Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 3 October 2008

Gizli tanıklar DHKP-C ilişkisini çözecek

DHKP-C ile Ergenekon'un yolu yıllar önce kesişiyor. Örgütün işlediği birçok cinayetin arkasında karanlık eller var. Tanıkların neler söylediği merakla beklenirken DHKP-C'nin Veli Küçük ile ilişkisi Körfez bölgesinde somutlaşıyor.

--------------------------------------------------------------------------------

Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında yürütülen çalışmaya dair ayrıntılar gün geçtikçe ortaya çıkıyor. Soruşturmanın gündemimize soktuğu kavramlardan biri ’gizli tanık.'

’İsmet' ve ’Dilovası' kodlu tanıkların verdiği bilgilerin Türkiye'yi sarsacak nitelikte olduğu iddia ediliyor. “Dilovası“ gizli tanık isminin Gebze'deki olaylarla ilgili bilgiler aktarması nedeniyle verildiği açıklandı. Şuanda cezaevinde tutuklu bulunan emekli Tuğgeneral Veli Küçük bir dönem Kocaeli bölgesinde faaliyetlerde bulunmuştu. İki tanığın Ergenekon yapılanması ile DHKP-C terör örgütünün ilişkilerine dair bilgiler verdiği belirtiliyor.

Emniyet birimlerine göre sansasyonel eylemleri gerçekleştirecek grupların başında DHKP-C geliyor. Ancak örgüt son birkaç yılda güvenlik güçlerinin değişik zamanlarda yaptığı operasyonlardan büyük darbe aldı. Bu yüzden eski gücünde değil. Bu da DHKP-C'nin istihbarat ve lojistik destek anlamında eylem yapma imkânı bulamayacağı manasına geliyor. İşte tam da bu noktada DHKP-C gibi sol örgütlerin gerek 12 Eylül askerî darbesi öncesi oynadığı rolü, gerekse Özdemir Sabancı suikastı gibi eylemlerde nasıl kullanıldığı akla geliyor. Hâlihazırda “dağ“ kadrosunu tamamen kapatıp şehirlere yönelen DHKP-C'nin yerleşim birimlerinde eylem yapma kapasitesini hayli geliştirdiği öne sürülen iddialar arasında. Örgütün, iyi bir istihbarat ağı ve çeşitli odakların desteğiyle kısa zamanda “tetikçi“ bir örgüte dönüşmesi noktası dikkat çekiyor.

DHKP-C'NİN KARANLIK YOLU

Ergenekon ile DHKP-C'nin bağını anlamak için kısaca örgütün geçmişinde bir gezinti yapmakta fayda var. Zira örgütün adam öldürme ve bazı eylemlerinin önemli bir kısmının “dışarıdan bir talimatla“ gerçekleştirildiği vurgulanıyor.

DHKP-C'nin kurulmasında aktif rol alan isimler, Alevi ve Kürt kökenli Dursun Karataş ile Bülent Uluer ve Paşa Güven. Üç arkadaş, 1978'de Dev-Yol'un İstanbul örgütlenmesinde görev alır. Sonra yayımladıkları “Askı Bildirileri“ ile Dev-Yol'u pasif kalmakla suçlayıp bu yapıdan ayrılırlar. Mahir Çayan'ın THKP-C'sini izlediği stratejiden dolayı beğendiklerini dile getirirler, Dev-Yol'u da maceracılıkla itham ederler. İki örgütün Dev-Sol ismi etrafında buluşmaları bu yüzden hayli sıkıntılı olur. 12 Eylül 1980'den sonra birçok örgüt yurtdışına kaçarken Dev-Sol Türkiye'de kalır. Ancak bu kalış öyle plansız ve sıradan bir tercih değildir. Zira art arda işlenen “kilit“ cinayetler bu yapının neden dışarı çıkmadığını gösterir. Tabii bir de başka bir güç adına çalıştığını da. Şüphesiz bu cinayetlerde ismi öne çıkan isim Dursun Karataş'tır. Ancak kendisi her defasında (tam 29 kez) polisin elinden kurtulmayı başarır. İşlenen cinayetlere bakıldığında gerçekleştirilen eylemlerin “sol düşünce“ ile uyuşmadığı anlaşılıyor. Öldürülenler Dev-Sol veya Dev-Genç için bir tehdit unsuru olmaktan çok Türkiye'nin iç dengeleriyle ilintilidir çünkü. Dev-Sol adına yola çıkan üçlüden biri olan Paşa Güven 11 Temmuz 1991'de Fransa'da öldürülür. Olay örgüt içi bir hesaplaşma olarak lanse edilse de cinayeti Dev-Sol hiçbir zaman üstlenmez. Zaten durum çok daha farklıdır. Örgütün en ateşli militanlarından biri olan Güven, 1 Mayıs 1976 gecesi belinde silahla yakalanır ve cezaevine konur. Burada Dündar Kılıç ile birlikte kalır. Kılıç, kendisi için hep “delikanlı çocuktur“ diyecektir. Bu mahpus hayatı, uyuşturucu ticareti ve devlet için bazı eylemler gerçekleştirmesine kadar devam eden olaylar zincirinin ilk halkasını oluşturur. Paşa Güven, dönemin Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak ile eski Başbakan Nihat Erim'in suikastla öldürülmelerinin ardından Lübnan'a kaçar. 1983'te de buradan Fransa'ya geçer. İsmi “derin devlet“ ile birlikte anılır. Deşifre olması sonun başlangıcı anlamına gelir. Hakkındaki ölüm emrini arkadaşı Dursun Karataş'ın verdiği anlaşılır. Uyuşturucu ticareti yaptığı saptanan Paşa Güven'in örgüte ait 400 bin Frank'ı çaldığı da ortaya atılan iddialar arasında yer alır.

Dev-Sol liderinin derin güçlerle çalıştığını gerekçe gösteren Bedri Yağan, Dursun Karataş'a “karşı darbe“ yapar. Yağan'a göre Karataş, terörist Abdullah Öcalan'ın PKK'da yaptığı gibi kendisini tek lider konumuna getirerek kirli ilişkiler içine girdi. 1992'de başlayan darbe girişimi çok uzun sürmez. Liderlik kavgası bölünmeyle sonuçlanır. Karataş, dağ kadrosuna “cezalı“ olarak gönderilir. Bu durum sanılanın aksine çok erken biter. Bir başka derin güç olan Aslan Tayfun Özkök devreye girer ve Karataş'ın cezasını sona erdirir. Aslında “devlet“ darbeci tarafı el altından desteklemiş; ancak Karataş ve ekibini koruyan “derin“ güce karşı direnememiştir. Bu durum 1995'te Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından Millî Güvenlik Kurulu'na sunulmak üzere hazırlanan rapora da yansır. Karataş bütün baskınlarda buharlaşıp ele geçirilemezken, Yağan saklandığı eve yapılan polis baskınında hayatını kaybeder. Yağan grubu peş peşe operasyonlarla güç kaybeder ve Karataş tek adam konumuna yükselir.

SERİ CİNAYETLER

Dev-Sol kilit cinayetler serisini emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan'ı öldürerek sürdürür. 1991'de işlenen cinayet karanlığın sol yüzünü tam manasıyla ortaya çıkaracak niteliktedir. İddiaya göre Kayacan, Ergenekon yapısı hakkında geniş bilgilere sahiptir. Yine aynı iddia sahiplerine göre bu cinayet, Ergenekon ve Dev-Sol'un işbirliği içinde olduğunu net bir şekilde gösteriyor. İddialara göre Kayacan, görev yaptığı sırada derin yapı içindeki bazı isimleri (Dursun Karataş'a yeşil pasaport sağlayanlar) tasfiye eder. Birlikte yola çıkan üçlüden A. Bülent Uluer ise Devrimci Gençlik Federasyonu ile ilgilenir. Dev-Genç adıyla örgütlenen Dev-Sol'a bağlı bu yapı, lise ve üniversitedeki gençleri organize etmekle görevlidir. Öğrenci olaylarına öncülük eden bu kanat “kaos“ oluşturmak için 12 Eylül öncesi önemli gösteriler düzenler. Ankara ve İstanbul'daki eylemlerin merkezinde hep bu yapı vardır. Bugün aynı yapı Genç-Der olarak eylemlerini sürdürüyor. Lise ve üniversite yapıları da bu gençlik çatısı altında toplanıyor. Mesela örgüt liselerde eylem yapacağı sırada Liseli Dev Genç (LDG) imzasını kullanırken üniversitelerde ise DHKC Dev-Genç ismini öne çıkarıyor.

DHKP'-C'nin “kirli ilişkiler“ ağını ortaya çıkaran bir başka ayrıntı ise liderleri Dursun Karataş'ın Ekim 1989'da Bayrampaşa Cezaevi'nden Bedri Yağan ile birlikte firar etmesidir. Kısa bir zaman sonra aralarında Aslan Tayfun Özkök, İbrahim Erdoğan, Aslan Sener Yıldırım, Sinan Kukul gibi örgütün önemli isimlerinin de yer aldığı on kişi Bayrampaşa'dan ellerini kollarını sallayarak kaçar. Bu kaçışların planlı ve bir amaca matuf olduğu 4 ay sonra anlaşılır. Önce Hiram Abas cinayeti işlenir, ardından Bayrampaşa Savcısı Fikret Niyazi Aygan öldürülür. En ilginç cinayet ise 22 Mart 1991'de Bakırköy'de John Gandy'nin öldürülmesidir. ABD vatandaşı Gandy çalıştığı şirkette susturucu silah ile öldürülürken şirkete ait diskler de tetikçiler tarafından alındı. Dev-Sol'un hiçbir şekilde mantığına uymayan bu cinayetin sebebi Malatya'daki yayınevi hadisesiyle bir benzerlik içeriyordu; Gandy misyonerlik ve ajanlık yapıyor iddiasıyla sol örgüt tarafından öldürülmüştü. Emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, emekli Korgeneral İsmail Selen, MİT eski müsteşarı emekli Orgeneral Adnan Ersöz, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şakir Koç, İstanbul DGM Başsavcısı Yaşar Günaydın, emekli Oramiral Kemal Kayacan gibi önemli görevler yapan kişiler bir buçuk yıl içinde öldürüldü. İddiaya göre bu isimlerin bazıları derin yapı içindeydi ve tasfiye edildi; bazı kişiler ise Ergenekon hakkında çok şey bildiği için cinayete kurban gitti. ABD vatandaşı Gandy cinayetine benzer bir başka hadise ise yine İstanbul'da yaşandı. Commercion Union isimli sigorta şirketinde çalışan İngiliz vatandaşı Andrew Blake aynı gerekçelerle Cemal kod adlı Metin Dikmen'in organize ettiği bir cinayetle öldürüldü.

Dev-Sol bu cinayetlerden sonra isminin yıprandığını düşünerek adını değiştirdi. Cinayetler için emir veren Dursun Karataş bu sırada 175 kadar ülkede kırmızı bültenle aranmaya başlamıştı. Dev-Sol yeniden yapılamak istedi ve adını Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi(DHKP-C) olarak 30 Mart 1994'te değiştirdi. Aslında Dev-Sol'da DHKP-C Dev-Sol olarak kendisini lanse ediyordu. İsimdeki bu tenzilat şüphesiz örgütü de hareketlendirdi. DHKP-C adını duyurmak için eski Adalet Bakanı Mehmet Topaç'ı Ankara'da öldürdü. Örgüt ikinci denemesini Gazi Mahallesi'nde yaptı. Gazi Olayları olarak tarihe geçen vakada DHKP-C halkı yönlendirerek olayları kendi lehine çevirmeyi başardı. Emniyet kayıtlarına göre örgüt ilk kitlesel eyleminde gücünü iki katına çıkardı. DHKP-C'nin bu tarihten sonraki belki de bütün eylemlerinin önüne geçecek olan hadise Sabancı suikastıydı. Ancak örgüt Sabancı olayından 5–6 ay önce başka bir büyük cinayet planlamıştı.

ÇİLLER YALISI ROKETATAR İLE UÇURULACAKTI

Dönemin başbakanı Tansu Çiller hedefteki isimdi. Fakat olay gerçekleştirilmedi ve namlu Sabancı Center'e çevrildi. Görevi “Tunsu Çiller'i imha etmek için suikast“ olarak belirleyen örgüt Yeniköy'deki Çiller yalısının krokisini 23 nokta şeklinde çıkardı. Plana göre 4 militan suikastı gerçekleştirecekti. Kendilerine sivil polis süsü veren militanlardan birisi yalının içine girip korumaları oyalayacaktı. Diğer iki kişi ise eylem için harekete geçecekti. Suikast lav silahı ya da RPG–7 roketatar ile yapılacaktı. Hedefin ıskalaması durumunda yanında suikast tüfeği bulunduran bir örgüt mensubu ateş açarak işlemi tamamlayacaktı. Köşke giren polis görünümlü militanın telsiz işaretiyle eyleme başlanacak ve yine onun talimatıyla eylem noktalanacaktı. DHKP-C'nin Çiller'e yönelik hazırladığı suikast planında detaylara da yer veriliyor. Tansu Çiller'in işi olmadığı zamanlarda cumartesi ve pazar günleri yalıda olacağı bilgisi planda yer alıyor. Suikast için teröristler 9'uncu caddedeki 7 numaralı binada konuşlanacaklardı. Hatta planda bu binanın 1994 yazında tadilat geçirdiği bilgisine dahi yer veriliyor.

Tansu Çiller suikastından vazgeçen DHKP-C Sabancı suikastını es geçmeyecekti. 9 Ocak 1996'da Sabancı Center'ın 25'inci katında işlenen cinayette Özdemir Sabancı ile birlikte iki kişi daha hayatını kaybetti. Bu cinayet farklı çağrışımlara yol açtı. DHKP-C'nin arakasındaki büyük güç hep merak edildi. Tetikçi Mustafa Duyar öldürüleceğini söyleyip Suriye'deki Türk Büyükelçiliği'ne sığındı. Cezaevine konulan Duyar burada öldürüldü. Duyar ile birlikte olan Fehriye Erdal ise yurtdışına kaçtı. Fehriye'yi Sabancı suikastı için emir veren Dursun Karataş himaye ediyor.

Sabancı suikastından sonra canlı bomba eylemi ile gündeme gelen DHKP-C'nin alışık olmadığı bu tarzı devreye sokması örgüt mensuplarının kafasını karıştırdı. 2001'de Gültekin Koç isimli militan Şişli Emniyetine giderek eylemi gerçekleştirdi. DHKP-C 2003 yılına kadar birkaç canlı bomba eylemine daha karıştı.

VELİ KÜÇÜK DEVREDE

Ergenekon'un DHKP-C ve onun türevi örgütlerle yolunun kesişmesine dair bilgiler son dönemlerde daha netleşiyor aslında. Ergenekon operasyonunda gözaltına alınıp tutuklanan Sami Hoştan MİT raporlarına da yansıyan bilgilere göre, Avrupa'da yürüttüğü uyuşturucu ticaretini bu örgüt üzerinden gerçekleştiriyordu. Bir başka ilinti ise yine Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün not defterine yansıyan bilgilerde görülüyor. Ortaya çıkan bilgilere göre Veli Küçük, F tipi cezaevlerini protesto etmek için Şişli'deki evinde “ölüm orucu“ tutan Avukat Behiç Aşçı için devreye giriyor. Küçük'ün notunda “Ölüm orucundaki Behiç Aşçı için arkadaşlar devreye girerse bu eylemi bırakır“ dediği belirtiliyor. Ancak Küçük'ün sözünü ettiği arkadaşların kim olduğu bilinmiyor. Aşçı 293 gün sürdürdüğü ’ölüm orucu' eylemini 23 Ocak 2007'de bitirmişti. Örgütçülükten ve örgüte ait doküman bulundurmaktan 2004 yılında tutuklanan Aşçı, ilginçtir 28 gün sonra 1 Mayıs günü serbest bırakılıyor. Aşçı'nın, örgüt sempatizanlarına moral vermesi kapsamında serbest bırakıldığı belirtiliyor. DHKP-C Aşçı'nın ölüm orucunu sonlandırmasını devlete karşı kazanılmış bir zafer olarak gördü, özellikle Avrupa'da TAYAD'ın başını çektiği günlerce süren bir etkinlik düzenledi. Ergenekon kapsamında tutuklanan Veli Küçük, Aşçı için devreye girdiğini itiraf ediyor; “ Behiç Aşçı'nın DHKP-C'nin baskısıyla ölüm orucuna girdiğini öğrendim ve tanıdığım avukatlar aracılığıyla şahsı ikna ettim.“

MİLLÎ GÜVENLİK KARARLARI DHKP-C'YE AKTARILIYORDU

Eski MİT Mensubu Hiram Abas, emekli paşa İsmail Selen, emekli paşa Memduh Ünlütürk, Adana Jandarma Bölge Komutanı Temel Cingöz, MİT müsteşarlığı yapmış Adnan Ersöz, emekli paşa Kemal Kayacan gibi birçok sansasyonel hedefe yönelik eylemlerin izinin Ergenekon'a uzandığı ileri sürülüyor. İddianamede yer aldığı belirtilen bu cinayetlerin DHKP-C tarafından işlendiği biliniyor. Bu eylemlerin yapıldığı dönemde örgütte bulunanların çeşitli zamanlarda verdikleri ifadelerde örgütün böyle bir eylem planı olmadığı üzerinde durmaları oldukça manidar. Örgüt mensuplarının ortak düşüncesi büyük istihbarat ve bilgi gerektiren bu cinayetlerin örgüte ısmarlandığı yönünde. Çünkü tanıklar DHKP-C'nin o dönemde söz konusu cinayetler için istihbarat toplama gücünün olmadığını belirtiyor. A Tipi Özel Kuvvetlerde görevli Yüzbaşı N. S.nin adı da ifadelerde yer alıyor. İddiaya göre S. örgüt mensuplarına bomba dâhil her türlü askerî mühimmatı ordudan temin ediyordu. N.S. ile ilgili diğer bir ayrıntı ise tanıkların ifadesine yansıyor. O dönemde DHKP-C militanlarının Jandarma Genel Komutanlığına rahatlıkla girip çıktıkları belirtiliyor. Hatta S. tarafından Millî Güvenlik Kararları aynı akşam ya de ertesi sabah örgüte veriliyordu. Taşıyıcı, devletin gizli kararlarını DHKP-C'nin merkezine iletiyordu.

ERGENEKON ÖLDÜRÜLEN DHKP-C'Lİ HAKAN'I SORGULADI MI?

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp tutuklanan Ulusal Kanal yöneticisi Serhan Bolluk'a ait olduğu kriminal olarak da tespit edilen ajandada Ergenekon-DHKP-C bağlantısı daha da somutlaşıyor. Söz konusu ajandada, örgüt mensubu Hakan Saraylıoğlu isimli şahsın sorgulandığı ile ilgili bilgiler yer alıyor. DHKP-C Saraylıoğlu'nun hain olduğu gerekçesiyle infaz edildiğini kendi yandaşlarına internet üzerinden duyurdu. Şubat 2006'da iple boğularak öldürülen Saraylıoğlu'nun cesedi İkitelli Organize Sanayi Bölgesi'nde bulunmuştu. DHKP-C Hakan Saraylıoğlu'nu sorguladığını ilan etmişti. Bu durumda Serhan Bolluk'a ait ajandadaki sorgu notları dikkat çekiyor. Zira örgütün duyurusunda yer alan bilgilerin tamamının, hatta detaylarının bu ajandada kayıtlı olduğu belirtiliyor. Örneğin DHKP-C terör örgütünün üstlenme metninde “Sammy ya da Steaven; Amerikan Başkonsolosluğunda CIA görevlisi. Alex ile aynı durumda.“ şeklinde yazıldığı hâlde ajandada bu bilgilere ilaveten Baja soyadı bulunuyor. Yine DHKP-C'nin üstlenme metninde “Bazı operasyonlarda CIA, MI-5 ve MI-6 ile, Alman BND ile işbirliği yapıyorlar. BND ile yapılan işbirliğinden birinde Alman istihbaratçı Hans Stenzel ile birlikte Türkiye bağlantılı bir Yugoslav insan kaçakçılığı operasyonunda Hans denilen kişi Jochim adlı kişiyi kaçıyorken vuruyor ve nehre atarak boğuyor. Olay faili meçhul olarak kalıyor.“ şeklinde yazılıyken bu bilgiye ilaveten ajandada ajanların telefon numaraları da bulunuyor.

SABANCI SUİKASTI FAİLLERİ AJANDADA

Serhan Bolluk'a ait bir başka ajandada ise Sabancı suikastına çıkan bazı bilgiler yer alıyor. Ajandanın “Ocak. January 1.1.Pazartesi Monday yılbaşı“ ibareli sayfasına mavi kalemle “Fahriye Erdal, İsmail Akkol _xxx, Mustafa...“ yazılmış. Ajanda 1995 yılının. İsimlerse gelecek yılın ocak ayının birinci gününe (01.01.1996) ait sayfada yer alıyor. İsimleri yazılı şahısların 09 Ocak 1996 tarihinde Sabancı Center İş Merkezinde Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı, Toyota-Sa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe isimli kişilerin öldürülmesi olayına karıştıkları biliniyor. Sabancı suikastı eyleminden sekiz gün önceki bir tarihe, eyleme katıldıkları tespit edilecek şahısların isimlerinin yazılmış olmasının, örgütsel bağlantı dışında hiçbir şeyle izah edilmeyeceği uzmanlar tarafından dile getiriliyor.

Ergenekon iddianamesinde Sabancı Center suikastı faillerinden Mustafa Duyar'ın cezaevinde öldürülmesinin de yer alacağı belirtiliyor. Mustafa Duyar'ın mafya lideri olarak bilinen Nuri Ergin'in adamları tarafından öldürüldüğü ileri sürülüyor. Duyar, Kırklareli Cezaevi'ndeyken kendisine gelen A. Y. İsimli bir şahıs öldürüleceğini haber veriyor. Bu şahıs Duyar'ın öldürülmesi için 300 bin dolar gibi bir paranın döndüğünü de söylüyor. Cinayeti ise Nuri Ergin'in adamları olan Sami Tokur ve Ahmet Yargüder isimli kişilerin işleyeceğini de Mustafa Duyar'a haber veriyor. Bunun üzerine Duyar, Muğla Cezaevi'ne aldırılmasını talep ediyor. Ancak Duyar Muğla yerine Afyon Cezaevi'ne gönderiliyor. Bu sırada burada “itirafçı“ istemiyoruz diye isyan başlıyor. Aradan birkaç ay geçtikten sonra Duyar'ı öldürecekleri söylenen Ahmet Yargüder ve Sami Tokur sürpriz bir şekilde Afyon'a naklediliyor. Nuri Ergin'in 2000 yılında Uşak Cezaevi'ndeki isyan sırasında camdan başını çıkartıp bağırarak Mustafa Duyar'ı öldürttüğünü söylediği ve Veli Küçük'e selam gönderdiği iddia ediliyor.

ERGENEKON DHKP-C'Yİ DE SALLIYOR

DHKP-C'nin Ergenekon operasyonu ile tedirgin olmaya başladığı belirtiliyor. İlk tedirginlik örgüt lideri Dursun Karataş'ın öldüğü haberlerinin yayılması oldu. Çünkü Karataş da tıpkı arkadaşı Paşa Güven gibi bir yoldaşı tarafından tasfiye edilebilir. DHKP-C Karataş'ın ölmediğini ve işinin başında olduğunu duyurdu. Bir iddiaya göre Dursun Karataş öldürülecekti ancak bundan vazgeçildi; yapı Karataş'ı artık istemiyor görüşü hâkim. Diğer bir iddia ise Karataş öldürülmedi çünkü ağır kanser hastası zaten ölümü beklendiğinden bu cinayetten vazgeçildi.

1953 Elazığ doğumlu Dursun Karataş örgütte Dayı, Haydar, Halil, İsmail, Kemal, Remzi, Mehmet, Derviş, Vahap, Selim kod adalarını kullanıyor. Ancak Karataş'ın en belirgin adı; Dayı. İsmail Başaran, Mevlüt Bilgiç, Osman Kayışoğlu sahte kimlikleri kullandığı tespit edilen Karataş cinayet başta olmak üzere 154 ayrı suçtan kırmızı bültenle aranıyor.

Peki, Karataş'tan sonra örgütü kim yönetecek? Bu sorunun cevabı çok zor değil aslında. Liderlik için en az Dursun Karataş kadar derin Aslan Tayfun Özkök'ün adı geçiyor. 1955 İstanbul doğumlu Özkök'ün Âdem, Ziya, Barbaros, Özcan, Musa kod adları bulunsa da sadece Musa'yı kullanıyor. Dev-Sol'un ilk silahlı birlik üyesi olan Özkök, cinayet, soygun gibi çok sayıdaki suçtan aranıyor. Bekaa Vadisi'nde bulunduğu sırada örgütün Ortadoğu sorumluğunu yaptı. Örgüt içi çatışmada Karataş ile birlikte hareket etti. Tayfun Özkök'ün son dönemlerde Karataş adına kararlar verdiği ve örgütte etkin konuma gelmeye başladığı aktarılıyor. Ancak örgütte etkin olan Zerrin Sarı ile sorun yaşayacağı belirtiliyor. 1963 Osmaniye doğumlu Halkın Hukuk Bürosu'nda bir dönem avukatlık yapan Sarı “abla“ kod adıyla anılıyor. Bu ablalık Dursun Karataş ile yaşadığı duygusal birliktelikten kaynaklanıyor.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.