ÖCALAN’IN SALIVERİLMESİ, SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNÜ BERABERİNDE GETİRECEK Mİ?
Vejin Yorum:
Saflığından olacak Ümit Fırat basın mensuplarıyla yaptığı her mülakatta, bir şeyin altını önemle çizmeye çalışıyor. ‘’…Öcalan serbest bırakılıp, legal siyaset alanına çıktığında, hem bu terör biter, hem de Öcalan’ın kitle üzerinden etkisi silinir.’’
Gönül isterdi ki; bu iyimserliği her kes Ümit Fırat gibi yaşasaydı. Ümit Fırat’ı ve onun gibi düşünenleri böyle bir iyimserliğin içine iten nedenlerin ayrıntılarını ve bütün boyutlarını bilmiyoruz. Bildiğimiz ve gördüğümüz kadarıyla, basına yansıyan gerekçelerin ve nedenlerin, insanı, Ümit Fırat ve onun gibi düşünenlerin, ”…Öcalan’ın bırakılıp legal politik sürece katılmasıyla, her şeyin normalleşeceği…” noktasında iyimser kılmadığıdır.
Bunun nedenleri üzerine düşüncelerimizi şöyle açıklayabiliriz:
Anımsadığımız kadarıyla, bu tür görüşleri en yalın ifade edenlerin başında eskiden, (bugünün Ergenekon Davasından yargılanan) Tuncay Özkan ve benzeri gibi Kemalistler tarafından sık sık dile getirilmişti. Bir farkla (ve bu farkın Ümit Fırat’ın gözünden kaçması ve kendisi tarafından vurgulanmaması onun safdil analistliğine yorumlanmasını temenni ederiz.) Öcalan’ın Devlet’in istediği noktaya fazlasıyla geldiği, herkese parmak ısırtacak derecede daha fazla Kemalist olduğu, devlete hizmet konusunda samimiyetini her yönüyle sergilediğinin tavırları, Türk Basınında daha mürekkebi kurumamış, ilgilenenler için arşivlerde durduğu muhakkaktır.
Kemalistlerden ayrı olarak Öcalan’ın salıverilmesi noktasında daha net ve açık konuşan biri vardı; O’da Leyla Zana’ydı. Leyla Zana, BDP’nin o dönemdeki ismiyle DEP kitlesine yaptığı bir konuşmasında ‘’…Birkaç yıla kalmaz sayın Öcalan aramızda olacaktır…’’ diye, bir yerlerden aldığı kesin bir güvence, yahut; almış olduğu buyruğu kamuoyuna açıklar bir vasiyette, Öcalan’ın kesin çıkacağına göndermede bulunuyordu.
Sadece derin devlet ve ordu yanlısı yazarlar ve de Leyla Zana değil, hükümet yanlısı basın mensupları da bu tür görüşleri dile getiriyorlardı. Bunlardan bir tanesi de, Mümtazer Türköne’ydi.
Demek ki, bir çok çevre Öcalan’ın salıverilmesi konusunda hepsi mutabıktır. Tabi bu hiç kimsenin değil, özünde ‘’devletin’’ bir kararı olarak, bu çevrelerin ağzına bulaşıyor. Sorun, insanların dağdan indirilmesi sorunu değil, bu istense Öcalan bırakılmadan da, o insanlar dağlardan indirile bilinir. Nitekim, bunun birkaç örneğine tanık olduk. Üstelik bu inişin karşılığı bir tek istekle gerekçelendirildi, Öcalan tarafından; ‘’…Ben, Murat Karayılan gibileri savunmasız ne yapacağız, binlerce insan ölmüştür. Devlet bu silahlı güçlere bir statü vermesi gerekir ki, kendimizi koruyalım. Ben bunun ön bir jestini devlete veriyorum. Devlette bizi anlaması gerekir.’’
Savaş ağalarını besleyen kurumun ”devlet” olduğunu biliyoruz. Bu tür savaş ağalarına verilecek statü ne kadar sorunun çözümüne katkı sunduğu noktasında, savaş ağası Sedat Bucak’ın denetimi altında binlerce silahlı koruyucusuna ve Urfa -Siverek alanındaki uygulamalarına bakmak yeterli sayılır. Yahut, bunun en gerçekçi cevabı, Siverek ve çevresinde, son otuz yıl ‘’devlet’’ güdümündeki savaş ağalarının yaptığı uygulamalarına maruz kalınan halkın acılarından öğrenilebilinir.
Oysa, sorunun çözüm konusunda yoğunlaşılması gereken can alıcı nokta; gerek savaş ağaları olsun ve gerek ise, Öcalan olsun, bunların derin devletin, derin siyasetinden nasıl kopartılması gerektiği noktasında olmalıydı. Bunların, derin ‘’devletin’’ denetiminden çıkarılması sağlanmadan, hiçbir şeyin; ne Türkiye’de, ne de; Kuzey Kürdistan parçasında normalleşmeyeceğidir. Çünkü; böylesi handikaplar, derin ‘’devlet’’ ordusuna, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da askeri vesayet sisteminin devam ettirilmesi noktasında, Türkiye’nin kamuoyu nezdinde ”haklı” gerekçeler sunuyor. Dolayısıyla; derin ‘’devlet’’ -yani; askeri ve siyasi oligarşisi/elitin,- kamuoyu nezdinde, kendi sisteminin devam ettirilmesi noktasında, kendilerine ”haklı” gerekçeler sunan, onlara savaş rantının ortamını yaratan odaklardan hiç bir zaman arınmak istemeyeceğidir. Bilakis bunların yaşattırılması ve karmaşıklaştırılması için, özenle düzenlenen programlar, hükümetin siyasi iradesine dayattırılır. Yaptırılan da zaten budur.
Zira, durum böyle olmasaydı, Öcalan halen dışarıdayken –yani Lübnan’ın Bekaa’sındayken- Silahlı mücadelenin oynadığı tarihsel rolünden yararlanıp, bugün için önerilen çözüm önerilerini, o günün HEP’iyle oluşan görkemli kitlesel hareketle rahatlıkla sağlanabileceği noktasında, silahların yerine kitlesel mücadeleyi koydurtacaktı. Bu süreç konusunda Öcalan’ın hep alışık olduğu söylemlerin,‘’provakasiyoncular, bizi legal düzleme çekerek imha etmek istiyorlar’’ bazında yaptığı açıklamaları, bir: Öcalan’ın kendi derin ilişkilerini ve bu ilişkilerin direktifleri doğrultusunda hareket etmesini örtbas etmiştir, iki: -saf bir niyetle düşünecek olursak- Öcalan’ın öncü ve önderlik rolündeki; başarsızlığını gizlemenin argümenti olarak karşımıza çıktığıdır.
En sıradan bir gözlemle soruna eğilecek olursak bile şu gerçeği rahatlıkla algılayabiliriz; Öcalan’ın bütün siyasal tarihi boyunca yürüttüğü faaliyet hep uzaktan kumandayla, ‘’Sihirbazın’’ istediği doğrultuda hokkabazlığını yürüttüğüdür. 1970- 80 Tarihinde Ankara’da*, 1980-90 Tarihinde Bekaa’da, 2000-10’da İmralı’dan, derin ilişkilerinin güdümünde çomağını kullanmıştır. Sorunları kendisi ve PKK’si açısından içinden çıkılmaz hale getirmiştir.
Dışarıda olan bir Öcalan’ın, kitlelerin arasına girip, legal siyasete angaje olacağını düşünenlerin nasıl yanılacağını tarih bize gösterecektir. Dışarıda olunması istenilen bir Öcalan’la, etrafında onlarca Murat Karayılan gibi silahlı kahyasının bulunmasından, bu kahyaların güdümünde, yüzlerce serseri mayının halkın arasına salınacağından, BDP’ye daha fazla müdahale edileceğinden, kendi her yanlış politikasının sonucu, birer Hikmet Fidan ve benzeri türünden kurbanlarla örteceğinden, Sedat Bucak’ın bugüne kadar oynadığı rolün ötesinden, yani; derin ‘’devletin’’ güdümünden öte bir rolünün olmayacağından, hiç kimsenin şüphesi olmasın. Eğer; Öcalan toplum ve halk çıkarına samimi bir yaklaşım gösterseydi, bugün, Kemalizm, ”devlet” ve ordu yanlısı borozanlığını yapmayacaktı. Derin devletin ve onun çapulcu askeri mihrakların yargılandığı mahkemede BDP’yi müdahil edip, on binlerce faili ‘’meçhul’’ cinayetlerin hesabı sorulacaktı; ve bunun gibi binlerce onurlu tavır sergilenecekti.
Dolayısıyla; durumun normalleşmesini isteyen siyasal bir iradenin, (O’da varsa, çünkü; sorunu gerçekten samimi bir şekilde çözme bazında henüz, böylesi siyasal bir iradenin emaresiyle karşılaşılmadı.)çağdaş hukuk devleti yönünde atacağı adımların, askeri oligarşik hegomanyanın bütün siyasal-askeri en önemlisi de ekonomik (OYAK gibi) organizasyonlarını, hukuksal sistem içinde lağvetmesi ve bunların yeniden örgütlenmesini Anayasal maddelerle yasaklaması, Türkiye’de gerçekleşmeyen demokratik devrim yönündeki sorunları, çağdaş hukukun ön gördüğü prensipler çerçevesinde ele alıp, insan ve toplum için oluşturulması gereken Yeni Anayasa’nın güvencesi altında çözüme kavuşturarak, sağlam temellere oturtulması türünden radikal barışçıl değişiklerle, ortamın sağduyulu insancıl bir yaklaşımla normalleşeceğini söylemek, olası izlenecek yanlış tutumlardan çok daha gerçekçi olacağının inancındayız.
2010-11-27
________________________________
(* Burada bilgi dahilinde bir not düşersek: Öcalan’ın 1978 Kasım Ayında Fis köyünde yapılan toplantıya geldiği sırada bile; THY Ankara-Diyarbakır seferlerini yapan uçakla geldiğine dair gizli bilgilerinde basına sızdığı, hepimizin hafızasındadır. Üstelik, bu sürecin nasıl geçtiğine dair bilgiler, Öcalan ve Kesire’nin 1978 Kasım ayında Diyarbakır’a yaptığı uçak seferi, aslında, Kürdistan’da örgütlenme faaliyetlerini sürdüren Mazlum…ların siyasal politik bir parti çatısı altında örgütlenme ihtiyacına karşı, böylesi bir partinin kurulmaması için, bir müdahale olarak gelmesi yönündedir. Mazlum..ların kararlı tavrına karşı, daha fazla direnemeyen Öcalan, ancak böylesi bir partinin oluştuğuna dair kimsenin bilmemesi konusunda Öcalan ve ekibinin ikna olduğu yönündedir. Başından beri ciddi siyasal hiç bir kurumsallaşmaya izin vermeyen bir tutum sergilemektedir. Engel olamadıklarına ise, pratikte işlevsizleştirmesi konusunda, elinden gelen her kötülüğü yapıp, bu kötülüklerinin suçunu da birilerine yükleyerek, halkın demokrat, yurtsever güçlerinin imhasını sağlamıştır ve bu yolla kendisine mahkum ettirmiştir.)