Ana içeriğe atla

“Birleşik Ulusal Demokratik Hareket”e İlişkin

Uzun bir süreden beri Kürdistanlı değişik çevrelerin KUDÇG çatısı altında birlik arayışları sürüyordu. Şu an “Birleşik Ulusal Demokratik Hareket” (BUDH olarak kendini tanımlayan bu girişim kendi program taslağını kamuoyuna sunmuş bulunuyor.Program taslağı Kürd millet haklarını doğru olarak tanımlamış bulunuyor. Eksiği olabilir, fazlası olabilir. Bu, pek önemlide değildir. Varsa bir eksik ve fazlalık giderilmeyecek bir şey değildir.Temenim bu girişimin ete kemiğe bürünmesi, tüm Kürdistanlı siyasal çevre ve bireyleri aynı şemsiye altında bir araya getirmeleridir. Kürdistan’da yurtsever bir blok olarak alternatif bir güç haline gelmesidir. Bu sadece bir temeni. Fakat siyasi mücadelede başarıya ulaşmada temenilere yer olmadığını hepimiz hemfikiriz. Siyasi mücadelede başarının yolu günün ülke ve uluslararası koşullarına uyan doğru siyasal bir yaklaşım, bunu uygulayacak bir örgütlülük ve her şeyden önemli olan istediğini yaşama uygulayacak yol ve yöntemlerin doğru seçimine bağlıdır.Bu temelde “Birleşik Ulusal Demokratik Hareket” (BUDH) ele alındığında başarı şansı nedir diye sorulduğunda kendi payıma pek umut verici olmadığını söyleyebilirim.Nedenine gelince BUDH’nin esas aldığı mücadele biçimidir. Sözü edilen mücadele biçimleri elbete yabana atılacak cinsten değildir. Fakat karşı karşıya olunan düşmanın yaklaşımları, kulandığı yol ve yöntemlerle birlikte ele alındığında başarı şansının olmadığıdır.Kürdistan’nın Herri Batasunası, Sinn Fein’ı olmalı, ama eğer bunların arkasında ETA’sı, İRA’sı olmasa yapabilecekleri pek fazla bir şeylerinin olacağını sanmıyorum.Türk egemenlik sistem koşullarında demokratik yol ve yöntemlerle mücadele etmenin zemini yoktur. Varolanında kontrolu olduğu aşikardır. Çoğu zamanda icazetlidir.İcazetlidir, çünkü el ufak bir demokratik muhalefetin bile bağımsız gelişmesinden sistem kendi yok oluşunu görür. Algılama bu olunca siyasal yaklaşım olarak içselleştirdikleri, “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz” mantığı egemendir. Bu nedenle çoğu zaman kendi muhalefetini kendilerinin yaratıkarı bir sır değildir.Kontrolleri dışında gelişen muhalefete karşı tutumları şiddet olduğu malumumuzdur. Bu koşullarda demokratik yol ve yöntemlerin kıymeti harbiyesinin olmadığı açıktır. Çünkü şiddet ancak şiddetle bertaraf edilebilir.Kürd kareketi, Türk egemenlik sistemine karşı elbete sonuna kadar demokratik yol ve yöntemleri denemelidir. Bana kalırsa denenmiştirde. Ama sonuç alınamamıştır. O halde demokratik yol ve yöntemlerin tıkandığı bir ortamda eğer şiddet devreye girmese sonuç hazindir.Kürdistan’ın Herri Batasuna’sı, Sinn Fein’ni kuranlar, Kürdistan’nın ETA’sı ve İRA’sını yaratmayı düşünmek zorundadırlar. Bu olmadan mücadelenin esas ayağının sakat oluş sebebiyle tasviye olmaktan kurtulamayacaklarını düşünmelidirler.Yanılmayı çok isterdim, ama mücadele edilen sistemin niteliğine bakıldığında bunun böyle olacağını gösteriyor.TC Türk ordu devletidir. Türk egemenlik sisteminde iktidar odağı ordudur. Ordunun sorunlara yaklaşımı, çözümde kullandığı yöntemler malumumuzdur. Bununda şiddet olduğu aşikardır. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne bu böyledir. Cumhuriyeti “koruma ve kollama” görevi orduya verilmesi ve bunun yasal güvence altına alınması boşuna değildir.TC çete devletidir. Türkiye’de mantar gibi bitten çeteler, Türk egemenlik sistemin niteliğini ve esas sahiplerinin kim olduğunu ortaya koyar.Böyle sürmeside el mahkumdur. Kendiliğinden, yani evrimle değişmesi mümkünde değildir.Ya içte köklü devrimsel bir gelişmeyle, ya da Irak’ta olduğu gibi dış bir müdahale ile ancak değişir. AB’nin mantığı çerçevesinde de bunun değişimi mümkün degildir. Bugün diğer her iki olasalıkta ortalıkta görünmüyor.Türk egemenlik sisteminde her meselede siyaseti belirleyen ordudur. Sivil kesim yetkisiz ve etkisizdir. Ordunun memurlarıdır. Bu durum askeri diktatörlüklere mahsus bir durumdur. Ki TC kuruluşundan beri açık ve örtülü olarak askeri diktatörlükle yönetilir  Bu durum şu sonucu yaratmıştır. Dünyanın her yerinde asker, sivil otoriteye bağlıyken, Türkiye’de durum bunun tersidir. Sivil kesim orduya bağımlıdır.Seçim, partiler, parlemento, hükümet vs. kurumlar yetkisiz ve etkisizdir. Ordunun sıradan icraat kurumları düzeyine indirgenmiştir. Zaman zaman sivil siyaset erkanı itiraz etsede, orduyu aşamıyor. En ufak bir bir çelişki çıktığında ya Genelkurmay Başkanı, ya da bir kuvvet komutanı devreye giriyor, düdüğü çalıyor. Sivil siyaset alanın çerçevesini belirliyor. Açıkça bunu konuşabilir, şunu konuşamasınız deme hakkını kendinde buluyor. Böylelikle kendi değişleriyle “balans ayarı” yapılmış olunuyor. İşin tuhaf tarafı sivil siyaset erkanında hiç kimse “bunu yapan sen misin” diyemiyor. Demediği gibi ordu karşısında dalkavuklukta birbirleriyle bir yarış içine giriyorlar.Geçtiğimiz dönemde Genelkurmay atamasında, önümüzdeki yıl kim Çankaya’ya çıkacak meselesinde, Ordu-AKP, ordu-Ağar arasında  -bu mesele danışıklı döğüşlü olsa bile- kamuoyu önünde yaşananlar bunun sonucudur.Devlet demek olan Mehmet Ağar’a bile tahamül edemeyen bir anlayış Kürd siyasal hareketin siyasallaşmasını, demokratik yol ve yöntemlerle çözümüne göz yumacağını beklemek insanın kendi kendisini kandırması demektir.Kürd siyasal hareketi –PKK’yi bunun dışında bırakıyorum- demokratik mücadele alanına hadinde fazla güc yığdı. Bu alanda büyük bir enerji sarfetti. Fakat sorunun çözümüne bir katkı sunma olanağını bulamadı. Aslında bu alana yatırılan güc ve enerjinin yüzde onunu askeri alana yatırmış olsalardı, bugün farklı bir yerde olunurdu. Bugünde eskinin tekrarında, dahası deyim yerindeyse kendi kendilerini kandırmaktan bir diretme var.Bunca yaşanmış deneylerden sonra Kürdlerin kendi kendilerini kandırması lükstür diye düşünüyorum.Peki bu işin çaresi yok mu? Kuzey’in YNK’sini yaratmak diyeceğim, fakat Kuzey’in KDP’si yok ki.1 Kasım 2006

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.