Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 7 August 2008

İddianamenin eksiklikleri /Taraf gaztesi (06.08.2008)

ÖMER AĞIN* / * DTP Eşbaşkan Danışmanı / [email protected]

Önemli olan suçlunun aldığı, alacağı ’ceza' değildir. Önemli olan, suçlunun hangi suçtan cezalandırıldığıdır. Toplum vicdanı ’intikam'la yatışmaz. Toplum vicdanı, ’suçlunun değil, işlenen suçun mahkûm edilmesiyle' ve aynı suçun bir daha işlenmeyeceğine olan inancın kökleşmesiyle teskin olabilir. O halde, artık Ergenekon davasını şimdiki haliyle ’savunmak' yerine, onu Kürt halkına karşı işlenen suçların hesabını soracağımız bir düzeye yükseltmek için birlikte çalışalım.

Ergenekon davası mahkeme tarafından kabul edilince iddianameyi okuma fırsatımız oldu. Üstüne artık ek dosyaları da biliyoruz. Belki de son yılların en çok okunan, o nedenle de ’tuhaf şeyler rekorları' kitabına girmesi gereken bir hukuk metniyle karşı karşıyayız. İlk Osmanlı “nesir“ metinlerindekine benzeyen uçsuz bucaksız cümlelerle tarihimizin bir döneminin ancak çok sınırlı bir yanını ele alan bu metnin popüler olması bizi şaşırtmamalı. Artık toplum askerî vesayet rejimini ve Kürt sorununda çözümsüzlüğü bize zorla dayatan cinayet şebekelerine, işte bu ’meraklı okuma' yöntemiyle ilginç yanıtlar veriyor.

Elbette, biz ’eskiler' verilecek yanıtın yalnızca meraklı okuma rekorlarıyla verilmesini istemezdik. Biz politik rüyalarımızda, bütün kötülükleri istilâ eden ve çekildiğinde geriye temiz bir toplum bırakan bir demokrasi ’tsunamisi' görmüş insanlarız.

DEVLET DEVLETİ TASFİYE EDİYOR

Şimdi ise, eğer Taraf gazetesinin ve öteki demokratik yayınların, bu arada yıllardır aralıksız şekilde bu konuları gündeme getiren Kürt özgür basınının tetikleyici etkilerini bir yana bırakırsak (önemsiz olduğu için değil, ama bu konuda belirleyici olmadığı için) şu sıralar 100. yılını kutladığımız ilk ’tepeden reform' hareketi gibi, Mehmet Altan'ın ifadesiyle “devletin devleti tasfiye ettiği“, bir başka tepeden temizlik hareketiyle karşı karşıyayız. Cümle uzun oldu. Biliyorum. İddianamenin üstümüzde bıraktığı etkiye bağlıyorum.

Eğer iddianamenin, benim üzerimde ’böyle', başkalarının üzerinde ’şöyle' bıraktığı etkilerin dışına çıkar, kısaca ’etki altında kalmadan' gelişmelere objektif bakmaya çalışırsak, durum nedir?

Kabul etmeliyiz ki, Ergenekon operasyonu başladığı günden bu yana, bir kısım solun ve bu arada Kürt özgürlük hareketinin takındığı tavırla ilgili çok ilginç tartışmalar yaşadık. Şimdi iddianame yayınlandığına göre, bu tartışmanın bir bilançosunu çıkarmanın ve tartışan taraflar olarak Ergenekonculuk ile mücadeleyi yeni bir temelde yürütmenin zamanı gelmiştir.

Taraf gazetesinde Sayın Murat Belge'nin bir kısım sosyalistler hakkında yazdığı yazılar bu tartışmaya yeterince ışık tutuyor. Özetle, “Birbirlerini yesinler“ şeklindeki reaksiyonel tutumun tarihsel kökleri hakkında Sayın Belge'nin tezlerine eklenecek fazla bir şey yok. Komünist hareket bu sekter yaklaşımı çok defa eleştirmiştir.

Şimdi ele almamız gereken soru şu: Acaba, Kemalistlerin ve ’tarafsızlık' yanlısı unsurların Ergenekon soruşturmasını engelleme çabalarına karşı ’savunmaya' mı geçelim? Yani iddianamede dile getirilen ’gerçeklerin' önemi hakkında konuşmakla mı sınırlı kalalım? Yoksa ’ofansif' bir tutum mu benimseyelim? Yani, bu iddianamenin tehlikeli bir yetersizlik içinde olduğunu belirterek, Ergenekon soruşturmasını ’gittiği yere kadar gitsin' diye mi zorlayalım? İddianamenin yayınlanmasından sonra temel tartışma artık budur.

Ben ikinci ’taktik yönelim'den yanayım. Türkiye tarihinin bu en önemli gelişmesinde savunmaya geçmek, yenilmek demektir. Ahmet Altan'ın teşhisi doğrudur: Ergenekon meselesi demokrasi meselesidir. Ve Türkiye'ye demokrasinin, Türk tarihinde yaşanmayan büyük halk inisiyatifi olmaksızın, salt tepeden ve dış faktörlerin etkisi altında yapılan reformlarla yerleşmediği yüz elli yıllık tarihin kanıtladığı bir olgudur. Bu doğruysa, şu anda demokrasinin eşiğine geldiğimizi görmeli ve burada tipik Osmanlı aydınının “azla yetinen,“ daha fazlasını rüyasında bile göremeyen korkak tavrından kurtulmalıyız. Çünkü bu aydın her zaman ’sırtı yerde güreşmiştir.'

İDDİANEMEYE ELEŞTİRİLER

Yayınlanan iddianame, iki bakımdan sert eleştirileri hak etmiştir. Birincisi, yargı önüne çıkarılanlar, “mütekait suçlular“dır. Bunların hâlâ suç işliyor olmaları, emekliye ayrılan kimi subayların, örneğin ’Apartman yöneticiliği' yapıyor olmalarından farklı sayılmasa gerektir. Kimisi “nü resim hobisi“ne sahip oluyor, kimisi de boş zamanlarında “darbe hobisi“ ile oyalanıyor. Ergenekon davasının suçlu sandalyesine yalnız emeklilerin değil, muvazzafların da oturtulması konusunda ısrarlı olmak gerekir.

İkincisi, nasıl ki asıl eylemli, muvazzaf ve büyük kuvvetlere hükmedenler dava kapsamı dışındaysa, bu iddianameye göre, Ergenekoncuların ’muvazzaf'ken işledikleri asıl suçlar da kapsam dışında kalmıştır. Asıl suçun, yirmi beş yıldır Kürt sorununu askerî yöntemlerle ’çözmek' çabasındakilerin işlediği suçlar olduğu açıktır.

Bunun için Musa Anter, Vedat Aydın, Medet Serhat, Yusuf Ekinci, Mehmet Sincan ve binlerce Kürt yurtseveri öldürüldü, sayısız Kürt yerleşimi yakıldı. Musa Anter olayında yaralı kurtulan Orhan Miroğlu olayı şöyle yazdı: “Ya Musa Anter cinayeti? Bu cinayetin nasıl planlandığından haberi olmayanlar, sizin programınızda kaşla göz arasında bu cinayetin hakikatini karartmak için Yalçın Küçük'ün attığı iftiraya doğal olarak bir anlam veremeyebilirler. Kimileri, sorgulamadan, bu iftiraya inanabilir de. Oysa Musa Anter suikastı, faili belli olmayan, kimin nasıl bir rol oynadığı bilinmeyen bir cinayet değil artık.“

ARTIK KATİLLERİ DE BİLİYORUZ

Zamanın başbakanı Çiller, 1993 yılı kasım ayında yaptığı açıklamada söyle diyordu: “Biz örgüte yardım eden Kürt işadamlarının listesini biliyoruz, gereken yapılacak“ Bu açıklamanın ardından Savaş Buldan, Behçet Cantürk, Medet Serhat, Yusuf Ekinci öldürüldüler. O sırada Veli Küçük Kocaeli Jandarma Bölge Komutanı idi ve şu anda gözaltında bulunan Osman Gürbüz o karanlık sayfaların yürütücülerindendir.

İddianamede bu suçlardan söz edilmediğine göre, takınmamız gereken tutum, “Kürt toplumuna karşı suçların hesabı verilmelidir“ tutumu olmalıdır. Peki neden? Bunu bir örnekle anlatmak istiyorum. 1918 yılında şöyle bir gelişme yaşansaydı; diyelim Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa yakayı ele verseydi ve yargılansaydı. Diyelim ki, Galiçya'da, Yemen'de ya da Süveyş'te işlenen savaş suçlarından dolayı idam edilselerdi. Ancak bu yargılamada Ermeni katliamı hakkında tek söz edilmeseydi. Ne olurdu? Şu olurdu: Bugün Osmanlı'nın bu suçuna karşı mücadele eden Murat Belge gibi aydınlarımıza, devlet, “daha ne istiyorsun, Ermenileri katledenler idam edildi, yetmiyor mu?“ demez miydi?

Yazımı şöyle bitirmek istiyorum: Önemli olan suçlunun aldığı, alacağı ’ceza' değildir. Önemli olan, suçlunun hangi suçtan cezalandırıldığıdır. Toplum vicdanı ’intikam'la yatışmaz. Toplum vicdanı, ’suçlunun değil, işlenen suçun mahkum edilmesiyle' ve aynı suçun bir daha işlenmeyeceğine olan inancın kökleşmesiyle teskin olabilir. O halde, artık Ergenekon davasını şimdiki haliyle ’savunmak' yerine, onu Kürt halkına karşı işlenen suçların hesabını soracağımız bir düzeye yükseltmek için birlikte çalışalım. Benim önerim bu.

( Taraf ) - 06.08.2008

http://www.tarafgazetesi.com.tr

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.