Sana bir kez ihanet edeni affedersen, seni yine kullanır; Çünkü ihanet bir ruh hali değil, karakterin dökülüşüdür! diyor Paul Auster. Bir kere ihanete başlandı mı insan ardı arkası kesilmez. Bir alışkanlık gibi yaşamın her alanında ortaya çıkar. Nitekim Kürt Halkının yaşadığı, yada başkalarının Kürt Halkına yaşattığı olaylarda bu husus defalarca kendini göstermiştir! Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen, belki de umut fakirin ekmeği diyerek, yada belli ölçülerde çaresizliğimizden dolayı bu gurubun bir şey yapabileceğini düşündük ve onlara inandık. Fiziksel olarak aynı ortamda çok fazla bulunmadıysakta, düşünce ve istekler bazında ise ortak noktalarımız olduğu kanaatindeydik. PWD Konferansı Görüş farklılıkları ve bazı noktalarda memnuniyetsizlikler olmasına rağmen, demokratik Kürt Yurtseverliği ekseninde bir konferans yapılmasına karar verildi.
Kendim konferansa katılamadım. Neden katılmadığıma gelince; PKK'den koptuğumuzda, bizim bu kopuşumuz bireysel bir kopuş olmadığı için ailenin diğer fertlerinin hepside ayrılma kararı almıştı. Ailenin büyük bir kısmı Suriye'de bulunuyordu. Bu kopma sürecinden sonra hem Suriye Devleti hem de PKK den dolayı, Suriye'de kalmak gibi bir şansları kalmamıştı. Buradan çıkın, gidin, yada sizi Türkiye'ye teslim ederiz tehdidi ile karşı karşıya kalmışlardı. Başkaları gibi gidip Türkiye'ye teslim olmaktansa Güney Kürdistana gelmeyi tercih ettiler. Yasal olarak gelmek gibi bir şansları olmadığı için gayri resmi yollardan onlari getirmemiz gerekiyordu. Bu konferans sürecinde onları getirmekle meşgüldüm ve aynı dönemde bulunduğum bölgede tutuklanmıştım. Serbest bırakılıp, yasal olarak Güney Kürdistan'da kalma imkanı bulunca, bu arkadaşlarla tekrar iletişime geçtim. Ailemden birisini onların yanına gönderip onlarla görüşmesini sağladım. Giden şahıs gördükleri karşısında hayal kırıklığına uğramıştı ve bu guruptan çok sağlıklı birşeyler çıkmayacağını söyleyip ''bunlarla PKK arasında ne fark var'' sorusunu bana sormuştu. Bu dönemde orada bulunan çok sayıda arkadaşla da konuştum ve belli düzeyde tartıştım. Özellikle riskli olan bu dönemde, Benim bulunduğum bölgeden kalkıp onların yanına gitmemi gerektirecek çok ciddi bir çalışmalarının olmadığını kendileride dile getirdiler. Daha sonra onlarla yüzyüze görüşme gayreti içinde olmamda çok olumlu sonuçlar doğurmadı. Zaten daha başlangıç aşamasında büyük oranda dağılma noktasına gelmişlerdi. Öcalan'a Özgürlük Büyük bir çoğunluğumuz Apo'nun İmralı'da iken Kürt Halkı aleyhine izlediği Kemalist ve devletçi politikalarından dolayı ayrıldığımız sözde yada özde bilinmesine rağmen, daha ilk adım sayılabilecek konferanstan yine çok tehlikeli bir sonuç çıkarılmıştı.
Konferanstan ''Öcalan'ın Özgürlüğü'' esas alınacak ve bu yönlü mücadele edilecek kararı çıktı. Bunu da yaparken sözüm ona insani haklar temelinde yapıyorlardı. Herkes için özgürlük ne kadar gerekliyse Öcalan için de özgürlük o ölçüde gereklidir ve bu temelde mücadele edilmelidir. Hem savaşa karşıyız deyip PKK'den ayrılacaksınız hem de savaş kararı alan Öcalan'ın özgürlüğünü esas alacaksınız. Bu nasıl bir çelişki ve iki yüzlülüktür. Peki madem bu kararları alacaktık, sözde sadece eşlerimiz için ve bireysel hesaplarımız için gelmemiştik, neden Kandil'de kalmadık o zaman? Ya vicdan abideleri kesilip Öcalan'a özgürlük isteyenler?.. Zamanında gözlerinizin önünde sayısızca Kürt evladı suçsuz yere infaz edilirken, zahmet edip aranızdan biri çıkıp hiçbir insani haktan, vicdandan bahsetti mi? Yoksa gücünüzün yettiğini cezalandırıp, gücü sizden fazla olanlara kulluk mu ettiniz? Apo için mi vicdanlarınız doğru yönü buldu?...
Hatırlıyormusunuz konferansınızda Gözlüklü Rıza diye değerli bir arkadaş vardı. Bu arkadaş size bir öneride bulundu sadece. Kürt Halkına Apo'nun durumunu izah etmemiz lazım, bu bizim öncelikli görevimiz dediği için adamı neredeyse suçlu konumuna düşürdünüz. Serhat (Hıdır Yalcın) ve Ekrem (Hıdır Sarıkaya) belli ölçülerde Gözlüklü Rıza'yı destekleme çabası içinde oldular fakat birşeyi değiştiremediler. Konferansta çok sayıda değerli arkadaş olduğu halde Botan ve Ferhat önemli kişilikler olarak ön plana çıktığı için bu söylemlerin bir önemi olmadı. Değerli olmasanız dahi bazen içinde bulunduğunuz durum ve pozisyon ne yazık ki, sizi önemli kılabilmektedir.
PKK Tarihinin Yeniden Yazılması PWD Konferansından çıkan ikinci önemli karar ise ''PKK tarihinin yeniden yazılmasıydı''. Bu kararın özü ise farklıydı. PKK gerçeğini örtbas etmeye yönelik ağırlıklı olarak Ferhat ve Botan'ın çabası sonucu alınmış bir karardı. Çok açık bir gerçektir ki; sadece Ferhat veya Botan değil, PKK'nin tüm üyeleri yan yana gelse PKK gerçeğini Türkiye Cumhuriyetinin kozmik odalarına girmeden yazmak mümkün değildir. Bu son dönemde çıkan kasetlerde de (kendilerince montajlanmış olan) bu daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır!.. PKK tarihini yeniden yazmak yerine, geçmişin ve yapılan hataların özeleştirisi verilerek, biz bu yaşanan olumsuzluklara nasıl katkı sağladık, bu olumsuzluklar içinde ne kadar söz sahibi olduk diyerek yeni ve temiz bir başlangıç yapılarak bu yazılabilinir idi. Fakat siz kendi gerçekliğinizi saklamaya çalıştıysanız da bilinç altınız buna el vermedi, çünkü amacınız kendi geleceğiniz ve devletin geleceğini korumaktan başka birşey olmadığı çok kısa sürede ortaya çıktı.
PKK tarihi ancak gerçek PKK değerleri ile beraber PKK'nin işlediği suçlar yazılarak oluşturulabilinir. Farzedelim ki, tarih bilinciniz çok yüksekti aynı zamanda yeteri kadar cesur ve dürüsttüzde! Bu doğrultuda PKK tarihini yeniden yazacaktınız yada hala böyle bir çalışmanız var ve bu tarihi yazacaksınız. Peki bunu yaparken, PKK nin ilk kurşunu kime sıktığını yazabilecek misiniz? Şimdi eşlerinizin koynunda uyuyup çoluk çocuk sahibi olan sizler, PKK içinde sadece duygusal bir yakınlık hiss etti diye infaz edilen Kürdistan'ın Nergiz Çiçekleri olan Berivanlarımızı yazacabilecekmisiniz? Ya da sosyal ilişki yaşadı diye bizim kontrolümüzde infaz edilenleri.
Diyarbakır cezaevinde ihanetin soy kütüğüne, Kürt ve Kürdistan Kimliğini ölüme kaftan giydirerek yazdırıp, Bekaa'da Apo'yu gördükten sonra Apo'yu eleştirdiği için deli olarak lanse edilip hunharca boğdurulup öldürülen o direnişin kalesi olan Orhan Aydın'ı yazabilecek misiniz? Apo'nun kendi itiraflarında da kabul ettiği parti içinde infaz edilen 17 bin kişiyi yazabilecek misin? Silahlı mücadele bizim stratejimiz olmamalı, siyasi mücadeleye ağırlık verilmelidir dediği için infaz edilen Mehmet Şener'i yazabilecek misiniz ? İkinci 15 ağustos atılımını Güney Kürdistan'da yapalım emrini verdiğinizi ve bizim bunun uygulayıcısı olduğumuzu yazabilecek misiniz ? Lolan'da Mustafa Yöndem arkadaşla evlenmek istediğini belirtip, potinsiz ayaklar ile kamplarda doktorluk yapan Dr.Jiyan'ı (Lamia Baksi) kimin kurşuna dizdiğini yazabilecek misiniz? Ayten Yıldırım'ı çıldırtan o barbari işkenceleri yazabilecek misiniz? Ya o şairlerin bile güzelliğini anlatmaya kıyamadığı ilk bayan merkez komite üyelerinden olan Saime Aşkın'ın hangi Hannibalizm yöntemler ile infaz edildiğini yazabilecek misiniz? Kendi verdiğiniz derslerde Berzani'nin Pentagon'un adamı olduğunu (Nizamettin Taş) söylediğinizi yazabilecek misiniz? Kör Cemal KDP'ye kaçıp, yakaladığınızda ''KDP'ye değil de kaçıp başka yere sığınsaydın belki af edilebilirdin ama KDP'ye kaçman af edilmeni engelliyor (Halil Ataç) deyip Kör Cemal'i nasıl infaz ettiğinizi yazabilecek misiniz ? Halepçe celladı olan Saddam Hüseyin'in yanında yer aldığımızı, ABD Irak'a girmeye karar verdiğinde ise YNK ile birleşip KDP'ye karşı Musul ve Kerkük'ü alma projelerimiz olduğunu, ancak YNK nin bu kirli oyunu bozduğunu yazabilecek misiniz? Ya işin özünde neden Kandil'e yerleştiğimizi yazma cesaretiniz olacak mı?
Aslında PKK tarihinin iç yüzünü saklamaya yönelik başkaları tarafından size görev olarak verilmiş bir çalışmanın ötesinde başka birşey değildir. Ama daha yazamadığınız için bekleyip görmek zorundayız. Umarım bizleri yanıltırsınız!.. Yönetim Kadrosunun Seçilmesi Kürt Halkına büyük ihanet olan bu iki kararın alınmasından sonra küçük çaplı tartışmalarla beraber konferans salonunda yönetim kadrosunu seçmek için oylama yapıldı. Kani Yılmaz ve Botan en fazla oyu almıştı. Bu sonuçlar doğrultusunda; beklentiler bu iki şahıstan birisinin başkanlık edeceği yönünde idi. Botan genel sorumlu olarak seçildi. Botan genel sorumlu olarak seçildiysede. Yine her nasıl olduysa oylama sıralamasında en düşük oy alanlardan birisi olan Ferhat (Osman Öcalan) daha fazla ön plana çıkarılıyor ve Botan onun gölgesinde kalıyordu. '
'Her halk kendi liderini yaratır'' diye bir söylem, acaba ne zaman biz Kürtler için geçerli olacaktı? Başkalarının müdahalesine maruz kalmadan bunu kendi iç dinamiklerimizle ne zaman başarabilecektik? Gerçeği o zaman bilmiyorduk, meğerse Ferhat bizim için bir ''GARANTİ'' belgesi niteliğindeydi. Tabiki de bu kutsal göreve sadece Öcalan kanından birisi olarak o layık olacaktı. Başka birşey beklemek de öngörüsüzlük olurdu. Konferans sonucunda : Botan genel sorumlu, Kani Yılmaz (Faysal Dunlayıcı) diplomasi-siyasi çalışmalardan sorumlu, Kemale Sor (Kemal Şahin) Bati Kürdistandan ( Suriye ) sorumlu, Sipan Rojhilat Doğu Kürdistandan (Iran) sorumlu, Doğan (Selahattin Gün) mali işlerden sorumlu olarak seçildi. Sadece merkezde görevli olmasına rağmen dış görünüşte bütün işleri ise Ferhat yürütüyordu.
PWD nin Kurulması
PWD daha kuruluş aşamasında Ortadogu'da ki, çoğu parti gibi sistem eksenli değil, kişi eksenli kuruldu. Avrupa'daki eski-yeni başbakan isimlerinden kaçını hatırlıyoruz şimdi? Oysaki, Orta doğudakilerin hemen hemen hepsini biliyoruz. Çünkü bu partiler bireyler üzerine kurulmuştur, sistemler üzerine değil. Bu bireyler her zaman ön plana çıkarılmış ve toplumların kaderi de bu bireylere kurban edilmiştir. Bu guruptaki arkadaşlar mevcut istekler doğrultusunda, bu gurubun partileşmesinin gerekli ve doğru bir adım olduğunu düşündüler. Bu yönde karar verip 21 Ekim 2004 tarihinde bu arkadaşların düşünceleri temelinde PWD (Partiya Welatparezen Demokrat-Demokrat Yurtseverler Partisi) kuruldu. Partîya Demokrata Kürdistan 1946 Yekîtîya Niştimanîya Kürdistan 1975 Partiya Karkerên Kürdistan 1978 2004 yılında kurulan PWD, PKK içerisindeyken kendilerinin hain ve feodal olarak gördükleri KDP ve YNK'nin 70 sene önce, hatta ve hatta hain olarak görüp ayrıldıkları PKK'nin dahi 35 sene önce parti isimlerinde kullandıkları ''Kürdistan'' adını, kendilerinin kurduğu parti isminde yer verememişlerdi.
Kürtler açısından çok önemli olmasına rağmen neden Kürdistan ismi kullanılmadı? Kürdistan toprağının bulunduğu dört ülke olan Türkiye, Iran, Irak ve Suriye'ye ''biz sizin için bir tehlike teşkil etmiyoruz'' mesajımı verilmek istendi? Yada Öcalan'ın yaptığı gibi demokrat Türkiye'nin partisi olma hedeflerimi vardı? Yoksa adım adım yolunda gittikleri, ''Öcalan'ın tamamlayıcısıyız'' görüntüsümü veriliyordu? Kısa bir süre önce Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürdistan kelimesini dile getirmesini çok anlamlı bulup Erdoğan'a övgülerde bulunanlar, acaba kendi partileri açışından Kürdistan'ı çok mu anlamsız bulmuştular? Belki de Kürdistan ismi ve gerçekliği onlara çok ağır gelmişti ve bu yükü kaldıramamışlardı!.. Yada Öcalan'ın sürekli kullandığı ve dillendirdiği gibi yeni dünya düzeninde, onlar içinde; sınırların bir önemi kalmamış mıydı?
Zamanda gösterdiki aslında bu partileşme; bizim düşünce ve isteklerimizden çok, başka güçler tarafından belirlenmiş bir durumdu. Yani bu arkadaşlara öncesinden bir misyon biçilmişti ve bilmeden bu kirli oyunun bir parçası olmuş durumdaydılar, belli bir kısmı da bilinçli olarak işin içindeydi. Dikkatlerden kaçan diğer önemli bir nokta ise her yönüyle Mustafa Kemali kendisine örnek alan ve kılavuz bilen Abdullah Öcalan'ın, PKK'ye muhalif yeni siyasi partilerin oluşması noktasında da Mustafa Kemalin izinden gidileceğinin bilinmemiş olunmasıydı. Cumhuriyet ilan edildikten sonra, meclis içinden belli bir kesim Cumhuriyet Halk Fırkasının (Mustafa Kemalin partisi-bugünkü CHP) baskıcı ve tekelci yönetiminden rahatsız olmaya başlamıştı. Daha sonra 17 kasım 1924'te Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Görünürde Mustafa Kemal demokrasinin gereği olarak ve muhalefetin denetlenmesi için kurulan yeni partiye olumlu yaklaştığını dile getirdi. Fakat çok kısa bir süre sonra, bu parti M.Kemale ve devrime karşı, eski düzen yanlısı olarak suçlanıp partileri bizzat M.Kemalin emriyle 5 haziran 1925 te kapatıldı. Kendilerinden farklı düşünen çok sayıda kişi bu sayede hapishanelere gönderildi.
Genelde dünyanın, özelde ise Türkiye Cumhuriyetinin içinde bulunduğu durum hem siyasi hem ekonomik olarak iyi değildi. Tehlikenin adım adım yaklaştığını gören M.Kemal yine sözde demokrasinin gereği ve daha iyi bir ekonomik programın oluşturulabilmesi ve denetlenmenin muhalefet tarafından yapılabilmesi amacıyla yakın arkadaşı olan Fethi Okyar'a (M.Kemalin kardeşi yoktu) 12 ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurdurttu. Kendi elleriyle kurdukları partiyi; devlet için tehlike teşkil ediyor deyip, üç ay kadar kısa bir süre sonra 17 kasım 1930'da kapattılar. Yine bu parti sayesinde kendilerince çok sayıda insani deşifre etmiş dost ve düşmanlarını daha yakından tanımışlardı. PKK tarihi açısından baktığımızda da hemen hemen aynı süreç yaşanmıştır. Yurtsever bir kesim PKK'ye muhalif ve alternatif bir parti kurma çalışmalarına girmişti. Fakat Mustafa Kemal döneminde olduğu gibi bu oluşumlar daha partileşmeden bitirildi.
Fikir düzeyinde bile bu yönlü çalışmalara giren sayısızca Kürt Devrimcisi infaz edildi. Daha sonra Öcalan'da kılavuzu M.Kemal gibi ülkenin içinde bulunduğu tehlikeyi görüp (potansiyel bir güç ve PKK ye muhalif oluşum) ailesinin bireyleri ve avukatları aracılığıyla kardeşi Osman Öcalan'a talimat verip PWD yi kurdurttu. Bu şekilde hem PKK'yi hem de aynı zamanda sözde PKK muhalifi olan PWD'yi kontrol altında tutuyordu. Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulduktan üç ay sonra, devlet için tehlikeli görülüp devlet eliyle kapatıldı. PWD daha kapatılmadı. Fakat PWD içerisindeki muhalifler teker teker yok edildi. Bellimi olur PWD yeni bir talimatla kapatılıp yerine başka bir şeyler gelse şaşırmamak lazım. Gerçi kendileri de son dönemde yaptıkları açıklamalarla ''kimsenin alternatifi olmadıklarını"' olamayacaklarını dile getirdiler.
Peki bu halk size sormaz mı madem kimsenin alternatifi değildiniz, dostlar pazarda görsün diye mi parti kurdunuz? Parti kurmanın birinci amacı ( ihanet etmeden) alternatif, muhalif ve hatta iktidar olmak değilmidir? Aynı şekilde bir diğer önemli oluşumda, temelleri PWD'den önce Sabri Ok'un denetiminde, imralı'da Öcalan ile yapılan görüşmeler sonucu atılmış KCK yapılanmasıdır. KCK sayesinde de PKK içersindeki çok sayıda değerli yurtsever deşifre edilip, tutuklanmaları sağlanıp cezaevlerine konuldu. Gurubu düşman tarafından imha edilen ve kendisi teslim olan Sabri Ok nasıl oldu da bir anda bu kadar yetkili konuma getirildi ve böyle bir oluşumdan sorumlu yapıldı. İlerki zamanlarda da bugün ortaya çıkan kasetler gibi, Öcalan ve Sabri Ok kasetleride çıkarsa şaşırmayın.
PWD'nin oluşumu hakkında dile getirdiklerimiz size şaşırtıcı gelebilir. Osman Öcalan'ın hiç bir zaman PKK'den ilişkisini koparmadığını ve Ağabeyinin talimatıyla bu görevlendirmeyi üstlendiğini kısa bir süre önce gazeteci Ruşen Çakır'a abisinin fotoğrafı önünde verdiği röportaj ile kanıtlamış oldu. PKK ye Muhalif PWD'lilerin Şehit Edilmesi Ferhat sözde başkanlık görevini üstlendiği halde gurup içinde yalnız kalmıştı ve bu yalnızlığı gün geçtikçe artıyordu. Bu yalnızlığını aşabilmek ve etkinliğini artırabilmek için gurubun içindeki Doğu Kürdistan( Iran) yapsının desteğini kazanmak istiyordu. Bunun için yoğun bir çabası vardı. Hatta bunun için İran Kürtlerinden ‘Jiyan’ kod adlı Keve Suci ile evlenmişti. Abdullah Öcalan ise kardeşini kayırmak için bu olayla ilgili ''Ferhat politik evlilik yapmıştır'' diyordu.
Ferhat'ın asıl amacı Sipan'ın rolünü ele geçirmekti, fakat bunda başarılı olamadı. Çünkü gurup içinde Sipan'a karşı genel bir sempati ve sevgi vardı. Geçen her dakika sanki PWD içerisindeki muhaliflerin, PKK yanlısı yanlış tutumlara karşı çıkanların aleyhine işliyordu. Tarihler 23 ağustos 2004 gösterdiğinde Sipan Rojhilat haince bir saldırı sonucu şehit edilmişti. SIPAN Musul Kerkük arasında guruptan ayrıldıktan sonra, içinde bulunduğu arabanın şoförü arabadan çıkarıldıktan sonra vuruluyor ve arabasıda yakılıyor. Peki PKK Sipan'ın gideceği yer hakkında önceden nasıl haberdar oldu ve guruptan ayrıldıktan bu kadar kısa süre sonra o insanlar oraya nasıl ulaştı? PKK'ye Sipan'ın yerini kim söyledi ? PKK'nin yurtsever Kürtleri katletmesi aralıksız devam ediyordu. PKK bu infaz edeceği kişileri seçerken Ferhat ve Botan'ın özgürlüğünü esas aldıkları Öcalan'ın belirlemeleri doğrultusunda yapıyorlardı. Öcalan'ın belli düzeyde konum ve kişilik sahibi olan insanlara karşı devreye soktuğu yöntem tekrar iş başındaydı. Kemale Sor Suriye'de söz sahibi olan birisiydi ve halk tarafından sevilip destekleniyordu. PYDK (Parti Yekîtî Demokrati Kürdistan) Genel başkanı Kemalê Sor olarak tanınan Kemal Şahin İmralı görüşmelerinde hedef tahtasına konmuş ve bu değerli şahsiyeti Suriye ajanı olmakla suçlamıştı. Emri sözde hapishane hayatı yaşayan Öcalan'dan (Öcalan+Devlet) alan PKK yönetimi 17-18 Şubat 2005 tarihinde Çemçemal yakınlarındaki PYDK kampına saldırı düzenlendi. Kemale Sor, oradaki arkadaşlarıyla beraber yürekli bir şekilde, onurluca bu saldırıya karşılık verdi ve yaşanan çatışmada ağır yararlandı. Süleymaniye'de hastahaneye kaldırılırken maalesef şehit düştü. Olayı gerçekleştirenler yakalandı, suçlarını itiraf ettiler ve bizzat Cemil Bayık ve Murat Karayılan'ın emriyle bu saldırıyı yaptıklarını söylemelerine rağmen her zamanki gibi, PKK işlediği suçu bile üstlenme erdemini bile gösteremedi. PKK'nin savaş tarihi dışında herhangi bir tarihi asla olmamıştır.
Diplomasi yoksunluğuna sahip bir örgüt yapısına sahip olmuştur. Sınırlı ölçülerde sahip olduğu diplomasi yapısı Kani Yılmaz tarafından sağlanmış ve maalesef çoğu diğer olaylarda olduğu gibi bu diplomasi çalışmaları Öcalan'ın komplekslerine ve tek adam oluşuna kurban edilmiştir. Kani Yılmaz PKK’nın diplomatik-siyasi bir harekete dönüşmesi gerektiğini düşünüp bu eksende Avrupa’da diplomasi çalışmaları yapıp, PKK nin bütün dünya ile görüşebilinecek düzeye gelmesi için büyük çaba sarf etti. Avrupa’da 20’ye yakın diplomatik büro açılmasını sağladı. Kendi ifadesiyle bu çalışmalar olumlu sonuç vermeye başlamıştı. Kani Yılmaz, o günkü durumu ''Diplomatik görüşmelerden dolayı adeta başımızı kaşıyamayacak durumdaydık. Çalışmaya kadro ve eleman yetiştiremiyorduk.” sözleriyle net bir şekilde özetliyordu. Bu çalışmalar ekseninde ABD ile görüştüklerini, Amerikalıların kendilerine PKK’nin yasallaşabileceğini, ama bunun için kademeli olarak silah bırakmalarının ve silahlı örgütü tasfiye etmelerini şart koştuğunu söylüyordu.
Öcalan, PKK içinde kural haline getirdiği kişiliksizleştirme çalışmasını Kani Yılmaz'a karşı da hemen devreye koydu. Öcalan, Kani Yılmaz'a ''Sen kimsin ki ABD’nin sorularına karşılık vereceksin veya pazarlık yapacaksın? Sen benim adıma, boş bir kağıt imzalayacaksın ve onu görüşme masasına koyacaksın? ABD’liler ne yazarsa hepsini kabul edeceksin. deyip, PKK'nin silah bırakmaya hazır olmadığını belirtiyordu. Apo ile Kani Yılmaz çelişkisi bu tarihten çok önce başlamıştı. Uzun yıllar cezaevinde kaldıktan sonra Avrupa'ya gidip burada hapishanede yattıktan sonra serbest bırakılan Kani Yılmaz diğer birçok PKK yöneticisine yapıldığı gibi AJANLIK ile suçlanıyordu. Ingilterede kaldığı süre zarfında, İngiltere'nin kontrolü altına girdiği iddia ediliyordu. Öcalan, Avrupa devletlerinin, kendisine alternatif olarak, kendisini bitirmek için Kani'yi yetiştirdiğini söylüyordu. Öcalan Türkiye'ye gidip PKK'nin ve Kürt Halkının dostlarını Devlete ihbar ederken, Kani'nin PKK'yi dünyaya tanıtmak istediğini ve Kendisinin Türkiye Cumhuriyeti için PKK içindeki en tehlikeli kişi olduğunu söyleyip Kani'yi adete Devlete şikayet edip hedef gösteriyordu. Kani'nin bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini vurguluyordu. Ayrıca Avrupa'da kendisine kalacak yer bulamaması konusunda da Kani Yılmaz'ı sorumlu tutup bu konuda suçlu olarak gösteriyordu.
Ferhat'ın da son süreçlerde ağabeyini bu konuda destekleyen açıklamaları bulunuyor ve Kani'nin ajan olduğunu söylüyor. Küçük Öcalan; madem Kani ajandı neden beraber yola çıktınız? Kani'nin hem bireysel, hem ailesel yaşamına baktığınızda ajan olmadığı, olamayacağı çok açıktır. Halkımız Öcalan tarafından ajanlıkla suçlanan bu kişilerin ailelerini ve Öcalan Ailesini kıyaslayıp aslında gerçek ajanların kimler olduğunu çok basit bir yaklaşımla görebileceğine inanıyorum. Ajanlık yapan bir insanin ilk isi Öcalanların yaptığı gibi ailelerini ekonomik ve fiziksel olarak muhafaza altına almak olduğunu bilmeleri lazım.
Kani, PKK'nin tüm pisliğini biliyordu. PKK sisteminin derinliklerinde yer almış birisiydi. Kani PKK'den ayrılmasaydı da PKK tarafından vurulacaktı. Kani'nin, Ferhat ve Botan'la hareket etmesi sadece başına gelecekleri hızlandırmaya yardımcı oldu. Kani Yılmaz'ın aklımda kalan son sözü ise ''bu çalışmalar yüzünden PKK ve Devlet ben ne yaparsam yapayım beni öldürecekler'' demesiydi. Kani Yılmaz cezaevinden tanıdığı bir arkadaşının oğlu olan Numan kod adlı Veli Çat'ın arabaya uzaktan kumandalı bombayı yerleştirip, bombayı patlatması sonucu Kani Yılmaz ve Sabri Tori (Serdar Kaya) DEVLET-PKK-PWD üçgeninde 11 Şubat 2006'da şehit edildi. Acı olan, Kani'nin güvenip yanına aldığı bir Kürt evladı tarafından tekrar kardeş katline kurban edilmesiydi. Öcalan'ın avukatları Kani Yılmaz'ın arkadaşlarıyla yaşadığı iç hesaplaşma nedeniyle öldürüldüğü yönünde açıklama yaptılar. PKK ise işlediği suçu tekrar kabul etme cesareti gösteremedi. PWD bütün bu tehlikelere rağmen neden önlem almadı. Kendilerinin hedefte olamayacağını bilen, Ferhat ve Botan'ın önlem almak gibi bir ihtiyacı zaten yoktu. İlk yazıda da dile getirdiğim gibi neden kampa gidilmedi? Ayrıca diğer önemli bir nokta ise Kani Yılmaz'ın, Ferhat ve Botan'ın özellikle gitmeyi istemediği kamp yolu dönüşünde şehit edilmesiydi. Botan ve Ferhat şehit edilen bu insanların intikamı alınabilinirdı şeklinde açıklamalarda bulundular. Fakat bunu insani normlara aykırı bulup ve şiddeti benimsemedikleri için yapmadıklarını söylüyorlar. Birincisi şehit edilen hiçbir yurtsever Kürt evladının değil intikamını, nasıl şehit edildiklerini bile soruşturma ve açıklama cesaretine sahip değilsiniz!...
Tüm bu olumsuzluklara rağmen aradan bir süre geçtikten sonra Parti kurulmasıyla ilgili bireysel fikirlerimi onlara belirtim. Bu aşamada bir partileşmeden çok bir aydın gurubu ve düşünce gurubu olarak hareket etmenin daha doğru olacağını söyledim ve bunu savundum. Ara ara yazılar yazabileceğimizi, imkanlar dahilinde haftalık yada aylık bir dergi çıkarmamız gerektiğini, hatta ve hatta bunları başaramasak bile halkı aydınlatmak için bildiri bile dağıtabileceğimizi söyledim. Parti kurmak, hem daha büyük bir yüktü, hem de sorumlulukları daha fazlaydı.
Oysaki; bir gurup olarak halkı aydınlatıp, bilgilendirip ortam uygun olduğunda ve biz kendimizi hazır hissettiğimiz bir dönemde parti kurmak daha sağlıklı ve gerçekçi olacaktı. Bu düşüncemi benimsemediler ve bununla yetinmeyip ''biz neyin peşindeyiz, bu adam neyin peşinde'' deyip, kendi gözlerinde beni deli konumuna koydulardı. Bu temelde bir partileşmenin içinde asla yer almayacağımı belirtim. İşin özünde de daha kuruluş aşamasında partiden ayrılmamın ana nedeni ise, Apo'ya hala olan bağlılıklarıydı. Bunlarla ortak bisey yapamayacağımı anladıktan sonra kendi ailesel gücümle ve bilincimin yettiği kadar birşeyler yazıp halkımla paylaşmaya çalıştım. İlk yazımı desteklediler, fakat ondan sonraki yazılarıma tepki gösterdiler. Siyasi olarak çok farklı görüşlere sahip olsakta, eskiden aynı saflarda savaşan insanlar olarak sohbetlerimiz ara ara devam etti.
DEVAM EDECEK!....
(Bir sonraki bölümde MIT ile nasıl görüştüler...)