"Kürdistan Devriminin birincil ittifakları iki halkadan oluşur. Gençlik-aydın tabaka birinci halkayı oluşturup, özellikle devrimin başlangıç aşamasında büyük rol oynayarak, devrimin gelişip başarıya ulaşmasında önemli ve güvenilir bir müttefiktir. Kent küçük-burjuvazisi ve diğer milli güçler ikinci halkayı oluşturup, özellikle devrimin geliştiği dönemlerde mücadeleye katılırlar. .….
Masa başında çizilecek planlarla ittifaklar gerçekleşmez. Tarihte ve günümüzde en güçlü ittifaklar, sıcak savaş içinde gerçekleşen ittifaklardır." (Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu (Manifesto), Weşanên Serxwebûn 24, Dördüncü baskı, nisan 1992, sf. 201)
"Cephenin ilanıyla birlikte tartışılmak istenen bir sorun da parti-cephe ikilemidir. Bazıları cepheyi partilerin toplamından ibaret gibi görürlerken, aynı zamanda tek bir partinin cephe kuramayacağı biçiminde değerlendirmeler de bulunmaktadır. ……
Cephe, PKK hareketinin bünyesinde tohum halinde mevecuttu. Dolaysıyla PKK'nin bugün kendi önderliğinde bir cephe ilanına gitmesi hem zorunludur ve hem de kaçınamayacağı bir görevidir. ……. Bu açıdan, PKK'nin kendi etkisi altındaki kitle temelinde cephe ilanına gitmesi ve bunun giderek dalga dalga diğer kesimlere doğru yayılması, doğru cephe anlayışının bir gereğidir. .." (Abdullah Öcalan, Seçme Yazılar Cilt-1, Weşanên Serxwebûn 34, Ağustos 1986, sf. 193, abç.)
"Ister işçi-köylü ittifakını sağlamak, ister bu ittifaka önderlik etmek olsun, burjuva milliyetçi, ulusal inkarcı ve revizyonist akımlarla sıkı bir mücadeleyi gerektirir." (PKK programı, ikinci basım, Eylül 1981, sf. 32-33)
"Diğer yandan, sömürgecilerin, feodal kopradorların, burjuva ve küçük-burjuva reformistleri ile sosyal-şovenlerin devrimci mücadeleye karşı pek çok taktiği kullanacakları hatırda tutularak bu gerici güçlere karşı her türlü mücadele biçimleri (ideolojik-politik vb.) kullanılmalıdır." (Doğru Yolu Kavrayalım, 1.11.1978, sf. 20)
"… günümüzdeki Pêşeng, TKSP vb. odakların nasıl dişinize göre uşaklar olduklarını, tarihteki Idris-i Bitlisileri, size hiç aratmayacaklarını çok iyi bilmektesiniz." (Abdullah Öcalan, Seçme Yazılar Cilt-2, Weşanên Serxwebûn 36, Aralık 1986, sf. 153)
"Örneğin bir Kürt particiliği, PKK'sız veya PKK'yı karşısına alması durumunda nefes bile alamaz. PKK'yı karşısına alırsa yerle bir olur. …. Tekrar tekrar uyarıyorum. Bu gafiller kendi tutumlarına bu şekilde devam ederlerse, kesinlikle beklemedikleri biçimde kendi sonlarını getirirler. ….. Her şey kanla yaratılırken, her şey acımasız işkence altında kurtarılmaya çalışılırken, bu bayların buna çok ucuza konmaları kabul edilemez. ….. Işte, Özgürlük Yolu'mu diyelim, Barzani-Talabani yolu mu diyelim ve böyleleri çoktur. Ateş altında iken 'demokrasi ne iyisin, ne dostsun, ne güzelsin" diyorlar. Artık bunlara ne diyelim? Gafil mi diyelim, hain mi diyelim? …" (Abdullah Öcalan, Serxwebûn Eylül 1992, sf. 16-17, abç.)
"Burada dışımızdaki ilkel-milliyetçi ve reformist çevrelerin durumuna da kısaca değinecek olursak; bunları düşmanın bir savaş aleti olmaktan çıkarmak; gerekiyorsa uzlaşma durumu olanlarla uzlaşmak ve hatta mümkünse bazılarını kullanmak gerekiyor. Bu arada, özellikle düşmanın çok oynadığı ve kullandığı ögeleri tasfiye etmek gerekiyor. Hatta, eğer kendilerini hazırlıklı görüyorlarsa, onları da Ulusal Kongre platformuna çekme çalışmaları yapılabilir." (PKK 4. Ulusal Kongresine sunulan Politik Rapor, Weşanên Serxwebûn 52, Birinci Baskı Mart 1992, sf. 248, abç.)
**
Türkiye’de seçimler yapılacak 12 Haziran’da.
Derin devlet iş başında.
Hatay’da 7 Kürd genci öldürülüyor. Öldürüldükten sonra organları kesiliyor.
Kastamonu’da zırh delici oksitli mermilerle polis öldürülüyor.
Dersim’de 12 Kürd genci öldürülüyor.
Bismil’de YSK kararlarının protesto edilmesi sırasında bir Kürd genci polis tarafından vuruluyor, vurulduktan sonra dişleri kırılıyor.
Pot çok ağır.
Bu kadar karanlık işin kime, neye hizmet ettiğini herkes biliyor.
Ama işin ‘militer’ yanı özellikle Kürdler tarafından görmezden geliniyor.
Derin hesapların kısa vadeli amaçları arasında MHP’nin oyunu yükseltmek var.
Bunun için bol bol asker ve polis cenazesinin kaldırılması lazım.
AKP’nin oylarının azaltılması lazım.
Kürdlerin hep beraber ‘bir şey istemiyoruz’ noktasına getirilmesi lazım.
Bu derin hesapların gerçekleşebilmesi için aciliyeti duyulan en önemli şey: KAN...
Onar onar Kürd gencinin öldürülmesi, uzuvlarının kesilip Kürdlerin galeyana getirilmesi lazım.
Bu nedenle mebusluk hayaliyle yatıp kalkan, mecliste ‘Türk ırkının bölünmez bütünlüğü’ üzerine yemin etmekte beis görmeyecek Kürd işportacılar Kürd gençlerinin öldürülmesi için adeta yardımcı oluyorlar rejime.
Öcalan’ın kemalist projelerine tam destek veriyorlar.
Öcalan’ın söylediklerini ‘kendilerinin idrak edemediğini’ söyleyerek ne kadar akıl sahibi olduklarını gösteriyorlar.
Daha büyük resimde daha başka şeyler var.
Devlet Kürdlerin Öcalan’a biat ettirilmesiyle teslim alınmasını amaçlıyor.
Kürdlerin siyasal haklarını aramasını önlemeye çalışıyor.
Kürdlerin asırlık hak arama mücadelesini kıytırık kültürel haklarla sınırlamak istiyor.
Derin amaç nedir?
Son tahlilde Kürdlüğün yokedilmesidir.
Bunu az ve öz olarak ses kaydı internete düşen Antalya’daki albay özetliyor:
‘Önce vur, sonra asimile et’.
Hiçbir prensibi olmayan, bir kaç kişinin mebus olması için, Öcalan’ın bakir sözcülere sahip olması uğruna kotarılan ve adına ‘ulusal birlik’ denen derin tezgahta Kürd figüranlar hükümete yüklenirken, genelkurmaya tek söz söylemiyorlar.
Kürd gençlerinin onar onar katledilmesine sebep olan ve sözde gerilla savaşı veren PKK’yi sorgulayamıyorlar.
Gerilla savaşında! Bu kadar kayıp normal değil diyemiyorlar.
Militarizmin teknesine su taşıyorlar şevkle.
Çok sıkıştılar mı, hemen Şemsi Belli’nin ‘Bir bütünün çift yarısı’ şiirini çağrıştıran şeyler dillendiriyorlar.
‘Lo gardaşım ne soriysin
Beni boşuna yoriysin
Kürt de, Türk de
Bir silahın yarısı
Biri namlu
Biri gundah’
Bunların dillerine doladıkları ‘ulusal birliğe’ en fazla Abdullah Öcalan gülüyordur herhalde.
Bu balık hafızalı işportacıların hesaplarını iyi yapmaları için, Abdullah Öcalan’ın ‘ulusal birlik’ten ne anladığını gösteren bir kaç örneği yazının başında verdim.
**
İşportacılar Öcalan’a ve derin devlete yaranmak için büyük bir yarış içindeler.
Herkes veciz şeyler söyleme çabası içinde.
Altan Tan mesela ‘Bagok-Cudi kriterlerinden’ bahsediyor.
Nedir ‘Bagok-Cudi kriterleri’?
Kani Yılmaz’ın katledilmesi mi?
Hayatının onlarca yılını zindanda geçiren Hikmet Fidan’ın kalleşçe öldürülmesi mi?
Ailesinin tümü nerdeyse Kürd mücadelesinin mağduru ve malülü haline gelen Mehmet Şener’in Suriye rejimiyle birlikte öldürülmesi mi?
Şemdin Sakık ve Hamili Yıldırım’ın tutsak edilmesi mi?
Yer altında yapılan hücreler mi?
Altan Tan bunu açıklamalı.
Madem Diyarbakır’da imara açılacak yeni arsalar Pirinçlik tarafında mı, yoksa Ergani yolunda mı olacak diye arsa spekülatörlerini ve meslekdaşı müteahhitleri açıklamaktan imtina ediyor.
En azından şu ‘Bagok-Cudi’ kriterlerini açıklamalı.
Altan şunu da kulağına küpe etmeli.
Halkı ‘Bagok-Cudi kriteriyle’ korkutayım darken, ‘Bagok-Cudi’ kriterine muhatap olabilir.
Bu işler öyle ‘Şıvanlar ve gavanlar’ başlıklı kafiyeli yazılar döşenmeye benzemez.
**
Şerafettin Elçi de ‘Amed’e el uzatanın eli kırılır, dili kesilir’ diyor.
Ki Şerafettin bey eskiden günü birlik toplantılar için Diyarbakır’a gelmek için ’50 arabalık konvoy tarafından karşılanmayı’ şart koşardı.
Şimdi onbinleri bulmuşken Durnas abimiz amma yanık konuşuyor ha..
Ama Şerafettin beyin Anayasa mahkemesinde başka şeyler söylediği de bilinir.
‘Yüce Atatürk’ün dediği gibi’ sözü DKP savunma dosyasında duruyor mesela.
Çok sıkışırsa Bizim iki kabemiz var: Biri anıtkabir, biri Kabe’ demekten de kaçınmaz.
Demirel’den esinlenerek kurduğu ‘Hür demokratlar’ın Ankara toplantısında toplantı salonuna kocaman bir türk bayrağı astırmasına arkadaşı ve sırdaşı Derviş Akgül bile isyan etmişti sonunda.
**
Altan Tan ve Elçi konuşurken belediye başkanları büyük bir keyifle onları dinliyorlar.
Bu belediye başkanlarından birisinin oğlu da bir ara Qandil’e gitmişti.
Ama dönmesi için fazla zaman gerekmedi.
Ama ‘oğul’un dolduruşuyla dağa gidenler halen oradalar.
Belediye başkanları keyifli olmasın da, çocuklarına Qandil’de kemalist ideolojinin bekçiliği yaptırılan analar mı keyifli olsun?
Çünkü ne arsa spekülatörlüğü, ne DİSKİ’nin her evdeki su saatlerini, değişitirme emrivakisiyle kurulan mafiavari tezgah, ne Bağlar’ın toplanmayan çöp sorunu, ne militarizmin yarattığı fuhuş sektörü, ne de Batman’daki SSPE virüsü ve yol açtığı beyin hastalığını kimse düşünmeye fırsat bulamıyorlar.
Elçibey ve Altan Tan ile bilumum mebus adayları çok ‘içten’ uzun hava çekiyorlar çünkü.
Onlar konuşurken Ergenekon sanığı, özel harpçi İbrahim Şahin ve arkadaşları da heyecanla dört kulak kesiliyorlar.
Öldüğü kaldığı belli olmayan Yeşil’in bir kulağı mardin’de, öbür kulağı Muş’ta.
‘Son peygamber’in son silahşörleri son düzlüğe girdiler yarışta.
Ortalık toz duman.
Eski çamlar bardak oldu!
Hele bu müteahhitler de seçilsin, GATA’da tedavi, Oran sitesinde ikamet imkanlarına kavuşsunlar.
Belki onlara da ‘bir metres bir de ekstradan mersedes’ düşer.
O da bir şey mi?
Evellallah ‘Kürdler ulusal birlik kuruyor!’
SSPE virüsü, bayatlamış kızamık aşılarının yapıldığı Kürd çocuklarının yakalandığı beyin hastalığını çözmek de iş mi Allah aşkına!
**
‘Barış ve emek adayları’ mebus olmalarını ‘ulusal birlik’ diye cilalıyorlar.
Ama ne hikmetse bu ‘ulusal birlik!’ denen pazarda, Suriye hiç gündeme gelmiyor.
Kürdlerin ordaki statüsüzlüğü konuşulmuyor.
Ergenekon sanıklarını ziyaret etmeye ayırdıkları mesainin yüzde birini Suriye’yi protesto etmeye ayırmıyorlar.
**
Daha kolay şeyler var.
Polise taş atmak, fakir fukara çocuğunu ateşe atmak, her Cuma günü namaz kılanlara zaten dar gelen camilerin avlularından taşanları Dağkapı’da toplamaktan ‘sivil itaatsizlik’ çıkarma uyanıklığı, Kürd gençlerinin cesetleri üzerinde zar atma, Kürdlerin kollektif haklarını mebusluk hesabına kurban etmek daha zahmetsiz ve karlı işler.
Değil mi?
17.05.2011
Rızgari Online'den Akt.