Acılar Hıçkırınca / Sinan Der
Buz kesen sabah’ın sessiz karanlığında sadece kazma kürek ve arada bir ona karışan hıçkırık sesesleri geliyordu.
Terliydi Yusuf. Kafasını kaldırmadan ayağı ile işaret ederek, burayıda temizle demek istiyordu amcası oğlu Halil’e.
Kazmayı vurdukça Yusuf ufacık buz parçaları sıçrıyordu etrafa. Buz tutmuş bıyıkları yaşlı birini andırıyordu.
-Hésren çeven xwe bıgre,ez teyax nadım, dedi Halil. Halil yakında otuz’una varacaktı. Yusuf’tan altı yıl küçüktü. (göz yaşlarına hakim ol dayanamıyorum).
Yusuf, kolu ile yüzünü sildi. Konuşmak istedi konuşamadı. Sus işareti yaptı ve bıraktı göz yaşlarını, vurdu kazmayı buza.
İki amca oğlu ağlıyordu utangaç utangaç, göz göze bakamıyorlardı. Biri kazma, biri kürek salıyordu. Artık buzlu tabaka bitmiş, kazma darbesi toprakla buluşmuştu. Atlet katınaydılar ikiside, ter ve göz yaşları içindeydiler. Buz tutmuş toprak sertti, kopan parçalar sakız gibiydi. Mezarlığa gelmeden önceki çığlıklar ve babasının yaşlı boğuk sesi kulaklarında çınlıyordu.
Ablasına sarılan baba İnsan hakları savunan Avukatlara seslenen yürek parçalıyan ağlamaklı konuşmaları yürek çatlatacak gibi geliyordu kulağına Yusuf’un. Param parça edilen küçük kardeşinin gencecik bedeni, yan yana konan parçalar, saçını başını parçalamış ablasının boynu bükük kurumuş görüntüsü gözleri önüne geliyor o kazmayı vuruyordu. Kardeşimin mezarını kendim kazacam demişti Yusuf. Gelenleri görmemişlerdi.
- De edi bese dedi, akrabalardan biri. Getirdikleri tahta parçalarını usulca kenera koydular. Kaptı kazmayı Yusufun elinden başka biri küreği aldı Halil’in elinden.
-Jandarmalar etrafı çevirmiş bile dedi bir’i. Yusuf etrafına baktı, kum gibiydiler her tarafta. Aklına Halil’in deli-dolu oluşu geldi.
- Xelil, qurban, toprağı kazımakla bu yürek rahat olmuyor, gel babonun yanına gidelim. Halil sesini yükselterek,
-Eğer, bu yürek tavuk yüreği değilse... Yusuf hemen atıldı ağlıyarak.
-Halil can, ses etme, bırak oğlumu toprağa vereyim…
-Ne oluyor dedi bir ses uzaktan. Çılgın bir mermi gibi döndü Halil. Uzattığı kolu işaret parmağı bir kılç gibi duruyordu. Yusuf’un yorgun, yaşlı gözü ile Halil'in yaşlı öfkeli, kinli gözleri göz gözeydiler. Tuttu kendini Halil yutkundu. Elini amcasının sırtına vererek.
-Hadi eve gidelim, amca perişandır şimdi.
Eve yaklaştıkca cemseler, reoların fazlalığı dikkat çekiyordu. Acılı figanlı sesler caddeyi, köşeyi dönüp bir mızrak gibi saplanıyordu yüreklere.
-Başınız sağ olsun babam dedi, karşıdan gelen gurup. Sarıldılar Yusuf ve Halil’e
-Halil ..dedi biri.
-He geliyorum dedi Halil. Bir kaç gün, yas bitsin.
-Seni de kayıp etmeyelim Qurban. Orası’da Kürdistandır dedi Yusuf ve içeri girdi.
- Adam kendisini Mandella İlan etmiş bu sabah. Bu toprağın altına otuz yıldır gençlerimizi veriyoruz. Toprak altın’da bir halk, bir ordu var. Güneyi’de karıştırmak istiyor, çetelerini gönderecek her halde, orayı da tehdit ediyor. Orayı Missak-ı milli yapacak. Sanki orası bizim vatanımız değil. Her tarafı Türkiye onun için.
-Mandella, kimsenin ayağına gitmedi, başta ne dediyse onu yaptı.
-Babam, bu adam kendini Türk Genelkurmay başkanı görüyor. Türklerin cüret, cesaret etmediği Güney’i bu tehdit ediyor.
-Bir madde’yi Türk anayasasına koyarlarsa; Kürdistan kurtulacakmış. Kürt adı geçmiyecekmiş.
İsimsizler anayasası.
Kürt kelimesini bokludur şu beledyedekiler için..
- Ha beledyeden birkaç kişi geldi. Allah yolunuzu açık etsin dedik ve gönderdik. Bunun İki tarafı var Kürt tarafı ve Türk tarafı. Bize, barış marış, Anayasa demeyin. Açık olun Türk politikası yaparak Kürtler korunamaz. Kürt olunmaz. Küçük mısto peşlerine verdi bağıra bağıra.
-Kamuran İnan Türklere çalışıyordu ama Kürtleri öldürmedi. Sizi herkesi bın kevır ediyorsunuz.
Bir tarafta Türkler, bir tarafta siz.
Vallah aynısınız, biribirinize karışmışsınız.
-Cenaze geliyor hadi susun...