Tek Seçenekli Kürt - Türk Müzakereleri!
Eşitlerin onurlu barışı!
Faysal Dağlı
Geçtiğimiz gün kaynağı belirsiz bir şekilde internet ortamında yayınlanan PKK-TC görüşmelerinin sesli kayıtları taraflarca onaylanmadığı gibi, red de edilmedi. ‘’Sahipsiz’’ kaldığı için ‘’meşruiyeti’’ de sorunlu hale gelen bu zabıtları esas alan bir tartışmanın zorluğunu da dikkate alarak, müzakerelere dair kimi hassas noktalara dikkat çekilmesi gerekiyor.
Taraflar arasında temasların sürdüğü bir dönemde; AKP Hükümeti’nin ‘’en büyük’’ operasyon hazırlıkları ve PKK’nin karşı atakları ile legal siyasette ve kamusal alanda süren mücadele ‘’son savaşın’’ da yaşanacağı zorlu bir süreçten geçileceğini gösteriyor! Nedense tam da şu anda insanın aklına 1998'de Türk tarafının Kürtlerle ''gizli' görüşmeler sürdürdüğü ve Kürt tarafının şiddetli operasyonlara rağmen tek yanlı ateşkeste ısrar ettiği dönemde örülen Kenya Komplosu geliyor!
Ses kaydı yansıyan görüşmede dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hikmet Fidan, Ankara’nın ‘’entegratif strateji’’ planını sezdirmemek gibi bir görevle yanında MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile birlikte Kürt tarafına ‘’en samimi’’ jestler ile hitap ediyor. Devlet terbiyesi almış bir diplomatın inceliği ve kişisel centilmenliğinin de albenisi ile Kürt tarafını, Erdoğan’ın çözüm iradesine inandırmaya çalışırken, O’nun Kürtleri ‘’minimalize etme’’ projesini gizlemek için fazla bir çaba harcamıyor.
Türk temsilcisi Hakan Fidan’ın da görüşme kayıtlarında işaret ettiği gibi: "12 yıldır Öcalan ile çeşitli düzeylerde görüşüldü. Ancak bu görüşmelerin tek birinde bile güvenlik sorununun dışına çıkılmadı. PKK'nin tasfiyesi esas alındı." MİT Müsteşarı, ‘’bu görüşmede de tasfiyenizi hedef alıyoruz’’ demeyi de anılarına saklamış olmalı. Çünkü eş zamanlı olarak Türk büyükleri Ankara’nın siyasi-askeri-entelektüel karargahlarında Kandil zirvelerindeki zafer gününü resmeden fotoğrafın kadrajında yer alma hayalleri kuruyordu. MİT, PKK’ye müzakerenin erdemlerini anlatırken Ankara’da da Kürtlere ‘’Üç derste Sri Lanka modeli’’ oyunu hazırlığına girişilmiş, Türk tarihinin en büyük hava operasyonu için keşifler başlatılmıştı! Fidan da, Kürt heyeti ile görüşürken, onları bir süre sonra Kandil’de başlatacakları Sri Lanka üsülu sürek avındaki birer kaplan olarak düşünmüyor olmalı idi!
Sri Lanka Fantazisi ve ‘’Kurtlar Vadisi – Kandil’’
Kürtlere ‘’entegratif strateji’’ planlayan ‘’Ortadoğu’nun model ülkesinin, model hükümet partisi, maneviyatçı AKP’nin’’ dikkate almadığı bir durum vardı; ‘’Sri Lanka Modeli’’ Tamil Halkı’nın özgürlük talebine karşı vahşi bir saldırı, onbinlerce insanın katli, insanlık tarihinin en büyük suçlarından biri idi. Ama Ankara’da kimse böyle bir suçu işlemeyi konuşmanın dahi utanç verici bir durum olduğunu aklına getirmemişti! Ne de olsa T.C’nin heybesinde o denli suç birikmişti ki, birkaç bin Kürd’ün daha katledilmesinin lafı mı olurdu!
Öte yandan aynı Türk tarafında kimse; İsteseler de, niyet de etseler, meyl de etseler, teşebbüs de etseler Kürtlere bir ‘’Sri Lanka yenilgisi’’ yaşatamayacaklarını da düşünmüyor! Sanki Kürt direnişi onların öfkesi ile dağılacakmış gibi hareket ediyor, Kürtleri Türk bıçağına boynunu uzatan kuzular gibi hayal ediyorlar!
Türklerin, Sri Lanka fantazileri için; önce ihanet edecek bir Komutan Karuna, sonra Jafna ve Batticcaloa diye ikiye bölünmüş Kürt toplumu, sonra direnen Kürt gerillaların arkasında Hindistan donanmasının kuşattığı açık bir deniz, ardından da mevzi savaşına girişecek gerillanın tanklarca ezileceği düz bir arazi bulmaları gerek! Tüm bunları yapabilecek bir sihirleri varsa, artık varsın bir de Rajapaska zaferleri olsun! Ancak en iyisi bir ‘’Kurtlar Vadisi – Kandil’’ ile idare etmeleri, nasılsa sanalda herşey mümkün! İşin ilginci; Sri Lanka marşları çalan Türk basınının ‘’mümtaz mareşallerinin’’ korosu! Günlerdir gazete manşetleri, TV ekranları; ‘’komandodan, özel timden, F-16’dan, kirpiden’’ geçilmiyor! ‘’Bıçak kemiğe dayandıcıların’’ çıldırmış militarist ruhiyelerinin, karşı tarafta yaratacağı en son tepkinin korku olduğunu anlamamaları, müzakerelerin geleceğini de tehlikeye atıyor!
Açık müzakere şarttır
Müzakere sürecinin artık sık sık gündeme geleceği gözönüne alınırsa, dikkate haiz birkaç olgu hatırdan çıkarılmamalıdır. Türk devleti; Güney Kürdistan Hükümeti, Irak, İran ve ABD’den istediği desteği alırsa beklenen ‘’sınır ve sinir ötesi operasyonu’’ yapacak. Artık Kandil, Sri Lanka mı olur, Vietnam mı olur, bunu göreceğiz! Ancak her halukarda konjöktörel nedenlerden dolayı bir süre ara bile verilse, taraflar arasındaki görüşmeler kaldığı yerden devam edecektir.
Avrupa’da yürütülen görüşmelerden birinin tutanaklarının yayınlanmasının ardından ortaya çıkan durumdan anlaşılıyor ki Kürtlerin, bu saaten sonra Türk devleti ile girişeceği her türden temasın şefaf olması gerekmektedir ve bunun sonsuz faydası vardır. Anlaşıldığı kadarı ile şimdiye dek yeterince gizli yürütülmüş bu görüşmelerin sonuçsuz kalmasının en büyük nedenlerinden biri, her an koparılabilecek, inkar edilebilecek ve uygulanmayabilecek sözler ve yaklaşımlar içermesidir.
Güney Afrika’da iktidardaki Apartheitçı Ulusal Parti ile direnişçi ANC arasındaki görüşmelerin ''gizli safhasında'' binlerce kişi katledilmişti! Sonradan gizliliğin müzakere sürecinde karşı tarafı sıkıştırmak dışında fazla bir katkıda bulunmadığını ve müzakerelerin kanlı eylemler eşliğinde yürüdüğü itiraf edilmişti!
Bu bağlamda önceki gün BDP Eşbaşkanı Salahatin Demirtaş’ın ‘’açık müzakere’’ çağrısı ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in ‘’devletin böylesi görüşmeler sürdürebileceğini’’ ifade etmesi önemlidir.
Transparent olarak yürütülecek her türden müzakereye kamuoyu da dahil olabilmektedir. Kamuoyu baskısı ve gözetimi altında gelişen bir görüşme sürecinden taraflar istese de rahatça çekilemez. Ayrıca kimin ne istediği ve kimin ne istemediği de herkesin gözleri önünde cereyan edecektir. Verilecek ve alınacak tavizler, vazgeçilecek veya hesabı sonraya ertelenecek günahlar da herkesin gözü önünde olacaktır. Ayrıca kamuoyunun taraf olması, müzakerelerin vebalinin ve sorumluluğunun liderler veya partileri baskı altına almasını da engellemekte, siyasetin ve karar verici mekanizmanın daha rahat çalışmasına neden olmaktadır. Bu durumda sonuçlar da herkes açısından tolore edilecek ve kollektif sorumluluğu öne çıkaracaktır.
Bu şekilde yapılacak müzakerelere sadece savaşan taraflar değil, günümüz dünyasında artık sivil toplum örgütleri de katılmakta ve kamuoyunun nabzı eşliğinde görüşmelere yön verilmektedir. Gölgede yapılacak temasların aldatıcı ve uzun süre sorun yaratıcı özellikleri de bu şekilde bertaraf edilebilecektir.
Kaldı ki Kürtler, katılımcı demokratik bir yaşam modeli talep etmektedir, dolayısı ile müzakere sürecinde de Kürt halkının yetki verdiği temsilcilerinin arkasında durmasından daha doğal bir şey olamaz. Seçmenin yüzde 50’sinin oyunu almış bir hükümetin de açıklık ve katılımcılıktan çekinmesi için bir neden olmayacaktır!
Keza hem ‘’Balıkçı’’ hem ‘’İstihbaratçı’’ deşifrasyonunda ortaya çıkan sonuç toplumun konuya oldukça duyarlı olduğu ve gelişmeleri bilme isteği ve ilgisi idi! İki olayın da sızdırılmasında ortaya çıkan bir diğer sonuç, aslında görüşmelere ‘’meşruiyet ve açıklık’’ boyutu katılması ve kamuoyununun bundan haberdar edilmesi zorunluluğu olmuştur.
''Türk hasassiyeti'' Türk sorundur
Bir diğer konu kamuoyu hassasiyetidir! ''Türk kamuoyunun hasassiyeti'' Türk tarafının sorundur. O ''hassasiyeti'' yarattanlar, o ''hassasiyetti'' nasıl oya ve ranta dönüştürüyorlarsa, öyle de alacaklardır, bunun başka da bir yolu yoktur. Kürt tarafına ‘’Türk hassasiyetine hassasiyet’’ baskısı yapmak bir aldatma yöntemidir. ‘’Hassasiyetlere saygı’’ beklenecekse bunu daha çok hakları gasbedilen Kürtlerin isteme durumu vardır!
Her transformasyon süreci aynı zamanda o döneme dek savaşın tarafı olmuş kamuoylarının terapi süreci anlamına da gelmektedir de. Türk rejimi şimdiye dek Kürtlerin hak talebine düşmanlık ekseninde manipüle ettiği kendi kamuoyunu, bu sorunu çözmek istiyorsa ''terapi'' de edecektir. Bunun için öncellikle kamuoyuna şövenizm pompalayan vanaları kapatmalıdır.
Geçmişle yüzleşmedikçe Kürtlerle barışılamaz
Müzakere süreçlerinin bir diğer özelliği geçmiş ile hesaplaşmadır. ‘’Suçlu’’ geçmişinin üstünü örtmekte ısrar eden bir rejim, bugününe karşı da samimi davranamaz ve geçmişin frekansları ile her zaman ‘’suç’’ işlemeye eğilimli olur. Türkler, katledilen Ermeniler için özür dileyip, mallarını iade etseydiler, Hrant Dink katledilir miydi? Rejim, ulusal burjuvazi yaratmak için Rumları, Yahudileri soyup varlık vergisi koyar mıydı? İstanbul’un, İzmir’in son Rumlarını kovmak için 5-6 Eylül tezgahını kurar mıydı? Bugüne ilişkin olanına gelirsek; Türk yöneticiler, kanlı ve suça bulaşmış geçmişlerinin ‘’mağrur mudafileri’’ olmasaydı Ermenilere yaptıklarını zamana yayarak Kürtlere yapmaya vicdan yettirirler miydi?
Şeyh Sait ve Zilan katliamlarının, Dersim Soykırımı’nın, Amed cezaevi işkencelerinin, 1990’lardaki yoketme endeksli kontrgerilla savaşının hesabı görülmeden, Kürtlerin kayıp cesetleri, kayıp kemikleri iade edilmeden yapılacak müzakereleri veya ‘’barışı’’ kim sindirecektir?
Türk tarafının geçmişi ile yüzleşmesi müzakare süreci ile eşzamanlı olarak gündeme gelmek ve kendi kulvarında ilerlemek durumundadır. Kürtler bu konuda ısrarcıdır. Dünyada müzakere süreci örneklerinin kimileri aynı zamanda geçmiş ile yüzleşme süreçleri olarak da gelişmiştir. Türkler, Kemalizmin bütün yıkıcı sonuçları ile hesaplaşmadıkları sürece, Kürtler ile de ''barışamayacaktır!’’
Habur ‘’Utanç içinde teslim olmuş isyancılar’’ rolüne yanıttır!
Öte yandan gerek görüşmelerde gerekse hükümet argümanlarında Habur dönüşünün ısrarla ‘’yol kazası’’ veya ‘’kırılma noktası’’ şeklinde tanımlanması Türk tarafının ‘’iyi niyetinden’’ kuşku duymaya yol açıyor. Türkler neden dağlarda yıllarca fedekarca direnmiş ve savaş kurallarına uymuş gerillaların ve zülme uğradıkları için göçertilmiş köylülerin onurlu dönüşünden ve Kürt halkının evlatları ile gurur duymasından, bunu gösteriler ile ifade etmesinden rahatsız oluyor? Neden bu durum ‘’açılım bitti’’ yaklaşımının sebebi sayılıyor?
Eğer yapılmak istenen Kürt direnişçilere ‘’utanç içinde teslim olmuş isyancılar’’ rolü oynatmak ise Türk Devleti bunu yapamayacaktır! Habur olayı konusunda dik durulması ve bunun tartışma konusu bile yapılmaması gelecekte taraflar arasında oluşacak hukuk açısından oldukça önemlidir.
Güvenlik modlu yaklaşım aşılmalıdır
Müzakerelerdeki eşit profil veya denklik de sürecin selameti açısından elzemdir. Muhalifleri izlemek ile amil olan MİT’in müsteşarı ve yardımcısı bu görüşmelerde Kürt tarafının partnerleri olmamalıdır. İlk temaslarda bu durum zorunlu bile olsa, denk heyetler muhatap olmalıdır!
Görüşme kayıtlarında MİT Temsilcisi Afet Güneş'in Kürt heyetine; ''Sizin metropollere bomba doldurduğunuzu biliyoruz'' repliği bile apolitik ‘’güvenlik modlu’’ anlayışın kısırlığını ifade etmektedir. Afet Hanım’a ne yanıt verildi bilmiyorum, ancak, TSK’nin hergün Kürdistan dağlarına attığı tonlarca bomba ve cephane hatırlatılınca birazcık utanmış olduğunu varsayıyorum!
Kürtlerin hak talebi gayri meşru, kriminal istemler değildir. Sorun politik ise savaşta da müzakerede de partnerler politik makamlardır. Kürtlerin muhatabı; devleti yönetmekten ve yürütmeden sorumlu, yetkili hükümettir. Kuralları ile oynanacak bir oyun iki taraf açısından da en sağlıklı sonuçlar doğuracaktır, yoksa aldatma ve oyalamaya yönelik taktikler sadece daha çok kan dökülmesine ve zaman kaybına yol açacaktır. Ayrıca müzakerelerde bugün bastırılan veya gaspedilen bir hak yarın mutlaka alınacaktır. Kendine güvenmek iyidir ama tarihin deneyimlerine, derslerine güvenmek daha iyidir! Daha fazla acının, daha fazla savaşın tek alternatifi; tek seçeneği ‘’eşitlerin onurlu barışı’’ olan Kürt - Türk müzakereleridir!
[email protected]
Guzel bir yazi