil. Biz geçen yüzyılın 70’li yıllarında Kürd tarihi hakkında hiç bir bilmezken İdrisi Bedlisi’yi “hain” olarak biliyorduk. Kuzey Kürdistan’da en azından son yıllarda o döneme(Safevi ve Osmanlı devletlerine ve Kürdlerin konumuna dair) ilişkin kafa yorma var.
Sayin Yıldırım’ın en büyük sorunlarından biri Safeviler tarafından Amed’e atılan Muhamed Han Ustaclu’yu ve Betlis’in başına getirilen Şarkluvi Ustaclu’yu “Kürd” olarak görmesi ve tezini bunun üzerine bina etmesidir. Bugüne kadar okuduğum kaynaklar “Ustaclu”ları bir Türkmen aşireti olarak not etmişlerdir. Ayrıca eğer sayin Yıldırım onların Kürd asılı olduklarını ispat ederse tarihsel bilgi olarak fena olmaz. Sonuçta bu Ustaclular Kürdistan’daki bir dizi katliamda önemli rol oynuyorlar.

Çaldıran Savaşı öncesi, Şah İsmail Kürdistan Mirlerini tasfiye ediyor ve onların yerine Türkmenleri(Alevi Kürdleri değil) görevlendiriyor. Örneğin Maraş, Hasankef, Diyarbekir, Erzincan, Kemah, Kiği, Erzincan vb Kürd şehirlerinin başına Türkmen yetkilileri görevlendiriyor. Bu görevlendirmeler barışçıl bir şekilde gerçekleşmiyor, savaş ve katliamlar neticesinden gerçekleşiyor.
Çaldıran Savaşı öncesi Kürdistan Beylerinden 11 bey Hesenkêf Mîri Mîr Xelil Eyyubi ile birlikte büyük hediyelerle Xoy şehrine gidip Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmek istiyorlar. Bilindiği gibi Kürd Eyyubi Hanedandlığı tüm Ortadoğu’da yitirmesine rağman Hesenkêf kesintilerle de olsa Eyyubilerin son kalesi olarak varlığını sürdürdü.. Mîr Xelîl Eyyubî Şah İsmail’in eniştesiydi.(bacısıyla evliydi) Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmeye giden mirlerin bir yada ikisi hariç hepsi tutuklanıyor ve yerlerine Türkmenler atanıyor. Mîr Xelil Eyyubi’de 3 yıl Tebriz’de hapiste kalıyor ve sonra kaçıyor.
Biraz daha durumu netleştirmek amacıyla Sefewi tarihçilerinden Hasan Rumlu’nun Ahsenü’t Tevârih- Şah İsmail Tarihi adlı eserinden bir alıntı yapmak istiyorum. Hasan Rumlu Diyarbekir’da 913 Hicri/1507/8 Miladi yılında yapılan bir Kürd katliamından şöyle söz ediyor:
“Han Muhammed(Türkmen komutanlarından biridir. Aso) Padişah ordusundan ayrılıp Kara Hamid’e( Diyarbekir) yöneldi. Oranın egemeni Emir Bey Musullu’nun kardeşi Gaytemis Bey karşı geldi ve şehri teslim etmedi. Bu nedenle yiğit gaziler çölde kışladılar. Diyarbekir Kürtleri ordunun dört bir yanına saldırıp tek tek yakaladıklarını öldürüyorlardı. Gıda stoku yok denecek kadar azalmıştı. Gıda stokunun tükenmekte olduğunu fark eden Han Muhammed Kürdlerin kışlasına yöneldi. Fakat Kürdlerin bulunduğu yere ulaşmanın ve onları ele geçirmenin zor olduğunu görünce bir savaş hilesine baş vurdu ve onlardan kaçmaya başladı. Kürdlerde kendisini izlediler. Düzlüğe gelindiğinde Muhammed Han can yakan şimşek gibi, onlara çarptı. Kürdlerden bir çoğunu öldürdü ve yaraladı. Kürdlerde kılıç ve süngülerle kıyamet gibi etkin ordudan bazılarını öldürdüler. Sonunda fetih ve zafer esintisi Muhammed Han’dan yana oldu ve Kürdler kaçtılar. Gaziler onları izlediler ve yaklaşık 7000 kişiyi öldürdüler. Onların bölgesinden çok miktarda ganimet ve yiyecek ele geçiren gaziler daha sonra ordularına döndüler.(Hasan Rumlu, age, Ardıç Yayınları, sayfa 117)
Hasan Rumlu kitabının bir başka bölümünde “ Han Muhammed ustaclu Mardin Yaylasını onurlandırdı. Kardeşi Kara Bey Cizire’yi yağmalamak için gönderdi. Kara Bey buyruğu yerine getirdi ve imansız Kürdlerin çoğunu öldürdü ve çok miktarda ganimetle Mardin’de Han’ın ordusuna katıldı.(H. Rumlu, age, sayfa 129)
Prof. Dr. Kemal Mazhar Ahmed Draset Fi Tarix İran adlı eserinde “ Şah İsmail adamları bir yıl içinde Diyarbekir’de 15 000 Kürdü öldürdüler” diye yazıyor.(aktaran Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin 2009)
Diyarbekir ile ilgili verdiğim örnek Kürdistan’ın bir çok şehri içinde geçirlidir.
Kerkük’ten Sivas’a kadar tüm Kürdistan çapında Şah İsmail yönetimine karşı Kürdlerin direnişe geçmesi, Mevlana İdrisî Bitlisî’nin girişimleriyle açıklanacak bir durum değildir. Zaten iktidarlarını kaybeden Kürd Mirleri direniş içindeler, o esnada İdrisi Bitlisi devreye giriyor ve toparlayıcı bir rol oynuyor.
İdrisi Bitlisi Osmanlı devletiyle Kürd Mirleri arasında aracılık yapıyor ve Yavuz Sultan Selim tarafından büyük yetkilerle donatılmış bir şekilde Kürdistan’da faaliyet içindedir.
Şah İsmail tarafından Kürd katliamları yapılmamış olsaydı, Kürd Mirleri mülksüzleştirilmemiş , sürgüne gönderilmemiş ve hapse atılmamış olsaydı Osmanlı devletinin Kürdistan’a ayak basması oyle kolay olmayacaktı.

Bir örnekte Doğu Kürdistan’da vermek istiyorum.
Şah İsmail 1506 yılında “Kürdistan’a karşı genel bir saldırıya geçiyor. Sarmi Kurê Seyfedin Mukrî direnişe geçiyor”( Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin, sayfa 156)
Mukri Kürdleriyle Safevi orduları arasındaki savaşlara ilişkin olarak 1541 ve 1578 yılları arasında Safevi sarayında gelişmeleri yakından takip eden ve Şah Tahmasb’ın savaşlarına katılan tarihçi Hasan Rumlu’ya sözü bırakmak en doğrusudur.

Şu noktanın altını çizmek lazım. O dönem ne İdrisi Bitlisi alanda var ve ne de Mukri Kürdlerinin Osmanlı devletiyle bir ilişkileri var.
Hasan Rumlu şöyle yazıyor: “ Hakan İskender Şan(Hasan Rumlu Şah İsmail’e böyle hitap ediyor-Aso) bu yılı Xoy’da kışladı(1506-Aso). Büyük emirlerini, Kürd Sarim’ın üzerine yolladı. Zafere sığınmış ordu, o yolunu yitirmiş grubun ülkesine varınca, Kürdler gök gibi yüksek dağlara sığındılar. Gaziler onların memleketlerini yağmaladılar ve imansızların çoğunu öldürdüler.Bu arada Sarım’ın çatışmaya hazırlandığını ve bu amaçla dağın eteğinde bulunduğunu öğrendiler. Zaferi ilke edinmiş askerler o işe yaramazı defetmeye yöneldiler. Kürdlerde savaş amaçlı adımlarını ileriye atınca aralarında cetin bir savaş ceriyan etti. Her taraftan da çok sayıda insane öldürüldü. Ünlü Emirlerden Abdi bey ve Tekeli Mühürdar Sarı Ali de öldürülenler arasındaydılar. Bayram Bey Karamanlu ve Hulefa Bey Padişah ordusuna döndüler.(Hasan Rumlu, age sayfa 111)
Hasan Rumlu taraflı olan bir tarihçi olarak Safevilerin aldığı bu yenilgiyi açık bir şekilde ifade edemiyor. Ama bu savaş üzerine yazan Baba Merdoxi, Dr. Kemal Mazhar ve daha başka tarihçiler Safevilerin Sarim Mukri karşısında ciddi bir yenilgi aldığını yazıyor. Daha sonraki savaşlarda Mukriyan Kürdleri Safeviler tarafından yenigiye uğratılıyorlar ve “imansız Kürdler” kılıçtan geçiriliyor.…………
Çaldıran Savaşı öncesi ve sonrası döneminde Safewi ve Osmanlı devletleri arasında Kürdistan topraklarında yapılan tüm savaşlarda Kürd kıyımı yapıldı. Kürd şehirleri bir çok defa el değiştirdi ve her seferinde büyük katliamlar yaşandı.
Bir çok insanımız Çaldıran savaşından sonra yani 1514 yılından itibaren Osmanlı devleti ile Safevi devleti arasında bir sınırın çizildiğini düşünüyor. Sanki bu savaştan sonra Safevilerin Kuzey Kürdistan’a yönelik girişimleri son bulmuş gibi… Hayır savaş sonrası da Kuzey Kürdistan’ın bir çok şehri defalarca el değiştiriyor.
Hatta 1554’de Şah Tahmasb “Kürdistan seferine çıkıyor, yol boyunca tüm yerleşim birimlerini yerle bir ediyor. 1555’de Bitlis, Erciş, Muş, Ahlat gibi şehirleri harebeye çeviriyor ve halkını katlediyor.”(Huseyin El Caf’ın Tarixi İran’dan aktaran Dr. Firset Merhi, Sefewi û Kurd, kovara Metin, sayfa 158)
İran tarihi ile ilgili bir çok doktora çalışmasını da yöneten Prof. Dr. Kemal Mazhar Ahmed “ Safevilerin Kürdlere karşı yapmış olduğu katliamlar Holako ve Timurleng’ın yapmış oldukları katliamları unuturdu” diyor.
Yine Dr. Kemal Mazhar’ın anlatımlarına göre Şah İsmail’in oğlu ve ondan sonra İran Şah’ı olan Şah Tahmasb’ın korumaları “bir günde Şah’ın sarayında Dunbuli Kürd aşiretinden 400 kişiyi öldürüyorlar. Geriye kalan Dunbuliler mecburiyet karşısında Osmanlı topraklarına geçtiler”(Dr. Firset Merhi, age, sayfa 158)
Şah Tahmasb 1524-1576 yılları arasında iktidarda bulunuyor. O dönem Dunbuli Kürdleri Şii olmasa dahi onlara yakın bir dinsel yapıya sahip olduklarından dolayı sarayda çalışabiliyorlardı. Yada bugün bildiğimiz Raya haq dinsel gruba bağlıydılar.

KELDANİ PAPAZI BİR CANLI TANIK OLARAK ÇALDIRAN SAVAŞINDAN ÖNCE SAFEVİLERİN CİZRE’YE YÖNELİK SALDIRI VE KATLİAMLARINI ANLATIYOR

Sayin Yıldırım’ın “Kürd olarak” lanse ettiği “Ustaclular”dan “ “Han Muhammed ustaclu Mardin Yaylasını onurlandırdı. Kardeşi Kara Bey Cizire’yi yağmalamak için gönderdi. Kara Bey buyruğu yerine getirdi ve imansız Kürdlerin çoğunu öldürdü ve çok miktarda ganimetle Mardin’de Han’ın ordusuna katıldı.(H. Rumlu, age, sayfa 129)

Bu olayda Çaldıran Savaşı öncesi öncesi yaşanıyor. Bu konuda

Siirt Keldani Başpiskoposu Adday Şêr 1867-1915’in Fransızca yayınladığı ve daha önce çevirisini yaptığım bir tarihsel belgeyi aktarmak istiyorum.
Keldani Kilisesinin Kitaplığında bulunan bu tarihsel belgenin tarihi çok eski. Bu belge Çaldıran Savaşı’nın arifesine dayanıyor. 

“Cizre’nin ve Köylerinin Talanı” adlı belge bir Keldani Papazı tarafından kaleme alınmış, 1510 ve 1513 yılları arasında Cizre’de yaşanan olayları konu alıyor.
500 yıl önce gelişmeleri doğrudan yaşayan Sliba de Mansurya şöyle anlatıyor:

 “1510 yılında büyük bir felaket ve afet ile karşı karşıya kaldık. Kendisini Tanrı olarak gören Şah İsmail tüm doğuyu ele geçirdi.”
Şah İsmail bölgeye hileci ve sert kalpli Muhamed Bey adlı birini gönderiyor ve kendisine boyun eğmeyen tüm Krallerı öldürme ve direnen tüm şehirleri yıkma emrini veriyor.
Yazar “Bizim Cizre Kralımız” dediği Mir Şeref (yazar Saraf olarak yazmış) hakkında şöyle yazıyor:

“Bizim Cizre Kralı eşsiz Şeref , yürekli ve cesur bir adam olduğundan onu aşağılıyor ve kendisine hediyelerle birlikte kimseyi karşılamaya göndermedi. Şah’ın adamları gelerek zengin Beith Zabdai bölgesine saldırdılar. Dicle Nehri’ni geçerek Kardo Dağının yakınlarında savaşa tutuştular. Mir Şeref yenilgi aldı. Muhamed Bey’in adamları tüm ülkeyi talan ettiler, hayvanları götürdüler, halktan bir çoğunu katlettiler, papazları, diyakosları, çocukları, çalışanları, sanatçıları, genç ve yaşlıları katliamdan geçirdiler. Köyleri ateşe verdiler, Kilise ve manastırları yıktılar ve bir çok genç erkekleri ve genç kadınları köle olarak alıp götürdüler. Kral Şeref mecburi olarak onunla barış yaptı ve yeğenini ona eş olarak verdi. Bu despotun gitmesinden sonra bölge çekirgelerin saldırısına uğradı ve hasılatın yarısını tahrip ettiler.”
Papaz Sliba de Mansurya’nın anlatımlarına göre bu arada Cizre’de bir veba hastalığı peyda oluyor, inek ve öküzlerin bir çoğu kırılıyor. Bu arada Cizre’liler yine ekin işleriyle uğraşıyorlar ve kışı rahat geçiriyorlar. İlkbahar’da Cizre’liler yine tarım işleriyle uğraşıyorlar ve büyük bir hasılat beklerken bölge yine çekirgelerin saldırısına uğruyor.
Papaz Sliba de Mansurya’nın anlatımlarına göre 1512 yılında “Kürd Kralı Şeref” despot Muhammed Bey’e karşı isyan etti. Mir Şeref dağlık bölgelerde su kenarında kum kadar çok olan bir ordu topladı ve tuzak kurmak için Athel bölgesine gönderdi. ( Addai Şêr, Athel’a ilişkin düştüğü dipnota, elinde bulunan bir belgeye göre Athel Siirt’e iki günlük yol uzaklıkta buluyor, diyor) Bölgeyi ele geçirdi, talan yaptı ve büyük bir katliam yaptı.(Katliama ilişkin olarak Addai Şêr düştüğü dipnotta elindeki bir belgeye göre ölenlerin sayısı 40 kişidir, diyor) Ölenlerin içinde Keldani Papazı Jean da vardı.
Bu gelişmelerin ardından Cizre Kralı Şeref akşam saatlerinde şehri kuşatıyor ve telalcılarını şehri yüksek yerlerine göndererek halka şöyle çağrı yapıyor:

“Acele evlerinizden çıkın ve geceyi geçirmek için surlara doğru gelin…….”
Erkekler, kadınlar ve çocuklar dahil herkes evlerinden çıkarak yanlarına hiç bir yiyecek almaksızın surlara doğru gittiler. İnsafsız Kral adamlarına şehri yakma emrini verdi. Ertesi sabah cuma günü telalcılar Kral’ın talimatı üzerine halka çağrı yaparak şehri terketmelerini istediler, yoksa katliama uğrayacaklarını söylediler. Halk yanına hiç bir yiyecek almaksızın şehri terk etti ve 3 gün ovada kaldı. Kürdler evleri yaktılar ve buldukları her şeyi götürdüler. Kötü Kral şehri yaktıktan sonra korkunç kalesine SAKH’a çekildi(Addai Şêr düştüğü nota Sakh kalesi Cizre’den 2 saat uzaklıkta olduğunu yazıyor)
Papaz Sliba de Mansurya’nın anlatımlarına göre Mir Şeref’in gidişinden sonra Kızılbaşlar geldiler ve şehre hiç bir direnişle karşılaşmadan girdiler. Komutanlarının ismi Awlastı. Awlas halka haber göndererek geri getirdi ve şehri yeniden inşa etmeye çalıştı.

Bu arada başlarını keçe ile örten cesur bir halk Şah İsmail’e saldırıyor ve yenilgiye uğratıyor. Bu haberi alan Kürdler arı gibi dağlardan toplanarak Kızılbaşlara saldırdılar. Kürdler Awlas’la Cizire üzerinde yapılan köprünün yanında Awlas’ı yenilgiye uğratılar. Awlas, Muhammed Bey’den yardım istiyor. Muhammed Bey bir orduyu kardeşinin komutasında bölgeye gönderiyor.( Addai Şêr, düştüğü dipnotta ismi verilmeyen Muhammed’in kardeşi için Kara Bey diyor)
Papaz Sliba de Mansurya anlatımlarına devamla;

“Muhammed Bey’in kardeşine bağlı güçler girdiler, talan ve katliama başladılar. Şehrin Müslüman ve Hıristiyan ileri gelenlerini yakalayıp işkenceye tabi tutular, kadın ve genç kızlara tecavuz ettiler. Tüm bunlar 1513 yılının Nisan ayının son cuma günü meydana geldi. Ertesi günü zehirli yılan adamlarını alarma geçirdi, kılıçlarını çekerek katliama başladılar. Onlar yaşlılara bile acımadılar. Hamile adınların karınlarını kılıçla deşiyor ve küçük çocukları duvarlara vurup parçalıyordu. Şehrin sokkakları cesetlerle doluydu. Bu kötü insanlar kudurmuşcasına eşekleri, hayvanları ve köpekleri dahi öldürüyorlardı. Onlar birbirlerinin eşlerine dahi tecavüz ediyorlardı. Son gelen ordu(Kara Bey’e bağlı olan güçler), Awlas’ın askerlerinin eşlerini el koydular, eğer bir kadın ‘bırakın beni ben Türküm deseydi, sen yalan söylüyorsun’ diyorlardı.
Cizre’yi yaktılar. Katliamdan sağ kurtulan Müslüman, Süryani ve Yahudileri alıp esir olarak götürdüler. Yol boyunca yorulanlar ve yürümeyecekleri de katlettiler. Tüm esirleri uzak memleketlerde sattılar”
Evet, 500 yıl önce yaşamış olan Çaldıran Savaşı’ndan 2 yada 3 yıl öncesi Cizre Kürdleri ile Safeviler arasında meydana gelen savaşlara ve yaratılan tahribatlara dair bir Keldani canlı anlatımları bunlar. Bazı okuyucular, bu anlatımları eksik yada abartılı bulabilir. Ama, yaşanan savaşlar ve katliamların da reel olduğu görüşlüyor. Bu anlatımlar Kürdlerin Osmanlı devleti ile birlikte hareket etme serüvenini anlamaya yardımcı olabilir.

Sayin Yıldırım Şah Tahmasb ile Şah İsmail dönemlerini birlikte anlatığından dolayı yaşanan sürecin gerçekleri çok bulanıklaşıyor. Aynı şey Yavuz ile Kanuni Sultan içinde geçirlidir. Eğer bu dönemleri karıştırırsak İdrisi Betlisi’yi ve Çaldıran Savaşını anlamaktan zorluk çekeriz.

ŞAH TAHMASB İLE ŞAH İSMAİL DÖNEMLERİNİ KARIŞMAMAK LAZIM

Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlılar Bedlis Kürd Hanedanlığının başında bulunan Mîr Şeref’i görevinden alarak başka bir alana daha Malatya’ya atamak istiyorlar. Mîr Şeref, Malatya’ya değil, Tebriz’e giderek Şah Tahmasp’a bağlılığını bildiriyor. Şah Tahmasp ordusunu Xelat(Ahlat) ve Adilcevaz’a doğru harekete geçiriyor. Mîr Şeref Xelat’ta Şah Tahmasp için dillere destan bir eğlence düzenliyor.(Şerefxan, Şerefname, s. 491) Şah Tahmasp Mîr Şeref’e “Xan” unvanını “Tevacıbaşılığı”(Sultanlık muhafızların komutanlığı) ve “Kürdistan Beylerbeyliği” ünvanını veriyor.
Şerefxan Bedlisi Şah Tahmasp’ın “Emirnamesi”ni yayınlamıştır.(age, 492-494). Şah Tahmasp bu Emirnamesinde Bedlis’in yanında Ahlat, Muş ve Xınıs gibi alanları da Mîr Şerefxan’a veriyor. Daha sonra Mîr Şerefxan ile Osmanlılar arasında bir dizi çatışma yaşanıyor.(daha detaylar için Şerefnameye bakınız)

Aynı şey Mîr Şemseddîn’in başına (Mîr Şerefxan’ın oğlu ve aynı zamanda tarihçi Şerefxan Bedlisi’nin babası)

Osmanlı yetkilileri her ne olursa olsun Bedlisli Kürd Mirlerinden kurtulmak istiyorlardı. Bu sefer Mîr Şemseddîn’e giderek Bedlis’in yerine kendisine Malatya ve Maraşı verdiklerine dair Kanuni Sultan Suleyman’ın talimatını götürüyor. Mîr Şemseddîn’in adamları ve Rozeki/Rojki aşiretinin ileri gelenlerinden bazıları toplantıda Mîr Şemseddîn’e izin ver bunların hepsini yok edelim anlamında bir şeyler söylüyorlar. Fakat, başka Kürd Mirleri Mîr Şemseddîn’e böyle bir şeye girişmemesini tavsiye ediyorlar. Mîr Şemseddîn Osmanlı yetkililerin önerisini Kabul ediyor. Bedlis Kalesini Osmanlılara bırakmak amacıyla boşaltıyor ve adamlarıyla Sason üzerine Malatya için yola çıkıyor.
Şerefxan’ın anlatımlarına göre “O sırada Sason Hükümdarı Azizanlı Süleyman Beydi. Kendisi Şemseddin Bey’I ilgi ve sevgi ile karşıladı ve kendisine Malatya’ya gitmemeyi tavsiye etti. Hatta ihtar ederek şöyle dedi ‘Köklü ve eski ailenizde bu büyük mirası üzerine alacak senden başka kimse kalmadı. Rum topluluğuna hiç güvenilmez. Her hangi bir şekilde seni ortadan kaldırmaya muvaffak oldukları takdirde , Bedlis hükümdarları ailesinin zinciri, maazallah kesilmiş olur” diyor.(age, sayfa 508)
Mîr Şemseddîn, Sason Hükümdarı Azizanlı Süleyman Beyin tavsiyesine uyarak Malatya’ya gitmiyor ve Şah Tahmasb’a sığınıyor. Şah Tahmasp kendisine “Xan” ünvanı veriyor ve bir çok üst görevlere getiriyor. Şerefname’nın yazarı Şerefxan İran’da dünyaya geliyor, Şah Tahmasb’ın çocuklarıyla beraber Saray’da okuyor ve daha sonra İran’da bir dizi üst görevlere getiriliyor ve savaşlara katılıyor. Mîr Şemseddîn vatan hasretiyle çok kötü şartlar altında yaşama veda ediyor. Şerefxan en son Naxçivan’ın yöneticisi olduğu zaman Kürd Beylerinin istemi üzerine Sultan III Murad, Şerefxan Bedlisi’ye haber gönderek atalarının yurdu olan Bedlis’I kendisine verdiğini ve geri dönmesini istiyor. Şerefxan yanında bulunan adamlarıyla Van’a ve oradan Bedlis’e geliyor. Bedlis’te Kürd Hanedanlığını yeniden canlandırıyor. Şerefxan Bedlisi eserinde Şah Tahmasb’a bir dizi övgü yağdırıyor.( Daha detaylar için Şerefname’ye bakınız)
Bu örneği seçmenin nedeni İdrisi Bedlisi ve Mir Şeref Bedlisi’nin Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’e karşı girdikleri ilişkiler, Çaldıran savaşında oynadıkları roller biliniyor ve hatta bir dizi çevrelerince de eleştiriliyor. Ama aynı Mir Şeref Kanuni Sultan Suleyman döneminde Şah Tahmasb’a bağlılığını bildirebiliyor. Mir Şeref’in oğlu Mir Şemseddin ömrünü İran’da sürgünde geçiriyor.. Sultan III. Murad döneminde Mir Şeref’in torunu, Mir Şemseddin’in oğlu Şerefxan Bedlisi Bedlis’e dönebiliyor.
Kürd Mirleri atalarından kalan iktidarlarını korumak amacıyla ilişkilere yaklaşım göstermişlerdir. Şah İsmail Kürd Mirlerinin iktidarına son verip yerlerine Türkmen liderlerini getirdiği zaman Kürdler Yavuz Sultan Selim’I destekleyerek Şah İsmail’in Kürdistan’daki iktidarına son vermişlerdir. Kanuni Sultan Suleyman Kürd Mirlerinin iktidarına yöneldiği zaman Kürd Mirleri Şah Tahmasb’a yakınlık göstermişlerdir. Şah Abbas Kürdlerin iktidarına son vermek ve Kürdlerin yerlerine Türkmen kabilelerin yerleştirmeye çalıştığı zaman Dimdim Kalesi ve Mukri Kürdlerinin direnişi ortaya çıkıyor.
Kızıl Irmak’tan Hemrin Dağlarına, Kafkasya’dan Safevi devletinin iç kısımlarına kadar hakim olan Kürdler ve Kürd Mirlerini herkes hesaba katmak zorundaydı. Kürdler hangi tarafı desteklemiş ise güç balansı o tarafa kaymıştır.
Eğer Kürdlerin gücü olmamış olsaydı, niçin Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail tarafından gasp edilen Kürd Mirlerinin iktidarını yeniden Kürd Mirlerine verme sözü versin? Yavuz Sultan Selim bu pragmatik yaklaşımıyla Şah İsmail’e karşı Kürdlerin desteğini kazanmıştır. Kürd Mirleride Osmanlının desteği ile iktidarlarına kavuştuklarından dolayı kazanmışlardır. Bu tarihsel bir gerçeklik ve tarihsel bir anın değerlendirilmesidir. Şah Tahmasb’ın babası Şah İsmail’e karşı savaşan Mir Şeref’i niçin Şah Tahmasb “Xan” unvanını “Tevacıbaşılığı”(Sultanlık muhafızların komutanlığı) ve “Kürdistan Beylerbeyliği” ünvanını versin? Şah Tahmasb’da babasının hatalarından ders alarak Kürdlere karşı pragmatik bir yaklaşım içine giriyor.
Yine konumuzla bağlantı sağlamak amacıyla Çemişgezek Kürd Mirliğine burada vurgu yapmak istiyorum. Şah İsmail güçleri bölgeyi işgal ettikten sonra Çemişgezek Mir’i Rüstem Bey’in iktidarına son veriyorlar ve onun yerine bir Türkmeni getiriyorlar. Mir Hacı Rüstem iktidarını yeniden elde etmek amacıyla Şah’a gidiyor. Fakat, Şah ona atalarından kalan iktidarı vermiyor ve başka bir alana gönderiyor. Kanuni Sultan Suleyman’ın Mir Şerefi ve Mir Şemseddin’ı Bedlis’ten Malatya ataması gibi….
Çaldıran Savaşından sonra Yavuz Sultan Selim Haci Rüstem’i, torunu ve 40 Çemişgezek ileri geleniyle birlikte öldürtüyor.
Mir Hacı Rüstem’ın oğlu Pîr Hûseyîn o dönem Irak’ta sürgünde bulunuyor. Babasının ölümünü duyar duymaz Mısırlılarla ilişki aramak için yola çıkıyor.
Pîr Hûseyîn’in Şah İsmail’in denetimi altındaki alanları bırakarak Mısırlılarla ilişki aramasının bir mantıkı olmalıdır. Demeki Pîr Hûseyîn, babasının iktidarına son veren Şah İsmail’e güvenmiyordu. Bundan dolayı o alanı terk ediyor. Daha sonra aracılar vasıtasıyla Yavuz Sultan Selim ile anlaşıyor ve atalarının iktidarının iktidarını yeniden elde ediyor. Şerefxan’ın verdiği bilgilere göre Pîr Hûseyîn Osmanlı ordusunu beklemeksızın Çemişgezek güçleriyle Şah İsmail’ın yandaşlarına saldırıyor ve iktidarını yeniden kuruyor. Safevi tarihçisi Hasan Rumlu ise “Şah İsmail Tarihi” adlı eserinde bu çatışmayı daha başka anlatıyor. Sözü Hasan Rumlu’ya bırakalım: “Sultan Selim tarafından atanan ve Trabzon egemeni olan Mustafa Paşa , kalabalık ordusu(ve kan içici Rumlar) ile Erzincan’a yöneldi. Bunu öğrenen Rumlu Nur Ali Halife, Aykutoğlu Muhammed ile birlikte , hareket bayrağını o yöne doğru dalgalandırdı. Öncü askerler Çemişgezek ‘e vardığında, coşkulu askerleriyle görünen Bıyıklı çavuş, gaziler karşısında saflarını düzenlemeye başladı. Nur Ali Halife sekiz yüz düzenli atlısıyla sayıları onbinden fazla olan dev gibi Rumların merkezine saldırdı ve mızrak ucuyla bir bölümün yaşam resmini varlık sayfasından sildi. Sonun da Rumlar üstün oldular. Ve Nur Ali Halife’yi öldürdüler”(Hasan Rumlu, age, sayfa 190)
Sonuçta Pîr Hûseyîn Çemişgezek’deki iktidarına kavuşuyor.
Pîr Hûseyîn sadece iktidarıyla yetinmiyor. Aynı zaman da Şah İsmail adamlarını Kürdistan’dan kovmak için diğer savaşlara aktif bir şekilde katılıyor.
İdrisi Bedlisi Pîr Hûseyîn’in diğer Kürd Mirleriyle birlikte Şah İsmail’in bölgedeki yöneticisi Karahan’a karşı olan savaşını şöyle anlatıyor:
Sağ yanda Hisnkeyf hakimi, Melik Halil Eyyubi, Sason Hakimi Muhammed bey, Şirvanat beyleri ile Eğil Hakimi Kasım Bey; her biri sancak ve tuğları kabile ve aşiret mensupları ile birlikte hazır bulunmuşlar, sol yanda da Bitlis Hakimi Melik Şeref, Nemran Hakimi Davud Bey, Atak Hakimi Zorakki Ahmed Bey, Şah Welet Bey, Suleymani ve Hacuki beyleri kabile ve aşiretleriyle birlikte hazırlanmışlardı. Sol kanatta Çemişgezek Hakimi Pir Hüseyin Bey ile Arapgir hakimlerinden Orhan, kendi halkı ve Dulkadir Bey ve askerlerinin de ittifakıyle yerini almıştı”
Bu arada Îdrîsî Bedlîsî Kürdlerle Osmanlı ordusu arasında koordinasyon görevini yerine getiriyor.
Çatışmaların başlamasını Îdrîsî Bedlîsî bir film sahnesi gibi anlatıyor. Sözü yine Îdrîsî Bedlîsî’ye bırakalım:
O saatte ilahi tevfikle başlarında Kürd beylerinden Çemişgezekli Pir Hüseyin’in bulunduğu sol kanattaki mücahidler tarafından mülhit topluluğunun üzerine yüründü. Uzun bir süre devam karşılıklı çatışmada yiğit Kürd gençlerinden bir çoğu yere yıkıldı. Dulkadir ordusundan bir grupla onlara destek veren ulufeci Türkler, direniş gösteremeyip yüz çevirdiler. O sırada bu hakir fakir, Kürdistan ileri gelen beyleriyle, özellikle sol kanattan Şeref Bey, sağ kanattan Melik Halil ve diğer beyler ile ‘Şu an durmak mümkün değildir, Pir Hüseyin Bey’e ve sol kanattaki askerlere yardıma yetişmek gereklidir’ diye karara vardık. Bir anda adı geçen beyler sol kanatta yönelip intikam kılıcını çektiler ve bir anda alçak düşman topluluğuna yetiştiler. İki taraf arasında üzün bir savaş oldu. Kürdistan yiğit gençleri gayret edip düşmanı oradan kaldırdılar…………….. düşman Mardin’e doğru kaçtı…”(İdrisi Bedlisi, Selim Şahname, s.279-280)
Hasan Rumlu’da bu çatışmadan söz ediyor ve Karahan Ustaclu’nun bu savaşta öldürülmesinden sonra Kızılbaş Ordusunun yenilgi aldığını ve Diyabakır’ın Osmanlıların eline geçtiğini yazıyor.(Hasan Rumlu, age, sayfa 185)

KÜRDLER BİRLEŞMİYORSA ÎDRÎSÎ BETLÎSÎ NİYE SUÇLU OLSUN?

Sayin Yıldırım’ın Şerefxan aktardığı İdrisi Bitlisi’nin Osman Sultanından Bıyıklı Mehmet Paşa’yı Kürdistan’a “Mîrê Mîran” atılmasına gerekçe olarak gösterdiği “‘’Burada öznel birlikten fazla çokluk vardır; herkes ‘yanlız ben olayım, benden başkası olmasın diyor ve kimse kimseye itaat etmiyor.” demesini eleştiriyor.

İdrisi Bitlisi’nin kendisi de bu olayı Selimname’de anlatıyor. Kürd Mirleri birbirlerini Kabul etmiyorlar.

Yıllarca Kuzey Kürdleri İdrisi Bitlisi’yi Yavuz Sultan Selim ile girdiği ilişkiden ve Sultan’a Kürdistan Mirlerinin başına Bıyıklı Mehmet Paşa’yı atama önerisinden dolayı “hain” ilan ettiler.

Aslında İdrisi Bitlisi’nin aklında Kürd Mirlerinden birini Eyubbi Hanedanlığından gelen ve Hasankef Miri olan Mir Xelîl yada Bitlis Miri Mîr Şeref’i Kürdistan’da Mîrê Mîran olarak atamak vardı..
Fakat, hiç bir Kürd Miri diğerine razı olmuyordu.

Sanki Kürdler bugün çok değişmişler.

Eğer bundan dolayı İdrisi Bitlisi’ye hain denilecekse ondan 500 yıl sonra yine aynı trajediyi yaşıyoruz.

İdrisi Bitlisi Kürdlerin taraihsel yarasına 500 yıl önce parmak basmıştı. Eğer Kürdler bu kadar zaman içinde ders almamışsa sorun Kürdlerde ve liderlerindendir.

Not: Safev, Osmanlı, Çaldıran Savaşı ve İdrisi Bedlisi’ye ilişkin yazdığım makaleler toplu halde okunsa konu daha da anlaşılır. Bu makale için söz konusu makalelerden geniş aktarmalar yaptım.
Aso Zagrosi

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.