Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 15 February 2012

Kutsanan ve “MİT” leşen Öcalan’ın “Tek irade” olduğu beyinlere kazılacak ve sadece ondan gelen talimatlar geçerli olacak yine! Birileri tarafından 21. Yüz yılda “Tanrılar” ve “MİT”ler yaratılıyorsa, MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) tarafından yönetilmek kaçınılmaz olur. MİT tarafından yönetilmekten kurtulmanın yolu, birilerini kutsamadan, mitleştirmeden, çağın gereklerine uygun örgütlenmeler ve mücadele biçimleri geliştirmektir.

Özellikle son yıllarda PKK ve türevlerinin şehir merkezlerinde yaptığı eylemler, tam da devletin istediği gibi dünya kamuoyunda (PKK vasıtasıyla) Kürdleri “terörist” göstermeye yarayan eylemlerdir. Bu eylemlerin sadece devlet politikalarına yaradığı ve Kürdlere zarar verdiği açık iken, ne PKK/BDP içinden birileri ne de onların dışında kalan Kürd/Kürdistanlı politik yapılar cesurca çıkıp bunu lanetleyebildiler. Açıkça terörist eylemlere dahi, “savaşta böyle kazalar olur” yaklaşımlarıyla adeta bu eylemlerin devamına yeşil ışık yakarak devletin yaratmak istediği ‘Kürd algısının’ yerleşmesine katkı sundular.
Yapıcılık ve birlik adına PKK’nin terör eylemlerine ses çıkar(a)mayanar, Kürdlerin devletleşme gibi en doğal haklarının “terör” sorununa indirgenmesinde ve devlet terörünün meşrulaşmasında pay sahibidirler.
Belli eylemler var ki, kimin yaptığına bakmadan peşinen lanetlemek, herkesten önce haklı bir mücadele yürüten Kürdistanlı politik yapıların görevi olmalıydı. Böylece Kürdlerin ulusal haklar için meşru mücadelesinin/direnme hakkının terör ile birlikte anılmasının önüne geçilebileceklerdi.
Örneğin Bingöl’de “canlı bomba” (ki birçok canlı bomba eylemi benzerdi) sivil halkın arasında eylem yaptığında, “bu terörist bir eylemdir lanetliyoruz” demekten kaçınılmamalıydı. Benzer şekilde Batman ve Siirt eylemleri de halka karşı yapılan terör eylemleriydi. Bu tarz terör eylemleri lanetlendiğinde, birileri çıkıp“siz neden devletin yaptığını söylemiyorsunuz da sadece PKK’yi görüyorsunuz” diye, tam da bu eylemlerin meşru görülmesine yarayan tepkiler gösterebiliyorlar. Bu insanların anlamadıkları, anlamak istemedikleri şey, Kürdistan’ın bir parçasında hala işgal gücü olarak bulunan ve birçok katliama, soykırıma imza atan sömürgeci bir devlete sitem edilemeyeceğidir. Sömürgeciliğe karşı çıkmak, işgale hayır demek ve Kürdlerin devletleşme hakkını koşulsuz savunmakla devlet cezalandırılmış olur ancak; yaptığı katliamlardan dolayı ona sitem edilerek değil!
Kürdler adına hareket ettiğini iddia edenlerin ise, devletin politikalarına hizmet edecek tarzda eylem yapma hakkı yoktur; yaptığı zaman da en sert şekilde önce Kürdler tarafından mahkûm edilmelidir.
KCK ile MİT’in iç içe geçmesi ve yıllarca MİT talimatıyla Kürdlerin yönlendirilmesi, sokaklara dökülmesi önümüzde duran acı bir tablodur. Olanlara zamanında tepki gösterilmiş olsaydı veya tepki gösterenler “hain”, ajan” suçlamasıyla susturulmamış olsaydı, bugün MİT, PKK/BDP içinde bu kadar profesyonel kadro bulunduramazdı.
İhanetçiliği, korkaklığı, teslimiyetçiliği ve zavallılığı bir kenara bırakılsa bile, Cezaevinde ve devletin mutlak denetiminde olan bir tutuklunun direktifleri ile bir hareketin yönetilemeyeceğini art niyetli olmayan ve ortalama zekâ düzeyine sahip herkes bilir. İsmail Beşikçi bu noktada PKK’yi uyardığı, “Öcalan’ın konumu liderlik yapmaya uygun değildir” dediği için hem PKK’nin hem de PKK’ye/devlete yaranmayı meslek edinmiş bazı yazarların(!) saldırısına uğramadı mı?
Bir halkın kaderini, İmralı’dan gelen “vahiylere” bağlayan PKK/BDP, talimatları getirenlerin MİT ile bağlantılı olabileceğini bilmiyorlar mıydı?
İmralı notlarını devlet hazırlamış olmasa da, devletin politikalarına hizmet etmeyen notların/talimatların dışarıya sızmasına devlet neden izin versin ki?
İradesini İmralı’ya teslim edenler, bu iradelerin Öcalan vasıtasıyla bizzat devlete teslim edildiğini bilmiyorlar mıydı?
Öcalan için gençler kendisini yakarken, buna alkış tutanlar ve hayatını kaybeden gençleri “kahraman” ilan ederek diğer gençleri teşvik edenler, bunun, Öcalan’ı kutsama, mitleştirme ve Kürdlerin iradesini bir kişide toplayarak devlete peşkeş çekme olduğunu görmüyorlar mıydı?
15 Şubat’ı uluslar arası “komplo” olarak lanse edip halkı sokağa dökenler, ajite ettikleri çocukların sağa sola saldırmasını sağladıklarını bilmiyorlar mıydı? Bu öfkeli çocukların MİT tarafından istenildiği şekilde yönlendirilebileceğini ve istenilen yerlere saldırılabilineceğini kestiremiyorlar mıydı?
Bu kadar tahribat, yıkım ve ölümden sonra, “MİT bizi yönlendiriyordu” diyerek işin içinden çıkılamaz!
Kürdlerin kanı bu kadar ucuz olmamalı ve mutlaka bunun bir bedeli olmalı ki, piyasa tüccarlarının bireysel politik kaygıları uğruna gençlerimizin feda/kurban edilmesinin önüne geçilebilsin.
Ortaya çıkan tablodan sonra, PKK/BDP içinde sorumluluk alıp hala vicdandan, onurdan feragat etmeyenlerin yapması gereken tek şey, özür dilemek ve “biz halkımıza ihanet edilmesine katkı sunduk” deyip PKK ile her türlü bağlarını kopardıklarını açıklamalarıdır. Hiçbir şey olmamış gibi, üstelik yukarda sayılan bütün olumsuzlukların aynısını tekrarlayarak politikaya devam etmek sadece ahlaksızlık ve yüzsüzlük değil, aynı zamanda Kürd/Kürdistan halkına ihanet ve devlete de açık hizmettir.
Devletin PKK/BDP içine yerleştirdiği “1000 MİT” elemanın kimler olabileceğini, bundan sonra söylenenlerden, yapılanlardan yola çıkarak tahmin etmeye çalışacağız.
Selahattin Demirtaş, KCK-MİT ekseninde yaşanılan politik komediye rağmen sanki hiçbir şey olmamış gibi, “talimat beklemeyin sokaklara dökülün diyerek, ‘yanlışa devem’ etmekte kararlı olduğunu ve “1000” kişilik listede yer almaya aday olduğunu gösterdi.
Demirtaş, bazı terör eylemlerinin başkaları (ki dili hala devlet demeye varmıyor) tarafından yapılıp kendilerine mal edildiğini söyleyerek, ‘Son olaylarda İstanbul'da 17 yaşındaki Serap nasıl yakılmıştır. Van'da bankalara molotof nasıl atılmıştır, bunlar daha iyi anlaşılıyor’ dedi. Şayet bu eylemler yapıldığı gün, (az sayıda da olsa) birilerinin yaptığı gibi çıkıp lanetleseydiniz anlamlı olurdu bu söylem. Ama bunca pislik ortaya çıktıktan sonra bunu söylemek inandırıcı değildir!
Demirtaş, “Sokağa daha önce bin kişiyle çıkıyorduk. Şimdi 10 bin 100 bin kişiyle çıkacağız. 15 Şubat, 8 Mart ve 21 Mart'ta alanlarda olacağız.” Diyerek, bir önceki söyleminde samimi olmadığını ve MİT ile KCK’nin ortak eylem yapmaya devam etmesi gerektiğini açıkça göstermiş oldu.
Demirtaş’ın “15 Şubat” çağrısının anlamı;
15 Şubat’ta Öcalan kutsanacak!
Kutsanan ve “MİT” leşen Öcalan’ın “Tek irade” olduğu beyinlere kazılacak ve sadece ondan gelen talimatlar geçerli olacak yine!
Bu talimatlar, devletin politikalarına hizmet edecek şekilde devlet tarafından Öcalan’a söyletilecek; söylemlerde eksiklik varsa, MİT’çi avukatlar gerekli düzeltmeyi yaptıktan sonra PKK/KCK/BDP’ye ulaştıracaklar!
Öcalan’a yaranma çabasındaki politikacılar da, kitleyi ajite ederek sokaklara dökecek ve yine istenmeyen görüntüler ortaya çıkacak. Yani yıllardır yapılanlar tekrarlanacaktır.
Murat Karayılan’ın açıklamaları da, Öcalan’ın “Tanrısallığına” dokunulmadan her şeyin eskisi gibi devam edeceğini gösteriyor.
Birileri tarafından 21. Yüz yılda “Tanrılar” ve “MİT”ler yaratılıyorsa, MİT (Milli İstihbarat Teşkilatı) tarafından yönetilmek kaçınılmaz olur. MİT tarafından yönetilmekten kurtulmanın yolu, birilerini kutsamadan, mitleştirmeden, çağın gereklerine uygun örgütlenmeler ve mücadele biçimleri geliştirmektir.
Temel sorun, Devlet ve PKK'nin birlikte yarattıkları “Öcalan Mit”i vasıtasıyla yaratılan toplumsal yanılsamadır. Bu ‘ilkel tapımcılık’ ve bağlı olarak yanılsama devam ettiği sürece, ne toplumsal gerçeklik doğru kavranabilir ne de devletin istihbarat elemanlarının Kürdler arasındaki etkinliği kırılabilir.
Demirtaş’ın , “Kimseden talimat almadan 15 Şubat’ta sokaklara dökülün” sözleri, ‘eskisi gibi devam edelim ve mevcut durumu sorgulamayalım’ dışınsa bir anlama gelebilir mi?
Eskinin nelere mal olduğunu biliyoruz hepimiz.
Eskinin devamı demek, MİT talimatları doğrultusunda politika yapmaya devam anlamına geliyor kuşkusuz.
KCK operasyonları başladığında, Ergenekon-PKK ilişkisinin deşifre olma olasılığı hem Kemalist solu hem de PKK/BDP yöneticilerini fazlasıyla tedirgin etmişti. Elit kesimin bu tedirginliğinin aksine, genel olarak Kürdistan halkı özel olarak da BDP’nin yurtsever kesimleri rahatsız değillerdi. Devlet tarafından atanan KCK’nin siyasi komiserlerinden kurtulma umudu doğmuştu çünkü. Yargı ve emniyetteki Kemalist kanadın özel çabasıyla sıradan insanların yakalanmasıyla operasyonlar sulandırıldı;gerçek suçluların yanına suçsuz insanları da katarak derin güçlerin masum olduğu algısını yaratmaya çalıştılar. Tıpkı Yalçın Küçük, Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan gibi faşistlerin yanına Ahmet Şık gibi insanları koyarak derinleri kurtarmak istemeleri gibi.
PKK dışında kalan Kürdistanlı politik yapılar uzun zamandır, “Ergenekon soruşturması ne zaman Kürdistan’a uzanacak” beklentisi içindeyken, bu yönde ağır davranan Hükümete haklı tepkiler gösteriyorlardı. Kürd muhalefetinin yapması gereken şey, devletin bekası için kontrollü davranan ve kendi kurumlarını “az zararla” kurtarmaya çalışan Hükümeti soruşturma noktasında sıkıştırmak olmalıydı.
Ancak 12 Haziran seçimlerinde PKK’nin adaylarını koşulsuz savunma kararı alan “Kürd muhalefeti”, Ergenekon soruşturmasının Kürdistan’a uzanmaması için özel bir çaba sarf eden Kemalist Türk solu ve PKK’nin izlediği politikalara geri dönerek, önce sessizce izlediler ve sonra da basın açıklamalarıyla KCK operasyonlarını kınama gereği duydular. Bu tutum, devlete zarar vermemek adına cimri davranan Hükümet üzerinde baskı yapma olanağını ortadan kaldırdığı gibi, Ergenekon ve KCK soruşturmasını sulandırarak etkisizleştirmek isteyen Kemalist/miltarist kesimin de elini fazlasıyla güçlendirdi.
KCK operasyonlarını doğru okuyamayan Kürd politik çevreleri, adım adım felakete doğru sürüklenirken, verdiği “birlik” görüntüsünü bozacak cesarete sahip olamadı bir türlü. PKK’nin “KCK opersyonlarıyla siyasi soykırım yapılıyor” propagandasının bir parçası olan “Kürd muhalefeti”, bugün yaşananlarda pay sahibi olduğu için var olan sınırlı güvenini de tamamıyla kaybetmiş durumdadır.
Demirtaş ve Krayılan’ın açıklamaları; Senaryosu devlete ait olan ve MİT-KCK ortaklığıyla oynanan, yararları devletin, zararları da Kürdlerin hanesine yazılan çirkin oyunun devam etme arzusunu yansıtıyor.
Bu çirkin oyun sayesinde var olan Demirtaş ve benzerlerinin ‘oyuna devam’ edilmesini istemeleri anlaşılırdır; ama Kürd politik çevrelerinin bu oyunu lanetlememeleri ve karşısında durmamaları anlaşılır değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır.
PKK, kurumsal olarak o kadar kirlenmiş ki, bu kirli yapının içine girerek veya onunla “birlik” oluşturarak temiz şeyler yapılamayacağını herkesin görmesi gerekiyor artık. Bu gerçekliği görenler, devlete ve onun denetimindeki PKK’ye rağmen ulusal içerikte bir anlayışın boy vermesini sağlayacaklardır.
Ulusal talebi olmayan, dahası ulusallık içeren her talebe açıkça düşmanlık yapan (hem teorik hem de pratik olarak) ve sadece sistem içi kavgada bir figüran olan PKK ile “ulusal birlik” yapılamaz; yapılan ve yapılacak birlikler, sistem içi kavgada oynanan rol ile bağlantılı olarak sistemden mükafat beklemekten öteye geçemez.
PKK’ye dur demek ve (PKK’siz/MİT’siz) Ulusal demokratik bir birliğin zeminini oluşturmak, hem PKK/BDP içindeki yurtseverlerin hem de tüm Kürdistanlı politik kişi/kurumların önünde tarihi bir görev olarak duruyor.

Berzan BOTÎ

Tespitler yerinde. Özellikle Ulusal Demokratik Birliginin tarihi görev saptamasi acil görev olarak önümüzde duruyor. Birilerini beklemeden bizler bu göreve sarilmaliyiz.

pkk'ye yanasma, onu dislayarak orgutlen... o bozuk, pis.. tu kakası sana gecer sonra. disinda ari ve temiz orgutlen. -- cok fazla hijyensin be pasam. ayni kurdistan'dan mi bahsediyoruz, emin olamadim.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.