Zagroslar da her şey uzaktı bize.
Dünya, şehirler, caddeler... yani bir çok şey.
Yalnızca yıldızlar, ay, bulutlar, rüzgar ve kuşlar yakındır insana.
Elini uzatıp ayı elma gibi tutmak, bulutların içinden karın üzerinde yürür gibi yürümek vardı.
O kadar yakındılar.
Zamanın ve mekanın acımasız bir izafiyeti vardı.
Ruhunuzun bir parçasının attığı yerler, size çok uzak, varmak için mutlak bir imkansızlık hissi uyandırır.
Ama öte taraftan her gece, yıldızlar ve ay ruhunuzun attığı o mekan ve zamanları görüyordu. Bulutlar, kuşlar, rüzgar kısa bir zaman diliminde, özgürce mutlağı! aşıp oralara tur atıyorlardı.
Ve bizlerde kıskanç, hüzün, hasetle bakardık onlara.
Tanrılar için orası zagros değil dünyanın herhangi bir yeriydi.Çünkü tanrıların yaşadığı zagrosta, coca cola kutuları kırmızı kırmızı parlardı uzaktan.