Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 22 November 2012

Tam olarak doğum tarihi bilinmemesine rağmen nüfustaki bilgilerde 01/01/1950 Siverek doğumlu diye yazılır. Ferit ilk ve ortaokulu Siverek’te bitirdikten sonra liseyi Ankara’da okumak için Ankara’da Sağlık Meslek Yüksek Okulu’nda okuyan ağabeyi Mehmet’in yanına taşınır. Ankara’da Ziraat Lisesi’ni bitirir. Sonra Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ne kaydını yapar. Ferit gerek lisede gerekse üniversitede iken futbol oynar. Iyi bir kalecidir. Siverek futbolseverleri ilk olarak Ferit’i bir futbol maçında tanır. Siverek Yenigün Spor ile Diyarbakır Ay Spor arasında futbol maçı oynanmaktadır. Diyarbakır Ay Spor bölgenin güçlü takımıdır. Siverek Yenigün Spor bu maça büyük önem verir. Iyi bir kaleciye ihtiyaç vardır. Ferit Ankara Demir Sporun genç takımında kalecidir. Ferit’i uçakla getirtirler. Ferit o maçta bütün Siverek futbolseverlerin gönlünü kazanır. Yıl 1968 veya 1969. Benim de Ferit’i ilk görüşüm bu maçla gerçekleşir.

Ikinci tanışmam ise DDKO sanıklarının Diyarbakır Askeri Cezaevinde oldukları sıralarda gerçekleşmiştir. Ferit’in yeğeni Paşa Uzun’la Diyarbakır Askeri Cezaevi’ne ziyarete gitmiştik. Her ziyaretçi bir kişiyi çağırabilir demişlerdi. Paşa, Ferit’i çağırırken ben o güne kadar hiç tanışmadığım ama ismini duyduğum ve sonradan çok değer verdiğim bir dostum olan Ibrahim Güçlü’yü çağırtım. Ikisi tel örgülerin arkasında görüşmeye geldikten bir müddet sonra diğer ağabeylerimiz de tel örgünün arkasında toplanmışlardı. Halkımızın kahramanlarını böyle toptan karşımda görünce çok mutlu olmuştum.

1974 affıyla Ferit Cezaevinden çıkmıştı. O dönem Siverek Yüksek Tahsil Kültür Derneği başkanlığını yapmaktaydım. Onu Ankara Telsizler’deki kayın validesinin evinde ziyaret etmiştim. Bu ziyaretimden çok memnun olmuştu. Ruhsar okulu bitirmiş, ziraat mühendisi olmuş, onu bekliyordu. Ferit ilk iş olarak yarıda bıraktığı fakülteyi bitirmek için kolları sıvadı ve bir dönem Ankara’da kaldı. Ankara’da kaldığı dönemde onunla ilişkilerimiz sıklaştı.

1975 Cezayir Anlaşması gerçekleşmiş, Güney Kürt hareketi büyük bir yara almıştı. Hepimiz perişan bir şekilde olayı tartışıyorduk. Barzani önderliğindeki Kürt isyanının kendi içerisinde zaafları vardı elbette. Amerika ve Iran, Kürtleri satmıştı. Ama asıl bizi yıkan Sovyetler Birliği’nin Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında takındığı tavırdı. Ideolojik kurtarıcımız sosyalizmin merkezi Kürtlerin katledilmesinde önemli roller almıştı. Sovyetler Birliği Saddam’ı desteklemişti. O dönem Saddam bütün imha silahlarını Sovyet’lerden almaktaydı ve bu silahlarla Kürt halkı yok ediliyordu. Saddam’ın Sovyetlerden almış olduğu savaş uçaklarını kullanmak için pilotların Rusya’daki eğitimleri devam ediyordu. Almış olduğu yeni savaş uçaklarını kullanmaya pilotları henüz hazır olmadığı için bunları kullanmaya Sovyet pilotları görevlendirilmişti. Sovyet pilotları Kürt halkı üzerine ölüm kusmaktaydılar. Bu haberler yayılıp bize kadar gelmişti. Yanlış hatırlamıyorsam o zaman bu haberler KDP’nin yönetimindeki Kürdistan Radyosu’ndan da yayınlanmıştı. Bunun üzerine bir çoğumuzda olduğu gibi Ferit’te de bu olaylar çok etki yapmıştı. Sovyetlere karşı içsel bir tepki duymaktaydım. Amerika zaten emperyalistti ve onun yaptığını anlamak mümkündü. Ama sosyalist Sovyetleri anlamakta zorlanıyordum. Bu durumda Sovyet taraftarlığına büyük tepki duymaktaydım. Ankara DDKD içinde Özgürlük Yolu ve sonradan Şıvancılar olarak adlandırılacak Kürt arkadaşlar Sovyetler Birliğinden yana bir duruş sergiliyorlardı. O dönemde Sovyet taraftarlığı bir bakıma Barzani Hareketine karşı olmak ve yenilgisine onay vermekti. En azından biz öyle anlıyorduk. (NihayetÖzgürlük Yolu dergisinin Eylül 1977 tarihli 28. sayısında “Bir İhanetin Belgeleri” başlıklı yazıda Mola Mustafa Barzani ve KDP ihanet etmekle suçlanacaktı.) Ferit’in de Sovyetlere karşı göstermiş olduğu duruş ve Sovyetler hakkında söyledikleri siyasi söylemler tartışmasız kabulüm oldu. Sovyetler hak- kında söylenecek her olumsuz söylem tarafımdan desteklendi ve beni ikna etmeye yetti. O günden sonra Ferit’le o katledilinceye kadar hiç ayrılmadık. O kadar yakındık ki kimsenin bilmediği sırlarını benimle paylaşırdı. Ayni şekilde ben de sırlarımı onunla paylaşmaktan çekinmedim.

1975 yılında Istanbul’daki arkadaşlarla görüşmek, tartışmak ve ikna etmek için birkaç kez Ferit’le Istanbul’a gittik. Tartışmalar döneminde bizden taraf tavır koyan birkaç arkadaş rahmetli Necmettin Büyükkaya ve arkadaşlarının T-KDP’ nin tüzüğünü dağıtması ile bu arkadaşlar parti ismini ve programını daha çok önemseyerek bizden uzaklaşmışlardı. Burada bir konunun altını çizmek istiyorum. O dönemdeki siyasi saflaşmada rahmetli Dr. Şıvan ve Sait Elçi olayının gölgesi etkili oldu. Kürt halkının bu iki yiğit önderini saygıyla anıyorum.

Bütün hayatını Kürt halkının mücadelesine harcayan değerli insan, Kürt halkının kahramanlarından Necmettin Büyükkaya ile en son Ferit’in taziyesinde Apê Sefo’nun evinde birbirimize sarılarak dakikalarca ağlaşmıştık. Ocak 1984 tarihinde Diyarbakır Cezaevi’nde başına kalaslar vurularak katledildi. Onu katleden cezaevi yöneticileri askerler hakkında herhangi bir soruşturma açıldığını duymadım. Onu Ferit’le birlikte hep anacağız. Ölümsüz kahramanı saygıyla anıyorum.

Bir gün Ankara DDKD dönem başkanı Ismet Ateş benimle özel konuşmak istediğini söyledi. Derne- ğin karşısında bulunan Hukuk Fakültesi binası ile yurt binası arasında tenha bir yer vardı. Oraya götürdü beni. Oraya vardığımızda o zaman ki adıyla Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO)’cuların liderliğini yapan Abdullah Öcalan’ın bizi beklemekte olduğunu fark ettim. Abdullah Öcalan’la uzun bir konuşma oldu. Bana övgüler sıraladıktan sonra Kürtlerin silahlı mücadeleye başlaması gerektiğini söyledi. Bir düşüncenin altını çiziyordu: “Her aileden bir kişi dağa, cezaevine ve ölüme alınırsa halkı davaya (partiye) bağlayabiliriz” diyordu. Diğer tüm siyasi hareketler “önce siyasi inşa” dediğimiz için ortak bir noktamız olmadı. Orada konuşmakta olduğumuzu gören bazı arkadaşlar Ferit’e bildirmişlerdi. Konuşmalarımız bittikten sonra oradan ayrılınca Ferit’in girişte soluk bir yüzle beni beklediğini gördüm. Benim adıma endişelenmişti. Çünkü o dönem A. O’nın şüphe taşıyan ilişkileri birçok kişi tarafından konuşuluyordu. (Kendi karanlık ilişkilerini kapatmak için DDKD gibi legal yapıların devletin kontrolünde olduğunun propagandasını yapıyordu.) Konuştuklarımızı anlatınca Ferit rahatladı ve beni sevgiyle kucakladı. O günden sonra ilişkilerimiz siyasi olmakla birlikte güvenli bir dostluk temelinde de devam etti.

Ankara DDKD içinde farklı siyasi söylemler başlamıştı. Dernek yöneticilerinden Yalçın Çakıcı, Mustafa Nuri Aksakal, Reşit Delek ve dernek üyelerinden bilinen isimlerden Ali Şahindal, Nurettin Elhuseyni gibi arkadaşlar da Sovyetlerle ilgili siyasi kaygılarını seslendirmeye başlamışlardı. DDKD içindeki Sovyetlerle ilgili tartışmalara bu arkadaşlar öncülük ediyordu. Kawa Hareketinin oluşumunda da bu arkadaşlar öncülük yaptılar. Doğal olarak bu arkadaşlarla birlikte çalışıyorduk. Ferit bizden yaşça büyük ve siyaseten tecrübeli olduğu için onun söyledikleri ve duruşu önem kazanıyordu. Bu ara Istanbul’da da bize yakın düşünen Ahmet Zeki Okçuoğlu, Mahmut Fırat ve birçok diğer arkadaşlar guruplaşmışlardı. Ankara’da Apoculardan kopan arkadaşları da dahil ederek geniş bir toplantı yapmıştık. Daha genel bir toplantı için Istanbul’a Ferit’le birlikte otobüste gidiyorduk. Arkamızdaki koltukta oturan bir kişi tabancasını oturduğumuz koltuğun altına bırakmıştı. Tabancayı bulunca ilk mola yerinde alıp aşağıya indik. Tabancanın polis tabancası olduğunu anlayınca hemen yerine bıraktık. Adam uyanır gibi yapıp tabancasını aldı. “Bu tabancayı alıp kaçan olsaydı dünyayı başlarına yıkardım” dedi. Aslında bize büyük bir oyun hazırlanmıştı ve biz tam da bunun farkında değildik. Eğer tabancayı alıp otobüsten ayrılsaydık muhtemelen tuzaklarına girmiş olurduk ki bizi vurarlardı. Ama polisin bizden bekledikleri hatayı yapmamıştık. Takip altında olduğumuzun tam da bilincinde değildik. Çok sonradan hem takip edildiğimize ve hem de o tabancanın yem olarak koltuğumuzun altına konulduğunun yorumunu yaptık. Planlanan toplantı da başka nedenlerden iptal edildi.

Ferit, sonradan Kawa adını alacak olan hareketin ilk yönetim görevlendirmesinde yer almadı. Zaman zaman arkadaşlar Siverek’e gelir, Ferit’in babası rahmetli Apê Sefo’nun evinde toplanırdık. Çünkü Ferit evlendikten sonra bir müddet babasının evinde birlikte yaşamışlardı. Biz tam toplantıya başlardık ki Apê Sefo uzun beyaz derpêsı ve kırası ile gelir aramıza oturur kendince bizi eğlendirmeye çalı- şırdı. Islamın bazı şartlarını kabul etmiyordu. Islamdaki dört mezhebe de karşı olduklarından bu tür inanışta olanlar “beşinci” olarak adlandırılmaktaydılar. Islami inançları zayıftı. Dolayısıyla inanç olarak kendini bize yakın görmekteydi. Bu yakınlığı bize anlatmaya geliyordu ve konuşması uzuyordu. Onun konuşmasından sıkılmak mümkün değildi. Çok hoş sohbetli biriydi. Ferit sinirlenir ama Apo diye çağırdığı babasına hiçbir şey söylemezdi. Biz de toplantıdan vazgeçip Apê Sefo’nun söyledikleri ile eğlenmeye çalışırdık. Apê Sefo’yu saygıyla anıyorum.

Siverek’te olmadığım zamanlarda babamlarda büyük avluya açılan odalardan birini dışardan gelecek arkadaşlara ayırmıştım. Babam da annem de gelen arkadaşların kıymetini bilirdi ve her türlü hizmeti esirgemezlerdi. Onlara paralarının olup olmadığını sorar, harçlık verdiği de olurdu. Ferit evimizin bir ferdi gibiydi. Ben olsam olmasam fark etmez, eve gider, arkadaşları götürür, toplantılarını rahat yapardı. Bir gün Reşit arkadaş yağmurlu bir günde babamlara gider. Dış kapıya annem çıkar. “Reşîdê min were hundir” der annem. Reşit, Ferit’in orada olmadığını anlayınca içeri girmeye utanır. Çekip gittikten biraz sonra tekrar gelir kapıyı çalar. Dışarda şiddetli bir yağmur var. Gideceği başka bir yeri de yoktur. Zaten kalmaya gelmiştir. Anneme “Anê anaxtar heye?” diye sorar. Annem Reşit’in silah istediğini, anahtar kelimesinin de parola olabileceğini düşünür. “Anaxtar tuneye” der. Çünkü arkadaşların kaldığı oda her zaman kalmalarına müsait haldedir. Reşit’in odaya girmek için anahtarı istemiş olabileceğini düşünmez. Reşit şiddetli yağmur altına çekip gider. O ara Ferit gelir. Ferit’le bizim evde sözleşmişlerdir. Annem Reşit’in geldiğini ve aralarında geçen konuşmaları anlatınca Ferit: “Anê, te bigota lavo ez di diya tenim” der ve Reşit’in peşine düşer.

Ferit yaklaşık 173-175cm boyunda zayıf bir bedene sahipti. Kızlar onu çok yakışıklı bulurlardı. (öldürülmesinden bir dönem sonra Hanifi adında bir türkücü piyasaya sürdüğü kasetinin üstüne Ferit’in fotoğrafını yerleştirmişti.) Hoş sohbetli, sempatik ve konuştuğu herkesi etkileyecek bir özelliğe sahipti. Ikna gücü oldukça güçlüydü. Bir çocuk gibi saf ve temizdi. Bir gün bizde yemek yiyorduk. Tavuk etinden lades kemiği çıkınca baldızımla kemiği kırıp lades tutuştular. Çok zeki idi ve kazanacağı kesindi. Ben de baldızıma eline bir kitap al ve okuduklarınla ilgili bir şey soruyormuş gibi yap dedim. Ferit okumayı ve okuyanı çok severdi. Kızın elinde kitap ona yaklaştığını görünce sevinçten ladesi falan unutmuştu. Kız da eline kitabı tutuşturup lades deyince çok bozuldu. Tabii bu darbenin benden geldiğini anlamıştı. Çünkü ben onu çok iyi tanıyordum.

Ferit’le beni, bizi uzun süre yan yana görmeyen her insan karıştırırdı. Bizi çok benzetirlerdi. Bazen Ferit’in daha önce seminerler vermeye gittiği yerlere gittiğimde insanlar bana özel kıymet verirlerdi. Beni Ferit’le karıştırdıklarını anlardım. Bir gün sokakta teyzemle Ferit karşılaşırlar. Teyzem “Îbramê min” diyerek Ferit’in koluna girer. Ferit hiç bozuntuya vermez. Evimize kadar giderler.

O benim için her şeydi. Ağabeyimdi, öğretmenimdi, arkadaşımdı. Hemen hemen her şeyi benden sorardı. Oldukça mütevazi bir duruşu vardı. Bana sorarken hem öğrenmek istedikleri vardı, hem de bana kendime güveni aşılardı. Bunu çok bilinçli yaptığını biliyordum. Benden hep eleştiri beklerdi ve ben de bazen çok acımasızca eleştirirdim. Hanımlarımız da iyi arkadaş olmuşlardı. Bazen birbirlerini olumsuz etkileyebiliyordu. Onlar bizden kendi aralarında yakındıklarında, eğer bu yakınmaları bizim eve olumsuz bir yansıma gösterseydi ben de Ferit’e acımasız eleştirilerde bulunurdum. “Senin eşin benim eşimi olumsuz etkiliyor” diye. Tabii o da gider eşine söylenirdi.

Ferit, DDKD içindeki ayrışmalarda anti-Sovyet çizgisinin etkin olması için önemli etkiler yaptı. Tartışmalara aktif katılıyordu. Bazı yerlerde onun ismi bile yeterdi. Büyük tartışma toplantılarında duruşu, vurguları ve söyledikleri ile dinleyenleri çok etkilerdi. “Üç Dünya Teorisi” sonucu Red Kawa ve Dengê Kawa ayrışmasında bu konu yoğun tartışılıyordu. Birileri köylülere “Biz iki dünya var diyoruz. Biri bu yaşadığımız dünya diğeri ahiret. Oysa ki Dengê Kawacılar üç dünya var diyorlar” diye aleyhte propaganda etmişlerdi. Köylüler bir gün ben ve Ferit beraberken gelip “Ya söyler misiniz bu üçüncü dünya neresi?” diye oldukça sinirli bir şekilde sordular. Ben ne söyleyeceğimi şaşırmıştım. Bunları halka anlatmak zordu. Halkın anlayabileceği kavramlar değildi. Halkın ne Mao’dan ne de Stalin’den haberi vardı. Bunlar halkın birebir yaşadıkları konular ve olaylar değildi. Bu kavramlar ve tartışmalarla halkın günlük problemlerinden uzaklaştığımız kesindi. Başından alınıp yırtılan kefiyesini, kaçak diye kutusundan yere boca edilen tütününü, devlet kapılarında yasaklanan dilini ve horlanan kişiliğini, güvenlik güçlerinden keyfi atılan dayağı biliyorlardı. Emperyalizmi, uluslararası güç dengelerini konu alan “üç dünya teorisini” nasıl anlatacaktım? Ferit gayet sakin bir şekilde konuşmaya başladı. “Birinci dünya Türkiye Devletidir. Türkiye Devleti hepimize eziyet etmektedir. Fakir halka da eziyet etmekte, bölgedeki ağalara da eziyet etmektedir. Ağa olsun, halk olsun tüm Kürtlerin kimliği ve dili yasaktır. Ağalar sınıf gereği devlete daha yakındır. Ağalar da halka şiddet ve baskı uygulamaktadır. Bu bakımdan ağalar ara güçtür, yani ikinci dünyadır. Her ikisinin baskısı altındaki halk ise üçüncü dünyadır. Diyoruz ki halk ve devletle çelişkisi olan ağalarla birlikte devlete karşı mücadele etmeli. Işte bu formülü tüm dünya çapında devletler bazında düşündüğünde bizim anlattığımız “Üç Dünya Teorisi” budur dedi. Köylüler: “Bu söylediklerinizin Müslümanlığa bir zararı yok. Bize dediler ki Kawacılar dini ve ahireti inkar ediyor. Biz Kürtler de birlik olmalıyız. O zaman bu üç dünya iyi bir şeydir” deyip gittiler. Bizden biraz uzaklaşınca da biri diğerlerine şaka ile karışık “law êdî em jî uç dunyacî nin” diyordu.

Hayatında en büyük hayal kırıklığı yeğeni Paşa’nın ondan uzaklaşmasıydı. Çünkü Paşa’yı çok severdi ve ona çok güvenmişti. Yazmış olduğu Kürtçe şiirleri ve öyküleri Paşa’ya teslim etmişti ve geri alamamıştı. Çok önem verdiği şiir ve öyküleri “kaybettim” diye Paşa ona geri vermemişti. Onlara hep hayıflanıyordu. Amcazadesi Mehmet Uzun’un yeteneklerine, bilgisine hep hayrandı. Onunla ilgili hep olumlu şeyler söylerdi. Çok sevdiği yeğeni Paşa Uzun Ferit’in cenazesine gelmedi. Bu durum o zamanki farklı siyasi yapılardaki insanların, akrabaların, kardeşlerin, dayı-yeğenlerin ne kadar birbirlerine karşı düşmanlaştığının bir örneğidir. Cenazeden bir gün sonra ise ben ve başka bir arkadaşla görüşüp Ferit’in katillerini tarif etti. Dayısının cenazesine gelmeyecek kadar karşı siyasi duruşu olan birisinin işaretine de inanmak kolay değildi. Doğrusunu söylemek gerekirse o zaman Paşa’nın, dayısının öldürülmesinden siyasi çıkar sağlamak istediğini düşünmedik değil. Paşa, Ferit’in ölümünden tam 28 yıl sonra, yani Ferit’in yaşadığı bir ömür kadar sonra Xalê Min Ferit adlı bir Kürtçe kitap yazarak dayısından özür dileyecekti.

Ferit o zamanlar Kürtçe şiirler ve öyküler yazardı. Kürt milli oyunlarını bir bölgeye bağlı kalmadan çok iyi oynardı. Davulcuyla gerçekleştirdiği figürler seyredilmeye değerdi. Güzel saz çalar ve Kürtçe türküler okurdu. Yanık ve etkileyici bir sesi vardı. O kadar içten okurdu ki etkilenmemek mümkün değildi. Besteleri vardı ama ne yazık ki 12 Eylül silindiri bunların yok olmasına yol açtı. Şiirlerinden peşmerge ve kevokên spîadlı şiirleri Paşa’nın kitabında yayınlandı. (Avrupa’da yayın yapan Kurdistan Presgazetesinin 29-06-1988 tarihindeki 40 (11) sayısında SIMKO adında biri “peşmerge” adlı şiiri kendi adına yayınlama terbiyesizliğinde bulundu.) Birçok şiiri maalesef bulunamadı. (Bu yazı üzerine Ferit’in şiirleri ve bestelerini yanında muhafaza etmiş arkadaşlar BÎR derginin adresine bildirirlerse o değerli eserlerin yaşamasına yardımcı olurlar.)

Ferit ziraat mühendisi olarak önce Hilvan’da göreve başladı. Bir dönem orada görev yaptıktan sonra Siverek’e tayinini yaptırdı. Gübre ve tohumluk buğday o güne kadar yalnız büyük toprak sahiplerine verilmişti. Ferit ağaları da ihmal etmeden talep eden her köylüye gübre ve tohumluk buğday verdi. Babası Apê Sefo, birkaç kez gübre ve tohumluk için tanıdıklarını Ferit’in yanına göndermişti. Babasına büyük saygısı olan Ferit bu davranşından dolayı babasına bozuk atmıştı. Ihtiyacını alması için kimsenin torpil yapması gerekmiyordu. Yanına gelen herkese iyi davranır, onları yolculamaya dairenin dış kapısına kadar çıkardı. Insanlar üzerinde iyi etkiler bırakırdı. Ferit’in büyüklüğü söylediği bazı siyasi söylemlerden kaynaklanmıyordu. O zamanlar herkesin kendine göre bir doğrusu vardı. Onun büyüklüğü kendi karşıtları dahil herkese saygılı davranmasıydı. Yaşamında hep azarlanmış yoksul bir köylü veya işçi, Ferit’in onların önünde eğildiğini ve saygı gösterdiğini görünce bir mühendisin onlara değer vermesinden sevinir ve sadece Ferit’e değil, o dönemki tüm Kürt siyasi hareketlere saygıları artıyordu. Çünkü Ferit bu saygıyı siyasetten yapmıyordu. Bir Kürt yurtseveri olarak yapmaktaydı. Insanların yanında Ferit’ten bahsedilince yüzleri gülüyor ve saygı ifadesi şekilleniyordu. Ferit kısaca söylemek gerekirse halkla bütünleşmişti. Herkesin rahatlıkla uğrayıp dertleşeceği, yardım talep edeceği bir yüce insandı. Parası biten köylüler gelip ondan ödünç para alırlardı. Geri getirdiklerinde Ferit çoğunlukla karşıdakini incitmeyecek bir nezaketle parayı almazdı. Hangi insana Ferit’i sorduğunuzda iyiliğini, güzelliğini, büyüklüğünü anlatmakla bitiremezlerdi. Siverek’te iyilik sembolü olmuştu. Bir önemli konu da halkın içinde o güne kadar yaygın olan kanı şuydu: Öğrenciler okudukları sürece iyi şeylerden bahsederler. Okulu bitirince söylediklerinin tersini yaparlardı. Ferit’in duruşu, davranışları, hizmeti halkın üzerinde bırakılmış bu olumsuz kanıyı bitirmişti. İşte adam ziraat mühendisi olmuş ve gelmiş halkına hizmet ediyordu. Bu durum hem Ferit’in değerini daha çok artırıyordu hem de Kürt yurtseverlerine yönelik olumsuz düşünceleri tersine çevirmişti. Dolayısıyla Ferit tüm Kürt Yurtseverlerin halk içindeki sembolü olmuştu. Bu büyük sevgi ve saygı seli şüphesiz bu halkın uyanmasını istemeyen egemen kesimleri rahatsız edecekti. Ferit’in korunması gerekiyordu. Arada bir gittiğim Siverek’te onun korunması için tedbirler alır, bazı arkadaşları görevlendirirdim. Her gittiğimde bir önceki görevlendirmeyi kendisi farkına varıp iptal ettirmişti. Bu defalarca tekrarlandı. Bu konuda ona sert eleştiri yöneltiyordum. Bizde başkanlık sistemi yoktu ama her gurubun ileri çıkmış, herkesten saygı gören birisi vardı. Isimlendirilmese de o bulunduğu hareketin lideri idi. Bizde de Ferit bunu hak etmişti. Herkesin saygısını kazanmıştı.

Siverek’te 12 Mart’tan devam eden TIKKO çalışması vardı ve azımsanmayacak bir kitle elde etmişlerdi. Ferit’in Siverek’teki çalışması ve bununla paralel milli meselenin her yerde tartışılıyor olması bu arkadaşları Kawa’ya yöneltmişti. Önemli bir kadro ve kitle Kawa’ya katılmışlardı. Onların bu kararında Ferit’in önemli etkisi olmuştu.

Ferit iş ilişkilerini hiçbir zaman örgütü lehine kullanmadı. O Siverek’te iyi bir Kürt yurtseveri, bölgede Kawacı idi. Iş takibine gelen farklı siyaseten arkadaşlara özen gösterir, yanlış bir düşünceye sapmalarını engellerdi. Ferit; küçük büyük demeden herkese saygılı davranır, gençlerle onların yaşıtları gibi davranırdı ve aradaki olması gereken örgüt hiyerarşisini pek dikkate almazdı. Bunun için de pek çok kez münakaşalarımız olmuştu. Bir yapı oluşturur, kademeler arasında bir mesafe dengesi sağlardım. Bir dönem sonra gelirdim ki Ferit, dostluk gurupları kurmuş. Sempatizan olsun, kadro olsun isteyen herkes istediği zaman Ferit’in evine yemeğe gider, sohbet ederlerdi. Tüm bunlara karşı durduğum için gençler beni Ferit’le mukayese edince kibirli, sert bulurlar ve uzak dururlardı. Ferit için sağladığım koruma halkasını bir sonraki gelişte bozulmuş görürdüm. Ferit korumasını yapan gençleri çağırır, onlarla konuşur ve görevi iptal ederdi.

Ferit Siverek’te tüm Kürtler için iyi bir örnekti. Bir semboldü artık. Onun etrafına yaydığı ışık sadece Kawa’nın değil tüm Kürt siyasetinin yansıması olarak kabul görüyordu. O bir bilgeydi aslında. Diğer Kürt siyasi çevrelerle aramızda zaman zaman oluşan gerginliği yumuşatmaya büyük özen gösterirdi. Köylerde gerek aileler arasında gerekse aşiretler arasında çıkan anlaşmazlığı gidermeye çaba sarf ederdi. Tüm siyasi guruplarla, yöneticileri ile diyalogdan yanaydı. Beraber olduğumuz sürece karşıt siyasi kişilerle ilgili olumsuz tek kelime duymadım. Siverek’te DDKD’li arkadaşların bir saldırısını protesto etmek için dağıtığımız bildiriyi rahmetli Ahmet Karlı ve sevgili dostum Şéxé’nın üzerine fırlattığımı duyan Ferit o güne kadar hiç rastlamadığım bir şiddete bozuk attı. Ben de yaptığımdan zaten pişman olmuştum.

Rahmetli Ahmet Karlı ile en son 1992 yılında Almanya’nın Bonn şehrinde Sayın Bayram Ayaz’ın evinde karşılaşmıştık. Memleket hasretini bana sıkı sıkı sarılarak gidermeye çalışıyordu. Ağlaştık beraberce çevredekilere aldırmadan. Onu saygıyla anıyorum.

1978 yılı 1 Mayıs mitingi binlerce kişinin katılımı ile Siverek’te Kawa tarafından gerçekleştirildi. Mitinge çok sayıda polis, asker Urfa ve çevre illerden gelerek Siverek’in etrafını tutmuşlardı. Miting bitiminde yaratmaya çalıştıkları provokasyona gelinmedi. Ama toplanan kalabalık devleti tedirgin etmişti ve devlet bunu unutmayacaktı. Bunun hesabı sorulacaktı.

Ferit’in ölümünden çok az bir zaman önce birileri, eşimle geçici ikamet ettiğim Ferit’in kayınvalide- sinin Ankara’daki evine gece yarısı gelip kapıyı açmasam kıracaklarını söyleyerek uzun süre kapıyı zorladılar. Aşağıda onları iki beyaz Renault marka araba bekliyordu. Girerseniz sizi tararım dedim. Kapıyı açamayınca gittiler. Onların bana mı, Ferit’e mi geldiklerini anlayamamıştım.

Kürtler arasında birçok siyasi örgüt çalışmasını sürdürmekteydiler. Her ne kadar kendi aralarında kavga edecek kadar büyük yanlışlıklar yapmalarına rağmen Kürtlerin yaşadığı bütün bölgede halkın sempatisini kazanmışlardı. Tüm bu örgütlerin çalışması sonucu Kürtlük artık sahiplenilen bir değer olmuştu. Bu durum devleti çözümler aramaya sevk ediyordu. Müdahaleye bir yerden başlayacaklardı. Bunun için Siverek daha uygundu.

Ferit Siverek’te bir güneş gibi etrafını aydınlatırdı. Çünkü o gerçek bir aydındı. Ferit’in yaydığı bu ışık huzmesi karanlıklardan beslenen kesimleri oldukça rahatsız etmişti. 1 Mayıs mitinginin de hesabı sorulacaktı. Büyük planın uygulanmasına karar verilince derin devlet eylemin senaryosunu hazırla- mıştı. Siverek bu iş için özel seçildi. Siverek bölgenin en dinamik, en devrimci şehriydi. Daha önce bölgede Hilvan ilk prova yeri seçilmişti. Hilvan’ın AP’li Belediye Başkanı PKK’liler tarafından teslim alınmış, belediye hoparlöründe kendisinin aşağılık biri olduğunu, ajan olduğunu vb. açıklamalar yaparken sanki kurtarılmış bölgeymiş gibi devlet bu durumu sadece izlemişti. Ama Hilvan projeye küçük geliyordu. Bunu genişletmek için çevreye yayılmak gerekiyordu. Yer tespiti ve hedef belirlenmişti. Siverek’in halkı tarafından en çok sevilen kişisi ve Kawa hareketinin en önemli kişisi öldürülecekti ve bu işin sorumlusu da Siverek’in en güçlü ailesi Bucaklar gösterilecekti. Sonra “Ferit’in intikamını alıyoruz” diye savaş başlatılacaktı. Bu işler için de bir aktör gerekliydi. Karanlık köşelerde senaryo tartışıldı. Bu rol için Pilot Necati derin devletin bir görevlisi olarak gerekli finansı sağlamıştı. Benzer görevler için alınan para Mahir Sayın’ın “Erkeği Öldürseler” kitabında Apo tarafından itiraf edilmektedir. (APO, Pilot Necati için “Biz onun içimizdeki devlet ajanı olduğunu biliyorduk. Onu kullanıyorduk” diyecekti. Mahir Sayın: age.) Bölgede görev yapanlara talimat gönderildi. Bunun üzerine Mehmet Karasungur ve Rıza Altun’dan oluşan bölge askeri komitesi tetikçi olarak Hilvan’da görev yaptığı dönemden Ferit’i tanıyan Emin Dal’ı ve Ali Yaverkaya’yı (2006 yılında Avrupa’ya sığınmış olan Ali Yaverkaya tetiği çekenin kendisi değil, Emin Dal olduğunu söyleyecekti. Paşa Uzun; Xalê Min Ferit s. 103) görevlendirerek Siverek komitesine talimat verdi. Sıra bir güneşi söndürmeye gelmişti artık.

Ölüm Ferit’in çevresinde pusuya yatmıştı. Derin devlet ve işbirlikçileri, senaryoyu, içine sığındıkları karanlık bölgelerinden izlemekteydiler. Tarih 22 Kasım 1978 saat 15.30 civarı idi. Ferit ve yanında üç arkadaşı evlerinin önünde duran arabaya binip Diyarbakır’a bir arkadaşın düğününe gitmek için apartmandan inecek olan hanımını beklemekteydiler. Kucağındaki 2,5 yaşında olan kızı Yekbun’la arabanın sağ ön kapısının yanında oynaşmaktaydılar. Yekbun yolculuğa çıkacağı için sevinçliydi. “Babacığım seni çok seviyorum” diyordu. Dudaklarını uzatmış babasını ağzından öpmek için ona doğru eğilmişti. Saatlerdir o bölgede pusuya yatmış Emin Dal haince arkadan yaklaştı. O an ölüm ardı ardına patlayan mermilerle arkadan Ferit’in sırtından giriverdi. Yekbun babasını öpemedi bir daha.

Ferit’in katilleri, yazılan senaryo gereği, intikamını alıyoruz diye Bucaklara karşı savaş başlattılar. Ferit’in intikamını alıyorlar diye tüm yurtsever kesimler bu savaşta taraf davrandı. Senaryo da zaten bunu gerektiriyordu. 1979 yılında Dengê Kawa “Siverek Olayları Hangi Sonun Başlangıcı Olacak” adında 33 sayfalık bir broşür dağıtarak oynanan oyunu anlatmaya çalıştı. Ancak savaş bir kere başlamıştı ve silah sesleri arasında kimseye ses gitmiyordu. Ayrıca görünmeyen güçler savaşın uzaması ve büyümesi için sürekli bir denge sağlamaktaydılar. Her iki tarafa da silah ve mühimmat dengeli gelmekteydi. Bu olay sonradan birçok kişi tarafından da itiraf edilecekti.

Bazı söylemler olmasına rağmen Ferit’in öldürülmesi ile ilgili olayı aydınlatan açık bilgiler yoktu. Çok sonra 1984 yılında PKK’den kaçmış ve Avrupa’ya sığınmış partinin merkez komitesi üyesi Semir kod isimli Çetin Güngör yazdığı bir broşürde Ferit’i Siverek’teki etkinliği yüzünden PKK’ nin merkez komitesi kararıyla öldürdüklerini itiraf etti. Çetin Güngör 16-08-1984 tarihinde yazmış olduğu 34 sayfalık broşüründe şunları yazmaktaydı:

“Önce hem siyaset adamı ve hem de Siverek’te belli bir saygınlığı olan Ferit Uzun öldürüldü. Cinayet, çok kişinin kolayca inanabileceği gibi Mehmet Celal Bucak’ın üzerine atıldı. Ardından cenazeye sahip çıkıldı ve intikam yeminleri edildi. Uzun’lar ailesi ve yurtsever Siverek halkı, mensubu bulunduğu siyasetten (Dengê Kawa’dan) Bucak’a saldırı yapılmadığını görünce, istemeyerek de olsa PKK’nin doğal müttefikleri haline geldiler. Provakasyon harekatının ilk adımı böylece başarılı olmuş, PKK bir taş ile iki kuş birden vurmuştu. Hem kendisi için siyasi bir tehlike oluşturan Ferit Uzun’u imha etmiş, hem de bu ölüm olayını kitlelerin desteğini kazanma ve Bucak’a saldırmada malzeme olarak kullanmıştır. Bucak’larla çatışmaların ikinci ayından sonra Siverek yöresine gelip PKK’nin askeri faaliyetlerini organize eden Fehmi Hoca (Fehmi Yılmaz) isimli şahıs yakalandıktan sonra resmi MIT ajanı çıkmıştır.”

Bu açıklamadan önce PKK’den yargılanan ve Diyarbakır cezaevinde yatan Hasan Hüseyin Karakuş adındaki PKK’li 1982 yılında mahkemedeki itirafında aynen Çetin Güngür’ün yazdığı gibi Ferit’i merkez komitesi kararıyla PKK’nin öldürttüğünü açıklamıştır. Ne var ki o cehennem günlerde bu haber çok geç dışarıya ulaşmıştı. K82 dizi 10645 nolu beyanında. Ferrit’in öldürülmesi için Muzaffer Ayata ve Muzaffer Kızartıcı’nın Siverek’te Emin Dal’ı yönlendirdiğini beyan etmiş- tir. Hasan Hüseyin Karakuş ayrıca itirafında: “Bütün Kürt siyasi hareketlerinin önder kadroları öldürülerek örgütlerin dağıtılması sağlanacaktı” demekteydi. Bu itirafı kısaltılarak PKK ana dava cilt-2 de 1054. sayfasında yer almaktadır. Rıza Altun’un polis ifadelerinde çok geniş bir anlatımın olduğu söylendi. Ama gerek mahkemede gerekse Rıza Altun’la ilgili belgelerde bu anlatımın ortadan kaldırıldığı görüldü.

Ferit’in öldürülmesi ile ilgili Sayın Osman Aydın’ın bir anısını da eklemekte yarar görmekteyim. Sayın Aydın 28-11-2005 tarihinde kurdinfo. com internet sitesinde şöyle yazıyordu:

“Kasım 1978 in ilk günlerinden birinde Kesire Yıldırım (Apo’nun eski eşi) iki arkadaşı ile birlikte, Karakoçan’daki evime geldiler. Kürt sorunu üzerindeki düşüncelerimi öğrenmek istiyorlardı. Bazı konularda tartıştık, karşılıklı görüşlerimizi birbirimize aktardık. Konuşmanın sonuna doğru Kesire Yıldırım kendileri ile çalışmamı önerdi. O zaman APOCU diye isimlendirilen bu siyasi anlayışla birlikte olmayacağımı ve bunun nedenlerini açıkça belirttim. Kalkacakları sırada Kesire Yıldırım, “Bu konuyu düşünmemi” isterken sesinde açık bir tehdit tonlaması vardı. Kısa bir süre sonra Ferit Uzun ile ilgili üzücü haberi aldım. Olayın kim tarafından, niçin gerçekleştirildiğini öğrenmeye çalışıyordum. 28 Kasım 1978 günü (PKK nın kurulduğunun ertesi günü) gece saat 22.00 sıralarında kapımın zili çaldı. Kapıyı açtığımda kimse yoktu, ancak kapının altından içeriye bir bildiri atılmıştı. “UKOCULAR” imzasını taşıyan bildiride özetle, Ferit Uzun’un DDKD’liler tarafından öldürüldüğü ve bu yurtseverin kanının yerde bırakılmayacağı beyan ediliyordu. O gece önlem olarak yatak odamızda yatmadık ve çocuklarımızı da yanımıza aldık. Gece 02. 00 civarında büyük bir patlama ile uyandık. Yatak odamızın balkonuna bomba atılmıştı. Can kaybı yoktu, ancak hasar önemliydi.

Ertesi gün olay ile ilgili olarak Karakaçan Emniyet Amirliği bilgime başvurmak için beni emniyete çağırdı. Gittiğimde o bildiriden bir tanesini de Emniyet Amirinin masasında gördüm. Ilginçtir o bildiri ne o gece, ne de sonrasında başka bir yerde görülmedi. Takriben dört ay sonra yine evime bomba atıldı. Bu kez polisin gözetimi altında bombanın atıldığı bütün kanıtları ile ortadaydı. Her iki olayda da polis hem olay hakkında, hem de olayı gerçekleştiren kişilerin kimlikleri konusunda önceden bilgi sahibi idi.”

PKK resmi olarak bu Ferit’in öldürülmesinden hiç bahsetmedi, üstlenmedi ve hiçbir özeleştiri yapmadı. Ancak birebir konuşmalarda Ferit’i kendilerinin öldürdüğünü birçoğu itiraf ettiler. O dönem PKK içinde yer alan, fakat sonradan karşı duruş göstermiş olan Selim Çürükkaya bile PKK’nin işlemiş olduğu “merkezlerle ortak” cinayetleri anlatan Sırlar Çözülürken adlı kitabında bu konuyu teğet geçme ihtiyacını hissetmiştir. Kitabında bahsettiği Haki Karer’in cinayetinden sonra ikinci planlı cinayet olması açısından önem arz eden bu olayı neden atladığını doğrusu merak etmekteyiz. Nedenini açıklamasını bekliyoruz.

(Bu yazımı, bir itirazı olabilir düşüncesi ile Sayın Selim Çürükkaya’ya göndermiştim. Ondan gelen açıklama önemli bir belge niteliğinde olduğundan eklemek istiyorum: “Ferit Uzun’un katledilmesi konusuna gelince onu kitabın birinci cildinde işlemedim. Çünkü benim amacım Kürdistan’da işlenen cinayetleri açıklığa kavuşturmak değildi. Ergenekon isimli bir örgütün varlığına ışık tutmaktı. Ilerde kitabın diğer ciltleri yazılırsa konu anlatılmaya değerdir diye düşünüyorum.

Ferit Uzun’un öldürülmesi ile ilgili ben özel olarak bir bilgiye sahip değilim. Ben 24 Mayıs 1980 yani yakalanmadan önce Ferit Uzun’un Bucaklar tarafından öldürüldüğünü biliyordum. Cezaevinde tutukluyken de öyle bilirdim. Ben Erkan Uzun, Paşa Uzun, Kemal Pir, Maşallah Öztürk 35. koğuş olarak tabir edilen bölümün beşinci hücresinde kalıyorduk. Ben o zaman hem PKK ana davası gurubuyla hem de PKK Elazığ grubuyla yargılanıyordum.

Bir gün Elazığ grubu ile birlikte mahkemeye çıkmıştım. Söz hakki PKK-MK üyesi Şahin Dönmez’e verildi. Şahin kürsüye çıktı. Onun daha önce poliste çözüldüğünü ve mahkemede de itiraf yapacağını hepimiz biliyorduk. Şahin, Ferit Uzun PKK tarafından öldürüldü ve PKK bu olayla bir taş ile bir kaç kuş birlikte vurmak istedi.” 1- Ferit Kawa örgütünün lideriydi onu vurarak Kawa etkisiz hale getirilmeye çalışıldı.

2- Ferit Siverek’te sevilen sayılan biriydi, çevresi ve aşireti vardı onu vurarak ve Bucakların üzerine atarak bir de cenazesine sahip çıkarak, hem Ferit’in çevresi kazanılacak hem Bucaklara karşı çatışma için malzeme ve gerekçe hazırlanacaktı.”

Ben bu sözleri duyduğumda yüreğimden vuruldum. Mahkemeden geri döndüğümde beni döve döve hücremin kapısına kadar götürdüler içeri girdiğimde Paşa Uzun, Erkan Uzun, Kemal Pir ve Maşallah Öztürk oturuyorlardı. Biraz rahatlayıp ellerimi yüzümü yıkayınca aralarına oturdum. Şahin Dönmez’in mahkemede anlattıklarını tek tek en ince ayrıntılarına kadar anlatmaya başladım. Ferit Uzun olayını anlatırken Erkan, “Paşa Uzun ve Kemal Pir`in kıpkırmızı kesilmiş suratlarıyla karşılaşıp ben de sustum. Artik hiçbirimiz konuşmuyorduk. Selamlar.”)

Devlet kendi ilişkilerinin açığa çıkmaması için tüm bu açıklamalar ve itiraflar olmamış gibi davranarak Imralı duruşmaları dahil hiçbir zaman konuyu ne sordu ne de dava konusu yaptı. Devlet için ortaya çıkmaması gereken önemli bir olaydı. Çünkü bu olayın aydınlatılması, binlerce insanın ortadan kaldırılmasına yol açan derin devletle anlaşıkları arasındaki ilişkinin üzerini de açacağından çok bilinçli bir şekilde üzeri örtüldü. Mümkün olduğu kadar üstünü kapattılar.

PKK yapılanmasına ve özellikle A.Ö. nın ilişkilerine eleştirel bakan herkes “hain, ajan” vb. suçlanarak büyük baskılar uygulandı. PKK’nin kendi dışındaki siyasi yapılara düşmanlığı merkezi kararla ve bilinçli yapılmaktaydı. Amaç kendi karanlık ilişkilerini böylesi suçlamalarla gizlemekti. Örnek olarak Cemil Gündoğan’ın aktardığı önemlidir:”… Mazlum Doğan ve arkadaşlarının savunmasında kendilerinin dışında tüm siyasi kesimlerin nasıl düşman kutbunda görüldüklerini şu satırlarda aktarmaktadır; ‘Geçmişte Kürt Teali Cemiyeti ve DDKO, günümüzde de DDKD ve ondan kopan guruplar içinde örgütlenen bu aydın gençleri içinde uşaklığın en çok geliştiği kesimi oluşturmakta ve tümüyle Türkleşenlerden yalnızca Kürtçü geçinmeleriyle ayırt edilebilmektedirler. Yoksa devlete bağlılık ve sömürgecilere uşaklık bakımından şoven Türk çevrelerinde yer alanlardan bir farkları yoktur.’ (Doğan 1982. 237) (aktaran C. Gündoğan. Kawa Davası Savunması.s.269). Işte bu düşün- celerinden dolayıdır ki Ferit Uzun ve PKK içindeki duyarlı kadrolar da dahil yüzlerce insan ortadan kaldırıldı. Geri kalanlar ise bu baskı ve vahşet karşısında susturuldu. Tehditler azalmadan bugüne kadar devam etmektedir. Buna örnek olarak; ikinci baskısı DOZ yayınlarınca basılan Mehmet Şerif Şener’in yazmış olduğu Adını Koyamadım adlı kitapta Apo’nun gazetecilerle yapmış olduğu röportajda söyledikleri, uygulanan senaryoyu anlama bakımından çok, çok önemlidir. Kitabın yazarının, röportajı yapanın Nuriye Akman olduğunu söylemesine rağmen, araştırmalarım sonucu bu röportajı yapanın Nuriye Akman değil, Kürşat Akyol olduğunu tespit ettim. Bu röportajın bir bölümü 23 Aralık 1996 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanmıştır.. Apo bu konuşmada şunları söylemektedir:

“…Bugüne kadar kendi otoritemizi yapıda hakim kılmak için yapıda bulunan üçte iki kadroyu temizledik. Bu az bir şey değil. Bu yapılanların bir gün hesabı sorulur. Ben bütün bunları yaparken, bugünü düşündüm. Bu günlerin acımasız yargısı kapımın önünde duruyor. Bu bana ürküntü vermiyor değil. Ama,buna rağmen taktik ilişkiler adı altında bu sürüyü halen uyutabileceğime inansam bile, bir gün benim de bunda yetersiz olabileceğimi anlamanız gerekir. Zaten, daha şimdiden bu tür barış çağrılarımın kendilerine pek hayırlı olmadığını söyleyen bir çevrenin, yapıda kendilerini örgütlediklerinin haberini alıyorum. Fırsat buldukça bunları yapıdan temizliyoruz. Bilinmezlere karışıyorlar, ama ne zamana kadar? Diye soruyorum sizlere. Bir gün bunları engelleyebilecek gücü kendimde görmezsem; o zaman devletin yöneticileri ne kadar aymaz bir politika güttüklerinin farkına varacaklardır. Ama o zaman iş işten geçmiş olacaktır.”( sayfa 182)

Devlet ve PKK, Ferit’i öldürerek “büyük” senaryolarını hayata geçirdiler. Kürt siyasi yapılarını etkisiz kıldılar. Kürt halkının ve aydınlarının üzerine yoğun bir baskı geliştirdiler. Bir çoğunu teslim aldı, bir çoğunu da satın aldılar. Bağımsızlık şiarıyla silahlı mücadele başlatıp on binlerce insanın ölümüne yol açtıktan, birkaç milyon Kürdün yurdundan yuvasından uzaklaşmasını sağladıktan sonra, baş aktörün “pişmanlığı” sonucu “demokratik cumhuriyet’e” merkezlendiler. Kürt insanının beynini boşaltan yeni süreç başlattılar.

Ferit’i öldüren karanlık planın üstü aydınlatılmadığı sürece sonraki dönemde oluşan kuşkulu olayları ve üzerinde şaibe taşıyan oluşumların açıklanması zordur. Devletin Kürtlere yönelik hazırlamış olduğu uzun dönemli senaryosunu ve aktörlerini tarih açığa çıkaracaktır. Bugünkü şartlarda, devletle kurulmuş olan işbirliğini ve engelleri aşarak, (Aslında Apo’nun açıklamalarında her şey açıkta belirtilmesine rağmen kurulan sistem sonucu herkes kendi çıkarları için sağır ve körleri oynamaktadır.), karanlık ilişkilerin resmi belgelerini açığa çıkarmaya ömrümüz yetmeyebilir. Ama gelecek kuşaklar bir gün bu karanlık ilişkilerin resmi belgelerini açığa çıkaracaklardır. Buna inancım tamdır. Bu söylediğim tarihe bir notdur.

Ferit’in iyi bir dostu ve arkadaşı olan Dr. Adem’in özel ilgi ve katkısıyla Ferit’in mezarı yapıldı ve yine bu arkadaşın girişimi ile her yıl öldürüldüğü gün olan 22 Kasım tarihinde mezarı başında kalabalık bir akraba gurubu ile birlikte anılmaktadır.

Ferit Uzun’u saygıyla anıyorum. Onu hep kalbimizde yaşatacağız.

08/05/2007

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.