[i]30 Mart 2006 tarihinde Welatparez sitesinde yayınladığım bir yazımı yeniden paylaşıyorum. Selam ve sevgilerimle.[/i]
Değerli arkadaşlar,
Önce bu forum dinci bir forum değil. Katılanlarının ezici çoğunluğu itibarıyla Kürdistan yurtseverliği çizgisinde bir tartışma forumu.
Forumlara birçok insan katılabilir, farklı düşünceler forumda boy gösterebilir ki bu son derece olağan bir durumdur. Bakınız Sayın Qashi hoşgörülü bir yaklaşımı seçmiş. Tavrını pragmatik gerekçelerle açıklamasını doğru bulmuyorum ama hangi nedenle olursa olsun tolerans göstermesi olumlu ve takdir edilecek bir tutumdur.
Düşünce farklılıklarına nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda farklı düşünüyorum. Önce, nurculuk akımı tekdüze değildir. Farklı kollara ve birbirinin zıddı akımlara bölünmüş durumdadır. Türklerin ağırlıklı olduğu hatta türkizasyonun ağırlıklı olduğu nurculuk versiyonlarının hepsi başlangıçta Yeni Asyacılar diye isimlendirilen devlet güdümündeki nurculuk akımının üzerine temellendirilmişlerdir. Bir konuya açıklık getirmek gerekiyor. Said-î Nursî'nin kendisi Osmanlı döneminde Teşkilat-ı Mahsusa mensubudur. Anılan dönemde Bitlis yöresindeki medresesinden kaçanların jandarma teşkilatı tarafından yakalanarak medreseye iade edildikleri Necmeddin Şahiner'in Said-î Nursî üzerine yazdığı kitapta belirtilmektedir. Nursî'nin aynı konumunu Cumhuriyet döneminde devam ettirip ettirmediğinin bilgilerine sahip değiliz.
Said-î Nursî'den sonra cemaatin başına geçen Elazığlı Albay Hulusi Bey de Teşkilat-ı Mahsusa mensubu olup, 1950'li yıllarda Alparslan Türkeş'in Elazığ 8. Kolordu'da kur. binbaşı rütbesiyle istihbarat subaylığı yaptığı dönemde Türkeş'le yakın ilişkide bulunmuş ve ortak faaliyetler yürütmüştür. Sonraları Hacı Hulusi Bey diye anılacak zatın eski bir istihbarat yetkilisi olarak Nurculuk akımının Nursî'den sonra bir numaralı yöneticisi olması oldukça ilginçtir. Said-î Nursî'nin kürtlere nasihatlerle dolu kitabı Münazarat'ın 1934 yılında basılan nüshasının arka sayfasında bu Albay Hulusi Bey'in takdim yazısı bulunmaktadır. Ayrıca cemaatin ileri gelenlerinden Mustafa Sungur, Mehmet Şevket Eygi gibi isimlerin hepsi islamcı olmaktan önce türkçüdürler. MTTB bunların eseridir ki bugünkü AK Parti kadrolarının çoğu MTTB kökenlidir. Fethullah Hoca da istihbaratla ilişkili ve türkçülüğü önde seyreden bir cemaat yöneticisidir.
Eski Saidciler yada Kürdistanî nurculara gelince durum değişiktir. Eski Saidciler Fethullah Gülen'le ilişkili değildirler, ayrıca türkçülüğe tepkilidirler. Nurcuların Kürdistani kolu olarakta adlandırılabilecek Eski Saidciler hepimiz kadar yurtseverdirler. Yurtseverliklerini beğeniriz yada beğenmeyiz o tamamen ayrı bir meseledir. Bununla birlikte gerek nurcuların türki kolu ve gerekse bugün bağımsız bir cemaat haline gelmiş Fethullah Hoca topluluğu içerisinde de kürdler vardır, hatta bunlar arasında yurtsever olduklarını sananlar da vardır, ancak yurtseverliklerinin kendilerini Eski Saidciler olarak tanıtanlar düzeyinde bilinçli ve gelişkin bir kürdistanilik içermediğini belirtelim.
Sömürge bir millet yabancıların tarihini yaşayan bir millettir. Dolayısıyla yabancıların her türden tahakkümüne ve tecavüzüne maruzdur. Doğaldırki sömürgeciler tahribatlarını görüşler yelpazesinde yer alan bir çok akım aracılığıyla sürdürürler. Sol kılıflara gizlenmiş kemalizmin birçok kürd insanını iğfal etmiş olması gibi, kemalizmin (daha doğrusu devletin) ayrıca dincilik görüntüsü altında faaliyet göstererek solculuk aracılığıyla kontrol altına alamadığı insanları bir başka şekilde kandırmış olmasında şaşılacak bir yan yoktur.
Sonuçta kandırılanlar, devşirilenler bizim insanlarımızdır. Bu çok önemlidir. Hatta unutulmamalıdır ki Kürdistan bugün 70 bin korucunun devletin silahlarını kuşanmak suretiyle devletten maaş aldıkları bir ülkedir. Eğer bu saydıklarım inanca dair, tercihe dair, saf tutmaya, kendini tanımlamaya dair toplumsal hatta siyasal sorunlar değilse kürdlerin önünde fazlaca sorunları yok demektir ki realitemiz bunu tam aksini ortaya koymak durumundadır.
Önümüzde duran sorun, bizden çalınmış, yabancılaştırılmış kendi insanlarımızı nasıl dönüştürebileceğimiz, yeniden nasıl kazanabileceğimiz, mücadelemize nasıl katabileceğimiz sorunudur. Bahse konu insanlarımız açısından ise sorun varolma sorunudur, dolayısıyla insani bir sorun olarakta kendini dayatmak durumundadır. Sömürgeci kurumların, bizim kültürümüzü elimine ederek yerine kendi kültürlerini yerleştirmek için uzunca bir döneme yayılmış faaliyetleri var. Okullar, öğrenci yurtları, dernekler, tarikatlar, medreseler, spor kuruluşları, hatta kürdler adına yola çıktığını idda eden siyasi partiler ve dahası kürdlerin ismi geçtiğinde önünde düğme iliklenen ''ulusal önderimiz'' sömürgeciliğin kontrolunda olup asimilasyona, dejenerasyona, kimliksizleştirmeye, kişiliksizleştirmeye yönelik bir faaliyeti müştereken kürdlere tevcih etmiş durumdalar. Sadece topraklarımızı değil, insan unsurumuzu, düşüncelerimizi ipoteği altına almaya çalışan sömürgeciliğin bizden çaldıklarını sömürgecilere bırakacağımızı, geri almak konusunda hiçbir çaba göstermeyeceğimizi söyleyemeyiz. Milli kurtuluşçuluk, ezilen milletten gasp edilen her çakıl taşı için ölümüne mücadele etmeyi gerektirirken, kendi insanlarımızın düşmanın hakimiyetinden kurtarılmasının bizlere vazife olmadığını söyleyebilme lüksümüz de yok.
Tahammül ve hoşgörü kavramlarını, birçoklarının anladığı formel niteliğinden arındırarak öneriyorum. Kendi milletimize sirayet ettirilmiş ayrılıklara tahammüllü olmamız onları dönüştürerek yeniden kazanabilmemizin asgari koşuludur. Sömürgecilik milyonlarla oyunuyor. O halde milyonlarca insana ilgi yöneltmemiz ve dönüştürmemiz gerekecek demektir. Türk güdümlü kürd dincilerini, dindarlarımız etkileyecekler ve dönüştürecekler. Türkizasyon güdümlü solculuğa kapılanlarımızı kürd solcuları dönüştürecekler. Türkün din maskeli kemalistlerinin panzehiri Kürdistan dindarlarıdır. Kemalizmin sol maskeli tacirlerinin bariyeri kürd soludur. Herkes kendi uzmanlık alanında, herkes kendi frekansında fonksiyonel olabilir. Bir solcunun bir dindarı etkileme şansı olmadığı gibi, bir dindarın istisnai durumlar dışında sol görüşlü bir insanı dönüştürebilmesinin imkanı yok denecek kadar azdır. Düşünceleri tek boyutlu görmek ve herkesi aynı kefeye koymak isteği sadece düşünce dünyamızın güdükleşmesi sonucunu doğurmakla kalmaz, aynı zamanda farklı düşünce akımlarıyla farklı kollardan uğratılmakta olduğumuz saldırılar karşısında açmaza düşürülmemiz sonucunu doğurur ki zaten kuşatma altındayız. Her yandan misli görülmemiş saldırılara uğruyoruz. Kuşatmayı yarabilmemiz için direncimizi toplumsal ve siyasal yaşamın bütün alanlarını, düşünce akımlarının tümünü kapsayacak, sömürgeciliğe yayılabileceği alan bırakmayacak şekilde düzenleyerek genel bir direnç yaratmak, örgütlemek zorundayız.
Milli kurtuluş mücadelesinde sömürgeci egemenliğe baş kaldıranlar ezilen milletin sadece belirli sınıf yada tabakaları, düşünce akımlarından biri yada bir kaçı değil, milletin tümüdür. Milliyetçilik kavramının özü de budur. Ezilen bir millet kendi kurtuluşu için çabalar üretmeye başladığı andan itibaren kendi tarihine dönmeye başlamış sayılır. Bir milletin kendi tarihini yaşaması o milletin gelişiminde kendi dinamiklerinin belirleyici rol oynamaya koyulması demektir. Genelde tarihin devindiricisi olarak herhangi bir toplumun kendi içindeki zıtlar arasında cereyan eden mücadele işaret olunur. Sömürge bir milletin kurtuluşu da tarihi bir devinimdir. Kurtuluşun dinamiği ise sömürgeci egemenlik ile ezilen milletin tümü arasındaki zıtlıktır. Kürd sermayedarları ile egemen millet sermayadarları arasındaki zıtlık, kürd işçileri ile türk işçileri arasındaki zıtlık ve eşitsizlik, hasılı bütün toplumsal katmanlar arasındaki eşitsizlikler ve zıtlıklar, her türden sömürgeci düşünce akımı ve inanç ile sömürgenin kendine has düşünce ve inançları arasındaki zıtlıklar milli kurtuluşun dinamikleridir. Şunu untumamak gerekiyor, sınıf ve katmanlara bölünmüş bir milletin kurtuluşunu belli sınıflara havale etmesi başarısızlıkla sonuçlanır. Kurtuluşunu belli düşüncelere endekslemiş yada tekdüze bir düşünce akımının kurtuluş mücadelesini tekelinde bulundurması anlayışına itibar eden eğilimlerin başarı şansı yoktur. Mazlum bir milletin ancak bütün hatlarıyla, bütün sınıf ve tabakalarıyla, bütün düşünce akımlarıyla karşı koyabildiği zaman kazanma şansı vardır.
Diğer bir yandan din konusu kürdlerin alevisi, müslümanı, ezdisiyle dindar bir toplum olması münasebetiyle son derece hassas bir özellik arzediyor. Biz konumuz gereği % 90'ı müslüman olan kesim üzerine yoğunlaşalım. Kürdlerin tutkun dindarlar olmaları nedeniyle en büyük tahribat dini akımlarla geliştirilmeye çalışılıyor. Kürdleri sol meşrepli bir mecraya hapsolmuş görmek isteyen sömürgecilik bu yöneliminde başarı kazanamazsa piyasaya sürmek için din istismarcılığını yedeğinde tutuyor. Köksüz tarikatların Kürdistan'da yer bularak ivme kazanmış olması devletin bu alana tevcih ettiği önemle açıklanmalıdır. Hatta PKK yerine ikame olunacak silahlı tarikatın cesetlerin üzerine soğan ekmesi hatırlandığında kürdler için hangi acımasız tuzakların hazırlanmakta olduğu rahatlıkla anlaşılır. Sadece Türkiye tarafından değil, İran ve Suriye tarafından da himaye gören Hizbullah deneyini hangimiz bilmiyoruzki?
Sonuç olarak, dindarlarımızı tecride yönelmemiz, onları tahkir edici davranışlarda bulunmamız terazinin öteki kefesini ağırlaştırır. Biz istemesek de düşmana yayılacağı alan, kontrol edebileceği elemanlar sunmuş oluruz. Meselenin pragmatik boyutundan daha önemli yanı ise düşünce ve inanç hürriyetleri konusunda bizleri bekleyen sınavdır. Hoşgörü ve saygıyı esas almaksızın farklı sınıf ve tabakalardan, farklı görüşlerde ve inançlarda olan kitlelerimizi kurtuluş için aynı çatı altında toplamamızın imkanı yoktur. Toplayabildiğimizi varsaysak bile farklılıklara tahammülü bugünden sindiremeyen bir kurtuluş hareketinin uygar bir toplum, modern bir demokrasi inşa etme şansı yoktur. Kendimize güvenelim. İtmek yerine, kazanmayı deneyelim. Sömürgeci tahribata teslim etmek yerine dönüştürmeye çalışalım.
Forumun yurtsever ağırlıklı olduğunu başta belitmiştim. Zaten ismi de Welatparez. Hiç düşündünüzmü bilmem ama ben düşündüm. Bir müddet önce Yaşar Gülen forumda yazdı. Herkes farklı niyetlere yorumladı. Acaba sizlerin yurtseverliğinizin bu insanları etkilemiş olduğunu, kendilerinde sizden bir parça bulduklarını, bu nedenle size ısındıklarını, foruma bu duygularla gelmiş olabileceklerini hiç düşündünüzmü?
Politika bir yanıyla farklı çıkarları uzlaştırarak ortak bir paydada savunma sanatıdır. Farklı düşünenleri ortak amaçlar için seferber edebilenlere de politikacı deniyor.
Millet gibi davranmaya, farklılıklarımızla yürümeye ihtiyacımız var. Bugün temel zıtlık sömürgecilikle aramızdaki zıtlıktır, yarının dinamiklerini ise kendi iç ayrılıklarımız oluşturacaktır, köreltirsek gelişme ve ilerleme şansımızı milletçe heba etmiş oluruz.
[b]Solaxî[/b]
Aynen katiliyoruz....