Skip to main content
Submitted by Anonymous (not verified) on 18 June 2009

1988 de neler oldu? 11

Salih Aras / altBize ve mücadelemize faydası olmayacak ilişkiler üzerinde ısrar, boşa zaman geçirmemize ve süreç içirisinde etkisiz olmamızı bereberinde getiriyordu. Yararlı olacak ilişkiler ya engelleniyor, ya da arkadan provake ediliyordu.

H....' eyle ilişki engellendiği gibi, Şexmus ve Zeyneb' lede kurulan ilişki provake edildi. Şexmus ve Zeyneb' den Dusseldorf Davasıyla ilgili yazımdan bahsetmiştim. 1987'de ayrılmışlardı. İkiside PKK'nin önemli kadroları ve silahlı mücadele içerisinde bulunmaktaydılar. İlişki kurulmuş ve ilk görüşmeye benim gitmem önerildi, kabul ettim. İlişki sağlandıktan sonra (1989 başları Almanya) şehir merkezinde büyük bir restaurantda görüştük.

Şexmus benden önce gelmişti. Bayağı kalabalık bir yerdi, O' nu tanımada zorlanmadım. Çünkü ayrıldıklarında Avrupa' ya geldikleri duyulmuştu. Ölüm kararları vardı. Özellikle Şexmus' un fiziki yapısı öyle çok tarif edildiki, (tanıyanlar tarafından) kalabalık içinde O'nu hemen bulmuştum. Konuşurken hep düşündüm, tarifte ne tarif, bu kadarmı ayrıntılı olur, diye düşündüm.

Görüşmemiz olumluydu. Düşüncelerimiz çakışıyordu. İlk görüşmemizdi, (son görüşme olacağını bilemezdim) Osman Öcalan' la ilgili sözlerini unutamıyorum; 'göreceksin Osman'ı silahlı mücadelenin başına getirmek için yüzlerce kadro harcanacak' gerçektende öyle oldu. Silahtan ve silahlı mücadeleden hiç anlamayan, tecrübesi olmayan, Osman 1990' lı yılların başında sayıları 15 bini geçen PKK silahlı güçlerinin 'baş komutanıydı!.'

İki yada üç gün sonrasında görüşmek için yer ve zaman belirledik. Kendisine yayınlarımızı getirip, daha detaylı konuşma ve ilişkilerimizi süreklileştirmek için ikinci kez görüşecektik. Aynı bölgede ilişkide olduğum, PKK taraftarı ailelerde vardı. Onlardan birinin telefonunu verdim. Aynı telefonu Kesire' yede verdim. Bir aksilik olursa belirlenen telefon üzerinden ilişki sağlıyacaktık. Görüşme zamanı geldiğinde, belirttiğimiz adrese gittim.
Bir saatten fazla bekledim. Şexmus gelmedi. Bizim insanlara çok benzeyen orta yaşlı biri, çevreyi yoklaması dikkatimii çekti.
Bir iki kez göz göze geldik, ama konuşmak istemedim. Bir telefon kulubesinden ilişki yerimizi
aradım, kimse aramamış. Doğrusu merak ettim, neden gelmedi? Yapılacak bir şey yoktu, döndüm. Kesire'yi
aradım durumu bildirdim. Pek bir yorum yapmadı.
Sexmus' a ait herhangi bir ilişkiyi bilmiyordum. Bunu Nadire
ve Kesire biliyorlardı. En az neden gelmediğini öğrenebilirlerdi.

İlişki ve ittifak anlayışımız, A. Öcalan ve PKK'si biçiminde oluyordu. Örneğin; 19 yıl (1979- 1998) devam eden PKK- Suriye ilişkisi taktik mi, stratejikmi? Belli değil. Kurulan ilişki istihbarat düzeyinde kurulmuş, gizli ve kapaklıdır. Suriye bu ilişkiyi resmi düzeyde hiç bir zaman kabul etmedi. Bunun anlamı; ilişkiyi kuranlar ne derse desin, kendilerinin ve Kürt Halkı' nın reddi anlamına geliyordu.

Kesire' de Suriye yönetimiyle dolaylı yollardan ilişki kurmak istiyordu. 'Ali Kasım' la (Mihraç Ural) mutlaka ilişki kurmalıyız." derdi. Bu ilişkinin bize fayda getirmeyeceğini ve yararlı olmamayacağını biliyordum. Karşı çıkmadım, görüşerek bunu ıspatlamak istedim. THKPC-Acilcilerin Avrupa'da en yetkili adamı Salih adında biriydi. Salih' i aramışlardı, görüşme isteği kabul edilmiş. Bana Salih' in telefonu verildi ve Paris'e hareket ettim.

Acilcilerin PKK ile farklı ilişkileri vardı. Dikkatli olmak zorundaydım. Paris yakınlarında, oturan bir arkadaşıma gittim. Bizim durumumuzdan etkilenerek, PKK 'den ayrılan bir kadroydu. Salih' i aradım, Paris' te olduğumu söyledim, görüşmek için yer ve zaman belirlememizi istedim. Salih değişik gerekçelerle beni üç gün bekletti. Nihayet görüşme yeri ve zamanı belirledik.

Salih' i daha önce bir - iki kez görmüştüm, ama pek konuşmadık. Üç gün bekletme beni şüphelendirdi. Uzak yerden geldiğimi biliyordu. Hazırlıklıydım, mutlaka bu görüşmeyi yapmalıyım. Akşam üzeriydi belirlediğimiz bir restauranta gittim ve beklemeye başladım. Fazla zaman geçmemişti, Salih ve yanında Fransız olduğunu tahmin ettiğim bir bayanla geldiler. İkiside çok tedirgindi, oturmaları için yer gösterdim oturmak istemediler.
"Ayakta konuşuyoruz" dedi Salih; ve ekledi: 'Biz Hüseyin Yıldırım ya da Kesire'yle görüşmek istiyoruz' dediğinde, benim geleceğimi biliyordunuz, neden üç gündür beklettiniz ve şimdi görüşmek istemediğinizi söylüyorsunuz. Bunun anlamı ne? Telefonda da söyleyebilirdiniz. Neden buralara kadar geldim? İkiside hareketlerini kontrol edemiyorlardı ve tuhaf tuhaf sağa sola bakıyorlardı. İnsan ilişkilerinde alışık olmadığım bir durum, ansızın 'gitmemiz gerekiyor' dediler ve telaşla ayrıldılar. Ben tekrar oturdum. Hızlı düşünmek zorundayım. Birinci ihtimal; bu telaşları ve panikleri, Apocular görür korkusumuydu? Onaltı milyonluk Paris'te bu ihtimal bana inandırıcı gelmedi. İkinci ihtimal; Acaba görüşeceyimizden Apocuların haberi varmı, tuzağamı düşürüldüm? İkinci ihtimal bana daha inandırıcı geldi.
Paris' te K. Ömer ve Kazim varlar. Yaparlarmı? İkisinide çok iyi tanıyorum.

Geriye dönüş yok, artık fazla beklemek istemiyorum. Eğer varsa beni bekleyenler, onlarıda bekletmiyeyim, ne olacaksa olsun. Hazırlıklıydım, dikkatlice çıktım her tarafı kontrol etmeye çalışıyorum epey uzaklaştım, birşey yok. Arkadaşımın yanına varmıştım. Olup bitenler Salih'in paniğimiydi? Yoksa Ömer ve Kazim bana kıyak mı yapmışlardı? Çözemedim.

Görüşmedeki amacımız; (Kesire' nin görüşüydü) Ali Kasım vasıtasıyla Suriye yönetimine, A. Öcalan' ın CİA ve MİT bağlantılı olduğu bildirilecekti. Salih bunları söylememe fırsat vermeden ayrılmıştı. Suriye istihbaratı baştan beri A. Öcalan'ın ne olduğunu çok iyi biliyordu. A. Öcalan'ın Suriye istihbaratıyla ilişkisi, uşaklık ilişkisiydi. Bir dediklerini iki etmeyen bu uşağı kimseye tercih etmezlerdi. Kesire'ye göre; 'anti-emperyalist' Suriye yönetimini ikna edecek ve A. Öcalan' ı tasfiye ederek yerine geçecekti.
Hesaplar tutmadı, tutamazdı da. Ne Suriye anti- emperyalistti ve ne de PKK sorunları bu tarzda çözülebilinirdi.

1989 yazına doğru grubumuzda güven kalmamıştı. Son bir kez toplanmıştık. Tam bir Apocu toplantısı gibiydi. Kesire ve Nadire birlikte hareket ediyorlardı, Abi (Avukat hüseyin Yıldırım), Yılmaz ve Bende birlikte hareket ediyorduk. Toplantıda bir sonuç çıkmadı. İlişkilerimizde Apoculuk egemen olmuştu. Herkes kendi yoluna, havasıyla ayrıldık. Bu duruma gelmemizde Kesire'nin belirleyici rolu oldu. İlk iki üç ay net davranan Kesire, yeniden Apoculaşmıştı.
1988'deki muhalefetimizde yazdığı bazı yazılar dışında bir katkısı olmadı.

Kesire; İlk dönemlerede, özellikle Cemil Bayık hakkında bizi yanılttı. Bir nevi 'umut' gibi bahsetti. Bizde inandık. Bu bir yanılgımıy dı? Bilemem! Cemil' le birlikte Ebubekir içinde aynı yorumlarda bulundu. Hatta bu çıkış 'Onlarla olmalıydı' diye defalarca belirtti. Mevcut PKK mücadelesinin, Cemil ve Ebubekir'in 'omuzunda' olduğunu ısrarla belirtiyordu. Oysa Cemil ve Ebubekir' in omuzları Kürdistan davasını bir saniye bile kaldıramaz özellikteydi.

İşte Apocu mantığın milyonların emeğini inkar etme anlayışı! Açıkçası ilk geldiği dönemlerdeki tavrı, demek taktikmiş. Yaşanan olaylar bunu doğruluyor. Yunanistan' daki Parti birimine bir mektup göndermişti, bu mektupta önemli bir cümle vardı; A. Öcalan'a yönelik, 'Seni günahlarınla baş başa bırakıyorum' ulusal bir davada 'günahlarla baş başa bırakma' doğru bir tavır olamazdı. 'Günahların' hesabı sorulmalıydı.Bu yapılmadı, yapmak isteyenlerede engel olundu.

Mihri Belli 'yle görüşmek istediğini belirtti. Hiç birimiz uygun bulmadık. O ise, 'bazı haberler alabilirim' dayatmasında bulundu. Görüşüp-görüşmediğini bilmiyorum. Ancak böyle bir düşüncesinin olması bile gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu gösteriyordu. Mihri Belli' ile ilişki istemi, her türlü yoruma açık ve düşündürücüdür.

Grubun büyümesini engelledi. D. Berlin' den ayrıldıktan sonra, Abi (Av. Hüseyin Yıldırım) Yılmaz ve Ben bazı konularda tartıştık. Neden böyle oldu? Konuştukça farklı durumlar ortaya çıktı; biz bir araya geldiğimizde ikili konuşmalarımızda oluyordu, veya telefon görüşmelerinde, kiminle görüşüyorsa diğeri veya diğerleri hakkında şaibe yaratma girişiminde bulunuyordu. Biz ise grup dağılmasın diye geçiştirmeye çalışıyoruz. Şaibeleri kabul etmiyoruz. Ama muhatabınada söylemiyoruz.

Bu taktik herkes için denenmiş ama tutmadı. Ne O Apo alabildi, nede biz Apocu! Dolayısıyla taktikleri işlerlik kazanmadı. Beş kişilik grupta birileri 'ajan' olmalı, birileride 'katil'. Sistem böyle kurulmuş. Neyseki grupta sistem işlemedi, ama grup bitti.

Şexmus'la görüşmemin (ikinci) neden olmadığınıda Abi ve Yılmaz'dan öğrendim. Aynen şöyle
söylemiş; 'Sexmus' tan haber alamıyorum, bir şey olursa sorumlusu O'dur' (beni kasdederek) Hatta Apucularla ilişkimin olacağını belirterek; Sexmus ve Zeyneb'in öldürülmüş olabileceğini iddia ediyor. Yine aynı dönemlerde Sakine Kadah' ın katledildiği haberi geldi. Bu olaylada ilişkim olabileceğini arkadaşlara söylemiş. Banada arkadaşlar hakkında değişik iddalarda bulundu. Her defasında karşı çıktım. Şunun bunun adamı gibi, tutarsız nitelendirmeler yapıyordu. Grup dağılmasın diye herkes fedakarlık yapıyordu. Artık grup yok, herkes diğeri hakkında söylenenleri açıklıyor.

Samimi davranılsaydı, H..., Apocuların ihbarı sonucu yakalanmadan bize ulaşacaktı. Yine Şexmus ve Zeyneb bizimle olacaklardı. Sekiz kişilik bir grup oluyorduk. Hepside değişik alanlarda deneyim ve tecrübe sahibi arkadaşlardı. Avrupa genelinde 70-80 arası ilişki çevremiz vardı. Bunlar bidiklerimizdi. Daha da gelişecekti. Önemli ilişkilerimizde provake edildi. Yani grupta yaşanan sorunlar ilişkilerimizede yansıdı. Bu şekilde devam etmesi mümkün değildi.

Av. Hüseyin Yıldırım; Grubun başarısı için çok fedakar davrandı. Hakkında değişik çevreler tarafından iddialar söylenir.
Hiç bir zaman PKK örgütsel faaliyetleri içinde yer almadı. 1990'lı yıllarda tanınmış ve potansiyel
gücü olan kişiler, PKK'nin legal alanda kitleselleşmesinde önemli rol oynadılar. Bunu eleştirmiyorum. İki güç vardı, PKK ve Devlet. Şüpheler olmakla birlikte, PKK'yi desteklediler. On binlerce kitle onlardan da etkilenerek, PKK' ye katıldı. Bahsettiğim şahsiyetlerin hiç biri ard niyetli değildi. Bir tuzağa düştüler, kimi fark ederek çekildi, kimi "faali meçhul" oldu, halende devam eden var. PKK ve kendisine bağlı oluşturulan kurumların tümü hayalidir. 1990'lı yıllarda onlarca 'kurum' oluşturuldu. Bazılarının başına da potansiyel gücü olan kişiler getirildi. Ama ne kişiler nede oluşturulan "kurumlar" etki ve yetki sahibi olamadılar.

Kimdi bu insanlar; (Tekrar belirtmek istiyorum hepsine saygım var ama oyuna geldiler.) Abdulmelik Fırat, Yaşar Kaya, Vedat Aydın, Mahmut Alınak, Necdet Buldan, Remzi Kartal, Ahmer Türk, kısa bir dönemde olsa Fehmi Işıklar ve daha onlarca potansiyel gücü olan şahıslar. Bir çoğu sözde önemli 'kurumların' başına getirildi. Apocuların en fazla cinayet işledikleri yıllar 90'lı yıllardır. Eğer 17 bin faali 'meçhul' den bahsediliyorsa; bir o kadarı da başka bir cephede işlenmiştir. Hepsi tek merkezden yönetilen, Devletin resmi ve gayri resmi (HIzbullah ve A. Öcalan'ın PKK'si) tarafından işlenmiştir.

Böyle bir durumda, temiz ulusal duygularla PKK'ye destek vermiş şahsiyetler suçlanabilinirmi? Objektif olarak düşünülürse, hepsi bu gelişime katkı sunmuş ve bir çoğu şu an ayrılmıştır. Gittiklerinde binleri etkilediler, geri çekilebilenler ise, çekildiklerinde
aynı etkiyi yaratamadılar. Sessiz sedasız en fazla cılız bazı tepkilerle ayrıldılar.

Burada belirtmek istediğim; Hüseyin Yıldırım hakkındaki, samimiyetten uzak bazı yaklaşımlardır.
Bahsini ettiğim çoğu potansiyel güç olan şahıslarla H. Yıldırım arasındaki benzerliktir. Eğer 1980'li yılların ortalarında PKK tarafından Avrupa' da işlenen cinayetletden H. Yıldırım sorumlu tutuluyorsa, aynı mantığa göre 1990' lı yıllarda da işlenen binlerce cinayetin sorumlusu, örnek verdiğim potansiyel kişiler oluyor. Bu mantığa göre kim popülerse, yaşanan olumsuzlukların sorumlusuda O oluyor. Başka özel nedenlerde olabilir. H. Yıldırım'ın özel hayatından bahsediliyor; hobileri varmış, Dersim'de kahvelere gidiyormuş, bilmem ne oynuyormuş. ciddiyetten uzak basit yaklaşımlar.
Bırakın insanların hobileri de olsun, kahveye gitmeyenede memlekette adam denmezdi.

1985 yazında ilk kez, Strasburg'da genişletilmiş Avrupa Merkez toplantısına katılıyorum, 1983-86 arası merkez ve Avrupa'da sorumluluk yapanların tümünün bulunduğu bir toplandı. Kimler yokki; Sadun, (Antep'li İsmet Doğru) Edip, (Kars'lı Muharrem) Kasım, (Salman Ömürcan Pazarcık) Kasım, (Hüsnü Altun Batman) Mahmut, Oktay (H. Hayri Güler) hatırladıklarım ve tüm Avrapa'daki bölge sorumluları. H. Yıldırım örgüt üyesi olmadığı için O yoktu. Önderliğin bir talimatı Sadun tarafından okunarak toplantıya başlandı. İsim verilmiyordu. Ancak birine çok dikkat çekiliyordu. Dikkat çekilen kişi kimdi anlayamadım. Sürekli, 'Çok popüler oldu, fırsat verilmemeli' türünden laflar geçiyordu. Toplantıya ara verildi. Bir bölge sorumlusu arkadaşla konuşuyordum. Kimden bahsediliyor? diye sordum. 'Anlamadınmı? Hüseyin Yıldırım'dan bahsediliyor'. fazla konuşmadık ve ikimizde şaşkındık.

Yine bu dönemlerde işlenen örgüt içi ve dışındaki cinayetlerden sorumlu ve sistemin Avrupa'daki uygulayıcıları bahsettiğim kiişilerdir. 1986 sonları ve 1987 ortalarına
kadar işlenen cinayetler ise; sistemin üç numaralısı, Abbas (Duran Kalkan, Adana Karaisalı)
tarafından işlenmiştir.

Bunlar bilinmesine (Politik çevreler tarafından) rağmen illede H. Yıldırım' dan ısrar edilmesine
anlam veremiyorum! Acaba güç etki ve yetki sahibi olanlar dokunulmaz mı oluyor???

H. Yıldırım, eleştirilecekse; Diyarbakır'daki duruşuyla eleştirilsin!!! T.C'nin sınır tanımaz
vahşet ve katliamları, buna tepki olarak gelişen, Diyarbakır zindan direnişinin Avukatı, tanığı
ve sanığı olarak eleştirilsin. Nedense bunlar ilgili çevrelerce görülmemezlikten geliniyor.
Samimi olmak gerekir, H. Yıldırım anladığı andan itibaren Diyarbakır' daki duruşunu A.Öcalan'a
karşı da göstermekten bir an olsun tereddüt etmedi. Kurşunların hedefi oldu, yılmadı. A.
Öcalan'ın şaibeli ve karanlık bağlantılarını en geniş çevrelere O duyurdu, daha ne yapsın?
Ya O'nu eleştirenler ne yapıyor? Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın. Artık hayli yaşlanmış ve güzel yüzü kırışmış Abi'min duruşu geldiği topraklar gibidir.

devam edecek 17.06.09

[email protected] Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir

Anonymous (not verified)

Thu, 2009-06-18 22:37

bir arindirma tesisine ihtiyacimiz var. ne kopanlar ne kalanlar.degisik bir siyaset tarzina sahip olmadilar.ne yapalim dusuncesine kapilmaktan baska caremiz yok.cunku gelenek hala devam ediyor.

Add new comment

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.