KİMLİK BUNALIMI VE ZAZALAR
Yazar Adı: 5.Murat VAROL
Yazar İletişim: [email protected]
Yazarın Tüm Yazıları
Kim ne derse desin Osmanlı büyük bir devletti.
Eleştirilebilir yanları elbette vardır ve bu eleştiriler çoğu zaman haklılık da arz edebilir; ama tüm bunlar Osmanlı'nın büyük bir devlet olduğu görüşünü gölgeleyemez.
Bana göre Osmanlı'nın büyük bir devlet olarak anılmasının nedeni, ne yaptığı fetihlerdir, ne üç kıtaya yayılmasıdır ne de bu türden başka bir şeydir.
Benim gözümde Osmanlı'yı asıl yücelten ve büyüten unsur onun hoşgörüsüdür. Onun çok dinli, çok uluslu, çok kültürlü yapısıdır.
Ancak zaman denilen mevhum Osmanlı'yı da bitirmiştir.
Osmanlı'yı asıl bitiren öğelerin başında ise 18. yüzyılın son çeyreğinde Fransa'da baş gösterip daha sonra çok uluslu devletlerin sonunu hazırlayan milliyetçilik akımıdır.
Osmanlı buna çok direndi, kendince birtakım çözümler üretmeye çalıştı.
Önce Osmanlıcılık dedi; dil, din, ırk farklı gözetmeksizin bütün bir tebaayı tek çatı altında toplamaya çalıştı.
Ama olmadı, tutmadı daha doğrusu. Tüm bu birleştirici unsurlara rağmen kopmalar devam etti.
Sonra İslamcılık dedi; bütün İslam âlemini bir arada tutma düşüncesi ön plana çıktı.
Bu da tutmadı; çünkü kimlik ya da bir diğer ifade ile ırksal farklılık insanlarda dinden daha öncelikli bir hale gelmişti.
Amin Maalouf'un dediği gibi; “Türkler ve Kürtler ikisi de Müslüman ama bu aralarındaki çatışmayı bitirmek için belirleyici bir unsur olmuyor ne yazık ki.“
Batıcılık fikrine hiç değinmeye bile gerek yok.
Son olarak Turancılık fikri ortaya atıldı, aslında bu fikir Osmanlı Devleti'ndeki aydınlara ait değildir, Turan isminin fikir babası da Macarlardır.
Bu da tutmadı; ama bunun biraz daha sınırlandırılmış, alanları küçültülmüş Türkçülük fikri tuttu.
Bunun savunuculuğu yapıldı ve Cumhuriyet bu temel öğe üzerine kuruldu.
Bu ilk yıllarda bir sekteye de uğramadı.
Gerçi 1925 yılında Şeyh Said isyanı var ama bu da etnik değil dinsel niteliklidir.
Çoğu kişi nedense bunu hala kendi tarafına çekmeye çalışıyor; anlamak zor.
Oysaki bu isyanın ortaya çıktığı tarihten bir yıl öncesine gitmek bu isyanın aydınlatılması için yeterli bile.
1924 yılına bakalım, Saltanat kaldırılması, daha sonrasında Tekke ve Zaviyeler ile ilgili kanun, uygulanan inkılâplar, bunların hepsi bir araya gelince böylesi bir isyanın zemini oldukça dolduruldu. Ve 1925 yılında da henüz tertip edilmeden isyan patlak verdi.
Bu süreçte Şeyh Said hem Zaza aşiretleri liderlerine, hem Kürt aşiretlere, hem de Türk ağa ve beylere mektuplar göndermiş ve isyan için desteklerde bulunmuştur.
Eğer herhangi bir etnik gruba ait bir isyan olsaydı, aklıselim her insan diğer etnik unsurlardan isyan için destek istenilmeyeceğini bilir ve anlar.
Bu konuda sözü fazla uzatmaya gerek yok ama ne yazık ki “ideolojiler her zaman kendi çıkarları çerçevesinde olayları değerlendirir ve yargılar.“
Bu süreçten sonra zaman içerisinde yeni yeni başkaldırılar boy gösterdi; zaman artık tek ulus, tek dil, tek kültür unsurlarını bünyesinde taşıyamaz hale geldi.
1970'li yıllarda çatlak daha da büyüdü ve günümüzde bu çatlak artık tamir ve yama edilemeyecek bir boyuta ulaştı.
Tek dil, tek millet, tek kültür; asimilasyon ve inkârlarla artık yol almak mümkün görünmüyor, onun için açılımlar, kucaklaşmalar artmaya başladı.
Ancak bu olurken bir başka sorun boy göstermeye başladı; daha doğrusu sorun yeni değil ama günümüzde daha da derinleşen bir yüzle boy göstermeye başladı.
O da Zaza-Kürt sorunu ya da Zaza-Kürt başkalaşması.
Kürtlerin bu coğrafyada çektiklerini biliyoruz ve bunları tasdik de etmiyoruz.
Yıllarca süren sürgünler, tehcirler ve diğer olaylar, bunların hepsi gözler önünde. Ve bunlara emin olun bütün Zazaların da içi açıyor, yürekleri dağlanıyor.
Yeri geldi bütün bu acılar ve sıkıntılar beraber çekildi.
Ama gel gör ki Kürtlerin yıllarca çektiği acılar, sıkıntılar, inkârlar şimdi Zazalar üzerinde uygulanmak isteniyor, hem de Kürtler ve sistem yanlıları tarafından.
Sevan Nişanyan'nın da dediği gibi; “Zazalar Kürtlüğe asimile edildi.“
Bu kabul edilemez ve olmaması gereken bir durumdur.
Daha geçenlerde ordunun en başındaki isim, yüz doksan gazetecinin, dokuz tane canlı yayın yapan televizyonun ve yüzlerce, binlerce askerin karşısında açık açık “Zaza“ dedi; ama yanı başımızda yıllardır beraber acı çektiğimiz, beraber sıkıntılara göğüs gerdiğimiz Kürtler, Zaza demekten kaçınıyor.
Devletin başındaki isim, yani başbakan bile açık açık Zaza kelimesini kullanırken yanı başımızda beraber ortak bir kültür içinde yaşadığımız Kürtler, Zaza dememeye çalışıyor.
Sebebini anlamak mümkün değil; Zazaca'yı Kürtçe'yle birleştirme çabalarını anlamak ise zor.
Oysa bıraksınlar herkes kendini, kendi tanımı ile tanımlasın. Kimse başkasını kendine yamalamaya kalkışmasın.
Aynı coğrafyada yaşayan bu halk aynı acıları çekmiştir, aynı sıkıntıları yaşamıştır. Bir nevi kader arkadaşıdırlar.
Birbirlerini en iyi yine onlar anlar.
Bir şey olsa yine birbirlerinin yardımına koşacaklar.
Yıllarca süren yaşam mücadelesi bir de bu iki halk arasında yaşanmamalıdır.
Kendisine gösterilen zulüm ve baskıyı Kürtler, Zazalara uygulamamalıdır.
Kürtler, Zazaların kendileri gibi olamayacağının da farkına varmalı, Zazaları kendilerine benzetmekten de vazgeçmeliler.
Kaybedilen onca yıldan sonra, bir o kadar da yıl Zazalar ve Kürtler arasında kaybedilmemelidir.
Herkes kendi dilini, edebiyatını, kültürünü geliştirmeyi amaçlamalıdır. Birbirleri ile uğraşmaktan da vazgeçmeliler.
Dünyada bütün insanlara yetecek kadar özgürlük, sevgi, kardeşlik, saygı, hoşgörü var; yeter ki bunlar istenilsin.
Eğer tüm bunlara rağmen hala da birbirleriyle uğraşmaktan vazgeçmiyorlarsa, dönüp bir tarihe baksınlar, tarih gereken dersi verecektir.
Truva ati Seven NISANYAN.