Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 16 July 2010

Aziz Nesin’in yüzde altmışlık kategorisinin ilk sıralarında yer alanlardan bazıları son zamanlarda bunun tersi bir performans göstermeye ve herkesi şaşırtmaya başladılar. Bunlardan Beyaz Türklerin efendisi ve Hürriyet Gazetesi’nin papyonlu kalemşörü Ertuğrul Özkök “Türklerle Kürtler birlikte yaşamak zorunda mıdır?” diye sorarak yüzde altmışlık kategorisinden çıkmaya çalışanların başında geliyor.

Özkök’ün niyeti ne olursa olsun, bunu tartışmak gerekir. Ve soruyu tersten biz yöneltelim: „Bu yaşananlardan sonra Kürtlerle Türkler birlikte yaşayabilirler mi?“
Kanımca bu tren çoktan kaçtı. Dün, 90 yıl önce Kürtlere verilen sözlere bağlı kalınsaydı, belki bunu tartışmanın bir anlamı olurdu. Ama şimdi oldukça geç.

Çok geç, zira bu zaman dilimi içinde onlarca katliam gerçekleştirilmemiş, onlarca sürgün yaşanmamış, beş-altı nesil asimilasyonun dişlileri arasında kendi doğal benliğinden uzaklaştırılmaya çalışılmamış, fiziksel ve kültürel bir soykırım, jenosid gerçekleştirilmemiş olsaydı, belki birlikte yaşam tartışması bir anlam ifade ederdi. Ne var ki bu zaman dilimi içinde, çocuklar katledildi, kadınlara tecavüz edildi, dedelere bok yedirildi ve insanlar onar onar, yüzer yüzer mağaralarda yakıldı.

Bir coğrafya tümden ateşe verildi. Yirmi milyon Kürtten evine ve ocağına ateş düşmeyen tek bir hane kalmadı.
Tüm bu yaşananlardan sonra, buyrun birlikte yaşayalım!

Bunu başarabilecek ve bunun formülünü bilen varsa çıksın ortaya!

Başka diyarlarda belki kurtla kuzu birlikte yaşayabilir, ama yaşanan bu vahşetten sonra Kürtlerle Türkler birlikte yaşayamazlar.

Türkler Kürtlerin yaşadıklarının binde birini yaşamış olsalardı şayet, bunu içlerine sindirebilirler miydi? Sindiremezlerdi diyen her namuslu, onurlu Türkün yüksek sesle ayrılığın tellallığını yapması gerekir.

Filistinlilerin, Çeçen ve Urgurların ayrılma hakkını savunan her Türk, Kürtlerin de Türk sömürgeciliğinden ayrılma hakkını savunmak zorundadır. İşin özü budur.
Kaldı ki yabancı egemenlik altında bulunan, boyunduruk altında tutulan, ülkesi işgal edilmiş, fiziksel ve kültürel bir soykırımla yüz yüze kalmış hiçbir halk, gönül rızası ile kendi cellatlarıyla birlikte yaşamayı istemedi, istemez. Böyle olduğu içindir ki son elli-altmış yılda sadece Afrika’da onlarca halk, sömürgecilerle, işgalci ve talancı güçlerle yolunu ayırdı ve kendi devletlerini kurdu.

Kürtle Türk bir ve aynı değilse, zorla birlikte bir yaşam niye? Araplar aynı ırktan gelmelerine, coğrafik olarak kapı komşu olmalarına rağmen bugün yirmiiki devlete sahipler.
Bırakın, her halk istediği ve dilediği gibi yaşasın. Özgür iradeleri ve eşit koşullarda birlikte yaşamı deneyen, sokaklarında linç ve pogromlar yaşanmayan, dağ ve ovalarında katliamlar gerçekleştirilmeyen halk ve ülkeler bile bugün ayrılmayı tartışıyorlar ve kimse de onları garipsemiyor. Kanada ve Belçika demokratik ve federatif devletler olmalarına, her halk, her ulus özgürce yaşamasına rağmen, bugün ayrılmayı gündemleştiriyorlar. Çekler ve Slovaklar bunu medeni bir şekilde gerçekleştirdiler. Yugoslavya direndi ve kısa zamanda un-ufak oldu. Saddam, Kürtleri zor ve cebirle elinde tutmaya çalıştı, sonunda göçüp gitmek zorunda kalan kendisi ve rejimi oldu.

Kürtlerle Türklerin de sonunda varacakları kavşak burasıdır. Daha fazla kan dökmeden, daha fazla acı yaşanmadan, ilişkiler daha da kötüleşmeden bunu gerçekleştirmek gerekir.

Biz, bugün yaşayan nesiller düşman hale geldik. Bırakalım da çocuklarımız, yarınki kuşaklar birlikte olamıyorsa bile komşu olarak yaşayabilsinler, birbirlerinin tavuklarına kiş demesinler.

Kürt coğrafyasına, Kürdistan’daki tabloya bir bakın. Silopi ile Zaxo’yu gözlerinizin önüne getirin, ya da Habur ile İbrahim Xelil gümrüğünde hergün yaşananları bir düşünün.

Zaxo’daki bir Kürt çocuğu eğitimini kendi dilinde Kürtçe yapacak, beş kilometre mesafedeki Silopi’de yaşayan aynı aşiretten çocuksa tek kelime bilmediği yabancı bir dilde ve her sabah varlığını Türk halkına armağan ederek. Biri kendi bayrağını göndere çekecek, diğeri işgalci ve yabancı bir gücün.

İbrahim Xelil’de Kürt bayrağı dalgalanacak, Kürt peşmerge güvenliği sağlayacak, pasaportlara Kürdistan mührü basılacak, bu yakada bulunan Habur kapısında Türk bayrağı olacak, sınırda Türk askeri ve polisi bulunacak, pasaportlara TC damgası vurulacak.

Sınırdaş iki kent, tek bir sınır kapısı ve her iki yakada yaşayanlarsa Kürt. Durum bu. Bu tabloyla Edirne sınır kapısında karşılaşılsa Türkler ne hisseder, ne duyumsarlar? İşte Kürtler bu durumun değişmesini istiyor ve olması gerekene işaret ediyorlar.

Türklerdeki mantalite ortadan kalkmadan, bir asırdır şırınga edilen ırkçılık zehiri tüm bünyeden akıtılmadan, tüm hücrelerden kazınmadan ortak yaşam zor.

Zor olmasına rağmen yine de denemekte yarar var. Bu, geçiş sürecinde bir işlev görebilir belki. Bu yolun da güzergahına Tüsiad’lı Sedat Aloğlu işaret etti: 1- Çözüm aşamasında İmralı’nın görüşmelere katılması, 2- Anayasa’ya “bu ülkeyi Türkler ve Kürtler kurdu” maddesinin eklenmesi ve 3- Bölgesel özerklik.
Önce bunu deneyelim, ardından konuyu gelişmelere göre yeniden tartışalım.

Memo Şahin

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.