Kurdo'yu ve Kurdis'i sevdim! / Selim Çürükkaya
Yollardaydım.
Çalışıyordum, başımı kaşıyacak zamanım yoktu desem inanın.
Bundan dolayı yazamıyordum. Haber izleme zamanım bile yoktu. Dünyada neler oldu bitti onu bile, bilemiyorum. Kaddafi kaçtı mı, hala dünyaya karşı direniyor mu?
Suriye patladı mı?
Yemen diktatörü sıvıştı mı?
Kürdistan da da başlayan sivil riayetsizlik devam ediyor mu?
Japonyadaki feleket ne alemde? Hiç birinden haberim yok!.
Yalınız hızlı trenle yolculuk yaparken kitap okuma imkanım oldu.
Yolculuğa çıkmadan bir gün önce, postacı bir paket getirdi, açtım baktım, iki ciltlik kocaman kalın iki adet kitap. Adına baktım: “Kurdo”, bu ismin hemen altında küçük harflerle “çok sevmiştik onu” yazılıydı. İki yazarı vardı kitabın: Biri Hasan H. Yıldırım, ikincisi W. Sebri Arif. İkisini de tanırdım. Kitabın kapağında, buğday tarlasının kenarında koşan beyaz bir at vardı.
Yolculuğa çıkarken kitabın birinci cildini yanıma aldım. Doğrusunu söylersem, bu kitaptan daha önce haberim vardı. Hatta yazarları yayınlamadan önce bana yollamışlardı, zamanım olmadığı için tümünü okuyamamış, ama okuduğum bölümler hakkındaki düşüncelerimi iletmiştim. Yazarın birini yakından tanırdım, diğerinin makalelerini internetten okumuştum. Ama bu iki Kürt yazarının kafa kafaya vererek bu kadar değerli bir eseri ortaya çıkarabileceklerini düşünemiyordum.
Uzun yolculuğum başlarken, Kitaba daldım. Frankfurt yakınlarında bir kasabada orta yaşın üzerindeki "Kurdo" gecenin geç saatinde otobüs durağında bekliyor, durağa genç bir kız geliyor, yanında küçük bir köpeği var. "Kurdo" dalmış sigarasını içiyor. Geçmişte yaşadıkları gözlerinin önünden geçiyor, çevresinde olan bitenler onu pek ilgilendirmiyor, genç kız köpeğine “Çıko Paşa” deyince daldığı düşlerden otobüs durağına dönüyor. Dikkatle kıza bakıyor, köpeği izliyor, kendi kendine "Çıko Paşa" diyor. Almanya gibi bir yerde, almanca konuşan bu kız neden köpeğine "Çıko Paşa" adını koysun? Diye düşünüyor. Merakı onun dürtüklediği için, kızla yakınlaşmaya karar veriyor. Ve konuşuyor.. Hatta konuşmaya daldıkları için gelen otobüsü bile kaçırıyorlar. Yaya yürümeye başladılar. Sigara üzerine sigara içtiler. "Çıko Paşa" Kurdo’ ya saldırdı bile.
Kurdo genç kızın adını sormadan önce, neden köpeğinizin adı "Çıko Paşa" dır, merak ediyorum dedi. Ama genç kız, hikayesi çok uzun demekle yetindi ve Kurdo’ya bir soru sordu. “Peki siz neden Çıko Paşayı merak ettiniz?” dedi. Kurdo, paşaların elinden çok çektiğini söyleyince, kız Türkçe bildiğini söyledi. Bizde onların elinden çok çekmişiz, belki de bu yüzden bu köpeğime o adı verdim deyince, Kurdo’ nun merakı giderek arttı. Saatlerce kızla konuştu, ama kız anlatmadı "Çık Paşa" nın öyküsünü, gecenin geç saatlerinde ayrıldılar. Ama Kordo genç kızın telefon numarasını almayı becermişti.
Sevmişti kızı Kurdu. Ama bu tuhaf bir sevgiydi. Kızdan ayrılınca bir acayip olmuştu. Bir boşluk doğmuştu içinde, kızın sesi yankılanıyordu kulaklarında, kızın güzel dudaklarında donan gülümsemesi vardı gözlerinin önünde. Esrar içmiş gibiydi… O haliyle evine döndü, yatağına girdi, uyumaya çalıştı, ama nafile, sabah oldu, kalktı yatağından, eşine bir şey çaktırmamaya çalıştı…
Aradan zaman geçti, "Çıko Paşa" yı ve kızı görmeye karar verdi . Telefonun tuşlarına bastı..
Genç kızla bir kaffe de buluştular… Kurdo bu kez kızın adını merak etti ve adının “Kurdis” olduğunu söyledi genç kız. Nerden, niçin buraya geldiğini sormak istedi ama daha zamanı vardır deyip "Çıko Paşa" hikayesine konuyu getirdi. Genç kız "anlatırım" deyip konuyu geçiştirince, Kurdo acele etmeye gerek yok diyerek kızı daha yakından tanımak için ardarda sorular sordu. İstanbul da doğmuş tu “Kurdis”….
Üçüncü buluşmaları "Kurdis"in evinde gerçekleşti. Kurdo binadan içeri girince, 12 Eylül öncesi İstanbul da kendisinin kaldığı eve girmiş gibi hisseti kendisini, oturma odası, koridoru, masa ve sandalyeleri, koltukları bile kendi koltuklarının aynısıydı. Hata oturma odasının duvarına baktı, kendi gençlik fotoğrafı oradaki çerçevede duruyordu. O kadar değişmişti ki kendisini tanımakta zorlandı. Ama genç kız duvarda asılı resimle karşısında oturan adamın aynı kişi olduğunu bilmiyordu henüz. Kurdo’ nun dünyası alt üst olmuştu zaten, kıza İstanbul da hangi semtte oturduğunu sordu. Kız semti söyleyince, heyecanı daha da arttı, annenizin adı neydi dedi. Kız "Sara" deyince, gözleri karardı, ama kendini tutmaya çalıştı. Çaktırmamalıydı kıza….
Evet “Kurdis” onun kızıydı.
O günleri hatırlamaya çalıştı: "Kurdo" genç ve yakışıklı bir üniversite öğrencisiydi. "Sara"’ ise; bir Yahudi nin öğretmen kızıydı. Bir tesadüf sonucu tanışmış, birbirlerini sevmişlerdi. Kurdo kendine kiralık bir ev ararken Sara’nın Kawa sempatizanı babası, kendi üst katını Kurdo ya kiraya vermişti. Ve Kurdo ile Sara burada buluşmuş birlikte büyük bir aşk yaşamıştı.
Darbe gelince "Kurdo" tutuklanmış "Sara" ile ilişkileri kopmuştu. Kızın adı “Kurdis” olduğuna göre, kızın evinde ki bütün eşyalar ona ve "Sara"’ya ait olduğuna göre ve kızda benim babam tutukluydu, ama şimdi ki akibeti hakkında bilgimiz yok dediğine göre kız onun kızıydı. Baksana Sara onu öylesine sevmişti ki adını bile “kurd” ve “İsrail” kelimelerinden türetmişti.
Kitap hakkında size bu kadar ipucu vermem yeterli sanırım. Ama şunu açıkça itiraf edeyim, iki Kürt yazarının böyle değerli bir roman yaratması beni gururlandırdı. Kitabın kurgusu çok mükemmeldir. Dili sade ve akıcıdır.
Kitabın yazarları siyasetle uğraşan kişilerdir. Politik yazarların çoğu siyasi roman yazarken edebiyatı politikaya kurban ederler. Ama bu kitapta bunu fazla göremezsiniz. Yer yer politik olaylar anlatılmasına rağmen fazla sıkıcı değildir. Daha doğrusu o bölümler daha basitleştirilerek öykü biçiminde anlatılsaydı daha iyi olurdu. "Kurdo" kendi geçmişini, ailesini ninesini anlatırken bir ortaokul öğrencisinin anlayacağı bir dille ninesinin ağzından bir masal gibi anlatsaydı….
Muşta yapılan silah deposu soygununu nefes kesici bir soygun gibi anlatılsaydı… Bingöl Elazığ yol çatısında polis ile çıkan çatışmayı bir sinema sahnesi gibi canlandırsaydı. Yaralı militanın Simanı köyüne sürünerek gitmesini, bir samanlığa saklanmasını, samanlıkta onu fark eden ev sahibinin jandarmaya haber vermesinin detayına girilseydi, heyecanı, korkuyu, endişeyi, ihbarı iyi işleseydi…
Roman detay demektir, yaşanmışı, yaşanabilirliliği kelimelerle canlandırmak demektir. "Çatışma oldu iki kişi kaçtı, bir kişi yaralandı, kaçmayı başardı bir köye sığındı, yaralı olarak jandarmanın eline geçti" biçimindeki anlatım bir haber anlatımıdır.
Ama romancı bu kadarlık bir olayı anlatırken, yolda arabayla giden üç kişinin o anki ruh hallerini, endişelerini, onları otomatik silahlarla tarayan polislerin nişan alışını, nefes kesişlerini, kalp atışlarını, patlayan silahların çıkardığı farklı farklı sesleri, yoldan çıkıp karşı ki direğe çarpan arabayı, arabadan çıkan dumanı, bütün detayları ile anlatır. Arabada yaralanan kişinin duyduğu acıyı, şoförün yaşadığı şoku……
Bazı eksikliklere rağmen “Kurdo” da başarılı bir kurgu, akıcı bir anlatım, sımsıcak bir aşk, gerilim ve heyecan, nakış gibi dokunmuş bir Kürt yurtseverliği ve insana umut aşılayan bir sıcaklık var.
Ben birinci cildini bitirdim. Uzun süren yolculuğum nasıl geçti fark edemedim, kitabın son sayfasını devirdim, henüz yolculuğum devam ediyordu. Bir baktım ki susuzluktan dudaklarım kurumuş. Oysa böbrek doktorum; günde en az üç litre su içmemi söylemişti. “Kurdo” o kadar akıcıydı ki; doktorun tavsiyesini bile unuturdu, vücudumun susuzluk isteğinide hissetmedim.