Bir sorun varsa çözümü de vardır. Sorunun çözümünün ilk basamağı ismini doğru koymaktır. Önce sorunun ismini doğru koymaktan başlayalım. Ondan sonra da çözüm biçimi ne olmalıdır meselesine gelelim. Sorunun kendisi Türk egemenlik sisteminin sorunlu olmasıdır. Türk egemenlik sistemi halklar hapishanesidir. “Türklük prokust çarkı” altında diğer millet ve milli azınlıklar tutuklanmış, egemenliklerine el konulmuş, varlıkları yok sayılmış ve yok sayılanlar şu veya bu yöntemle imhaya tabi tutulmuştur.
Şu an coğrafyamızda yaşanan tüm olumsuzluklar buradan kaynaklanmaktadır. O halde sorunu çözmeye buradan başlamak gerekiyor. Sorun iki boyutludur. Birincisi; Türk egemenlik sisteminin tahakkümünün tasfiyesi Kürdistan, Lazistan, Trakya ve Anadolu’daki milletlerin bağımsızlık sorunudur. İkincisi; içiçe geçmiş halkların birbirlerinin haklarını tanıyarak ortaklaşa geliştireceği demokratik bir zeminde eşit yaşama sorunudur.
Öncelikle şu meşhur ”kırmızı çizgiler,” ”hassasiyetler“ bir kenara bırakılmalıdır. Bu korku tabuları paranoyaya yol açıyor. Bunu aşmak gerekiyor. Yeni bir sayfa açmak gerekiyor. Dahası toplumu rahatlamak gerekiyor.
Masada bir çözüm perspektifi olmalı. Bu olmadan sorun doğru çözülemez. O halde doğru perspektif ne olmalıdır meselesini açığa kavuşturmaya çalışalım. Sorunun çözümünü Kürdistan sorunu temelinde irdeleyelim.
Kürdistan bir ülke. Kürdler bir millettir. Kürd/Kürdistan bölünmüş, parçalanmış ve egemenlik altına alınmıştır. Geçmiş bir yana Lozan’dan bu yana kendisine inkar ve imha dayatılmıştır. Bu politıka sonucu Kürdistan ülkesi ve Kürd milleti büyük tahribat ve katliamlara uğramıştır. Tarihin derinliklerine gömülmek istenmiştır. Fakat başarılamamıştır.
Kürd milletinin buna tepkisi sert olmuştur. Daima başkaldırmıştır. Gaspedilen milli haklarının savunucusu olmuştur. Buna ulaşacağı umudunu hiçbir zaman yitirmemiştir.
Bugüne dek yenilse de, korkunç katliamlardan geçse de kendini yeniden örgütlemiş ve bugüne kadar yaşatabilmiştir. Bugünden sonra hiçbir güç Kürd milletini yok edemez. Bu, böyle anlaşılmalıdır. Soruna taraf olan herkes bunu böyle anlamalıdır.
Sorun böyle anlaşılırsa çözümü de kolaylaşır. O halde ilk yapılması gereken şey sorunu kendi mecrasında çözmede anlaşmaya çalışmaktır. Kendi mecrasında çözüm ne demektir? sorusunu sorup bunun cevabının ne olması gerektiği konusunda samimi olmaktır. Bu yapıldığı zaman bunun cevabı Kürdlerin millet olmasından kaynaklanan haklarına kavuşması olduğu anlaşılacaktır.
Bu, birilerinin sandığı gibi dünyanın sonu değildir. Hayırlı bir yoldur. En zahmetsiz, en akılcı olan yoldur. Gerisi Kürdlerin kabulleneceği bir yol değildir. Kürdlerin kabulleneceği yol, millet olmanın doğal haklarına kavuşmasıdır.
Peki bu nasıl sağlanacak? Aklın yolu birdir. Mevcut yaklaşım ve uygulamanın tersini yapmak kaçınılmazdır. Nedir bu? Bu, mevcut tüm yasal mevzuatın lağvedilmesi demektir. Ordu dahil devletin tüm birimlerinin Kürdistan’dan tasfiye edilmesi demektir.
Trakya, Lazistan, Anadolu ve Kürdistan’da bir etüt yapılması ve mevcut olan millet ve milli toplulukların siyasi, ekonomik, kültürel, coğrafik, nüfus vs. tespit edilmesi demektir.
Her millete bir milli devlet ve her milli azınlığa otonom bir statükonun tanınması demektir.
Ondan sonra yapılacak iş, bu milli öğe temsilcilerinin yan yana gelmesidir. Ortak bir anlayışa ulaşılmasıdır. Ya ortak bir üst çatı örgütlenmesi altında ortak bir yaşam kurma; bu olmayacaksa herkesin bir diğerinin hak ve hukukuna saygı duyacağı iyi komşuluk ilişkilerinin sağlanması konusunda anlaşmaktır.
Doğru ya! Yüzyıllardır eşitlik temelinde insanca ortak bir yaşam kuramadık. O zaman hayırlı komşu olmayı deneyelim. Bunda ne gibi bir kötülük var?
Çağdaş çözüm budur. Çeklerle Slovenler bunu başardılar. Biz niye başarmayalım?
Bu, aynı zaman ne kadar çağdaşlaştığımızın da ölçütü olur. Eğer sorun tüm ağırlığıyla bugüne kadar sarkmış gelmişse, bu demektir ki, birileri henüz çağdaşlaşmamıştır. Çağdaşlaşmamak için de ayak diretmektedirler.
Kürd tarafın dünden bugüne sunduğu bu çağdaş çözümdür. Aklın öngördüğü doğru olan çözüm de budur. Bu çözümün gereği yapılmadıkça Kürdler hiçbir zaman şu an kendilerine dayatılan mevcut statükoyu kabullenmeyeceklerdir.
Çünkü Kürdler, şunu çok iyi biliyorlar. İster çatışmalı bir ortam, ister “barışcıl“ bir ortam olsun Kürdler açısından pek fark etmiyor. Her iki ortamda da Kürd’e reva görülen ölümdür. Ölümün binbir çeşidi vardır. Fiziki ölümden beyaz ölüme uzanan çeşitleri vardır. Ölümlerden ölüm beğen tercih ortamı bile Kürd’e tanınmamıştır. Bunu tayin eden Türk egemenlik sisteminin kendisidir.
Peki bu ne zamana ve nereye kadar sürecek? Bunu bir bilen var mı? Var olmadığını biliyoruz. Lozan’dan bugüne uygulanan bu politikadan sonuç alınmamış olması bile bu politika sahiplerinin uyanmasına yetmiyor. Daha fazla kan, daha fazla tahribat yapmayı politika edinmeye kararlı oldukları görülüyor. Sedece Roboski soykırımı bunun kanıtıdır.
Bu devletin hamuru böyle yoğrulmuş. Toplum buna göre şekillendirilmiş. Kavgalı olmadığı komşu bırakmamış. Herkesi düşman gören bir yaşam biçimini içselleştirmiştir. Savaşsız yaşayamıyor. Ölmek ve öldürmekten başka bir şey düşünmüyor.
Her gün durmadan düşman üretiyor. İsmi farklı olsa da daima düşman bulmakta üstüne yoktur. Bir gün Rum olur, bir gün Ermeni; bir gün Rus olur, bir gün Yahudi. Şu an revaçta olan düşman Kürdlerdir.
Kimse kendini şu sahte “kardeşlik“ tekerlemesiyle kandırmasın. En değme kalemşörleri bile Hitler’in Yahudilere reva gördüğü gaz odalarını Kürdlere reva görüyor. “Ya sev ya terket“ dayatılıyor.
Şimdi bu olacak iş mi yani? Kim kimi nerden kovuyor?
Kürd milletinin bilinen tarihsel dilimde Kürdistan’ı vatan eylediği bilinmiyor mu? Bunu bilmeyecek kadar cahiller mi? Peki bilipte, alsan alamazsın- satsan satamazsın dayatması neyin nesidir?
Kürdler, Kürdistan coğrafyasına sonradan gelmiş değildirler. Bu coğrafyanın kadim halkıdır. Ülkelerini kimseye bırakacak değildirler. Hele 21.yüzyılda bu olacak bir şey değildir.
Herkes aklını başına toplasın. Öyle asarım, keserim demekle bu işler olmaz. Belki 20.yüzyıl ve daha evvelki dönemlerde bu tür şeyler oldu, ama bugünden sonra bu anlayışın dünya insanlığı tarafından hoş karşılanacağı sanılmamalıdır.
Miloseviç ve Saddam’ın başına gelenler herkese ders olsun.
Bizden söylemesi!
06 Ocak 2014