Ana içeriğe atla

Cumartesi, 06 Aralık 2008 20:56 Başlıktan başlayip, PKK'nın neyi başarmak istediğine bakalım. Görünen o ki, PKK başarı olarak, ne olursa olsun, bir şekilde devlet tarafından muhattap alınmak istiyor ve bunu ana hedef olarak gündeminin baş köşesine oturtmuş durumda. Zaten, haldeki durumda politik taleplerini sıfır noktasına çekmiş olmasının nedeni de budur. İstim arkadan gelecektir. Bu hedefin ne derece gerçekleşebilir olduğu ayrıca tertışılabilir. Bana göre bu stratejinin gerçekleşmesi imkan dahilinde görünmüyor. Ancak PKK'nın ikna etmeye çalıştığı güçler, bu konuda ikna olursa, yani devlet Öcalam'nın hizmet konusunda verdiği söze inanırsa! Olanaklı görülebilir. On yıllık İmralı süreci, Apo'nun bu çabasının devlet güçleri tarafından inandırıcı bulunmadığı doğrultusundadır. Geriye bir ihtimal kalıyor. İktidar güçlerinin çareyi PKK ile dıyaloğa girmekte görmesi. Varsayalım ki böyle bir durum gerçekleşti. Böyle bir adım, PKK'nın Kürdistanda fiili durum yaratmasına yol açar. Bu durum, Kurdistanda en azından ottuz yıl sürecek kanlı bir diktatörlük demektir. PKK'nın ’Masaya oturalım' dan başka hiç bir siyasi talep ileri sürmemesi, masaya oturmanın ne anlama geldiğini irdelemeyi zorunlu hale getiriyor. Bana göre, PKK'nın hükümetle veya devlet güç odaklarından biriyle, masaya oturması anlamına gelecek her hareket, PKK'nın Kürdistan'da fiili durum yaratmasından başka bir sonuç vermez. Böylesine fiili bir durumun, PKK için eşi benzeri olmayan bir pozisyon sağlayacağı açıktır. Hem kendi içine, hem kendi dışındaki kürt hareketine karşı şiddeti belirleyici yöntem olarak seçmiş ve içselleştirmiş PKK'nın, Kürdistanda egemen ve onlarca yıl sökülmezcesine ıktidara yerleşmesinden başka bir sonuç doğurmaz. Böylesi bir yapılanmanın arkasında Türk devletinin duruyor olup olmaması farklı sonuç doğurmaz. PKK'nın anlayışı Kürdistanın kuzeyini demorasi güçlerinden arındırmak ve bir diktatorya oluşturmaktır. Bu hedef Türk şahinlerinin de rüyasıdır. İkinci adım olarak Irak kürdistanındaki devletleşme sürecinin taru mar edilmesidir ki, bu hedef Türk şahinlerinin yüz yıllık hayalidir. Neresinden bakılırsa bakılsın, bu iki militer güç ve anlayışın kilitlendiği hedefe ulaşmak için tuttukları yolun çakışmasından başka bir resim çıkmıyor ortaya. Bu stratejinin, Kürt ulusuna acı ve göz yaşından başka vaadi olamaz. Bir çok iyi niyetli aydının ’barışçıl çözüm' tuzağından anladığı böylesine bir diyaloğ ise, böyle bir diyaloğun sonucunda, belki bugüne kadar süren üçlü beşli asker/gerilla ölümlerine yol açan çatışmalar son bulacaktır ama, Kürdistanda Apoculuğun egemenliğinin tam yerleştırılebilmesi için yığınsal katliam sürecinin işaret fişeği olacaktır. Bu katliamın muhattabı ise, tümüyle Kürt insanı olacaktır. Kürt hareketleri olacaktır. PKK'nın bu güne kadar bu konularda yaptıklarını, yapacaklarının teminatı olarak kabul etmekte bir sakınca görmüyorum. Kendi içindeki ve dışındaki Kürt insanına ve hareketlerine yönelmiş şiddet politikasının başarısı anlamına gelecek böylesine bir gelişme, PKK'nın otuz yıllık süreçteki tüm uygulamalarının meşrulaşması anlamına da gelecektır. Tutulan bu yolda, ne demokrasi, ne insan hakları, ne de avrupa birliği rüyasına yer yoktur. Bu, hem kürdistan için, hem Türkiye için ve hem de orta doğu halkları için tam da ergenekoncu maceracılığının yollarının açılmasına yardım etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Zaten PKK ve ergenekoncuların eylemlerinin aynı değirmene su taşımasının sebebi de budur. Dolayısıyla gün, ’PKK ile diyaloğa geçin' çağrılarının yapılacağı gün değildir. Gün, PKK'nın şimdiye dek uyguladığı strateji ve yöntemin değiştirlmesi için sıkıştırılması ve var güçleriyle başta Kürtler olmak üzere, her demokratik insanın şiddete karşı tepkisini açıkça ortaya sermesi günüdür. PKK ile diyaloğ yolunun, aklı başında hiç bir sivil hükümet tarafından çözüm yolu olarak görülmesi düşünülemez. Kendinde en ufak değişikliğe fırsat tanımamış PKK'yı çözümün adresi olrak göstermek ve bu doğrultuda hükümeti PKK'nın haldeki durumuyla diyaloğa çağırmak, her iki tarafın şahinlerinin değirmenine su taşımaktan başka bir anlama gelmiyor. İmralı'ya ilk ziyareti yapanların ergenekoncuların olması tesadüf değildir. Bu anlamda bir diyaloğun başlatılması değil, PKK'nın Ergenekoncularla olan diyaloğunun kesilmesinin yollarının bulunması gerekir. Aslında tehlike, PKK'nın Ergenekonla olan diyaloğundan ziyade, PKK'nın stratejisiyle Ergenekon stratejisinin neredeyse üst üste düşmesinde yatıyor. Bu konuda hem Kürtlere, hem sivil hükümete oldukça büyük görev düşmektedir. Ergenekondan kastımın, Genel Kurmay olduğunun altını ayrıca çizmek isterim. Çünkü bana göre ergenekonun başının, Genel Kurmayın dışında bir takım ıvır zıvır güçlerin olabileceği iddiaları, çok zorlamadır. Asıl belirtmek istediğim konu, PKK dışında kalan Kürt hareketlerinin ve iyi niyetli Türk aydınlarının, ister istemez PKK ve Genel kurmayın yarattığı anaforda salınan saman çöpü misali görüntüsüdür. Öncelikle, PKK ve PKK'nın dışındaki Kürt yapılanmaları arasındaki söylem farklılıklarının en önemlisini ele alırsak: PKK dışındaki irili ufaklı tüm hareketlerin, partilerin, gurupların ve bireylerin, PKK'dan farklılıkları, PKK'nın daha doğrusu Öcalan'nın bağımsız bir Kürt devleti veya federatif bir Kürt devleti talebinden vazgeçmiş olması gibi sunuluyor. Bence olay göründüğü gibi değil. Öclan'nın On yılı aşkın zamandır ürettiği Demoratik Cumhuriyet ve Atatürk güzellemelerinden etkilenmiş tek bir PKK'lı görmedim. Bağımsız bir Kürt devleti özleminde olmayan, tek bir PKK'lı da görmedim. Sanıyorum, bu durumu genel kurmay da görüyor. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlere karşı uygulanmış politikalar, Öcalan'nın bir kaç yaldızlı söylemin etkisiyle değişecek durumu çoktan geride bırakmıştır. Kürt insanına nüfuz etmeyen bu söylemin üzerinde kopartılan fırtınayı, işin kolayına kaçmak olarak görüyorum. Irak Kürdistanındaki gelişmeler neredeyse bağımsız bir Kürt devletine doğru ete kemiğe bürünürken bile, ayrılıkmı federasyonmu tartışması bizdeki kadar sıcak değildir. Bu konunun bizdeki kadar sıcak olmamasının nedeni, Iraktaki Kürtlerin bağımsızlıktan yana olmadıklarının kanıtı olarak ileri sürülemez herhalde .... Bu konunun daha çok tartışma gerektirdiği ortada... Erdoğan, şahinlerin söylemini benimseyip şahinleştikçe, PKK ile diyaloğa daha yakın durmak zorunda kalacaktır. Bu yönelim ise, Türkiyede sivil siyasetin ipinin çekilmesinden başka bir anlama gelmeyecektir. Genel kurmayın sahnedeki yerinden bir adım geriye atması, Erdoğan'ı bir adım ileri çıkarmıştır. Veya bir adım ileride görünmektedir. Arkasında benzeri adımların gelmesi bir felaket olur. Bir soraki yazımın konusu ise, Erdoğan şahinleştikçe, PKK ile diyaloğa neden daha yakın duracağı meselesini açmak olacaktır. Bu vesileyle PKK ile MİT bağlantısı üzerindeki tartışmalara değinmek fırsatı da bulacağım. Şahinleşmek, bir söylem veya yüksek perdeden tehditler savurmak değildir. Şahinleşme, aynı zamanda şahinleri de şahinleştiren bir stratejiye angaje olup olmama meselesidir. Saygılar Mustafa Satış

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.