Osman Sebri'nin 4 kahramanından Ferzende'den sonra gelen Seyidxandır..
Osman Sebri Seyidxan ilgili şöyle yazıyor:
Seyidxan'ı nasıl tanıdım? Anabaşlığı altında Osman Sebri:
„1926  yılının   mayis   ayının  sonlarına  doğru   Ben Amed  zindanına  vardım.  O zaman   Amed  zindanı  şeyhlerle, beylerle, ağalarla ve  yiğitlerle   tıka basa  doluydu.  Her gün  tutukları    gruplar halinde   İstiklal Mahkemesine  götürüyorlardı.  Hiç kimsenin  mahkemesi  2  günden fazla   sürmüyordu.  Mahkemeye  götürülen  tutuklular   ya  idam  ediliyor,  ya  ağır cezalar alıyor ve çok enderde   hiç bir   suçu olmayan  serbest bırakılıyordu.
Tutuklular  mahkemeden geri  geldikleri zaman  zindandaki  tutuklular kimin  idam ve kimin   hapis cezasını aldığını  öğrenmek  için  kapıya  doğru  gidiyorlardı. O gün bende   mahkemeden  dönecek  olan   tutukluları  görmek  istiyen  halkın içindeydim.
Mahkemeden  dönen  tutukluların  önünde  uzun boylu ve  güler yüzlü bir genç    içeri geçti.   Gözlemcilerden biri    sordu:
'Seyidxan!!! Sana kaç yıl verdiler?'
Seyidxan gururla onun cevabını şöyle verdi:
'Onların babalarının mezarına..... Ben onlardan 11 kişi öldürdüm, onlar bana 10 yıl hapis verdiler. Bir tanesi beleşe gitti.' dedi.
Ben  Seyidxan'ı  böyle  gördüm..  Bir  daha   onu   görme   imkanım  olmadı.   Ceza alanları    diğer  gelecek  tutuklulara  yer açmak  için  çok kısa zamanda   Türk  zindanlarına   gönderiyorlardı.
Biz  iki  yıl zindandan  kaldıktan  sonra  çıkan  af  yasasından  sonra   ülkemize  geri döndük.  Seyidxan'ın   nasıl  yeniden  mücadeleye   katıldığını  bilmiyorum.   Fakat  onun  yolunu   Suriye'ye  verdiği  zaman  ben Hesike'deydim.   Herkesten  fazla   onun arkadaşlarıyla birlikte    o savaşın    olaylarını   öğrenmek  için bekliyordum.
O dönem  bana  nasıl   anlatılarsa   aynen    o  şekilde  yazıyorum..  Bu  kahramanın   Kürd  mücadele tarihinde  hak ettiği   yeri alması  gerekiyor..
İkinci Kahraman: Seyidxan
1930 yılında Türk Hükümeti 120.000 asker Ağrı Dağına gönderdi. Türk hükümetin amacı o topraklarda İhsan Nuri Paşa önderliğindeki Kürd Devriminin kökünü kazımaktı. Savaş 3 ay sürdü. Xoybun Partisinin önüne koydu plan başarılı olmayınca Devrim kolay bir şekilde yenilgi aldı. İhsan Nuri Ferzende ile birlikte İran'a sığındılar.. O dönem ülke içinde çeşitli alanlarda bazı yiğitler silahlarını bırakmamış ve zorba Türklere boyun eğmemişlerdi. Serhat'ta Seyidxan ve Alican'nın her biri yanına 15 yada 20 suvari alarak düşmana karşı savaşıyorlardı. Bu iki şerefli insan için durabilecekleri sabit bir nokta yoktu. Onlar, avcı şahinlerle gibi nerede Türk askerlerini görüyorlarla yıldırım gibi çarpıyorlardı ve diğer bir alana geçiyorlardı.
Onlar  Türk hükümetini  çok yordular.  Türkler   bir  askeri alayı  onların peşine  takmıştı, fakat  bu alay ne  onlarla  savaşabiliyordu ve ne de  onların eylemlerininin  önünü  kesebiliyordu.
Onlar  Erzurum, Muş ve Bitlis  vilayetleri arasında   gelip gidiyorlardı.
1931  yılında  Alican   bir  savaşta  öldürüldü ve Allah'ın  rahmetine  kavuştu.  Onun  suvarileri de   Seyidxan'a   katıldılar.
Türk devleti   savaşçılara   ulaşmayınca   bu sefer    bölgedeki  köylere  eziyet etmeye başladı..
Bundan  dolayı  Seyidxan  Suriye'ye  geçmek  istemişti.
Türkler ihbarcıların aracılığı ile Seyidxan'ın yönünü Suriye'ye verdiğini öğreniyor. Zaten bir Türk alayı onların takip ediyordu. Her ne kadar onlara bir şeyler yapamıyorsada onların hareketlerinden haberdar oluyordu ve hükümete gereken bilgileri veriyordu. Hükümet, Seyidxan ve 37 suvarinin Suriye'ye doğru harekete geçtiğini öğrenince, Mardin dağında iki derenin dışında başka bir geçiş yolunun olmadığını biliyordu. Seyidxan ve arkadaşlarının gelişlerinden 3 gün önce Türk devleti bu iki derede pusu kurmak amacıyla bir askeri tümeni gönderdi.
Bu derelerden biri 12 km uzunluğundaydi. Türk hükümeti toplarla birlikte 2000 askeri bu dereye yerleştirdi.
İkinci  dere ise   50 km    uzunluktaydı.. Bu dereye  ise    9000 asker  yerleştirerek   Seyidxan'ı  beklediler.  Bir gün   sabahın  şafağında    Seyidxan  suvarileriyle birlikte     3  gün önce   Türklerin   iki tarafına   siper kazdığı ve 9000 askeri yerleştirdiği    büyük  derenin  başına vardılar.  Derenin başında   10 Türk  askeri    onların gelişini gözetlemek için  gözcü  olarak  dikilmişti.
Seyidxan ve  yanındaki   Kürd  suvarileri  onlarla yüz yüze  geldiklerinde  onlara  hiç bir imkan vermeksizin hepsini esir alıp, silahsızlandırdılar.  Fakat  bu 10 askerin    büyük pusunun    gözcüleri olduğunu  bilmiyorlardı.  Belki de   dünya  tarihinde    bu kadar az  savaşçıya karşı   böyle  büyük bir  pusu   kurulmamıştır.
Güneş  doğmadan  önce    çatışmalar başladı.  Derenin  iki tarafından  onlara  karşı   kurşunlar   dolu gibi  yağıyordu.  Kürd  savaşçıları  ağzı  kanlı  kurtlar  gibi  düşmanlarının  mevzilerine  saldırdılar.  Türk askerleri  onlara   karşı   duramıyordu.  Kürdler  nerede  mevzi gördülerse  saldırdırdı ve onları  kaçırtılar  Her    pusuyu aştıklarında   başkasıyla karşılaşıyorlardı..  Dere   çok uzundu ve   baştan  sona  kadar   pusu kurulmuştu.   Yoldan  çıkmakta  imkansızdı.  Atların  gidebileceği  başka yolda  yoktu.  Seyidxan'da   atları   Türklere bırakıp    yayan olarak  dağın  yüksek yerlerine  gitmek istemiyordu. Gün  boyunca  savaş  doruğa  daha  başka  bir şekilde  ifade etmek gerekirse   gökyüzüne  ulaştı.  Sonra  akşam  oldu, hep  savaş, öldürme   ve vurmaydı.  Böylelikle   güneşin batışından  bir  sonrasında    derenin sonuna vardılar.  Orada    düşmanın  10 yada  15  zırhlı  arabası   Kürd  savaşçılarını bekliyordu.  Onlar,  Kürd  savaşçılarını gördükleri zaman  savaşmadan  kaçtılar.
O zamana  kadar  Seyidxan'ın  suvarilerinden  yalnızca  2 tanesi  yaralanmıştı.  Biri  onun  amcası  oğlu    Suleyman  Ağaydı, diğeri ise  kardeşinin  oğlu Mustafa...
Her   ikisi de  düşmanın  içinde  kalmıştı. Sonra   onların  durumuna  dönceğiz.
Seyidxan  geriye kalan 35  suvari ile  dereden çıktıktan sonra   Mardin  ovasına  vardılar.  Çok yorulmuşlardı, açlıktan ve  susuzluktan halden düşmüşlerdi.  13  saat boyunca    9000 düşman askeriyle savaşmak   kolay değildi.  Onlarda    bu pusudan  nasıl kurtulduklarını  anlamıyorlardı.
Mardin  ovasının başında   bir  köye vardılar.  Kürd savaşçıları  köye  gidip  su içmek istiyorlardı.  Fakat,  Türk  ordusuna ait  zırhlı araçların  bu köye gittiğini bilmiyorlardı.  Köye  yaklaştıklarında  atların  ayak seslerinin ortamında    köyden   mavzerle bir  kurşun  sıkıldı ve  Seyidxan'ın alnına  isabet etti..  Seyidxan bu  kurşunla Allah'ın rahmetine  kavuştu.    Gece  olduğundan  dolayı   köydekiler  Seyidxan'nın  ölümünü görmediler.   Kürd  savaşçıları    Seyidxan'ın cesetini  götürüp   vatanın  o temiz  topraklarına   gömdüler  ve Suriye'ye  yöneldiler.  Onlar  geldiği  zaman  ben  Hesike'deydim.  Kendi gözlerimle gördüm,  Kürd  savaşçılarının  her biri  kendilerinin  silahlarının dışında    öldürdükleri   Türk askerlerinin de  ikişer    silahlarını beraberlerinden getirmişlerdi.
Türk Genelkurmay Başkanı Salih Paşa savaşın başladığını duyunca uçakla Ankara'dan Diyarbekire ve ordan bir gün sonra Mardin'e savaş alanına geliyor.
O  öyle  sanıyordu ki   Kürd  savaşçılarının    cesetlerini   görecek,  fakat  öyle   olmadı.  Oradaki  ordu  yetkilileri Salih Paşa'ya  yalnızca  şunu  diye bildiler.  'Bizim elimize  yalnızca  bir yaralı  düştü, onuda  iki asker ile birlikte Mardin'e  gönderdik“ dediler.
3 gün  boyunca   Türk  tümeninin   askerleri   Kürdlerin  cesetlerini aradılar. Fakat,  bir tane  ceset  dahi bulamadılar.  Salih Paşa  bu  yaşananlardan sonra  çok sinirleniyor, tümenin  tüm subaylarını askeri mahkemeye veriyor.
Bu subaylardan  bir tanesi  Suriye'ye kaçıp gelmişti.   Ben  bu subayın  gelişini  duyar  duymaz   Hesike'den    onun  yanına  gittim.   Ben  ondan   Türk  ölülerinin  sayısını    öğrenmek  istiyordum.   Ben  ona   bu  yönde  bir  soru  yoneltiğim zaman, utanarak  bana:
'Yaralıların  dışında   90  asker  öldürüldü.  Kürdlerden de  yalnızca  Seyidxan....'
Seyidxan'ın kardeşi oğlu Mustafa yaralı olduğu zaman bir kurşun darbesinin etkisiyle attan düşüyor. Böylece Türkler tarafından kolay bir şekide yakalanıyor. Savaş bittikten sonra Mustafa'nın ellerini bağlayarak bir ata bindiriyorlar ve iki askerle birlikte Mardin'e gönderiyorlar. Yol boyunca yavaş yavaş aklı başına geliyor. Mustafa önünde ölümden başka bir şeyin olmadığını çok iyi biliyor. Mardin'e varmadan önce Mustafa elleri bağlı olmasına rağmen ayaklarıya atını şaha kaldırırarak kaçıyor. Her ne kadar askerler kendisine kurşun sıkmalarına rağmen Mustafa arayı açıyor. İki asker dağın tepesine vardıkları zaman Mustafa ortadan kaybolmuştu. Mustafa uzun bir süre kaçtıktan sonra bazı Kürd yolcularıyla karşılaşıyor. Yolcular Mustafa'nın ellerini açıyor ve böylelikle Suriye'deki arkadaşlarının yanına geçiyor.
Şimdi  diğer  yaralıya Suleyman Ağa'ya geçelim.  Kurşun  Suleyman Ağa'nın  sağ   memesinin altında  girmiş  ve kaburgalarına  aşarak  çıkmıştı.  Onun  yarası   ölümcül  olmamasına  rağmen   ağırdı.  Kurşun  yediği zaman  attan   düşüyor.  Arkadaşları  onu yeniden ata  bindiriyorlar.  Bu sefer  Türkler  onun altındaki atı vuruyorlar.  Ve  o  yine   yere  düşüyor.  Onun söylediklerine göre    yarası çok ağırıyordu,  umutsuzluğa  düşüyor ve arkadaşlarına   :
'Çok  acım var. Ben yarama  karşı  umutsuzum.  Sizin kendinizi  benim  için  öldürtmenize   değmez.  Alın benim silahımı ve beni  bırakın' diyor.
Arkadaşları   onun bu acılarla atın  sırtında   duramayacağını anlayınca, onun istemi üzerine  silahını alıyorlar ve  onu orada  bırakıyorlar.  Suleyman  Ağa bana  şöyle dedi: ' Arkadaşlarım  beni  bırakıp  gittikten    2 yada  3  saat sonra    yaramın  acısı  azaldı.  Güneş  batmak üzeriydi.   Karanlık çökseydi, ben  savaş  alanından  uzaklaşıp, kendimi saklayabilirdim'
Suleyman  Ağa  bölgeye yabancı değildi.  O Seyidxan'nın  önünde    büyük dereye  girmişti.   Birinci  Dünya  Savaşı  sırasında   Serhed  halkı  muhacir  durumuna  düştüğü zaman, Suleyman Ağa  Mardin  dağına   gelmiş  bir köyün sahibi olan  ağanın yanından muraba   olmuştu.   4 yada  5 yıl   o köyde kalmıştı.  Osman ağa    derenin  çevresindeki  dağları ve köyleri  iyi tanıyordu.
Akşam  karanlık bastıktan sonra  Suleyman Ağa,     savaş meydanın  doğusunca  akan  küçük  bir   ırmağa  ulaşıyor. Irmağa varır varmaz   gönlünce   su içiyor.  Irmağın  iki yakası   söğüt ağaçlarıyla  doluydu.  Askerler geldiği  zaman   kendisini  suyun içine  atıp, başını  ağaçların  dalları arasından dışarı çıkarabilirdi.  O gece  Irmağın yanında kaldı.  Ertesi günü Türk askerleri  savaş alanına ve çevresinde  Kürd ölü ve yaralıları arıyorlardı.  Suleyman Ağa  askerleri  gördüğü zaman  daha  önce  düşündüğü gibi   suyun  içine  girdi ve başını   söğut ağaçlarının dalları arasından  dışarı  çıkararak  nefes almaya çalışıyor.
Askerler  gittikten sonra   Suleyman ağa  sudan  çıkarak, elbiselerinin suyunu sıktı, kuruladı ve giydi.  Daha sonra  iki gün boyunca   askerler  gelerek  bölgede   aramalar yaptılar.. Suleyman ise      daha önce yaptığı gibi   suyun içine  iniyor ve  ağaların yaprakları arasından  nefes alıyordu.
Bu arada  Suleyman  ağa  4 gün boyunca  aç kaldı.   Yazın sıcaklığından dolayı  Suleyman ağanın  yarasına  kurt  girmişti.   5.gün  askerler   o bölgeye uğramadılar.   O günün  öğle  saatlerinde  bir  çoban  sürüyü  oraya getirdi. Suleyman Ağa   çobanın  yanına gidiyor. Çobanın ekmeği vardı.  Çoban    koyunları  sağıyor  süt ve ekmekle   Suleyman karnını  doyuruyor.   Daha sonra  çobana   daha önce  murabalık  yaptığı  köyün  sahibini sordu.  Çoban  Suleyman Ağa'ya  'O  yaşıyor ve durumu iyidir' diyor.
Suleyman Ağa çobana: 'Kardeş sen benim durumumu görüyorsun. Sen köyün sahibine ulaşıp şunu söyleyebilirmisin: „Senin eski muraban Suleyman yaralıdır. Gelip beni bir yerlere götürebilirmi?“
Çoban 'başımın üstüne!!! Ben akşam koyunları köyün önünde konaklayacağım. Çok çabuk bir şekilde onun köyüne gideceğim ve senin durumundan haberdar edeceğim. Yarında buraya geleceğim ve senin yerini ona göstereceğim.'
Ertesi günü  çoban  yine  sürüsü ile   oraya geldi.  Suleyman'a  ekmek ve yemekte beraberinden getirmişti.  Çoban  Suleyman ağa'ya: 'Gece   onun köyüne gittim ve onu gördüm.  Güneş batmadan  önce buraya gelecek ve ona  yerini göstereceğim.   Karanlık çöktükten sonra  seni atına  bindirip götürecek.
O gün akşam saatlerinden ağa  atıyla geldi.  Karanlık çöktükten  sonra   Suleyman ağayı atına bindirip  götürdü.  İki gün sonra   Hesike'ye  getirdiler.   O yaralarına rağmen   aslan gibi  yürüyordu.Ben  de  oradaydım..   Ben ile  Ekrem Cemil Paşa   iki gün ona hizmet ettik..  Sonra  ameliyet edildi ve iki tarafından   altı kaburgasını kestiler.    10  daha yaşadı.
Devam  edecek
Aso Zagrosi
        
    
      
Re: Osman Sebri ve Kürd Ulusal Kahramanlarından: SEYİDXAN(b)