İKİ DE TÜRK BÜYÜĞÜ (DOĞU PERİNÇEK)
(önceki okunma 1520)
...............................................................
Doğu Perinçek ile hukukumuz 12 Eylül 1980 öncesine kadar uzanır. Ben 1970'lerden beri oÂnu tanırım. Ama 1979 da Perinçek`in redaktörlüğünde yayınlanan Aydınlık Gazetesi beni ihbar edince karşı karşıya geldik. O tarihlerde ben D.Bakır`da idim. Özgürlük Yolu çevresinden kopan bir gurupla görüşür, parkta oturur tartışırdım. Bir gün parkın kapısından içeri girip arkadaşlarımın oturduğu masaya doğru gidiyordum; herkesin bana bakıp gülümsediğini gördüm.
„Hayırdır arkadaşlar bir şey mi oldu?“ dedim. Bir arkadaş elindeki gazeteyi bana uzattı. Manşete baktım: “Tilki Selim Diyarbakır'da!“ Hala bir şey anlamamıştım. Bir sandalye çektim; oturdum ve gazetenin haberini okumaya başladım. “Doğu ve Güneydoğu'da pek çok cinayetin sorumlusu Selim Çürükkaya ellerini kollarını sallayarak Diyarbakır'da dolaşıyor.“ Bu cümleyi okuyunca arkadaşlarımın neden bana bakıp gülümsediklerini yeni anladım ve gazeteyi elime alarak “Hadi bana eyvallah“ dedim; parktan ayrıldım. Bu olaydan sonra yakalandığım 1 Mayıs 1980 gününe kadar Diyarbakır'da illegal yaşamaya başladım.
Gazetedeki haberin doğru olan tek tarafı benim D.Bakır'da ellerimi kollarımı sallayıp dolaşmamdı. Gerçekten hiç bir cinayetin faili değildim. Nitekim Doğu beyin çok güvendiği Türk ordusu bu haberden bir yıl sonra darbe yaptı. Ve ben bu ordunun emrinde çalışan mahkemelerde yargılandım. Beni cinayetten sorumlu tutamadılar. Örgüt üyesi olduğumu tesbit ettiler. Türk ceza kanunun 168. maddesi gereğince oÂnbeş yıl hapis cezasına çaptırdılar. Bunu yeterli görmemiş olacaklar ki “siddeli siyasi savunma yaptığımdan“ dolayı, sekiz yıl daha eklediler.
Öyle anlaşılıyorki demokrasinin, insan haklarının ve hukukun katili sıkıyönetim mahkemeleri bile Doğu bey gibi, beni cinayet işlemekle suçlayamadı. Ama Türk ordusu beni tutukladığı gibi Doğu`yu da tutukladı.
Aradan yıllar geçti. Biz, oÂnlar gibi duvarlar arasında boyun eğmedik; bize işkence yapanlara yalvarmadık, “biz de sizin gibi düşünüyoruz, niye bizi tutukladınız?“ demedik. İşkenceye, zulme, zorbalığa karşı direndik. Mahkeme salonlarında sömürgeciliği yargıladık. Bizi çevreleyen bütün duvarları “yıktık“ sesimizi halkımıza ve insanlığa duyurduk. Ve yankı buldu sesimiz; Eruh'tan Semdinli'den. Ailelerimiz sokaklara döküldü; açlık grevlerine yattılar oÂnar-onar, yüzer-yüzer...
Ama oÂnları barındırması gereken partiler, sendikalar, insani kuruluşlar korkudan kapılarına kilit vurdular. Bir camilerin, bir de başını Doğu Perinçek`in çektiği partinin kapıları açıkti. Kimimizi ihbar edip yakalatan, kimimizi illegal durumu düşüren Perinçek ve arkadaşları, bu kez işkencelere karşı direnen ailelerimize partilerinin kapılarını açıyorlardı. Bu bir pişmanlık belirtisi miydi? yoksa oynanan bir oyunun başka bir sahnesi miydi? oÂnu ileride anlayacağız.
Doğu Perinçek ile ilk doğrudan temasım 1989 tarihinde Ceyhan Cezaevi'ndeyken oldu. Bekaa`ya gitmiş, Öcalan`la görüşmüş, geri dönmüştü. “Bekaa`da 21 Ajan“ manşetiyle 2000`e doğru dergisinde bir yazı dizisi başlatmıştı. Derginin sonraki sayısında dizi yazıyı durdurmuş, bana ve Mustafa Karasu`ya şu haberi ulaştırmıştı: “Bekaa`ya gittim, bana ajan olarak gösterilenlerle konuştum. Türkiye`ye döndüm. Araştırma yaptım, tutuklanan kişilerden hiç biri ajan değildir. Bize yalan söylendi. Bu konuda Apo`ya da mektup yazdım. Haberiniz olsun!“
Biz içerdekiler Apo ile Doğu`nun dışarda ne dolaplar çevirdiğini bilmiyorduk. Ama 2000`e doğru dergisinin yaptığı yayınları ve İşçi Partisi'nin kapılarını ailelerimize açmasını olumlu buluyorduk. Geçmişte bize yapılan haksızlıkları unutmaya hazırdık.
27 Nisan 1991 günü Bartın Cezaevi'nden tahliye olup İstanbul`a gittim. Ki bu tarihlerde Türkiye`de iki, Avrupa`da bir kitabım, bir çok dergi ve gazetede oÂnlarca mekalem yayınlanmıştı. Yani kitaplarımı okuyan Doğu Perinçek artık beni yakından tanıyordu. Yeni Ülke gazetesinin başına geçtiğimi öğrenince telefonla beni aramış, geçmiş olsun dileğinde bulunmuş ve beni evine davet etmişti.
“Oniki yıl önce ihbar ettiğin adamı, oÂniki yıl sonra misafir olarak evine davet et!“
Yanıma , Yeni Ülke gazetesinin sahibini, İnsan Hakları Derneğinden iki kişiyi alarak, birlikte Perinçek`in evine gittim. Bizi çok sıcak karşıladı. Karşılıklı kahvelerimizi içerek sohbet ettik. Bir ara gözlerim “Aydınlık“ gazetesinin arşivine takıldı. “Doğu bey bir bakabilir miyim?“ diye sordum. “Selim bey, eski defterleri karıştırmazsak daha iyi olur“ diyerek güldü. Lafı dolaştırıp yeni kuralan HDP`e getirdi. “Bu partiyi kuranlar Amerika yanlısı Kürtlerdir, siz gelin bunlara destek vermeyin, biz bizim partide birlikte çalışalım“ dedi. “Siz her taşın altında Amerika ararsınız; bu sizin fobiniz“ deyince, konuyu değiştirdi. Geçmiş, gelecek, her şeyi tartıştık. Bekaa filimlerini izledik; derken sabah oldu. Yani o gece Şule hanım da dahil hiç birimiz uyuyamadık.
Aradan bir kaç gün geçti. Doğu Perinçek tekrar beni aradı. “Selim bey önemli bir mevzuu için sizinle görüşmem gerekiyor. Ya ben Yeni Ülke'ye geleyim ya da siz bizim dergiye gelebilir misiniz?“ dedi. Gazetemize yakın olan 2000`e doğru dergisinin bürosuna gittim. Beni Doğu´nun özel odasına aldılar. Hoş geldinden sonra karşılıklı oturduk. Hal hatır sordu. Nazikce karşılık verdim. Çekmecesinden bir zarf çıkarttı. Zarfı açtı; içinde beş adet fotoğraf vardı. „Selim bey, bunlar benle Öcalan`ın Bekaa`da çekilmiş fotoğraflarımızdır. Dün Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından bu fotograflar, İstanbul'daki bütün gazetelerin bürolarına gönderilmiş. Yanılmıyorsam sizin gazeteyede gelmiş“ dedi. Evet aynı fotoğraflardan beş adet bizim gazeteyede postalanmıştı. Doğu bey, bununla yetinmedi, çekmecesinden bir zarf daha çıkardı. oÂnun içinde çok sayıda fotoğraf vardı. İçinden beş tane seçti „Bakın Selim bey, bu fotograflardan birer adet bende, birer adet de Öcalan'daydı. Benimkiler burada! Size göre bunların bir nüshasi Mit`in eline nasıl geçti?“
Gülümsedim: „Doğu bey, bir nüshası sizde, bir nüshası oÂnda ise ve başka nüshası yok ise ikinizden birisi vermiştir“ dedim. O da gülümsedi...
Bürodan ayrıldım. Köyüme gittim, beş gün sonra İstanbul`a geri döndüm. Doğu bey geldiğimi duyunca beni aradı. Bu kez ben oÂnu Yeni Ülke gazetesinin bürosuna çağırdım. Geldi; ikimiz yalnız bir odadaydık; yine çantasını açtı „Biliyor musun bu gece Mehmet Şener bana telefon açtı. Her ne kadar telefonlar dinleniyor dedimsede, konuştu, ben de not aldım.“ Notlarını okumaya başladı. Bitirince: „Sen ne düşünüyorsun?“ dedi. „Konu hakkında yeterince bilgi sahibi olamadığım için şu anda bir şey diyemem ama araştırırım“ dedim. Doğu beyle vedalaştık. Ben Bekaa`ya gittim. Orada Öcalan`la (Apo'nun Ayetleri`nde www.newroz.net/aa) izah ettiğim gibi karşı karşıya geldik. Bunu duyan Doğu Perinçek 2000 è doğru dergisinde benim ile Sakine Cansız`ın Öcalan tarafından idam edilmek üzere olduğumuzu yazmıştı. Bu yazı Öcalan`ı köşeye sıkıştırdığından bana „git Doğu`ya, ben tutuklu değilim diye tel aç“ dedi. Ve ben aynısını yapmak zorunda kaldım.
Doğu ile son görüşmemiz Almanya'da olmuştu. Apo'nun Ayetleri'nin Türkçe baskısı yapılmıştı. Ben de Köln'de bir kitapçıyı aradım. Kitabı satıp satmayacağını öğrenmeye çalıştım. Doğu'nun arkadaşı olan bu kitapçı “yahu kardeşim kitabevimi bombalatırmak mı istiyorsun?“ dedi. Hemen ardından telefon numaramı istedi, verdim.
Aradan ne kadar zaman geçmişti bilemiyorum. Ben İsviçre'de Longo Mayi'nin çiftliğindeydim. Doğu aradı: “Frankfurt'tayım; kitabın Türkiye baskısı için gel görüşelim“ dedi. Durumu Longo Mayi yöneticilerine anlattım. Bize bir araba ve iki kişi verdiler; ben ve eşim Frankfurt'ta bize verilen adrese gittik. Biz Doğu'nun arkadaşının evinde kaldık. Longo Mayi'nin adamları geri döndüler. Akşam Doğu geldi. Sohbet ettik. Kitap hakkinda şunları söyledi:
“Benle Şule hanim birlikte okuduk. O okuduğunda ben ağlıyordum, ben okuduğumda o ağlıyordu; korkunç bir durum. Yalnız şu Stalin eleştirilerini çıkarırsanız, Kaynak Yayınları'nda yayınlayabiliriz. Türkiye solu da kitaba cephe alsın istemiyorum“ dedi. Kitapta hiç bir değişikliği kabul etmeyeceğimi, redaktesi bozuk olduğundan sadece redakteye razı olacağımı, Kaynak Yayınları'nda olduğu gibi yayınlanırsa kabul edeceğimi söyledim. Uyumadan önce bana bir tavsiyesi oldu; oÂnuda burada yazmadan geçemiyeceğim: “Seni nasıl öldürtecek biliyor musun?“ diye sordu.
“Nasil?“
“Birisini görevlendirecek, sonra hain ilan edecek ve bu adam senin yanına gelecek; seni öldürecek! Kendine dikkat et!“
“Ben bu taktiği biliyorum, sağolun“ dedim.
Sabah uyandık; kahvaltımızı yaptık. Hazırlandık ayrılacağız. Doğu:
“Bir dakika siz nereye ve neyle gideceksiniz?“
“ Trenle, Köln`e “
“ Delimisin sen, ne yaptığını biliyor musun? Hayır imkansız! Buna müsaade edemem!“ dedi. Arkadaşının kulağına bir şeyler fısıldadı. Arkadaşı beklememizi istedi; dışarı çıktı, bir müddet sonra geri döndü. Belinde iki adet 14 lü tabanca vardı. Birini Doğu`ya verdi. Doğu 14 lü tabancayı beline takınca “haydi çıkalım“ dedi. Dısarda bekleyen mercedes otomobile bindik Köln`e kadar bizi getirdi; istediğimiz adrese bırakarak geri döndüler. Yani allah razi olsun Doğu bey zor dönemde korumalığımı da tabancayla yapmıştır!
Bu bölümü geçiyorum. Doğu Türkiye`ye döndükten bir ay sonra telefonla aradı. “Kitabın Kaynak Yayınları'nda basılması için parti olarak görüştüklerini, arkadaşlarının basarsak bizden çok adam öldüreceklerini, eğer kabul edersem Kaynak Yayınları'nda değil, korsan basabileceklerini“ söyledi. Bu öneriyi kabul etmedim. “Benim her şeyim açık, arkasında kimin olduğu belli olmayan bir korsan yayınevinde kitabı bastırmayacağımı“ söyledim. “Tamam“ dedi vedalaştık.
Ama korsanların kitabı çoğaltıp dağıttıklarını çok sonraları duydum. Bunun üzerine Doğu ile ilişkilerim tam olarak koptu. Ne ben oÂnu artık sordum ne de o beni! Gel zaman git zaman Abdullah İmralı'ya gitti; Kemalist oldu. Doğu ile aynı makamdan çalmaya başladı. Bir baktım ki Doğu Aydinlik gazetesinde yine beni manşete çıkarmış: “Almanya Selim Çürükkaya`yı koruyor ve Apo`nun yerine hazırlıyor!“
Hayatında beline silah takip hic birini korumayan Doğu, beni silahla korudu, ama işi Almanya`nın üzerine attı.
Çünkü makamını Apo`ya uydurmak zorundaydı. Orkestra şefi oÂnu istiyordu!
Selim Çürükkaya
Print 7478 kez okundu
www.rizgari.com
dogu perincek bekka ya daha gitmeden apo suylemis.o bir ajan dir