5) Romanos Diogenes’in Esir Alınması
Yıllar önce Bizans Kralı Romanos Diogenes’in Malazgirt savaşı sırasında bir Kürd tarafından esir alındığını Güney Kürdistanlı bir tarihçi olan Dr. Niştiman’a dayanarak Nisan-2009 tarihinde Newroz.Com’da kısa bir yazı yazmıştım. Daha sonra aynı alıntıyı Malazgirt Savaşına ilişkin M. Armağan ve N. Ilıcak’a cevap mahiyetindeki yazıda kullanmıştım.
Başka arkadaşlarında bu konuda bir şeyler yazıp yazmadığını bilmiyorum. İnternet üzerine bir yoklama yaptım fakat, sayın Xerzi’nin „AYŞE HÜR HANIMEFENDİ'YE CEVABEN...” adlı makalesindeki bir pasajdan başka bir şeye rastladım.
Sayin Xerzi’de sözkonusu makaleyi Ayşe Hanım’ın makalesinden sonra kaleme almıştır.
Sayin Xerzi şöyle yazıyor: ”Diyojen’in bir Kürt savaşçı tarafından esir edilmiş olduğu ise bir efsane olarak Kürt sözlü literatüründe yüzyıllardır söylenegelmektedir. Kürtlerde sözlü tarih anlatımının önemli bir yeri vardır ama bunu ispatlayacak bir belge yoktur, bu yüzden sadece sözü edilen Kürt savaşçının isminin “Şaro” olduğunun anlatıldığını belirtmekle yetineceğiz.”…( http://www.mezopotamya.gen.tr/ayse-hur-hanimefendiye-cevaben-makale,304.html)
Eğer başka arkadaşlarda bu konuya ilişkin yazmışlarsa yazdıklarının içeriğini merak ediyorum.
Sayin Ayşe Hür makalesinde bu iddia üzerine de duruyor ve şöyle yazıyor: „ Benim şakayla karışık ‘Popüler Kürt Tarih Tezi’ adını verdiğim söylemde Alparslan’ın ordusunda olduğundan başka, Romanos Diogenes’i esir eden askerin Kürt olduğu; Malazgirt adının Kürtçede Me (biz)- lez (tez, çabuk, erken)- girt (aldık) kelimelerinden geldiği gibi iddialar da var. „.
Sayin Ayşe Hür Radikal gazetesinde yazılarına başlarken okuyucularına yaptığı çağrıda : “Yine de yazılarımın ‘bilimsel’ değil ‘popüler’ nitelikte olduğunu aklınızda tutmanızı rica ediyorum” diyor.
Sayin Hür “Popüler yazıları” kendisine hak başkalarına ise haram görüyor. Başkaları yada bazı Kürdler popülar yazılar yazarsa, Ayşe Hanım hemen bunu tüm Kürdlere mal ederek “Popüler Kürd Tarih Tezini” şaka ile de olsa çıkarabiliyor. Hatta bundan itibaren Kürdleri “Türk Tarih Tezini”nin Kürd versiyonunu oluşturmakla da suçlayabilir.
Ayşe Hanım fazla müteessir ve telaşlı olmasın Kürdlerin bir “Kürd tarih Kurumu” dahi yok. Kürdler Kürdistan’da çok yakın gelişmeleri dahi aynı biçimde okumuyor. Ortak bir Kürdistan bayrağı konusunda dahi anlaşamıyorlar. Türk jenosidsitçileri sadece Kürdleri fiziki olarak yoketmeye çalışmadılar, aynı zamanda Kürd dili, tarihi ve Kürdlere ait ne varsa yok etmeye çalıştılar. Kürdistan’ı işgal eden güçler Kürd tarihini ciddi boyutlarda çarpıtmaya çalıştılar. Kürdistan’ı gezen misyönerler taraflı yazılar yazdılar ve büyük bir bilgi kirliliğine neden oldular. Tüm bu çarpıtma ve bilgi kirliliği ortamında Kürd tarihine ilişkin çalışmalar esas olarak çeşitli bireylerin kişisel çabalarının ürünü olarak kalıyor. Kürd popülar edebiyatı Kürd tarih çalışmaları için ciddi bir kaynak durumdadır. Bir Dimdim destanı alalım.. Kürdistan’ın her tarafında halk içinde Dimdim Kalesi, Mîrê Lepzêrîn hikayetleri anlatılırdı.epzêrde Dimdim Kalesi, Miradır. Bir Dimdim destanı alalım.. Kürdistan' rliliği ortamınd ve Omerê Celalî hikayeleri anlatılırdı. Yüzlerce Yıl once Fars devletine karşı Kürdlerin geliştirdiği bir direniştir. Ama bu direniş çağlar boyunca Kürd sözlü edebiyatında canlı tutuldu ve dengbejler tarafından asırlar boyunca yaşatıldı. 20.yüzyılın başında Kafkas Kürdleri “Dimdim Kalesi” ve “Omerê Celalî” gibi edebi eserlerini dengbejlerin stranlarına dayanarak yazdılar. Ahmedê Xanî’nin Mem û Zîni içinde bu geçerlidir. Kürdler yüzlerce yıl Mem u Zini okumadan Dengbejlerden ve çirokbêjlerden dinlediler. hikayetleri anlatılırdı.epzêrde Dimdim Kalesi, Miradır. Bir Dimdim destanı alalım.. Kürdistan' rliliği ortamınd
Bir millet barbarlarca fiziksel, kültürel, tarihsel ve dilsel olarak jenosidlerle karşı karşıya kaldığı bir zaman süreci içinde sözlü edebiyata dayalı kendisini yaşatma ve savunma mekanizmaları oluşturmuşsa bundan korkma yerine saygı duymak lazım.
Yeniden konumuza Romanus Diogenes’in esir alınması meselesine gelirsek, söz konusu olan yazımda
“Öğretim görevlilerinden Dr. Niştiman Beşir Mehemed, Raman dergisine yazdığı bir makalede;“Bizans kralı Romanus Diogones’in Şadi adlı bir Kürd tarafından esir alındığını” yazıyor.. Dr Niştiman bu tezini tarihçi İbni El Hibri’nin“Tarix El Zeman” adlı eserine dayandırıyor..İbni El Hibri şöyle yazıyor;“Şadi adlı bir Kürd Bizans kralı 4. Romanus’u esir alabildi..” Bu gerçeği ispatlamak için diyebilirim ki Şadi Kürdçe bir kelimedir.. Ayrıca Selahedin Eyubi’nin babasının ismide Şadidir” (akt. Dr. Niştiman) “
Bu alıntıda Popüler diyebileceğimiz bir şey yok. Tarihsel bir kaynaktan verilen bir alıntıdır, doğruluğu ve yanlışlığı tartışılabilinir..
Çeşitli tarihi kaynaklara baktığımız zaman Şadi ismi sürekli olarak gündeme gelmektedir. Sayın Ayşe Hür’ün makalesinde kullandığı A. Sevim ve F. Sümer’in sözkonusu eserlerinde bir kaç alıntı vermek istiyorum. Bunlardan ilki Ahbarü’d Devleti’s Selcukiye adlı eserden alınmış:
“Şaduddewle Gewharayen’in bir memlükü vardı. O bu memlükü vezir Nizamü’l Mülk’e hediye etmişsede o, hakir görüp beğenmediği için bunu Kabul etmemişti. Gevherayin’in ısrarı üzerine Nizamü’l Mülk ‘Bu memlükten ne beklenir belki Bizans hükümdarını bize tutsak olarak getirir’ demişti. Vezir Nizamü’l Mülk’ün dediği gibi oldu. Memlük savaşta bulunmuş ve Bizans İmparatorunu da esir alıp getirmişti” diyor.(age, sayfa 10)
İbnü’l Cewzi’de Bizans İmparatorunun esir alınması hususunda Şadi meselesi üzerine duruyor ve şöyle yazıyor: “Bundan sonra Sultan ordugahına döndüğünde hâdim Gewherayen :’Ey Sultan memlüklerimden biri Bizansİmparatorunu tutsak aldığını söylüyor’. Bu memlükü Nizamü’l Mülk askeri teftiş ederken gördüğünde onu küçümsemiş ve saf dışı edilmesini emretmişti. Fakat onun hakkında rıca da bulunmasından üzerine istemeyerek yerinde kalmasına razı olmuş ve alaylı bir şekilde ‘ olaki Bizans İmparatorunu tutsak alıp bize getire’ demişti. Ulu tanrı Bizansİmparatorunun tutsaklığını bu memlükün eliyle nasib etmişti. Fakat, Sultan bundan şüphe ederek müteaddit defalar elçilikle Bizans İmparatoru’na gitmiş “Şazi” adlı memlükü çağırıp onun bu işin tahkikine memur etti. Şazi, gidip tutsak alınanı görüp onun imparator olduğunu teyit etti.”(age, sayfa 14)
Bundari de Bizans İmparatoru’nun esir alınması üzerine duruyor ve şöyle yazıyor: “
Sadüddevle Gevherayin'in bir memlükü vardı. O, bu memlükü Nizamü'l-Mülk'e hediye etmiş ise de o, bunu kabul etmeyerek ona itibar etmemişti. Gevherayin, onu kabul etmesi için çok ısrar etti.
Bunun üzerine Nizamü'l-Mülk: "ondan ne beklenebilir, belki Bizans Imparatoru'nu bize tutsak alarak getirir" demiş ve bunu alay etmek, onu küçük göstermek ve mühimsemediğini ifade etmek için söylemişti. Savaş günü Bizans İmparatorunun bu memlûk tarafından tutsak alınması Nizamü'l-Mülk'ün sözüne uygun düştü”(age sayfa 22)
İbn El Esir’de yine aynı konuda şöyle yazıyor: “Bizans İmparatoru tutsak alındı. Onu Gevherayin'in memlüklerinden biri tutsak almış, tanımadığı için öldürmek istemişti.
Fakat İmparatorun yanında bulunan bir hadım ağası:
"Onu öldürme, zira o İmparatordur" dedi. Bu memlük Gevherayin tarafından Nizamü'l-Mülk'e takdim edilmiş ise de küçümsenerek kabul edilmemişti.
Gevherayin bu memlükü övünce Nizamü'l-Mülk:
"Olaki Bizans İmparatoru'nu tutsak olarak bize getire" demişti. Dediği gibi oldu. Bu memlük İmparatoru tutsak alınca onu Gevherayin'in yanma getirmiş, o da Sultan'a İmparatorun tutsak alındığını haber vermişti. Sultan da onun huzuruna getirilmesini emretti. (age sayfa 26)
Sibti İbn El Cewzi’de Bizans İmparatorluğunun esir alınması hususu üzerine duruyor ve şöyle yazıyor: “Az sonra Gevherayin huzuruna geldi ve Sultan'a:
"Memlüklerimden biri Bizans İmparatoru'nu tutsak aldı. Ben bu memlükümü, vezir Nizamü'l-Mülk'e arzetmiştim. O, bu memlükü küçümsemiş, hor görmüş ve onun hakkında 'belki Bizans İmparatorunu tutsak olarak bize getirir' diye alay etmişti. Ulu Tanrı da bu memlükün eliyle, Bizans imparatoru'nun tutsak olmasını takdir buyurdu." Fakat Sultan buna ihtimal vermeyerek evvelce İmparatora elçilikle göndermiş olduğu Şazi adlı hadimi yolladı. Hadim, İmparator'u görünce tanıdı ve dönüp Sultan'a bildirdi.”(age sayfa 35)
İbnü’l Adim İmparatorun esir alınması meselesinde şöyle yazıyor: ” Şöyle tuhaf bir hikaye anlatılır:
Sadüddevle Gevherayin'in bir memlükü olup onu Nizamü'l-Mülk'e hediye etmiş, fakat Nizamü'l-Mülk onu kabul etmek istememiş, Gevherayin de kabul etmesi için ısrar etti.
Bunun üzerine Nizamü'l-Mülk alaylı bir şekilde:
"bu Memlükten ne iş çıkar! Bizans imparatorunu tutsak olarak bize mi getirir" demişti. Nizamü'l-Mülk'ün bu sözleri, bu olay vukua gelip Bizans İmparatoru bu Memlük tarafından tutsak alınıncaya değin unutulmuştu. Sultan bu Memlük'e hil'at giydirip pek çok şeyler verdi ve istediği vazifeyi vereceğini de söyledi. Memlük'ün Gazne beşaretini istemesi üzerine bunun fermanı yazıldı.”(age sayfa 53)
Mirhond’da aynı meseleyi şöyle gündeme getiriyor: “Bu savaşta güneş batarken Hıristiyanlardan hiç bir kimse kalmadı. Sultan devletin direği olan Gevherayin'i ileri gelenlerden bir topluluk ile İmparatoru takibe gönderip kendisi de onun tahtına oturdu. Gevherayin'in İmparatoru takip ettiği esnada yanındaki memlüklerden biriİmparatora yetişerek tanımadan onu yaraladı.
Bir kere daha vurmak isteyip atını çevirdiğinde İmparator korkusundan:
"Sakın vurma, ben Bizans İmparatoruyum" dedi. Memluk, onun tulgasına, binit ve kemerine bakıp imparatorun doğru söylediğini anladı. Zira bunlar ancak hükümdarlara mahsus şeylerdi. Memluk İmparatoru tutsak ederek Gevherayin'in yanına götürdü. Gevherayin geri dönerek Cihan Sultanı'nın yanına geldi. İleri gelenler Sultan'ın çadırı önünde toplandı. Sultan, Bizans İmparatorunun huzuruna getirilmesini emretti. Gevherayin, buyruk gereğince gidip İmparatoru hakaretle İslam hükümdarının huzuruna getirdi.(age sayfa 71)
Mirhond yazısının devamınde şöyle yazıyor: “Garip bir tesadüf olarak askerin teftişi ve isimlerinin deftere kaydedilmesi esnasında müfettiş, çok çelimsiz olduğundan bu memlükün adını yazmak istememiş ise de Sultan, Şahne Saduddevle'ye veya müfettişe — burada ihtilaf vardır — "Bu memlükün adını yazın, belkiİmparatoru tutsak alabilir" demiştir. Netice, hükümdarın dediği gibi olmuştur. “(age sayfa 72)
Tüm bu aktardığım kaynaklara baktığımız zaman, Şadi/Şazi/Şadüddewle/Şadüddewle Gevherayin isimleri altında karşılaştığımız tip/tiplemeler var. Gevherayin’dan “hâdim” ve “Şazi”den
“memlük” diye söz ediliyor. Daha çokda Şadüddewle’nin “bir memlükü tarafından Bizans İmparatoru esir alındı”vurgusu var. Aslında bu memlük terimi kullanış biçimiyle hiç bir şey ifade etmiyor. Bazıları bunu “köle” dar anlamıyla alıyor. Fakat islami tarihçilere baktığımız zaman onlar bu tabiri çok geniş anlamda kullanıyorlar. Örneğin Sultanın “4 bin memlükü” deniliyor. Zaten hassa kuvvetleri dedikleri güçler 4 bin kişiden oluşuyordu deniliyor. O zaman herkes köle miydi? Bu çok anlamsız geliyor. Bir bakıyorsun sultanın güçleri hep birlikte haykırıyor: “hepimiz sizin memlüklarıyız”gibi…
Farklı biçimlerde karşımıza çıkan Şadüddewle, Şazi ve Şadi aynı kişi olması gerekir. İsmin asıl orjinalı Kürdçedeki Şadidir. Bilindiği Araplarda “d” ve “z” sorunsalığı biliniyor. Bizim “Kadafi” dediğimiz şahsiyete Araplar “Kazafi” diye telavuz ediyorlar.. Şadi’nin “Şazi”leşmesi de böyle bir şeydir. Şadü dewle kelimelerinin birleştirilmesi zaten o dönemler bir hayli rövanşta olan bir gelenekten kaynaklıyor. Dewle ünvanını almayanlar mı vardı?
Türklerin Ebül Farac, Avrupalıların Bar Hebraeus, Arapların İbn El Hibri ve Süryanilerin Bar Ebroyo dedikleri Malatya’nın Hibri yada Ebroye köyünden olan din adamı ve tarihçi de Şadi üzerine duruyor.
Bar Ebroyo Kaharya’nın memlüklerinden biri Bizans kralını esir aldıktan sonra Selçuklu Sultan’ı emin olmak amacıyla“Roma Kıralı nezdine sık sık giden Şadi namında birini gönderdi ve keyfiyeti tahkik etti. Şadi gitti, Diyogenes’i gördü, onun karşısında yere eğilerek onu selamladı, sonra koşa koşa döndü ve bizzat kıralın esir edilmişolduğunu bildirdi.” diyor(Gregory, Ebül Farac, Ebül Farac Tarihi, Cit 1, sayfa 322)
Bar Ebroyo sözünü ettiğimiz esrinin Türk baskısında Mar Mikael’e dayanarak bir başka versiyonu anlatıyor. Bar Ebroyo şöyle yazıyor: “Bar Mikael diyor ki: Sultanın hemşirezadesi kralı esir aldı. Diğer bir Türk gelerek sultanın yeğinini ödürdü ve kralı elinden alarak onu esir etmek şerefinin kendisine ait olmasını istedi…………… “ Bu söylemden sonra Bar Ebroyo kendi yorumunu da katarak şöyle yazıyor: “Bundan başka bir Türk’ün Alpaslan’ın yeğenini öldürüp kralı elinden alması imkansızdır. Çünkü bu hareketin anlaşılmasından veya kıral tarafından öğrenilmişolmasından dahi korkardı”(Ebül Farac, age, sayfa 323)
Bar Ebroyo’nun kronikini Süryaniceden Arapça’ya çeviren İshaq Armaleh aynı pasajı farklı çeviriyor“Sultan’ın kız kardeşinin oğlu kralı esir aldı ve bir Kürd gelerek sultanın yeğinini ödürdü ve kralı elinden alarak onu esir etmekşerefinin kendisine ait olmasını istedi……………..” diye yazıyor.( Ebu Al Farac Jamal Al-Din İbn Al ‘İBRİ, Tarikh Al Zaman, 1986, Beyrut, sayfa 111-112)
Aynı kıtabın farklı dillerdeki çevirilerine bakıldığı zaman bazı çevirilerde “Kürd” ve bazılarında ise “Türk” tarafından kralın sultanın yeğenin elinden alındığını yazıyor.
Ernest A. Wallis Budge’nin 1932 yılında yayınladığı İngilizce çevirisinde (aynı zamanda Türkçe’ye çevirisi bu kaynaktan yapılmış) ise “Türk” diyor. Bir arkadaşım aracılığı ile ilişkiye geçtiğim Jan Diyarbekiri, bir Süryani başpiskopusu aracılığıyla kitabın orginallerinden biri olan (Mor Julios Y. Cicek (ed.), Mor Gregorius Bar Hebraeus, (The Chronography), Glane: Bar Hebraeus Verlag, 1987, p.
230.) eseri kontrol etti.. Orada da “Türk” geçiyor.
Aslen Mardin Süryanilerinden olan Kürdleri ve Türkleri yakından tanıyan, 1919 yılında Beyrut’ta yerleşen, 1929 yılında Patriark Tappuni’nin sekreteri olarak Vatikan kitaphanesinde bir yıl çalışan ve bir çok değerli eser bırakan İshaq Armaleh’in çevirisini yaptığı orjinal kaynağı bulmam gerekiyor. Bu konuda gereken atımları atım, ama cevap zaman alacağından şimdilik geçiyorum.
Sadece bu meselede bir alıntı konusunda dahi Kürd araştırmacıların ne kadar çetin bir durum ile karşı karşıya kaldıkları açık bir şekilde görülüyor. Kürd tarihine ilişkin bir dizi tarihi gerçekler ya Türklere ya Araplara yada Farslara mal edilmiş. Bunları tek tek ortaya çıkarmak ve sağlıklı bir zemine oturtmak Herkules görevi gibi bir şey….
Savaş Kürdlerin yaşadığı coğrafyada meydana geliyor. Kürdler millet olarak kendilerini savaş ortasında buluyor. Bu bağlamda eğer bazı tarihsel kaynaklar Diogenes’in bir Kürd tarafından esir alındığını yazıyorsa puzl’ın bir parçası olarak almak lazım.. Yada eğer tarihsel kaynaklar Alpaslan’ın bir Kürd tarafından öldürüldüğünü yazıyorsa puzl’un parçalarından biri olarak almak lazım
„Malazgirt Fatihi“ dediĝi Alpaslan yine bir Kürd tarafından öldürüldü.. Bu konu da, en ciddi Kaynak 11 ve 12 yüzyılda yaşamış, Fransızların Mathieu de Edesse ve bizim „Urfalı Mateos“ olarak bildiĝimiz Ermeni tarihçisidir. Urfalı Mateos „Vekayi-Name'sinde Alpaslan, Bizans kralı Diojeni yendikten sonra Semerkant memleketini feth etmek üzeri yola koyulduĝunu söylüyor ve ekliyor;
„O büyük bir ordunun başında olduĝu halde metin ve meşhur bir kale olan Hana* üzerine yürüdü ve kuşattı... Bu kalenin sahibi cesur ve aynı zamanda azgın ve merhemetsiz bir adamdı.** Sultan Alpaslan, kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı.. O, aynı zamanda kalenin reisini, atalarının topraklarının daimi sahibi kalmak şartiyle kendisine itaate davet etti.. Kale reisi, hayli sıkıntılara göĝüs gerdikten sonra Sultana arzı tazimat etmiye karar verdi.. O, korkunç bir plan düşündü. O gün, karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber büyük neşe içinde içinde yedi ve içti. Fakat geceleyin karısını ve 3 oĝlunu Sultan’ın eline düşüp ona köle olmamaları için vagşiyane bir surette kendi eliyle kesti. O, ertesi sabah erken de oĝullarını kesmiş olduĝu iki biçaĝı yanına aldı ve Sultan’ın huzuruna gitmek üzre kaleden çıktı.. Sultan Alpaslan, onun geldiĝini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis, huzura çıkınca eĝildi, fakat ona yaklaştıĝı sırada aniden Sultanın üzerine atıldı ve cizmelerinin içine saklamış olduĝu iki biçaĝı çekti. Onu Sultanın huzuruna getirmiş olanlar bu sırada kaçtılar. Vahşi bir hayvan gibi Sultanın üzerine atılan adam, iki biçaĝınıda onun vucuduna sapladı.. Sultanın adamları ileri atılıp onu olduĝu yerde öldürdüler... Sultan 3 yerinden yaralanmıştı, çok tehlikeli bir halde bulunuyordu ve şiddetli acılardan kıvranıyordu. O, memleket halkının bundan haberdar olmaması için ordusuna ilerleme emrini verdi.. Beş gün sonra vahim bir vaziyette olduĝunu hissedip başlıca İran reislerini ve mabeyincisini*** yanına çaĝırdı.. Sultan henüz bir çocuk olan oĝlu Melikşahı onlara takdim edip, işte ben yaralarımın tesiriyle ölüyorum. Oĝlum sizin hükümdarınız olsun ve tahtıma otursun‘ dedi.. Sultan, bu sözleri mutâakıp hükümdarlık esvaplarını çikardı ve oĝlu Melikşah’a giydirdi. Onun önünde eĝildi ve onu gözyaşları içinde Allaha ve Iran emirlerine emanet etti.. Sultan Alpaslan aynı günde ehemmiyetsiz bir adam olan bir Kürdün eliyle bu suretle ölmüştü....“ (Urfalı Mateos, Vekaliye-Name, sayfa 146)
Bir başka lider yada Celaleddin Harzemşah’ın Kürdler tarafından öldürülmesi olayı . Bu olayı gündeme getirdiğim zaman Kürdlerle millet olarak sorunu olan bazı çevrelerden negative tepkiler aldım.(https://newroz.com/tr/forum/350570/alparslan-dan-sonra-celaleddin-harzem-ah-da-m-k-rdler-ld-rd-1
https://newroz.com/tr/kurdistan/350606/alparslan-dan-sonra-celaleddin-harzem-ah-da-m-k-rdler-ld-rd-2-son )
Yukarıda linklerini verdiğim iki bölümlük yazı serisinde bir hayli bilgi vermeye çalıştım. Aktüel olarak başka kaynaklarla Celaleddin Harzemşah’ın Kürdler tarafından öldürüldüğü kesinleşmiş oluyor.
Bu kaynaklardan biri bir anonym tarafından Farsça yazılmış daha sonra “Histoire des Seljoukies d’Asie Mineure” adı altında Fransızça’ya çevrilen kitabın Türkçe çevirisinde “Celaleddin bozguna uğrayınca, ordusundan ayrılarak Kürdistan’da bir köye gelmişti. Kürdler altına ve elbisesine tama ederek onu öldürdüler.”(Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III, Bir Anonim Tarafından, Ankara, 1952, sayfa 22)
Diğer bir kaynak ise Al Makin İbn Al Amid’in , Chronique de Ayyoubides(1205-1260) adlı eseridir. İbn Al Amid şöyle yazıyor: “ Celaleddin Harzemşah Tatarlarla karşılaştı, yenilence Amid’e kaçtı. Şehrin Emiri şehirin kapılarını kapattı ve şehre girmesini yasakladı. Fakat Tatarlar onun peşindeydi. Celaleddin Meyafarqin bölgesine kadar takip edildi. O orada tek başına bir köyde kaldı. Kardeşi Celaleddin tarafından öldürülen bir Kürd onu tanıdı ve öldürdü. Üzerindeki elbiseleri ve atını aldı………………”( Al Makin İbn Al Amid’in , Chronique de Ayyoubides, Paris 1994, sayfa 45)
Kürdler tarafından esir alınan yada öldürülen çeşitli işgalci tarihi şahısları gündeme getirmenin asıl nedeni Kürdlerin kendi topraklarını savunma refleksini ortaya koymak içindir.. Yoksa burada populer tarih diye bir şey yok. İşgalcilerin vahşeti ortamında savunma refleksi……. var.
Devam edecek