Tarih: 18 Şubat 2009 Çarşamba
Fethullah Gülen'in Abant Platformu, 18. toplantısını Güney Kürdistan Federasyonu başkenti Hewler'de yaptı. Daha önce benzer bir toplantıyı Diyarbakır'da yapmayı denemişler, PKK'ye bağlı Halk İnisiyatifi'nin tehdidiyle Diyarbakır'ı pas geçmişlerdi.
Temeli ve felsefesi çöktüğü halde uluslar arası çekişme ve koşullardan dolayı bir süre daha varlığının sürmesine karar verilen Laik-Kemalist rejimin yerine ikamesi düşünülen Türk-İslam Sentezi'nin organizatörü Fethullah Gülen'in bu toplantısını, Türkiye'nin yeni dönem çevre düzenlemesi olarak algılamakta yarar var.
Hewler'deki Abant toplantısı Türkiye'nin Musul Başkonsolosunun konuşmasıyla açıldı. Eski MHP militanı Mümtazer Türköne tarafından dinleyicilere kardeşlik dersi verildi. Siyasal İslam'ın parasal projeleriyle geçinen Alevi Bejan Matur da bir konuşma yaptı toplantıda. Fethullah Gülen'in vaazı, ilahi bir saygıyla okunup dinlendi. Bir ayağı siyasal İslam'da olan, kimlik olarak da Türk ırkçılığı tarafından kıstırılmış bulunan Ermeni asıllı Etyen Maçupyan bir çeşni olarak sempozyumda, yer aldı... Cengiz Çandar bunların topuna, “Yüz Türkiyeli aydın“ ismini takıp geçti... Abdulmelik Fırat, Sertaç Bucak ve Haşim Haşimi gibi yakından tanıdığımız Kürt siyasetçilerde oradaydı. Hepsi Güney Kürdistan'a hoş gitmiş, sefalar götürmüşlerdi.
Aydını ve siyasetçisi oldukları Türkiye'nin Kuzey Kürdistan sorununu çözmüşler, şimdi de, dediklerine bakılırsa, “eli ayağı titreyen ve Türkiye'siz hiçbir geleceklerinin olmadığını anlayan“ Güney Kürdistan'a el atmışlardı.
O yılları yaşayanlar bilir; Türk ırk rejimi, sağcılarla solcuları, 12 Eylül Hapishanelerinde “Karıştır-Barıştır“ projesinin öznesi yapmıştı. Kürdistan hapishanelerinde de Kürt tutsaklara Türklüğün ilkeleri öğretiliyordu. Garip ve çekilmez bir durumdu.
Düşünsenize, size kurşun sıkan, en yakın arkadaşınızı öldüren, gecekondu semtlerine bedava sağlık hizmeti götüren solcu doktorun boynuna bıçak atan faşist katille aynı hücre veya koğuşta, alt ve üst ranzalarda yatıyorsunuz. İlk birkaç ay dişler gıcırdatılarak böyle yaşandı. Sonra ne mi oldu?
Herkes aslına döndü. Kim hangi cezaevinde güçlüyse ötekisini sopalarla, şişlerle, tekme tokatla döverek kendi hakimiyet alanı dışına attı.
“Karıştır -barıştır projesi“ bir Amerikan projesiydi. 12 Eylül öncesi halk çocuklarını “kutuplaştırıp dövüştürme projesi“ de bir Amerika projesiydi. Kutuplaşmış dövüşmüşler, bu uğurda binlerce kayıp vermişlerdi. Fakat işte iktidarda artık Amerikancı bir cunta vardı. Kutuplaştırılıp dövüştürülenlerin, karıştırılıp barıştırılmasındaydı sıra. Ekilen kin ve nefret tohumlarının meyvesi olan hapishanedeki sağ, sol ve Kürt militanlar şahsında “Karıştır-barıştır projesi“ tutmamıştı. Fakat cuntanın ekonomiden sorumlu bürokratı Turgut Özal liderliğindeki ANAP projesiyle hayli yol aldı. Turgut Özal boşuna:
“Biz dört eğilimi birleştirdik,“ demiyordu.
Dört eğilim dediği; sağ, sol, liberaller ve Siyasal İslam'dı...
İyi bakarasanız, Abant Platformunda, yukarıda çekmeye çalıştığımız fotoğrafı görürsünüz. Tabi buna bir de Kürt ayağı eklendi...
İçinde sağcı, solcu, eski MİT'çi, liberal, İslamcı, Kürtçü... ne ararsanız var. Halk çocukları vuruşturularak bitap düşürülmüş, Kemalist ordunun burnu PKK'ye kırdırtılmış; sermaya paylaşılmış, dört bin köyü boşaltılarak Kürdistan'ın ciğerleri sökülmüş, toplumun yüzde sekseni açlık sınırı altına itilmiş; Siyasal İslam aracılığıyla devlet büyüklüğünde bir ekonomik ve siyasal olanak elde eden Fethullah Gülen'in işin sonuçlarını derlemesine sıra gelmişti.
Kürtlüğün; Türk soluyla olan ilişki ve dayanışmasını haklı olarak sorgulayanlar; Kürtlüğün Türk sağcısı veya İslamcısıyla düşüp kalkmasını nedense sorgulamıyorlar?
Kürtlüktür bu, solcusu Türk soluna; sağcısı Türk sağına, dindarı Türk dindarına , liberali Türk liberaline benzer de aydını Türk aydınına benzemez mi!..
Kürt halkının yiğit çocukları otuz yılda en az 40 bin kayıp vererek Kürt kimliğini Türk ırk devletinin alnına kendi kanlarıyla bir daha silinmeyecek şekilde çentiklediler. Fakat hayatın cilvesi, ortaya çıkan yeni durumdan en çok da bu halk çocuklarına düşmanlık yapanlar yararlanmaya çalışıyor. Abant toplantılarının fotoğraflarına baktığınızda ne söylediğimizi galiba daha iyi anlarsınız. Çünkü Siyasal İslam ve buna eklenmiş Kürt-Türk siyaset literatüründe PKK, yere indirilip dağıtılması gereken dev bir gövdedir. PKK ile uzlaşmak yoktur. PKK'lilere sürgünden ve mağara yaşamından başka bir yaşam ön görülmemektedir. Eğer Kürtler bir çınar ağacı etrafında toplanacaksa, o çınarın da kökünden vurulup indirilmesi gerekmektedir.
Şimdi bir şey daha tespit edilebilir. PKK'yi MİT kurdu diyerek Kürt ulusal kitlesinin beynini hallaç pamuğu gibi atanların aslında Türk devletiyle ilişkileri çok daha iyi ve daha problemsiz. Hatta o kadar problemsiz ki, bildiğim kadarıyla Türk hapishanelerinde şu anda tutuklu tek üyeleri yok. Olmaması çok iyi. Türk devlet görevlilerinin açılışını yaptığı toplantıların konuğu olduktan; Kürtler arası tartışma ve çekişmeleri Türk basın-yayın-organları aracılığıyla sürdürdükten, Kürt Federasyonu ile Türk devleti arasındaki ilişkileri alkışladıktan, Türk devletinin doğrudan teşvik edip desteklediği ilişki ve toplantıların öznesi olduktan sonra PKK'nin MİT tarafından kurulduğunu ve Öcalan'ın Türk devletinin adamı olduğunu söylemenin anlamı ne? Niye buna ihtiyaç duyuyorlar?
PKK'nin Türk devletiyle danışıklı bağı olduğunu söyleyenler neden otuz yıldır bir Kürdistan kasabasını dahi ikna edemediler?
Türk sömürgeciliğinin Kürdistan'ın suratına gömülmüş kirli tırnaklarını kırıp atacak bir organizasyon, kongre, parti veya askeri gücün sahibi neden olamadılar?
İktidarsız düşürülmüş Kürt aydın ve siyasetçiliği devletin TRT Şeş'ini olumlu bulur; Abant Toplantılarına umut bağlar, bir iktidar hesaplaşması olan Ergenekon davasını kendi duruşması sayar, Kürdistan'ın kemiklerini kıran AKP'yi açılımın partisi olarak düşünür, devlet organlarıyla ilişkiyi kendine bir hak olarak görür, fakat öte yandan karşıtını devletle ilişkili olmakla suçlar...
Kürtler artık Soğuk Savaş Döneminden kalmış bu yamuk ve hileli siyaset biçimi terk etmek zorundadırlar.
Yeri gelmişken bir düşüncemi burada ifade etmek istiyorum. Kürt siyasetlerinin; aydın ve şahsiyetlerinin Türk devletinin kurum ve kuruluşlarıyla ilişki kurmalarında bir sorun yok. Kendini bilen bir Kürdün ilişki kurmaktan korkmaması lazım. Ben kendim cezaevlerinde 12 yıl devletle günlük ilişki halinde oldum. Koğuş ve cezaevi temsilcilikleri yaptım. Açlık grevlerinde pazarlıklarda bulundum. Bunu bir çok arkadaş yaptı. Ve biz birbirimizden kuşku duymadık. Birbirimize hayatlarımızı teslim ettik.
Şimdi de Türk devletiyle ilişki kurmaktan gocunmam. Bu konuda bir kompleksim, güvensizliğim ve yanlış anlaşılma korkum yok. Kendimi Kürt ulusunun yazarı, aydını ve şaşmaz bir hak savunucusu sayıyorsam, bu kimliğimle Türk devletinin kurum ve kuruluşlarıyla ilişki kurmaktan korkamam. Bundan hiçbir Kürt korkmamalı. Korkulması gereken ilişkinin niteliği bellidir. Kişisel çıkar sağlama, itiraflarda bulunma, Kürt mücadelesini tasfiye etme türü ilişkilerdir...
Fakat Kürtlerde Türk devletiyle ilişki tek yanlı, Türklüğün lehine olacak şekilde sürdürülmektedir. Osmanlı, sekiz yüz yıllık doğu saltanatını Kürt aşiretleri aracılığıyla sürdürdü. Osmanlı saltanatı yıkıldığında Kürtler kendileri olma yerine İttihat ve Teraki Cemiyetine daha sonra kendi dillerinin bile yasak olacağı Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdular... Bu cumhuriyet eskidi. İdeolojik temelleri çöktü.
Yerine her halde hiçbir numarası olmayan sol felsefe oturtulacak değildi. Zaten solun asılları Avrupa'da, Rusya'da çöküp gitmişti. Temeli 12 Eylül ile atılan Türk-İslam Sentezi, Kemalist iktidar biçimi yerine oturtulacak ve Türkiye'yi bir elli yıl daha götürecek kitlesel tabanlı bir projeydi. “Karıştır-barıştır Projesi“ydi. Yeni Osmanlıcılıktı. Yeni Osmanlıcılık projesi sadece ülke içini değil, çevresini de düzenleme projesiydi... Buna Ermenistan, Irak, Güney Kürdistan, Suriye, İsrail yeniden düzenlemek dahildi. Buna öncelikle Türkiye'nin kendi içi de dahildi.
Türk İslam Sentezi sadece Kemalist ordunun burnunu ve kaburgalarını kırarak ilerlemiyor; Kürtler içerisinde etkin olan PKK'ye de vurarak ilerliyor. Bunu yaparken de, açılım adına, gelecek adına yine Kürtleri kullanıyor. Kullanırken olanak tanıyıp rüşvet veriyor.
Türkiye kısmında Siyasal İslam'la kavgalı olan Kemalist ordu, Kürdistan'da PKK'ye karşı Fethullahçılığı desteklemiyor mu?
Kürtlerin kendilerine şu soruyu sorması gerekiyor.
Bir tür Türkiye Humeyniciliği olan Fethullahçılığın Türk devletini ele geçirme ve onu çevre ülkelerle birlikte yeniden düzenleme eylemine Kürtler katılmalı mı? Katılacaksa nasıl katılmalı? Bu projede Doğu cephesinde Kürdistan kimliği, kişiliği ve ülkesi Türk İslam sentezinin yönetimi altında nasıl olacak?
Evet ortada iki proje var: Biri PKK ve DTP'nin; nesilleri kelaynak kuşlarına dönmüş ve aynı zamanda bitap düşmüş solcularla denemek istediği Demokratik Cumhuriyet projesi; ötekisi ABD'yi de arkasına almış Fethullah Gülen öncülüğünde yeni Osmanlıcılık projesi... İçinde her türden dinsel gericiliğin, dönekliğin, takıyenin, yalan, dolan ve hilenin olduğu Türk-İslam Sentezi Projesi....
Öteki bütün açıklamalar, çıkışlar, heybetli görüntüler, üst perdenden ileri sürülen talepler hepsi boş... Sanal...
PKK'ye ve PKK'nin Demokratik Cumhuriyet Projesi'ne karşı olmanın karşılığı Fethullah Gülen projesinin öznesi olmak olmamalıdır...
Fethullah Gülen Projesi Kürdistan'da iktidar olduğunda, Siyasal İslam'ın Domuz Bağının, ilkin onu destekleyenler mağduru olacaktır...
Yeri gelmişken, Fethullah Gülen'in vaazlı toplantılarına katılan laik-Kürt siyasetçilerden bir şey sorup yazıyı tamamlamak istiyorum.
Batı'da bu tür sempozyumların hangisi Papazların ilahi söylemleriyle açılıyor?
Evet, Güney Kürdistan gözbebeği gibi korunmalıdır. Güney Kürdistan'ı korumanın yolu Türk ırkçılığına ve onun bir başka türevi Fethullahçılığa yağ çekmekten değil, Kuzey Kürdistan mücadelesini yükseltmekten geçer.
Ankara, Güney Kürdistan'ın stratejik düşmanı; Kuzey Kürdistan mücadelesi Kürt Federasyonunun soluk borusudur. Biz bunu söylüyoruz.
Tercih Kürtlerindir...
Hasan Bildirici
[email protected]
Dil, kimlik, kültür: Ortak değerler (Zaman)