Ortadoğu'nun en büyük sorunu Kürdistan ve İsrail sorunudur. Kürd ve İsrailoğulları aynı kaderi paylaşmakta ve aynı sorunlarla karşı karşıyadır.
Nedir bu?
Beka kaygısı!
Her iki millet düşman okyanusu ile sarılıdır. Düşman siyasetinin özü her iki milleti yok etmektir. Yahudiler her ne kadar kendi anavatanlarında milli devletini kurmuş olsa da beka kaygısı devam etmektedir. Bu nedenle Yahudiler rahat değildir. Tıpkı Kürd sorunu gibi Yahudi sorunuda tüm yakıcılığıyla günceldir.
İki milletin ülkesinin bulunduğu coğrafya göz önünde bulundurulduğunda ve çevrelerini saran düşmanlarının niyetlerine bakıldığında durumun vehameti bir kat daha artmaktadır.
Bu durum bu iki millete kendini geleceğe taşımak için düşmanlarına karşı askeri olarak kendini korumayı zorunlu kılıyor. Yahudiler kendi milli devletleri vasıtasıyla bugün bunu sağlamış olsalarda henüz güvende değildirler. Kürdlere gelince onlar bu korumadan da yoksundurlar.
Milletler Cemiyeti İngiltere'ye; "Filistinde Yahudiler için milli bir vatan kurma" görevini verir. Milletler Cemiyeti sonra Birleşmiş Milletler adını alır. BM 1947 deki Filistini iki millete iki devlet olarak bölme kararını alır.
5 Mayıs 1948'de İsrailin bağımsızlığı ilan edilir. Ve Yahudi devleti olarak adlandırılır.
New York Times baş sayfasında; " Dünyanın en yeni egemen ülkesi Yahudi devleti İsrail, dün gece yarısı Filistinde İngiliz mandasının sona ermesiyle hayata geçti" diye başlık atar.
Yahudi devleti İsrail bir realite. 22 Arap ve 55 Müslüman ülkesinin yanısıra bir Yahudi devletinin varolmasının niye kabul görülmemesi düşündürücü.
Tıpkı aynı güçler tarafından bir Kürd devletinin varlığının kabul görülmediği gibi.
Oysa hem Yahudiler, hem Kürdler her çağdaş millet gibi kendi milli devletlerini kurma ve yaşatma hakkına sahiptirler. Yahudiler İsrail devletini kurarak bu hakkını gerçekleştirdi. Mesele onu yaşatmak ve geleceğe taşımaktır. Yahudiler bunun mücadelesini veriyor.
Kürdlere gelince henüz milli devletlerini kurmuş değiller. Bunun mücadelesini veriyorlar. Şu an bunun sayısız engeli olsa da yarın bu engelerin birer birer kalkacağına inancımız tamdır.
Kürdistan bugün işgal altında, Kürd millet egemenliği gabedilmiş olsa da yarın Kürdistan egemen bir ülke olacak ve Kürdlerin tarihi vatanı olarak herkes tarafından kabul görülecektir.
Fakat bu uzun bir süreç yaşayacaktır. Bu süreç sancılı ve kanlı olacaktır. Bunun nedeni Kürd milletinin kendi haklı hakları için verdiği mücadele olmayacaktır. Akacak kanın, çekilecek sıkıntıların esas sebebi Kürdistan'ı işgal eden Türk, Arap ve Farisilerin sömürgeci emelleridir. Bu üç sömürgeci devletin Kürd milletinin tarihsel vatanında egemen bir devlet kurma fikrlni kabul etmemeleridir. Bu değişmediği sürece süren bir barış mümkün olmayacaktır.
Bu durumun aşılması Kürd milli güçlerine ve bir de dünya konjoktörüne bağlıdır.
Her ne kadar Kürdistan sorunu siyasi bir sorun olsa da günümüzün koşullarında demokratik yollarla çözümü mümkün değildir. Sorunu çözecek olan savaştır, silahtır.
Burada milletlerin kendi kaderini tayin hakkını uzun uzun anlatmam gerekmiyor. Sadece dünyaya şekil veren karar kılıcıların uluslararası belgelerinde bunun bir kandırmaca olduğunu söylemekle yetineceğim. Bunu onların tüm belgelerinden görmek mümkündür. Tümü bir tarafa sadece şu iki belgeye bakmak sanırım yeterlidir.
14 Aralık 1960’ta BM Genel Kurulu’nda;
“Bütün halkların kendi kaderlerini tayin hakları vardır, bu hak sayesinde siyasi statülerini özgürce belirler ve özgürce kendi ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerini sağlar” derken arkasında; “Bir ülkenin ulusal birliğini ve toprak bütünlüğünü kısmen ya da tamamen bozmaya yönelik her girişim, BM Antlaşması’nın amaç ve ilkeleriyle bağdaşmaz” denilerek boşa çıkarılır.
Kürdistan'da bugüne kadar olup biten tüm olumsuzlukların nedeni Avrupa'nın Kürdistan'a dayatığı statükodur. Avrupa bugünde bu politıkanın sahibidir. AB'nin Kürdlere karşı tavrı eski Avrupa'nın tavrının devamıdır.
Yıllardır “desteğimiz AB üyeliği yolundaki Türkiye'yedir” demekten dillerinde tüy biten Kürd siyasilerin oynadığı uğursuz rol düşünüldüğünde Kürdlerin dış düşmana gerek yok dedirtecek kıvamdadır.
AB'nin şu politıkası biliniyor. Kürd milletinin kendi kaderini tayin hakkına karşı Kürdistan'ı egemenliğinde bulunduran devletlerin “toprak bütünlüğüne saygı ve içişlerine karışmama ilkesi” esas politıkaları olmaktadır.
Kürdistan'a dayatılmış bulunan mevcut statükonun sorumlu ve suçluları olan Avrupa, bugün “Kürtlerin azınlık hakları“ adı altında bir nevi günah çıkarmaya çalışıyor. Gerçi bu konuda da, samimi olmadıkları Kürdistan'ı egemenliğinde bulunduran devletlerle var olan ilişkilerinden anlamak mümkündür.
AB'nin resmi belgelerinde ezilen milletlerin millet olmadan doğan haklarından değil, kişi haklarıından söz edilmektedir. Ezen devletlerin sınırları “dokunulmaz” adedilmekte, “toprak bütünlüğü” garanti altına almayı siyaset edinmişlerdir.
Bunun en bariz belgesi, 25 Haziran 1993 tarihli Dünya İnsan Hakları Viyana Bildirisidir. “Eşit haklar ve KKT ilkelerine uygun hareket eden ve o toprakta yaşayan tüm halkı herhangi bir fark gözetmeksizin temsil eden bir yönetime sahip bulunan egemen ve bağımsız devletlerin ülkesel bütünlüğünü ya da siyasal birliğini tam olarak veya kısmen ortadan kaldırabilecek veya tehlikeye sokabilecek herhangi bir eyleme izin veya teşvik sağlamak biçiminde yorumlanamaz.“
Sorun bu olunca Kürdlerin uluslararası belgelerde KKT hakkında şunlar bunlar yazılıyor, biz de bunlardan yararlanalım medet umasının beyhude bir beklenti olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Ogünden sonra Kürdlerin ne yapması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkar. Dünya ne der takıntısına kapılmadan Kürdistan'a giydirilen deli gümleği yırtıp atmak için Kürdlerin her yol ve yönteme baş vurma hakkı doğar.
Tamam bizim bu hakkımız var. Fakat dünya karar kılıcılarında çıkarlarını koruyan anlaşmaları, belgeleri, yasaları, koluk kuvvetleri, mahkemeleri ve cezaevleri vardır. Ve bunlar eşgüdüm olarak çalışır. Hakmış, hukukmuş işin dalaveresi. Asolunan al gülüm ver gülüm meselesidir. Benim özelim buna emsaldır.
Bu kaderi Kürdler ağır bir bedel vermesine karşın tek başına değiştiremediler. Duruma bakılırsa bunu bundan sonra da tek başına değiştiremiyecekleride aşikardır. Kuşkusuz Kürdler mücadeleden vazgeçmeyecekler, ama bu mücadelenin zafere ulaşması için dış faktörlerede ihtiyaç vardır. Tıpkı 1. ve 2. Körfez savaşı ile gelişen süreç gibi. Olmayacak bir şey değildir. Ufukta görünenenin İran'a karşı askeri bir operasyonun kaçınılmazlığıdır. Bu operasyon Kürd milletine birkaç hamle daha yapmalarına, en aşağı Kürdistan'ın Doğu'sunun özgürleşmesini ve Güney ile birleşme koşullarını yarattır. Yani bağımsız ve birleşik Kürdistan'ın yolunu açacaktır. Geriye Kürdistan'ın Kuzey'i kalıyor.
Kuzey'in durumuna gelince, şu an sahadaki aktörlere bakıldığında umutsuz bir resim karşımıza çıkıyor. Bu resim giderek daha da Kürdler lehine büyütülecek. Şu an Türk egemenlik sistemi ve Apocu ihanet şebekesi arasında süren “barış görüşmeleri” aslında Kemalist hareket dönemi ve Lozan sürecindeki Kürd ihanetçilerin kıvamına getirmeye yöneliktir. Önümüzdeki süreçte Ortadoğu'da olasılı bir savaşta Kürdleri Apocu çete vasıtasıyla yanına alma amacına yönelik bir projedir. Ama evdeki hesap her zaman çarşı piyasasına uymaz. Güney'de uymadı. Kürdistan'ıda içine alacak bir savaş Apocu çeteninde suyunu ısıtmaya adaydır. Nasıl Güney halkı Körfez savaşında Saddam'dan aldığı silahı ona çevirdiyse şu an Apo'nun hükmettiği halkımız o savaş koşullarında Apocu çete ve efendilerine çevireceğine inaniyorum.
Kimse yanılmasın. Olan biten doğru kavranılmalıdır. Ortada Kürdler ile Türklerin barışı yok. Sistem ve onun taşaron örgütünün halkımızı kandıran sahtelikleri sergileniyor. Kürdlere hiçbir hak verme diye bir olay yok. Olan biten Apocu çeteyi Kürd tarafı olan topluma yedirmek ve onlar vasıtasıyla hiçbir hakkın verimediği Kürdleri kontrol etmektir. İşin kötü yanı bu kurt kapan planı bozacak bir Kürd dinamiğide orta da yoktur. Duruma bakılırsa bu dinamiğin uzun bir süre sahaya inemeyeceğidir. Umut TC devleti ve Apocu çete arasında olan biteni doğru okumak, bunu deşifre etmek, halkı uyarmak, münkümse bu damarı örgütlü hale getirmek ve İran'a karşı olasılı bir savaş koşullarına hazırlanmaktır. Başkalarını bilmem, ama benim tek umudum İran'a karşı yapılacak askeri bir operasyondur.
1990'ların başından bugüne kadar ki sürece bakıldığında İran'a karşı bir askeri operasyon kaçınılmazlığı görülür. Kuşkusuz gerekçesi nükleer bir İran kabul edilemez olacak, ama mesele onunla sınırlı değil. ABD ve İsrail karşıtı güçlerin tasviyesidir. Saddam'a karşı operasyonun nedenide buydu. Yoksa elinde kimyasal silah var meselesi değildi.
ABD Irak'ı 19 Mart 2003 günü işgal etmeye başladı. Savaş 9 Nisan 2003’te Saddam Hüseyin iktidarına son vermesiyle sona erdi. Savaşın bittiğini 1 Mayıs 2003'te yapılan bir açıklama ile duyuruldu. Fakat savaşın bittiği yok. Biten sadece Saddam iktidarıydı. Savaş devam etti ve bugünde bitmiş değildir.
Irak işgali ABD açısında o kadar kolay olmamıştır. Gerçi kısa sürede Saddam iktidarına son vermiştir. Fakat çatışmalar sürmüştür. Eski rejim yanlıları ve bazı Şii gruplar ABD işgaline karşı savaşı sürdürmüşlerdir. ABD 5 bine yakın ölü ve 30.000 yaralı vermiştir. ABD'nin Irak’ı işgali için harcadığı para 750 milyar doları aşmıştır. İddiaya göre “2011 yılında askerlerini Irak'tan çekinceye kadar” bu meblağın 800 milyar doları aşması düşünülüyor.
Şimdi aklı selim düşünmek gerekir. ABD bu kadar bedeli sadece Saddam'ın elinde varolduğu kimyasal silahları yok etmek ve Irak'ı özgürleştirmek için mi yaptı? Buna kargalar güler. ABD bu bedelin misli mislisini almadan bir yere gidecek değil. Bazılarının hoşuna gitmese de, artık ABD Kürdlerle komşudur.
ABD'nin her ne kadar Irak işgaline sebeb olarak Saddam Hüseyin iktidarının sahip olduğu kitle imha silahlarını yok etmek ve Irak'ı özgürleştirmek için yapıldığı ileri sürse de, tüm uğraşılara rağmen kitle imha silahları bulunamadı. Ama Irak Arap halkı, Kürdler ve diğer azınlık milliyet ve dini azınlıklar Saddam diktatörlüğünden kurtarılmış oldu.
Kürdistan'ın Güneyi'nin dört te üçü özgürleştirildi. Federal devlet olarak kabul gördü. Kürdler bir aktör olarak dünya siyasi sahnesine çıktı.
Fakat buna karşın Arap Irak'ında siyasi kargaşa devam etmektedir. Bir yandan Kürdler ile, diğer yandan Araplar arasında mücadele her alan da şu veya bu düzeyde sürmektedir. Birbirlerini hazmetme ve demokrasi kültürü çerçevesinde aralarında bir konsensus yaratamamışlardır. Yaratacaklarıda yoktur. Her an bir savaşın kıvılcımı çakabilir.
2010 yılının Mart ayında gerçekleşen seçimin üzerinde uzun bir süre geçmesine rağmen hükümet kurma konusunda yeni anlaştıkları söyleniyor. Ama mevcut güçler arasında hiçbir güven yoktur. Kürd ve Araplar, Şii ve Sunni Araplar ve mezhep içindeki farklı gruplar birbirlerine güvenmemekte, birbirlerini düşman olarak görmektedirlar.
Tüm çabalara rağmen Irak ta sözü edilen “siyasi ve toprak birliği” bir güvenceye oturtulamadı. Kaos ve bilinmezlik sürece damgasını vurmaya devam etmektedir. Irak'ın komşuları ise akbabalar gibi boyunu uzatıp duruyorlar. ABD Irak'tan ne zaman çekilecek beklentisindedirler. Bu koşullarda ABD'nin çekileceği yok. Bunun yanısıra Iraklı siyasetcilerde ABD'nin Irak'tan çekilmesini istemiyorlar. Mevcut durum ABD'nin tümüyle Irak'tan çekilmeyi yok sayıyor. Kürd ve Arapların, Arapların kendi aralarındaki uzlaşmaz tutumları her an bir iç savaşın patlak vermesine yol açacak düzeydedir. Bu nedenle taraflar ABD'nin kalmasından yana görüş belirtiyorlar. Mevcut aktörlerin demokrasi içinde diyalog yoluyla çözecek kıvama gelmesi ve güvenlik sorununun köktenci çözümü zaman alacaktır. Bu sürece kadar ABD'nin Irak'ta kalması bir yerde bir zorunluluk arzetmektedir.
2011 yılında ABD askerleri Irak'tan çekileceği söyleniliyor. Yeni gelen hükümet ABD ile yeni bir “güvenlik anlaşması” yapmasa bu plan uygulamaya konulacak deniliyor. Bu böyle olsa bile -bana göre bu da olmayacak- ABD tümden Irak'tan vaz geçecek değildir. ABD ordusunun büyük bir kısmı çekilse bile bunun yerine Dış İşleri Bakanlığı devreye girecektir. Dünyanın en büyük Büyükelçilik binasını Irak'ta inşa etmektedir. Şu an Bağdat, Hewler, Musul, Basra ve Kerkük'te ABD Konsoluslukları açmış bulunuluyor. Bunları koruyacak büyük sayıda silahli özel bir kuvvet bulunacaktır.
ABD'nin Irak işgali kuşkusuz Irak'ın elinde var sayılan kitle imha silahların ele geçirilmesi ve Irak'ı özgürleştirmek değildi. Yüyzılın projesi olduğu iddia ettiği BOP'nı uygulamak Ortaduğu ve Uzakdoğu'da ABD egemenliğini oturtmaktır. Irak işgali ile birçok prüzü, yani kendi muhaliflerini devredışı bırakmıştır. Fakat ne İran'ı nükleer silah üretimini engeleyebildi, ne Suriye'yi İran'da uzaklaştırabildi, ne El Kaide'yi dizginleyebildi, ne Lübnan'da hakimiyetini kurabildi, ne de Hamas ve Hizbullah gibi terörist grupları etkisizleştirebildi. Ne de “stratejik müttefiğimiz” dediği Türkiye ile var olan kriz giderilebilindi. Bu nedenle Ortadoğu'da öngördüğü düzeni oturtamadı. Ama bu ABD'nin bundan vaz geçtiği sonucunu vermiyor. Bu plan değişik politıkalarla gerçekliğe ulaşılmaya çalışılıyor.
Savaşın kaçınılmazlığı olasalığına göre güçler konumlanıyor. Bir yandan ABD, İsrail ve müttefikleri, diğer yandan İran, Suriye, Hamas, Hizbullah savaş hazırlıklarını yoğun olarak yapıyorlar. Eskiden ABD, İsrail ve Batı müttefiği olan Türkiye bu son gelişmelerde cami ile kilise arasında gidip geliyor. ABD'ye elmecburiyeti onu istemediği zeminde kalmasını zorlarken milli çıkarları gereği ise yönünü camiye göre ayarlıyor. İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah ile alabildiğine siyasi, diplomatik, kültürel, ekonomik vs. anlaşmalar yapmaya çalışıyor. Türkiye bu cepheye yaklaştıkça ABD ve özeliklede İsrail'den uzaklaşıyor.
Kimi çevreler bu gelişmeleri AKP Hükümetine bağlasa da, aslında İsrail'e karşı son dönemlerde izlenen düşmanca politıka salt başına Erdoğan veya AKP hükümetinin siyaseti olmayıp Türk devlet politıkasıdır. İsrail'in ABD ile birlikte izledikleri Ortadoğu politıkalarına karşı ortaya koydukları Türk devletinin alternatif politıkasıdır. Bazı çekinceleri olsa da, ABD ve İsrail'in bölgede yanlızlaştığı, en zayıf bir dönemlerini yaşadıkları ve köşeye sıkıştırabildiğim kadar sıkıştırıp kendi devlet çıkarlarına uygun bir politik zemine çekmeyi öngörmektedir.
Bunun için elinin altında sayısız kozu var. İran, Suriye, Lübnan, Hamas, Hizbullah vs. Hepsinide gözükara olarak kullanıyor. Zaten bugüne kadar İsrail'in Türkiye'yi sırtında taşıması bu handikaplarından ileri geliyordu. Dün bu kozlarını saklı tutan Türkiye bugün masaya sürmüş bulunmaktadır.
İsrail, bunlara bakıp Türkler karşısında geri adım atar mı, kendini Türklerin kollarına bırakır mı bilemem, ama böylesi bir tavır İsrail'in Türkiye'ye teslimidir. İsrail'in Türkiye'ye teslim olması geleceğini sorgular. Bu biraz eşyanın doğasına aykırı. Türkiye'ye elini verenin kolunu kaptırdığını en çok İsrail bilir. Bu nedenle Türklerin blöfüne restini çekeceği kesin.
Fakat Türkiye'yi aynı yöntemlerle hangi kozla vuracağı ortada, ama bunu göze alır mı, alamaz mı bekleyip göreceğiz. Kürd kozunu kullanıp kullanmaması birazda dünya konjoktörü ve ABD'nin tavrına bağlıdır.
Bakalım yarınlar bize ne getirir.
Yahudiler, şunu görmek zorundadırlar. İsrail, Arap ve islam alemi ile sarılmış küçük bir ada durumdadırlar. Şu an bu alemin parçalı durumundan kendini yaşatabiliyor. Yarın bu alemin kendi iç birliğini sağlamayacağı ve topyekün anti-Yahudi cephede birleşmeyeceğinin garantisini kim verebilir? Bu şer cephesine bir de islam dünyasını ekleyin. İsrail kendini yaşatmak için bu cepheyi toptan elindeki atom bombaları ile yok etmeyeceğine göre başka koruma yollarını bulmak zorundadır. Şu da, bir gerçektir. ABD ve Batı İsrail'i ne zamana kadar sırtında taşıyabilir? Bunlar hep birer soru işaretleridir.
Buradan hareketle İsrail tarihsel olarak kendine düşman olmayan bölge müttefik güçlerini bulmak zorundadır. Coğrafyaya baktığımızda da, Yahudilerle aynı kaderi paylaşan Kürdleri görüyoruz. Buna bir de, Asuri ve Dürzileri eklemek lazım. Kürd ve Yahudi ve Asurilerin düşmanları ortaktır. Bunu bu üç milletin siyasal güçleri görmeli ve buna uygun ortak bir strateji belirlemeleri kendi çıkarlarınadır.
Kürdlerinde artık dost ve düşmanlarını tanıma zamanıdır. Türk, Arap ve Fars Kürdlerin ezeli düşmanlarıdır. Uluslararası konjoktör Kürdlerin en büyük handikapı olsada, bunun yanısıra Kürdlerin ezeli düşmanlarına sevdalanması, kardeşlik atfetmesi kurtuluşlarının önünde en büyük engellerden biridir. Artık bu deli gömlekten kendilerini kurtarma zamanıdır. Bunun yoluda millet olmadan doğan doğal haklarının takipcisi olmaktan geçer.
Kürd ve Yahudilerin kendilerini geleceğe taşıması ve güven içinde yaşamaları için birbirleriyle ete kemiğe bürünen bir birliktenlik sağlama mecburiyetleri olduğu zamanıdır.
Kürd ve Yahudilerin geleceği ortak bir stratejide buluşmakla garanti altına alınabilir. Bunun zemini vardır. Düşmanları ortaktır. Tarihte aralarında her hangi olumsuz bir olay yaşanmamıştır. Bunun ötesi şu an İsrail'de yerleşik ve Kürdistan ile bağını koparmamış politize olmuş bir Kürd Yahudi nüfus vardır.
Bu bağ Kürdler ile Yahudilerin birlikte politıkalar üretmek ve uygulamak için önemli bir etkendir.
İran Molla rejimi hem Kürdlerin, hem Yahudilerin geleceği üzerinde çok olumsuz bir durum yaratacağı kesindir. Nükleer silahlardan ve Molla rejiminden arınmış bir İran her iki milletinde çıkarınadır. Kürdlerin bunu tek başına başarma güçleri yoktur. Ama İsrail ve müttefiklerinin bu gücü vardır. Kürdlerin çıkarı bu ittifakın başarılı olmasıdır.
Kuşkusuz geçmişte Kürd siyasi hareketleri ve İsrail devleti karşılıklı olarak birbirlerine çok zarar veren politıka yürütüler. Hangi tarafın bundan daha fazla payı var ve bundan hareketle eski defterleri kurcalamanın her iki milletede bir faydası yoktur.
Mossad'ın Eski Şeflerinden Şabtay Şavit'in dediği gibi, “haklı olup dünyayı karşımıza almak yerine akıllı olup dünyayı yanımıza almalıyız.“
En doğru politıka Kürd ve Yahudilerin ortak yeni bir sayfa açmaları ve ortak düşmana karşı birlikte mücadele etmeleridir.
Kürdlerin başta petrol, doğalgaz ve su olmak üzere sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları, genç, aktif büyük bir nufusa sahip olması, Kürdistan'nın stratejik jeopoliğini ile Yahudilerin bilgi ve tekniği ile birleşmesi halinde her iki milletin kendini geleceğe taşımasının garantisidir.
14 Kasım 2010