Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 15 February 2010

[center][size=x-large]19[/size][/center]

Çoğu insanlar çoğu şeyleri bilmiyorlar, bilselerde empati edemiyorlar. Dağdaki gerillayı elbette dağda yaşamış olan gerilla en iyi anlıyordu. Dindarı dinci, politikacıyı politikacı, sanatçıyı sanatcı en iyi anlıyordu. İnsanlar sadece din, dil, kültür ile başka değillerdi, aynı zamanda aynı dili, dini ve kültürü yaşayan bir halk içerisin de yüzlerce başka türlü insan türü vardı. Letya bu gerçeğe rağmen dünyadaki 7 milyar insanın yan yanda ’barış' içerisinde yaşamalarına bazan hayret ediyordu.

Bilindiği gibi savaş tahribattır, ölümdür, acıdır. Buna rağmen savaş maalesef dialog için her yolun kapandığı, politikanın başka araçlar ile sürdürülmesi, uluslar veya aynı ülkelerdeki iki teşkilatın (iç savaş) arasında, başka bir yolla elde edemediği şeyi kuvvet zoruyla almak, istediklerini kabul ettirmek ve başkasının isteklerine boyun eğmemek amacıyla girişilen kuvvet denemesi olarak tanımlanır.

Eğer Arap, Fars ve Türkler işgal ve ilhak ettikleri Kürdistan'dan kendi isteği üzerine gitseydiler, Kürdler onlara karşı savaşma gereği duymayacaktı. Ama ne var ki bu devletlerin hepsi Kürdistan üzerine hak iddia ediyorlar ve Kürdistan'ı sömürgeleştirdikleri yetmiyormuş gibi Kürdlerin en doğal hakkı olan dilini ve kültürünü bile yasaklıyor, Kürdleri zengin ülkelerin de en kötü fakirliği yaşatmakla kalmıyor, Kürdlere olmadık işkence ve eziyette çektiriyorlar. Bu baştan sona faşişt ve despot devletler Kürdlere: “Eğer özğürlüğünüzü istiyorsanız o zaman bize karşı savaşın!“ diyorlar ve Kürdlere şavaşmaktan başka bir yol bırakmıyorlar. Kürdler de ya yapılan bunca sömürü, baskı ve zulme boyun eğecekler, ya da haklı olarak direnecekler. Zaten dünyada hangi halk başka bir halkın eğemenliği altında yaşamak ister ki, Kürdler de istesin? Dünyada hangi halk baskıya ve ezilmişliği bir kadermiş gibi kabul eder ki, Kürdler de etsin?

Letya, gerillada iyi bir gözlemci, dikkatli bir deneyci-araştırmacı olmuş, sorumluluk üstlenmeyi öğrenmişti. Bazen kafasında o kadar çok soru işareti vardı ki nerede başlayacağını bilmiyordu. Son dönemlerde kafasına en çok takılan sorulardan bir tanesi Kürdistan'ın nasıl sömürgeleştirildiğiydi. Okuldan sonra her akşam internete girer ve bu soruya cevap arardı. Sonra öğrendiki bütün sorun lanetli Lozan Antlaşması'ndan kaynaklanıyor.

Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lausanne (Lozan) şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanmış barış antlaşmasıydı.

20. yüzyılda da Kürd halkının yaşadığı en büyük iki felaket vardı; Bunlardan birincisi: 1. Dünya Savaşı İkincisi: Lozan Antlaşması'dır. Lozan; 1639′da Osmanlı ve Safevi İmparatorlukları arasında Kürdistan'ı parçalamak ve paylaşmak amacıyla imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'nın çağdaş bir versiyonu ve devamıydı.

Birinci Dünya Savaşı; başta İngiltere, Fransa ve Rusya'nın yer aldığı emperyalist güç bloğunun, Orta Doğu coğrafyasını kendi aralarında bölüşüp-paylaşmak için çıkardıkları bir savaştı. Ulaşmayı amaçladıkları; siyasi, ekonomik ve sosyal alanlardaki işgalci emeller uğruna milyonlarca insan öldü, halkların belleğinde sarılması zor yaraların açılmasına sebep oldu.

Ama daha da acısı Kürdistan halkı, hiç tarafı olmadığı bir savaşta büyük insani ve mali bedeller ödemesinin yanı sıra, en büyük darbeyi, kendisini savunmaya ve temsil etmeye bile fırsat verilmeyen masa başı antlaşmaların da yemiştir. Çünkü Lozan Anlaşması'yla masa başında kaybettiklerini 87 küsür yıldır elde edememiş olan Kürdler, halâ da her parçada bu anlaşmanın olumsuz etkilerini bertaraf etmenin mücadelesini veriyorlardı.

Müslüman Kürdlerin ve Lenin'in lideri olduğu Sovyetlerin desteğini arkasına alan Mustafa Kemal öncülüğündeki güçlerin,Yunanlıları yenmesi, Lozan'a gidecek son adımın da atılması anlamına geliyordu. Türk egemen güçleri, dört yıl boyunca tüm şartları kendi lehine çevirdikten sonra daha da güçlenmiş bir şekilde Lozan'ın yolunu tutmuştu.

Lozan'da, Türk Devleti'nin temsilcileri büyük bir memnuniyet ile karşılanmıştı. Çünkü Mustafa Kemal; Anadolu'daki ve Kürdistan'daki İslami muhalefeti etkisizleştirerek Hilafet'in kaldırılacağına dair ilk sinyalleri vermişti. Böylelikle bu yeni yönetim, batının memnuniyeti ile karşılanmıştı.

Rusya'daki iktidar değişikliği, siyasi arenada güçler dengesini alt-üst etmişti ama sözde sosyalist Rusya, Sevr Anlaşması'nın uygulanmaması için Kemalist yönetim ile işbirliği yapmış, Lozan'da da Batı emperyalistlerden farklı bir tavır geliştirmemişti.

İngiltere; Orta Doğu'da bağımsız veya federal bir Kürdistan'ı hiçbir zaman istemiyordu. Bunun tarihi ve dini sebepleri kadar, Kürdistan gibi ekonomik zenginlikleri barındıran bir coğrafyanın Kürdlerin elinde kalmasının kendisi için ileride büyük bir tehlike oluşturacağını düşündüğünden, tüm gücüyle Kürdistan'daki özgürlük düşüncelerini ve hareketlerini bastırmaya çalışmıştı. Türkiye'nin egemenliğinde kalan Kürdistan parçasının bağımsızlık mücadelelerinin önünü kesme görevini Türkiye'ye devrederken; Güney'de ise dünya savaşında bile kullanmadığı savaş uçaklarını ve kimyasal silahlarını Şeyh Mahmut Berzenci önderliğindeki Kürd Ulusal Hareketi'ne karşı kullanıyordu.

Bundan dolayıdır ki Güney Kürdistan'daki Kürd heyetinin Lozan görüşmelerine katılmak için defalarca ısrar etmesine rağmen İngiltere, Kürdlerin Lozan'da temsil edilmemesi için bu Kürd heyetini tutsak ederek engellemede Kemalistler ile ortak hareket ediyordu. Kürdistan'ın bir kez daha parçalanıp bölünmesine neden olan Lozan Anlaşması' nın altında imzası bulunan Londra, Kerkük'ün Araplar'ın denetiminde kalması için “Kürdistan Meliki“ ilan edip tanıdığı Şeyh Mahmud Berzenci ile savaşmaktan bile çekinmemişti. Londra, sadece Musul-Kerkük'ün değil, tüm Güney Kürdistan'ın Irak Devleti sınırları içinde kalması için, ulusal mücadelesi veren Kürdlere karşı havadan bombalar yağdırmış, Kürd köylerini yerle bir etmişti.

Lozan Konferansı'nda, üzerinde çetin tartışmaların meydana geldiği konu “Musul Meselesi“ olmuştur. Müzakerelere ve müttefiklerine hâkim olan İngiltere için gerek zengin “petrol kaynakları“ ve gerekse “Hindistan yolunun emniyeti“ bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve iktisadi öneme sahip bir bölgedir.

Türk heyeti bu bölgenin nüfus yapısı itibariyle kendilerine verilmesinin gerekli olduğunu iddia ettiyse de İngiltere'yi kandıramamıştı. Oysa o dönemlerde Musul vilayetinde yaşayan haklıların nüfus sıralaması şöyleydi; Kürd: 452.720,Türk: 65.895, Arap: 185.763, Hıristiyan: 62.225, Yahudi: 16.865, Toplam: 785.468

Din ve Hilafet, İtilaf Devletleri'nin (İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya) Lozan'da en çok üzerinde durduğu husustu. İngiltere, sömürgesi altında tuttuğu İslam coğrafyalarında sürekli “dini yaşam ve Halife'nin etkinliği“ gibi büyük sorunlar çıkıyor ve bundan bir an önce kurtulmak istiyordu. Türk heyeti bu konu üzerinde tartışma yapmayacak kadar hazırlıklıydı; zira yıllar öncesinden bu kadronun dine ve hilafete karşı oldukları emperyalist kamuoyuna açıklanmıştı. Lozan'dan hemen sonra Mart 1924′de Hilafet'in kaldırılması, Kemalistlerin Lozan'da verdikleri sözlerinin birer sonucuydu. Daha 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda (Anayasa), Kürdlere bir çeşit özerklik verilmesi öngörülmüşken; Lozan'ın imzalanmasından sonra çıkarılan 1924 Anayasası'nda bu hak geri çekilmişti.

Türk heyetinin baş temsilcisi İsmet İnönü ve İngiliz temsilci Lord Curzon arasında samimi bir havada geçen müzakerelerde “Kürdlere ne yapacaksınız?“ sorusunu İsmet İnönü: “Yeni kurulacak devletin Türk ve Kürdlerin devleti olduğunu, kendilerine çağdaş hukuk normlarında tüm ulusal haklarının verileceğini ve Kürdlerin kesinlikle kendilerinden ayrılmayı kabul etmediklerini“ cevaplarıyla geçiştiriyordu. Zaten, bu soruyu soran İngiliz temsilcisi de aslında gerçek cevabı istemiyordu, sadece müzakerelerde işe yarayacak cevabı duymak istiyordu.

İsmet İnönü, bunu söylerken; hem Sèvres sırasında Ermeni sorunu baz alınarak Kürd şahsiyetlerin İtilaf devletlerine çekmiş oldukları telgrafları ve hem de Yunanlılara karşı savaşlarında Kürdlerin Türklere vermiş olduğu desteği, Kürdistan'daki halkın İtilaf devletlerine karşı gösterdiği direnişleri delil olarak gösteriyordu. Bunun yanı sıra, konferansa Mustafa Kemal'in talimatları doğrultusunda gönderilen ve Kürd halkının genel kararı ve talepleriyle ilgisi bulunmayan “Biz Kürdler, Türklerle kardeşiz, ayrılmak istemiyoruz, aramızda bir fark yoktur“ telgraflarını öne süren iki Kürd Mebusu Pirinçzade Fevzi ve Zülfüzade Zülfü'nün Konferans salonunu terk etmeleri Türk heyeti için büyük bir koz olmuş, İtilaf devletlerini de çok memnun etmişti. Bundan sonra Kürd halkının geleceği, görüşmelerde söz konusu dahi olmamış, her şey yeni Türk devletinin insafına bırakılmıştı. Lozan'dan dört yıl önce özerklikle ilgili maddeleri Kürdler için Sèvres’e alan İtilaf devletleri, Lozan'ın hiçbir maddesinin hiçbir cümlesinde Kürdlerin adı bile eklenmemişti.

Kürd ulusu bu antlaşma ile bütün ulusal ve uluslar arası haklardan yoksun bırakılarak, beş devlet arasında bölüşülerek sömürgeleştirilmişti.

Kürt Halkının hiçbir açıdan temsil edilmediği ve Kürdlerin vatanını, hiçbir meşru tarafı bulunmayan kukla devletler arasında, tarihte eşi benzeri bulunmayan bir tarzda “böl-parçala-yönet“ politikasına kurban ettiler. Tabii Avrupa emperyalizmi bunu Kürd halkını yakından tanıdığı için yapmıştı. Kürdistan'ın bu şekilde beş parçaya bölünüp-yöneltilmesi peki neden yapıldı?

Bu nedenlerden elbette ilki zengin petrolü, suyu ve madenleri olan Kürdistan'ın yer altı ve yerüstü zenginliklerini daha rahat sömürebilmek. Türkiye topraklarında petrolün damlası bile yoktu. Türkiye'nin çıkardığı petrol tümüyle Kürdistan topraklarındaydı. Aynı şekilde İran ve Irak devletlerinin kontrol ettiği petrol yataklarının önemli bir bölümü Kürdistan topraklarında yer alıyor. Suriye'nin çıkardığı sınırlı miktarda petrol de Kürdistan sınırları içerisinde ve kürdlere aitti.

Kürdlerin dünyanın en yoksul halkı haline düşürülerek dört devletin modern teçhizatlı ordularıyla, yetmezmiş gibi bu dört devletin bağlaşıklarınca sunulan siyasi-askeri destekle, soykırımlar, toplu sürgünler, toplu işkenceler, toplu tutuklamalar eşliğinde esaret altında tutuluyor olmalarının başlıca nedenlerinden biri Kürdlerin sahip olduğu petrol zenginliğidir.

Kürdistan'ı beşe bölerek Kürd halkının toplumsal örgütlülüğünü ve gücünü dağıtmak ve böylelikle bölgede kendilerine engel veya alternatif olabilecek dinamiklerden Kürdleri mahrum bırakmak. Kürdistan'ı bölerek ve bunu işbirlikçi yönetimlere devrederek Kürd halkını daha rahat kontrol etmek ve sürekli denetim altında tutmak ve Kürdler'i ulusal özgürlüklerinden ve haklarından mahrum etmek. Başka devletlerin boyunduruğunda Kürdler, dünya siyasetinde yer alamayacak, uluslar arası düzeyde kendisini temsil edemeyecek, siyasal, askeri, ekonomik ve sosyal açılardan hiçbir etkinliği olmayacak şekilde adeta felç edilmiş şekilde bütün hak ve özğürlüklerinden mahrum olacaktı.
Tüm bunlardan dolayı Kürdistan, tamamen çağdışı ve kendi dönemlerinin en zalim yönetimleri arasında paylaştırıldı. Böylesine beşe bölünerek paylaştırılan Kürdistan coğrafyasının sahipleri olan Kürdler, onyıllar boyu ve hala günümüzde de devam eden korkunç imha, inkar ve asimilasyon politikalarına maruz kaldılar. Kürdistan'ı ilhak ve sonrada polisi, jandarması, öğretmeni ve memuruyla işgal eden bu ülkeler, paylarına düşen Kürdistan parçasını hemen kendi ülkelerinin “doğusu, batısı, kuzeyi ve güneyi“ olarak ilan ettiler. Ve o Kürdistan parçası üzerinde yaşayan Kürdlerin de kendilerinin birer kolu olduğunu resmi tarih anlayışı içinde dillendirdiler. Öyle oldu ki “Türkler tarafından ilhak ve işgal edilen Kuzey Kürdlerin aslında Türk kökenli olduğu, Suriye ve Irak tarafından ilhak ve işgal edilen parçalarda Kürdlerin aslında Arap kökenli olduğu, İran'ın ilhak ve işgali altında olan Doğu Kürdlerin aslında Fars kökenli olduğu, Ermenistan'da yaşayan Kürdlerin aslında Ermeni kökenli olduğu“ gibi saçma-sapan resmi anlayışlar ortaya çıktı. Ve ne tuhaftır ki tamamen saçma-sapan olan bu görüşleri adı geçen ülkeler on yıllar boyu utanmadan hem Kürdlere ve hem de kendi kamuoyuna dayattılar.

Gelinen aşamada elbette ki artık hiç kimse bu yalanlara inanmıyor ama bu gerçek maalesef yetmiyor. Kürdler ne yapıp yapıp dünyanın diğer özgür halkları gibi kendi anavatanların da özgür yaşamasının koşullarını ve imkanlarını oluşturması gerekiyordu.

Letya, ilk parmağıyla gözünün üstündeki deriyi kaşıdı ve kendi kendisine: “Vay namussuzlar! Serefsizler!“ dedi. “Arap, Fars ve Türkler kendisine ait olmayan topraklar üzerinde resmen egemenliğini ilan etmişler hem de Avrupa emperyalistlerine dayanarak. Bu nedenle Kürdlere karşı hiç savaşmadıkları halde Kürdistan'ı kendi aralarında zorla paylaşmış, ilhak ve işgal etmişler. Demek ki bu nedenle bu despotlar “buralar hep bizim“ diyorlar. Ne büyük bir haksızlık!

Bazı Kürdler 1. Dünya Savaşı'nda ve sonrasında Kemalistlere büyük destek vermişler, ama Cumhuriyet kurulduktan sonra Kemalistler Kürdlere verilen tüm sözlerini unutmuş, Kürdler eşi görülmedik bir imha ve inkar politikası ile yüzyüze kalmışlar ve Lozan Antlaşması ile tamamen yok sayılmışlar. Tabii Lozan Antlaşması'da Kürdistan´da yapılan soykırımlara zemin hazırladı, çünkü Lozan Antlaşması ile Kürdler inkar edildikten sonra, Kürd inkarına tepki olarak ortaya çıkan direnişler ve sonrasında yüz binlerce Kürd'ün bu nedenle katledilmiş ve yine yüzbinlercesi sürgüne tabii tutulmuştu. Kürdler bu süreçte Ermenilerden çok daha ağır bir soykırıma maruz kaldılar. Ancak dış politikada Kürdlerin yeterince varlık gösterememeleri nedeniyle bu soykırım dünyaya duyurulamadı.

Lozan Antlaşması ile tabii olmayan, uyduruk “Türk“ diye bir halk yaratıldı, Mesopotam'yanın en kadim halklarından Kürdler ise yok sayıldı. Avrupa emperyalistlerinin için de bulunduğu yukarıda adı geçen ülkeler tarafından imzalanan bu antlaşmanın hiçbir maddesinde Kürd adı geçmiyor. Bu antlaşmanın 37'den 45'e kadar olan maddeleri Türkiye'deki azınlıklarla ilgilidir ama Kürdler burda azınlık olarak dahi kabul edilmiyorlar. Bu antlaşmayı imzalayan 8 devletten 6´sı o dönemde krallık ile yönetiliyordu ve bu antlaşma krallar adına imzalanmıştı. Günümüzde o ülkelerin birçoğu Cumhuriyet ile yönetiliyor. Letya, Kürdler ne yapıp yapıp bu lanetli Lozan Antlaşması'nı geçersiz kılmalıdırılar dedi. Buda ancak ciddi bir lobi çalışması ile olur. Sonra düşündü ve belki du nedenle Avrupa Birliği Kürd sorununu ulasal bir sorun olarak değil, salt bir insan hakları sorunu olarak ele alıyor, çünkü Avrupa Birliği'nin Kürd sorununu çözmek gibi bir niyeti yok ve hiçbir zaman da olmadı. Zaten yıllardır Kürdlere karşı kullanılan silahların büyük çoğunluğu Avrupa Birliği ülkeleri tarafından Türkiye ve Irak'a satılmıştır. Avrupa Birliği hiçbir zaman Kürd sorununun çözümü noktasında Türkiye'ye ciddi bir anlamda yönelmemiştir. Türkiye, insan ve azınlık hakları konusunda birçok antlaşmanın altına imza atmış ama bunların gereğini hiçbir zaman yerine getirmemiş, Avrupa ise susmayı tercih etmiştir. Letya, “Avrupa Birliği'nin yaptığı iki yüzlülüktür!“ aslında dedi içinden. “Lanetli Lozan Antlaşması onların eseridir ve bu Antlaşmayı ancak Amerika yırtabilecek güçtedir.“ Leya, bunları bilince çıkarınca insanlığa, sözde Avrupa “uygarlığına“ içinden lanetler okudu ama elinde hiçbir kudret yoktu. Eğer Batı çıkarları için bu kadar gaddar ve insafsızdı peki Lenin'e ne olmuştu? Lenin gibi birisinin Mustafa Kemal gibi bir katili desteklemesi mi gerekiyordu? Hani komünistler ezilenlerden yanadı? Demek ki sonuçta herkes kendi ülkesinin çıkarlarını mazlum bir halkın çıkarından daha üstün görüyordu. Zaten böyle olmasaydı Stalin 50 milyon masum insanın kanına girer miydi?

[url=http://alanlezan.net]alanlezan.net[/url]

Biz Kurdlerin bilice bir turlu çikaramadigimiz gerçekligin ozetidir bu satirlar.. ve tarihimizde her zaman bilmemiz ve buna gore dunyaya bakis acimizi belirlememiz gerekiyordu.. Kurd Ulusunun siyasal temsilcilerinin kulaklarina kupe olmasi temennilerimle.. Her bijí Letya ! [size=large][i][b][color=#FF0000]"Demek ki sonuçta herkes kendi ülkesinin çıkarlarını mazlum bir halkın çıkarından daha üstün görüyordu. Zaten böyle olmasaydı Stalin 50 milyon masum insanın kanına girer miydi?"[/color][/b][/i][/size]

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.