Aso Zagrosi birkaç gün önce abısını kaybetti. Acısını paylaşıyorum gibi kilişeleşmiş laf etmek istemiyorum. Sadece kendisine sabır diliyorum.
Kendisiyle hergün olmasada sık sık telefonlaşırız. O gezginci, ben umumiyetle ev de olunca onun bana ulaşması daha kolay olduğundan en çok arayan o olur. Bu ara telefon etmeyince ben birkaç kez aradım. Kendisine ulaşamadım. Bu ara birçok arkadaş beni aradı. Aso nerede diye sordu. Ben de şakadan firarda dedim. Ki doğrusu ben de bilmiyordum. Derken dün akşam aradı.
Kayıplardasın yine dedim. Evet! Kendi iç dünyama çekildim dedi.
Hayrola dedim. Abımı kaybettim dedi.
Bu işlerin şakası olmadığına göre durum vahim. Dilim damağıma yapıştı. Bir şey diyemedim. Aramızda uzun bir sessizlik doğdu. Sonra kendimi toparlayınca Aso bu tür durumlarda ne söylenir bilmiyorum. Ne dememi istersin dedim. O da birşey demen gerekmiyor. Haberin olsun diye söyledim, o kadar dedi.
Ve arkasında haberin olsun Metin İncesu'nun amcasının iki oğlu trafik kazasından yaşamlarını yitirdi, dedi. Valla Metin ile bir saat önce telefonla konuştum bir şey demedi.
Demek ki insanlarımız bu tür üzücü olayları kendileriyle sınırlı tutuyorlar. Üzüntüyü çevrelerine yansıtmak istemiyorlar diye düşündüm.
Sonra Newroz Com'a girdim. Haberi orada okudum. Baktım ki, Aso'da aynı tavrı sergilemiş. Abısının üzüntüsünü unutmuş İncesuların iki genç insanının yaşamlarını kaybetmesini yazmış. Onlarla Kürdistan'ı dolaşmış. Bu da hoş bir duygu.
İncesu ailesinede sabırlar diliyorum.
Aso iki-üç sene içinde annesini, üç abı, bir abla ve üç yağenini kaybetti. Kolay değil. Hele uzaklardeysen, mülteciysen daha da zor. Her ne kadar Aso duygusal biri olsa da üzüntüsünü birey olarak aşabilen biri de.
Fakat aileye telefon ettiğinizde avizeyi alanın hıçkırıkları yanındakilerin ağlamasına karıştığında dilin damağına kavuşur. Dil dönmez. Ağızda kelimeler çıkmaz. Sadece karşıdakilerin ağlamasını sessizce dinlersiniz. Her aviyezi alanın şaşmaz hıçkırıklarını dinlemekten başka elinizden bir şey gelmez. Ve yavaşça telefonun kapatma düğmesine basar kendi iç dünyanıza dalarsınız.
Makaraya sarılı yaşam tarihinizi geri çevirirsiniz. Çocukluk, gençlik anılarınızı tazelersiniz. Doğduğunuz diyarlara uzanırsınız. Kaybetiğiniz yakınlarınızla yaşadığınız ortak sevinç ve acılarınızı tazelersiniz. Son anlarında yanıbaşlarında niye olmadığınızın muhakemesini yaparsınız.
Korkunç bir açmazla karşı karşıya olduğu gerçeğiyle yüzleşirsiniz. İsmi yasak ülke ve millet bireyi olduğunuz gerçeğiyle. Tarihte silinmek üzere inkar ve imhanın size dayatıldığı gerçeğiyle.
Düşman barbar. Afı yok. Kendi geleceğini sizi şu veya bu yolla yok etme üzerine kurmuş.
Düşmana inat siz kendinizi geleceğe taşıma ve varolma kavgasındasınız. Bunun çabasını verensiniz.
Koşullar zor. Sizi dünyanın dörtbir tarafına savuruyor. Canınızdan sevdiğiniz ülkenizi terketmek zorunda kaliyorsunuz. Dönmek için çabaliyorsunuz. Tüm yollar kapalı. Önünüze aşılmaz barikatlar dikilmiş. Aşıp yakınlarınızın sevinçlerine sevincini, üzüntülerine üzüntünüzü katamiyorsunuz. Bu, her babayiğidin taşıyabileceği bir yük değil.
Düşman da bunu biliyor. Sizin bu zaafınızdan faydalanıyor. Son dönemlerde “ülkeye dönüş” trajedisi bir anlamiyla buradan kaynaklaniyor. Tutulan yolun yol olmadığı bilinsede Kürd aydın ve siyasetçileri bavulunu alıp Türk'ün “merhamet”ine sığınıyor.
Ülkemizi işgal altında tutan, milli egemenliğimizi gasp eden Türkleri “kardeş” ilan ediyor.
Kürdistan ve Kürd milletini hapseden Türk'ün devlet sınırlarıyla, sembolleriyle bir sorunumuz yok diyorlar. Türk potin ve kepini giyerek mehmetçik oluyorlar. Üstünede para veriyorlar. Kendi kişiliklerine ihanet ediyorlar.
Değer mi? Yapılanlar yapılmalı mıdır?
Elbette hayır!
Yüzyıllardır yabancı topuklar altında ülkemiz kirletilmektedir. Kurtarmak için yolla çıktık. Kurtaramadık. Peki bu çabamızdan vaz mı geçelim? Sahi ne değişti ki, vazgeçelim?
Kürd milletinin hangi insani ve milli hakları alında da vazgeçelim.
Vazgeçilmeli mi?
Elbette hayır! Vazgeçmiyeceğiz.
Vazgeçenlerin korkunç bir planın figüranları olduğunu söyleyeceğiz.
Türk egemenlik sistemi Kürd millet yürüyüşünü sekteye uğratmak, milli dinamiklerini yok etmek için binbir yol ve yöntemle Kürdler üzerinde oyun oynamaktadır. Silah ve tehdit yoluyla boyun eğdiremedikleri Kürd aydın ve siyasetçilerini sahte “barış” projeleriyle birer piyon olarak kullanmaya çalışmaktadır. Son dönemlerde günceleşen “ülkeye dönüş” trajedisi buna hizmet etmektedir.
Bunu nasıl sindirebiliyorlar anlamak mümkün değil.
Yaşanan rezalete karşın büyük siyasetçi pozlarını takınmaları ise işin komik yönü.
Türk polis korumacılığı altında Kürd siyasetciliği yapmayi kimseye izah edemezler bunlar. Kendileride bunu bilirler. Bilmiyorlarsa hayat onlara öğretir. Birer Şükrü Sekban, Diyap Ağa olup çıkarlar.
Hepimiz aile çocuklarıyız. Bizlerinde anne, baba, kardeş, bacı, eş, dost sahibiyiz. Bizler de duygu sahibiyiz. Biz de sevenlerimize kavuşmak isteriz. Ama bizler sıradan insanlar değiliz ki. Kürd milletinin aydını ve politikacılarıyız. Bir misyon yükledik. Misyon bitmiş olmadığına göre Türk egemenlik sisteminin “merhametli” kucağına hangi ilkeler adına kendimizi atabiliriz?
Hiçbir ilkede bunun yeri yok.
Yapılan her şeyden önce yapanın kendi kişiliğine ihanetidir. Bu onun sorunu der geçebiliriz.
Fakat bu tayfa Kürdler adına bu rezaletin aktörlüğünü üslenmişlerdir. Bizim deşifre etmeye çalıştığımız rezalet bu.
Aso, yakınlarını kaybetmenin üzüntüsünü içine akıtarak bu gün yaşanan traji-komik olaylara dikkat çekmeye çalışıyor. Tuzlu raflarda unutulmaya bırakılmış kitaplarda geçmişte bugünkü yaşanılan trajedileri bize sunuyor. Herkesin ders çıkarmasını istiyor.
Aldıran kim?
Tarih tekerür ediyor.
Kim ne yolu seçerse seçsin Aso kardeşim sen iyi yoldasın
Birileri Türk egemenlik sisteminin “merhametli” kolları arasında kişiliksiz bir yaşam aramaya koşa dursun sen acılarını içine gümeyide, dik durmayıda bilensin.
İyi ki varsın!
3 Ağustos 2011
Aso ya