Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 9 October 2010


ÇUKUROVALI, KÜRT, TİP’Lİ VE YAZAR: YAŞAR KEMAL[*]

TEMEL DEMİRER

“Sözcüklerin gücünü anlamadan
insanların gücünü anlayamazsınız.”[1]

F. Dostoyevski’nin, ‘Budala’sında “İnsanlığı sonsuz bir uçurum üstüne ayağını koyacak kadar bir yerde yaşamaya mahkûm edin; yağmur altında, karda kışta, o acı içinde, açlıkta yoklukta yaşar da ölmeye razı olmaz, yaşamını sürdürmekte direnir,” diye betimlediği yaratıcı direnci, ya da insan olma hâlini, veya özetle ‘İnce Memed’i yazan O’dur…
Eflatun’un, “Erdem, iyiyi elde etme gücüdür,” sözüne sadık kalan O; Fernando Pessoa’nun, ‘Huzursuzluk Kitabı’ndaki, “Bir şeyin aslından değil, kışkırttığı fikirler ve rüyalardan haz almayı öğren,” diye tarif ettiği cüretle kaleme aldığı yapıtları ve elbette yaşamıyla TİP’li, Kürt Yaşar Kemal üzerine kafa yorulması, ders(ler) çıkartılması gereken önemli bir gerçektir.
* * * * *
O bir Çukurovalıdır…
Çukurova Üniversitesi’nin, 7 Ekim 2009’da fahri doktora unvanı verdiği Yaşar Kemal, “Umutsuz, umudu yaratır” derken, gelecek günlerin daha güzel olacağı inancındaki biridir.
Çukurova sevdasıyla, çevre duyarlılığıyla, kendisini biçimlendiren coğrafyadan hareketle insan(lık)ın yaşadığı seyr-ü seferden söyle söz eder:
“Çukurovaya sermayenin girmesiyle, yani tarıma kapitalizm girince, 1950, 51’lerde şu oldu, pamuk birdenbire para etti. Pamuk para edince Marshall yardımıyla traktörler de geldi ve büyük para girmeye başladı. Kötenlere paletli traktörleri bir taktılar, pir taktılar. Elli, altmış, yetmiş santim derinlikte karaçalıya, bataklıklara daldılar...
Gelen kapitalist düzen doğayı tamamen değiştirdi. Koşullar değiştiği zaman, doğa değiştiği zaman, insanlığa ne oluyor bu geçişte? Bunu saptamak bir yazar için olaydır. Doğa değiştiği zaman, düzen değiştiği zaman insanlık nasıl değişiyor?
İnsanlık doğanın bir parçasıdır. Ve insanlık yabancılaşan bir yaratıktır.
Elbette insan soyu değişecek, doğa ile birlikte değişecek. Fakat insan doğadan kopar, doğa ile ilişkisini keserse, insanla da ilişkisi kesilir, hastalanır.
Doğa insanlardan elini çektiğinde, doğa ile birlikte dostluk duygusu da, sevinç duygusu da, sevgi duygusu da, merhamet duygusu da insanlardan elini çeker.
Niye bu kadar doğayı anlatıyor bu adam, niye gece-gündüz kuştu, buluttu diye tutturuyor, insan ilişkilerinden çok insan-doğa ilişkileri üstünde duruyor, derdi ne bu adamın diyorlar. Kültür dediğimiz insan-doğa, insan-insan ilişkilerinden çıkan deneyimlerin bir birikimidir. Romanın yapısını işte bu ilişkiler tayin ediyor.
Bir yazarın ne kadar birikimi varsa, yaratma gücü o kadar artar. Elbette her birikimi olan yazarın bir de yarattığı coğrafyası vardır.
Yaşadığım Çukurova’yla da, yarattığım kendi Çukurova’mla da alışverişim hep iyi oldu. Her iki Çukurova’mı da canı yürekten seviyorum.”
O (Çukurovalı) bir yazardır…
Onun yazarlık konusunda dehşet verici bir saptaması vardır: “Türk edebiyatının okulu cezaevidir,” der…
Yazarken; “Duygusallık değil, öfke gerekli,” der Yaşar Kemal ve ekler: “Yoksulluğu söylemek, şayet yoksulluk varsa, kırgını söylemek, sömürücülüğü söylemek ve bunların üstüne sanat kurmak, şayet varsalar, sanatın büyüsünden hiçbir şey eksiltmez. Sanat eksilten değil, besleyen, katandır. Hayatın gerçekleri sanata dinamizm getirir. Sanatın büyüsüne, hayatın gerçeğinden gidilir, gizine varılır…
Edebiyatçılar için duygusallık değil, öfke gerekli. Dünya edebiyatına bakarsak, insanın benliğini aşan bir öfkeyle, haykırışla karşılaşırız. Sanat eseri bir şiddettir. Giderek doğayı karşımıza alıyoruz. Onu düşman sayıyoruz. Aynı biçimde insanın yarattığı değerleri bozarak onu battal bırakıyoruz. Kendi çelişkilerimize, sınıf sömürümüze doğayı da ortak ediyoruz…”[2]
O bir TİP’lidir…
Bu konuda bir anısı yeter de artar: 1960’lı yıllarda bir CIA ajanının kendisine Türkiye İşçi Partisi’nden ayrılması için teklifte bulunduğunu ‘The Nation’a açıklayan Yaşar Kemal, derginin yazarlarından Marc Edward Hoffman’a, bir CIA ajanının kitaplarının ABD’de popüler olması için kendisine Türkiye İşçi Partisi’nden ayrılmayı önerdiğini söyledi.
Kendisine bu teklifte bulunan ajana “O... ç..., hainsin sen” diye küfreden Yaşar Kemal, “Beni Amerikan parasıyla satın almaya mı çalışıyorsun? Türkiye İşçi Partisi’ni hiçbir şekilde terk etmem. S... git burdan, bir daha da benimle konuşma” dediğinin altını çizdi…[3]
O barış, eşitlik, adalet ve kardeşlik isteyen bir Kürt’tür…
‘Boğaziçi Üniversitesi’ndeki konuşmasında Yaşar Kemal’in, “Benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçup gitmiştir. Bu bizim ülkemizin de sorunu. Türkiye’de diller yasak edildi. Hem de 80 yıl! Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Beni kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar,” diye haykırması bundandır…
* * * * *
Günter Grass ile Yaşar Kemal 15 Nisan 2010 tarihli buluşmasında “insan(lık) soru(n)ları”yla edebiyat ilişkisinden söz edilirken Grass, “Bir yazarın, çoğunluğun değil azınlığın düşüncelerini dile getirmesi gerektiği”ni vurgularken; Yaşar Kemal de, “Her gerçek sanatçının savaşa ve zulme başkaldırdığını, sanatın bir başkaldırı olduğu”nun altını çizerek ekledi:
“Sanatın, romanın yüzde 100 yaratım olduğuna inanıyorum. Aslında insan olmanın temeli yaratmadır. İnsanoğlu için, içinde yaşadığı dünya ne kadar gerçekse, kurduğu düşler, yarattığı mitler de o kadar gerçektir. Yaratmadan hiçbir gerçeğe varılamaz. Sanatçı, insanları, doğayı, her şeyi dolu dolu yaşayarak zenginleşir…
Eğer bir sanatçı sözle bir şey yapacaksa, o anlatım kalıplarına, yani halkın ürünlerine kulak vermesi gerekir. Ancak, bundan sonra başlıyor iş. Örneğin ben Sait Faik Abasıyanıktan çok şey öğrendim. Bence Türkçeyi en iyi yazan iki kişi var; biri Nâzım Hikmet, öbürü Sait Faik. O ikisi Türkçeyi derinlemesine incelikleriyle kullanıyor.
Doğayı anlamak insanı zenginleştirir, insana öğrenme, düş görme, mit kurma, yeni bir dünya yaratma için büyük olanaklar sağlar. Halkın dilini bilmek de yine büyük olanaklar sağlar. Şunu da eklemem gerek. Halk kültürü ana kültürdür, kaynaktır, ama taklit için değil, öykünmek için değil...
Bir romancı hem doğunun hem batının klasiklerini, ustalarını özümsemek zorundadır. Karacaoğlan da, Dadaloğlu da, Pir Sultan Abdal da benim ustamdır, Cervantes de, Tolstoy da, Stendhal de, Çehov da.
Dede Korkut’tan da çok şey öğrendim, İlyada’dan da…”
Evet, evet “İnsana, doğaya, söze duyduğu sevgiyle yazar romanlarını Yaşar Kemal. Romanlarını okuyanlar, insanları aşağılamasınlar, sömürmesinler, insanların onuruyla oynayamasınlar, insanlara zulüm edemesinler, sevgiyle dolup taşsınlar, insanlar açken onlar tok yaşayamasınlar umuduyla yazar.”[4]
“Onun halk edebiyatının sözlü ve yazılı kültürü içinden çıkarıp içselleştirdiği, önce sestir, sonra sözdür.”[5]
“Özellikle ‘İnce Memed’ dörtlüsünde, halkın bin yıllar öncesinde oluşturduğu bir insanlık geleneğinin dilini, çağımızın gittikçe yalnızlaşan insanına armağan eden”[6]O, bizim “modern klasiğimiz”dir.
Türkiye’nin tarihini, insanlarını anlayabilmek için Yaşar Kemal okumak şarttır.
* * * * *
İşte tam da bunlardan ötürü çok ama pek çok önemlidir O; post-modern çürümenin orta yerinde.
Kolay mı? Yaşar Kemal’in, “Dünyamız şimdi tek kültürlü bir dünyaya doğru başını almış gidiyor. Bu, insanlığı insanlıktan çıkaran bir durumdur,” tespitini dillendirirken; edebiyattaki gerileme de verili durumu yansıtıyor…
Boğaziçi Üniversitesi’nde Yaşar Kemal’e “fahri doktora” unvanı verilen toplantıda Rektör Kadri Özçaldıran’ın, “Dili şiir, romanı doğa, kendisi Anadolu bilgesidir,” diye tanımladığı O yaptığı konuşmada bu konuya da değindi.
Çocukluğundan, “Âşık Kemal”, türkü ve ağıt toplayıcısı, destan söyleyicisi günlerinden başlayıp, roman sanatına geldi. Bugün romancıların başlarının belada olduğunu, çünkü insanları en çok yalana, zulme, bütün kötülüklere karşı romanın uyardığını belirten Yaşar Kemal, “Bugün tüketim toplumu diye doyumsuz bir toplum yaratılıyor. Tüketimciler topluma bütün değerlerini aşındıran bir yapay kültür benimsetmeye çalışıyor, insanları birer obur canavar hâline getirmek istiyorlar. Roman böyle bir toplum isteyenler için tehdittir,” diyordu.
“Günümüzde bazı edebiyatçılar dışarıdaki yazarları taklit ediyorlar, oysa Türkiye’nin müthiş bir halk edebiyatı geleneği var, modern eserlere büyük katkısı olabilir” vurgusunu yapan yazar, “Bizim çağımızda romancıların başları beladadır, çünkü insanları en çok yalana, zulme, bütün kötülüklere karşı roman uyarır. Bugün tüketim toplumu diye bir doyumsuzlar toplumu yaratılıyor. Roman bu toplumu isteyenler için bir tehdittir. Onun için, romanı bestseller denen bir yapaylıkla boğmaya çalışıyorlar” dedi.
Evet, kapitalizmin romana bir düşmanlığı da bundandı.
Konuşmasının son sözleri de şöyleydi Yaşar Kemal’in: “Bilinçli olarak ben aydınlığın türküsünü, iyiliğin, güzelliğin türküsünü söylemek istedim. Romanlarım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla birlik olsun istedim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir.”
Özetle edebiyat, Yaşar Kemal için bir başkaldırıdır; tıpkı Mario Vargas Llosa’nın, “Edebiyat, bir sürekli başkaldırı biçimidir… Edebiyat, yazgılarına boyun eğen, yaşadıkları yaşamdan hoşnut olan insanlara hiçbir şey söylemez. Edebiyat asi ruhu besler, uzlaşmazlık yayar; yaşamlarında çok fazla ya da çok az şeyi olanların sığınağıdır,” saptamasındaki üzere…
Yaşar Kemal’in romanları da Albert Camus’nün, “Roman, imgelere dökülmüş felsefeden başka bir şey değildir,” derken; Stendhal’ın, “Roman, yolun ortasından geçen bir aynadır. Gözlerinize bazen göğün mavisini yansıtır, bazen de yolun tozunu çamurunu,”diye eklediği şey…

31 Ağustos 2010 10:39:05, Ankara.

N O T L A R
[*] Esmer, No:65/1, Ekim 2010…
[1]Konfüçyüs.
[2]Kenan Mortan, “Çok Yaşa Yaşar Kemal...”, Radikal Kitap, Yıl:8, No:457, 18 Aralık 2009, s.10-11.
[3]“Yaşar Kemal’i Güldüren Sır”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 2010, s.22.
[4]A. Ömer Türkeş, “Sözle Dünyalar Kurmak”, Radikal Kitap, Yıl:8, No:444, 20 Eylül 2009, s.20-21.
[5]Semih Gümüş, “Bin Bir Çiçekli Mucize”, Radikal Kitap, Yıl:8, No:444, 20 Eylül 2009, s.18-19.
[6]Adnan Binyazar, “Türkçenin Onur Anıtı...”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2009, s.16.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.