“Delil’in gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Doğduğu günden beri göremediği kızını düşündü. Dört yıl önce o dağın başında, o küçük dağ evinde vurulduğu ceylanın arzusuna yenik düşmüştü. Uzunca siyah şaçları vardı. Gözleri fettandı. Yasakların, kuralların, emirlerin mengenesin de ezilmişti”
Bu kadının ismi Berfin’di. Gazeteci olan Delil Demir’e bu insan son karşılaştıklarında “kaç gündür seninle dolaşıyorum, diğer bayanlara sorduğun soruları, aldığın yanıtları dinlemiştim. Bu dağlarda özgür kadın aramaya gelmişsin. Elimizdeki silahları görünce bizi özgür sanmışsın, ama ruhumuzun nasıl köleleştiğini görememişsin.”
Gerçekten de gerillada bir kadının hamile oluşu onun ölümü demektir ama bu kez bir istisna ile Berfin’in doğurduğu kız çocuk (Lori) partinin çocuğu olarak kabul görür. Ama kimlerin Lori’yi kaçırdığı bilinmiyor.
Delil Demir gazeteci olarak serbest çalıştığı Lübeck’te (Almanya) Roza adında Ermeni asıllı bir kadın ile yaşar. Günün birinde bir telefon gelir ve kızı Lori’nin kaçırıldığı bildirilir. Avrupa’da yaşayan Delil ve hayat arkadaşı Roza bir iki demeden Doğu Kürdistan’a giderler ve orada Ferhan isimli (Avukat) arkadaş ile buluşurlar. Ferhan, Cihan denilen ve ölen bir gerillanın sırt çantasında bir kroki bulur. İşte buradan itibaren bu üç insan bilinmeyen birileri tarafından posta ve maille yönlendirilirler. Ferhan, Delil ve Roza artık sonuç almak için ülkeden ülkeye koşuşturup dururlar.
Selim Çürükkaya, son 30 yıllık Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nde bir aktör olduğu düşünülürse gerçekten de kimileri için “bilinen” kimileri içinde “bilinmeyen” bulmacayı usta bir şekilde heyecanlı ve akıcı bir dille anlatmış, kendine göre çözmüştür. Öğrendiğim kadarıyla Kitap Mart 2007’de basılıyor ve o güne kadar kimse “Ergenekon” denilen bir organizasyondan bahsetmiyor. Çürükkaya burada bir ilke imza atmakla öngörüsü gerçekten mükkemeldir.Türkiye de ki anayasal devleti yöneten yasadışı Ergenekon’u anlatmakla yetinmemiş, Kürt sorununun onu nasıl beslediğini ve neticede onu anayasal devletle birlikte nasıl yıktığını çok güzel sunmuştur.
Dünyada en değerli şey insanın yaşamı ve sağlığıdır. Orta Doğu’da insan yaşamının beş para etmez ve hiçbir anlamı yoktur. Romanın üç kahramanı ilkin İran, daha sonra Irak’ta yakalanınca tüylerim diken diken oldu ve oralarda mal ve can güvenliğinin olamadığı bu lanetli çoğrafyayı Selim Çürükkaya işte anlatmayı başarmıştır.
Neden bilmiyorum ama ben kitabı okurken çok defa Dan Brown’ın “The Da Vinci Code”isimli kitabını hatırladım. Belki de bu iki kitabın ortak yönü bir sırı çözmekti. Biri Batı’da oluyor, diğeri Orta Doğu ve Batı’da. “The Da Vinci Code’ta” Orta Doğu’daki gibi zulm, işkence, acı yoktur. Ya da az vardır. Batılılar kendi aralarındaki savaşları (Balkan Savaşları dışında) 60 yıldır sona erdirmişken Orta Doğu coğrafyasında ise halen kan gövdeyi götürüyor, insanların mal ve can güvenliği yoktur. İşte böylesi lanetli bir coğrafya insanı oldunuz mu, içiniz hep bir volkan gibi kaynar durur. Sukunet yoktur artık.
Alan Lezan, 14 Ekim 2011