Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 15 January 2012

C. Solgun’a tehdit/”Kürt Muhalefetinin” anayasası…

Cafer Solgun, Kürdistan’ın katliam görmüş, Seyid Rıza’nın şehri Dersim’in seçkin ve aydın olma sıfatını hak etmiş yazarlarından biri.
O, uzun dönem hapis yatmış, cesur bir şahsiyet.

O, kendi çileli şehri Dersim üzerine yaptığı önemli araştırmalarla tanınan biri. Görüşleri ve vizyonu oldukça berrak. Dersim’in Kemalizm’i içselleştiren ve Kemalizm’den etkilenen aydınlarından, solcularından farklı bir devrimci, demokrat ve reformcu; değişimden yana. Resmi devlet ideolojisi Kemalizm’e yaman bir muhalif.

Tarihle ve tarihi olaylarla “yüzleşme” denildiği zaman akla gelen ilk aydınlar arasında sayılacak konumda. Yüzleşme konusunda derin tarihi bilgisi ve toplumla paylaşacakları görüşleri olan değerli bir insan.
“Yüzleşme” konusunda örgütlü çalışmayı da benimseyen bir hak ve özgürlükler aktivisti. Bu nedenle, birkaç yıl önce bir grup arkadaşıyla birlikte, “Yüzleşme Derneği”ni kurdular. Bu dernek, Kürt sorunu, Dersim Katliamı ve kayıp insanları, Alevilik, hapishanedeki işkenceler ve ölümler, yakın tarihin kayıp insanları konularında önemli çalışmalara imza attı.

Cafer Solgun da bu alandaki görüşlerini, makale ve kitap yazarak, televizyon programlarına katılarak toplumla paylaştı.

Türk Devleti’nin yapısı, Kemalizm konusunda net görüşlere ve demokratik bir toplum tasarımına sahip bir araştırmacıdır.

Dersim Katliamı üzerine son dönemlerde yapılan tartışmalarda, katliamın nedeni üzerine net bir tarihçi bakışına sahiptir. Dersim aydınları ve siyasetçilerinin çoğu, Dersim Katliamı’nın nedenini Alevilik olarak gösterirken, O net bir biçimde ve delilleriyle, katliamın nedeninin Dersim’in Kürt olması ve Dersim’in özerk yapısının ortadan kaldırılması olduğunu ileri sürüyor.

O, Kürt aydınları ve siyasetçilerinin ezici çoğunluğunun Dersim hakkındaki görüşlerini paylaşıyor ve onlarla örtüşüyor.

Resmi devletin belgeleri de zaten bunu ifade ediyor.

O, aynı zamanda Dersimlilerin Kemalistleşmesini ve CHP’leşmesini de kabul etmekle kalmıyor, nedenini de saptıyor. Ona göre, Dersimlilerin Kemalistleşmesi,” devletin baskısı ve despotizminden korunmak için, yapılan takiyelere, söylenen yalanlara daha sonra inanılması; onu bir dünya görüşü olarak benimsenmeye başlanmasıdır.”

Ne yazık ki, genel olarak reformcu ve değişimci tüm aydınların ve özel olarak Cafer Solgun’un görüşlerinden ve görüşlerini toplumla doğrudan paylaşılmasından rahatsız olanlar, tehditlere başlamış durumdalar.
Tehdit edenlere karşı sessiz kalmamak gerekir, tehditi önemsemek gerekir. Önemsenmeyen tehditlerin sonuçları Hrant Dink vakıasında olduğu gibi tehlikeli ve dramatik sonuçlara yol açıyor.

Cafer Solgun Kardeşimiz 28 Aralık 2011 tarihinde yaptığı açıklamasında kendisine yönelik tehdit konusunda şöyle diyor:

“Şiddet içermeyen her türlü görüş ve düşünceye saygım vardır. Hiç kuşkusuz kimse, kimse gibi düşünmek, aynı görüş ve düşünceleri olduğu gibi paylaşmak durumunda değildir. Demokratik bir tartışma adabı içerisinde farklı görüş ve düşüncelerin varlığından rahatsız olmak değil, hoşnut olmak gerekir.

“Ne var ki son dönemde gündemleşen Dersim 38 katliamı ve Alevi meselesiyle ilgili tartışmalarda, temel demokratikleşme sorunlarımızın kaynağı olduğunu düşündüğüm resmî ideoloji zihniyetine ilişkin eleştirel düşüncelerim, ‘bazı çevreleri’ harekete geçirmiş gibi görünmektedir. Uzun süredir mail veya sosyal paylaşım sitelerinden küfür, hakaret mesajları alıyorum. Bunlara gülüp geçmeyi yeğledim. Ancak çalışma ofisimin kapısına sıkıştırılmış ölüm tehdidi mesajları almaya başladım. Bu durum karşısında yasal haklarımı kullanmamın kaçınılmaz olduğu sonucuna vardım.
“Hrant Dink başta olmak üzere düşünceleri nedeniyle canına kastedilmiş insanları olan bir ülkede yaşadığımızı bize unutturmuyorlar.
“Gücüm, nefesim, aklım ve enerjim yettiğince ülkemizin normalleşmesinin sorumluluğunu çocuklarımız hatırına omuzlarımda hissedecek, iyilik, doğruluk, adalet ve hakikat yolundan sapmayacağım. Bunun için yaşayacağım.
“Bu inançla, bugün itibarıyla Cumhuriyet Savcılığına maruz kaldığım tehditlerle ilgili olarak suç duyurusunda bulundum. Ayaklarının altındaki zeminin kaymasından duydukları telaş nedeniyle saldırganlaşanlar meydanı boş sanmasınlar diye…”

Cafer Solgun’a yönelik tehdidi, kendimize yöneltilmiş tehdit olarak kabul etmeli; karşı durmalı ve protesto etmeliyiz. Ben de Ona yönelik tehdidi protesto ediyor, yanında olduğumu açıklıyorum.

“Kürt” kurumları anayasa konusunda anlaşmış mı oluyorlar?
BDP, HAK-PAR, KADEP, ÖSP, DTK, TEVKURD, TDŞK
temsilcileri toplanarak, Kürt halkının yeni anayasaya ilişkin taleplerini tespit edip; 11. 01. 2012 Tarihinde bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıkladılar.

Basın bildirisinde kısa bir tarih, siyaset, geçmiş analizi; Kürtlere ve Kürtler dışındaki farklı etnik, dini ve mezhep gruplarına yönelik uygulamalardan bahsediliyor. Bunlardan sonra basın bildirisinde şöyle deniliyor: “Demokratik Kürt muhalefeti olarak, halkımızın eşit, özgür, onurlu ve insanca yaşama arzusunun gereği olarak yeni anayasa yapımı sürecinde etkin istenç ve kararlılığımızı kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.

“Diğer yandan aşağıda imzası bulunan Kürt siyasi parti ve siyasi hareketleri olarak, yeni anayasada;

“—Kürt halkının kimliğinin tanınmasını ve güvence altına alınmasını,

“—Örgütlenme hakkının evrensel standartlara kavuşturulması, Kürt ve Kürdistan ismiyle siyasi parti ve örgütlerin kurulmasının güvence altına alınmasını,

“—Kürtçenin resmi dil olması dahil, hayatın her alanında serbestçe kullanılması ve her düzeyde Kürtçe eğitim ve öğretimin güvence altına alınmasını,

“—Kürt halkı için, Kürdistan coğrafyasında kendi kendini yönetme hakkını içeren siyasal bir statünün tanınmasını sağlamak üzere birlikte ve ortak hareket edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz. "

Öncelikle altını çizmek gerekir: Bildiride, sorunun içeriğini belirleyecek kadar büyük bir sorun var. Ama üslup içeriği belirleyecek kadar da ilgili özel sorunda önemli bir konu. “Kürt Muhalefeti” kendisini yeni bir anayasa yapmanın öznesi ve aktörü olarak görmüyor. Birilerinden, başka aktörlerden talepte bulunuyor. Bu sorunun durduğu yerin doğru tanımlanmadığını, yapılmak istenenin daha anlaşılmadığını gösteriyor.

Ayrıca,
1- İsmi geçen ve kendilerini “Kürt Muhalefeti” olarak tanımlayanların yeni anayasa konusunda ortak hareket edecekleri net bir durum ve anlaşılır bir konu.

2- “Kürt Muhalefeti” olarak hareket edilmesinde bir problem olsa gerek. Bilindiği gibi BDP, kendisini bir Kürt partisi olarak tanımlamıyor; diğerlerinin de gerçek anlamda Kürt muhalefeti olup-olmadıkları konusu sorunlu. Bu nedenle, anayasa konusunda anlaşma yapanların, öncelikle kendilerini doğru tanımlamaları ve konumlandırmaları gerekiyor.

3- Anayasa’da “Kürt halkının kimliğinin tanınması ve güvence altına alınması” konusundaki talep olumlu, ama bu sorunun nasıl tanımlanması ve tarif edilmesi gerektiği konusunda bir önerme yok. Bu tanım, Kürtlerin ülkesi “Kürdistan”ı öngören bir tanımlama ve tanıma mı olacak? BDP’nin bilinen bir önermesi var. O da, “yeni anayasada hiçbir ulusal ve etnik kimliğe işaret edilmemesidir.” Bu yaklaşım, ileri sürülen tanıma aykırı. Acaba ne benimseniyor?

4- “Kürt Muhalefeti”, örgütlenme hakkının evrensel koşullara kavuşturulmasını isterken, “Kürt ve Kürdistan ismiyle siyasi parti ve örgütlerin kurulmasının güvence altına alınmasını” talep ediyor. BDP, etnik bir parti olmadığını sıklıkla ve altını çizerek belirtiyor. Ayrıca etnik örgütlenmeye karşı olduğunu ve bunun tehlikeli olduğunu ifade ediyor. Peki ne değişti de bu yeni konsepti benimsedi? Bu yaklaşımı da dönemsel/geçici mi? Birileri ve açıkça konuşmak gerekirse Öcalan farklı bir şey söylediği zaman çark edecek mi? Eğer BDP, “Kürt” ve “Kürdistan” partisine karşı değil, o zaman Türklerle kurmak istediği ortak parti, çatı, kongre ve diğer kavramlarla ifade edilen örgütlenmeye ne diyecek?

5-“Kürtçenin resmi dil olması dahil” tanımı anlaşılır bir tanım değildir. Kürtçe ya resmi dil olur ya da olmaz. Kürtçenin bütün eğitim kademelerinde eğitim ve öğretim dili olması olumlu, görünen ki üzerinde anlaşma sağlanan bir konu. Türklerin önemli bir kesimi de Kürtçenin eğitim ve öğretim dili olmasını savunuyor. Ama “Kürt Eğitim-Öğretim Sistemi” bir siyasi statü sorunudur. Bu konuda ne deniliyor? Belli değil.

6-“Kürt Muhalefeti”, “Kürdistan Coğrafyasında” genel anlamda kendi kendisini yönetme konusunda da görüş birliği içinde. Ama bu statünün ne olacağı önemlidir. Bu statü, yeni anayasanın tanımlayacağı ve çerçevesini çizeceği yeni devletle doğrudan ilintili olduğu gibi; devleti ulus-üstü, ideolojiler, dinler-mezhepler üstü bir konuma taşıyacak; devleti herkesin devleti yapacak bir sorundur. Üniter Devlet çerçevesinde demokratik cumhuriyetin bir unsuru olarak mı var olunacak? “Demokratik Özerklik” mi olacak? Federal mı olacak?

Bu konuda bir netlik olmadığı gibi, ortak hareket edenler olarak da farklı düşüncelerin ve projelerin varlığı söz konusu.

Ama “Kürt muhalefeti” bilmelidir ki, “yeni anayasa” sorunu “yeni bir devlet kurma” sorudur. Anayasa, toplumsal bir akittir. Türk Devleti, Kemalistlerin iradesi ile kuruldu. Devletin sözleşmesi zorla ve iradi dışı herkese dikte ettirildi. Türk ulus devleti bile kurulamadı. Kemalist bir cunta devleti olundu. Kürtler olarak “nasıl bir devlet istiyoruz?” konusunu netleştirmek zorundayız. Başka bir ifadeyle, Kürtler için de bir devlet istiyor muyuz? Bu devlet Türklerle birlikte yapılandırılacaksa, nasıl yapılanacak?

Amed, 15. 01. 2012
İbrahim GÜÇLÜ
[email protected]

hani denir ya. gerçek teferruatlarda gizlidir.. İbrahim bey öylesine şeytani sorular sormuş ki "kurd muhalefeti" etiketlilerin işi zor! zor olmasına zor ama, imralı sakini bir eeeeeeeeeyt uleng "kurd muhalefetine laf yok haaaa, edeni haşlarım" dedimiydi işleri hemencicik kolaylaşıverir

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.