Ana içeriğe atla

Son aylarda, Güney Kürdistan'a yönelik gibi görünen ve fakat aslında tüm Kürdistan'a yönelik psikolojisi, sosyolojisi, ekonomisi, havası ve karasıyla bir operasyon sürüyor, sürdürülüyor. İlk bakışta, operasyonun sahibi TC gibi görünüyor, ancak TC dahil, ilgili herkes (Irak yönetimi, Kürtler) operasyonla bir nevi “terbiye“ edilmiş durumda. Bu operasyonla herkesi “terbiye“ eden ABD olduğuna göre, operasyonun asıl “patronu“ un da ABD olduğunu söylenebilir. ABD, ortaya çıkan yeni koşullarda, bölgemizdeki orta ve uzun vadeli planları doğrultusunda bölgesel ittifaklarını, onların ihtiyaç ve taleplerini yeniden düzenleme ihtiyacı duymuş olmalı. Yazıyı uzatmamak için bu “yeni koşullar“ ın neler olduğuna girmeyeceğim... Eskiden, bu tür durumlarda, solcu Kürtler olarak; “Kahrolsun Amerika!“ deyip Kürd'ü, Türk'ü, Arab'ı, Fars'ıyla cümle alemi ABD'ye karşı birleşmeye çağırırdık. Ancak birçok Kürt gibi ben de artık benzer koşullarda soruna böyle bakmıyorum. Soruna, henüz doğru-dürüst bir devleti bile olmayan; ülkesi dahil, her bakımdan parçalanıp işgal edilmiş, ezilip horlanmış kırk milyonluk mazlum bir milletin öncelikle ulusal çıkarlarını gözeten bir politikacısı gibi bakmayı önereceğim. Bunu yaparken, illaki Anti-Amerikancı veya Amerikancı olmamaya; ancak, ABD'nin, günümüz dünyasının tek süper gücü olduğunu ve bu nedenle de kaybetmesinin kolay olmayacağını da hesaba katmaya çalışacağım ve yazımda, başlıktaki konuyu bu yaklaşım çerçevesinde irdelemeye çalışacağım. ABD izinli “ Terbiye“ Operasyonu ABD, TC'nin, PKK'yi bahane ederek Güney Kürdistan'a saldırısına verdiği izni, başta TC olmak üzere, adeta ilgili herkesi kendi çıkarları doğrultusunda “terbiye etme“ operasyonuna dönüştürmüş bulunuyor. “Terbiye“ den en büyük payı alanların başında, TC ve ordusu geliyor. TC'nin, Güney Kürdistan'a saldırı ve işgal girişiminin amacı ve ABD ile mutabakat koşulları ne olursa olsun; genel algı, ABD'nin “derhal geri çekil!“ emri üzerine, TC Ordusu'nun, “terbiye“ de kusur etmeyerek, alelacele geri çekildiği yolundadır ve bu algı özellikle ulusalcı cephede Kürtlere karşı bir militarist şiddet yarışına dönüşerek Türk egemenlik sistemini adeta bir kaosa sürüklemiştir. Federe Kürdistan Başkanı Mesut Barzani'nin, saldırı ve işgal girişimine görece belli bir karşı çıkışı içeren haklı ve cesaretli tavrını bir tarafa bırakırsak; Irak Devlet Yönetimi, saldırı ve işgal olayını “anlayış“ ile karşıladıklarını belirterek ve Federe Kürdistan Hükümeti de hayırhah bir tutum takınarak “terbiye“ den paylarını almışlardır. Sözkonusu tarafların “terbiye“ edilmesinde bahane olarak kullanılan PKK ise, TC Ordusu'na karşı ortaya koyduğu direniş sayesinde kazandığı prestijle şimdilik “terbiye“ operasyonun en kazançlısı gibi görünüyor. Tüm bu sonuçlar, şimdilik kaydıyla saldırı ve işgal girişiminin ilk algılarıdır ve bilindiği gibi ilk algılar, çoğu zaman gerçek olguları yansıtmayabilirler. Hatta ilk algılar, bazen orta ve uzun vadede amaçlanan asıl olguları kamufle etmek için özellikle hazırlanır ve bu yolda manipüle edilebilinirler. Bazı olgusal gerçekler ile geçen kısa süre içinde ortaya çıkan bazı gelişmeler ve bilgiler, bu ilk algıların kimilerini sarsacak niteliktedir. Dünyamızın tek süper gücü durumundaki ABD'nin, bölgemizde, kendi çıkarları için doğrudan içinde bulunduğu hatta organize ettiği operasyonel bir süreçten, “terörist“ olarak niteleyerek “düşman“ ilan ettiği PKK'nin -bu ilk algılara rağmen-, uzun vadede kazançlı çıkması, çok zor, hatta imkansız gibi görünüyor. PKK bakımından tehlike, “Ayı ile dans etme“ sinin de ötesinde yapısaldır. Zira artık günümüzde, PKK'nin amaçlarıyla kullandığı araçlar arasında, politik olarak gerçekçi, inandırıcı bir bağ kalmamıştır. PKK, Kürdistan'ın ulusal kurtuluşu için başlattığı mücadele sürecinde bellibaşlı politik amaçlarından vazgeçmekle beraber, bu amaçlar için sürdürmekte olduğu silahlı savaşımdan vazgeçmemekte ısrar etmektedir. Amaç-araç arasındaki bu uyumsuzluk nedeniyle, PKK'nin ısrarla sürdürmekte olduğu bu savaş, Orta-Doğu'daki siyaset piyasasında, örgütün kullanım değerinin arttırılması için örgütsel gücünün korunması veya daha da güçlendirilmesinden başka bir şeye yaramamaktadır. PKK, amaçla araçlarını uyumlulaştırmadığı, savaşımını gerçekçi ve inandırıcı amaçlarla realize etmediği müddetçe, örneğimizdeki operasyona benzer operasyonlar için kullanılan bir “bahane kartı“ olmaktan kurtulamıyacak; kullanım değeri artıkça neden olabileceği tehlikeler de artacaktır. En Yakın tehlike Nedir? Herşeyden önce, Kürdistan'ın dört parçasını ilgilendiren politik süreç açısından bir saptamada bulunmak gerekir: Tüm kusurlarına rağmen, Güney'deki devletleşme, mevcut politik süreçte, diğer parçalardaki Kürt ulusal demokratik mücadelesinin en stratejik merkezini oluştururken, Kerkük meselesinin Kürtler lehine çözülebilmesi de, Güney'deki devletleşmenin en stratejik merkezini temsil etmektedir. Mevcut operasyon, bu iki stratejik konuyu da Kürtlerin çıkarları bakımından zora sokmakta ve milli çıkarları açısından bunlara karşıtlığı “stratejik“ bir hedef olarak gören Türkiye'nin pozisyonunu güçlendirmektedir. TC'nin, kendi “Kürt sorunu“ nedeniyle bu stratejik kazanımların en amansız düşmanı olduğu, “milli güvenlik stratejisi“ ile ve bu stratejiye uygun düşen söylem ve eylemleriyle sabittir. Ne var ki, TC, bu stratejisine rağmen, ABD'nin Irak'ı işgalinden ve o esnada Türk Parlementosu'nun reddettiği “1 Mart Tezkeresi“ inden sonra, geçmişte olduğu gibi PKK'yi bahane ederek Güney'e saldırılar yapamıyor hele de kara harekatlarında bulunamıyordu. Kürtler'in büyük çoğunluğu, ABD Güney'de bulunduğu veya Güney'i himaye ettiği sürece, artık TC'nin, fiili askeri saldırılarının mümkün olmayacağına inanıyordu. Ancak son saldırı ve sürmekte olan süreç, bunun böyle olmadığını; ABD'nin genel ve bölgesel stratejisinin çıkarlarına göre rahatlıkla tutum değiştirebileceğini ortaya koyuyor. Nitekim ABD, PKK'nin Güney Kürdistan'daki varlığına dayanarak Türkiye'ye karşı sürdürdüğü silahlı saldırıları bahane ederek TC'ye Güney'e saldırı izni vermiş bulunmaktadır. Her nekadar ABD, verdiği bu izinle TC'yi ve Ordusu'nu “terbiye“ etse de; öte yandan “Türk kılıcı“ nın, diğer parçalardakiler dahil, Kürtler'in stratejik politik çıkar ve kazanımları üzerinde hâlâ sallanmakta olduğunu ortaya koymaya çalışmış ve bu sayede, kendi bölgesel çıkarları için, hem Irak'ı hem de Güney'i ve PKK'siyle biz Kürtleri de “terbiye“ etmeye çalışmıştır ve etmiştir de. Bu hususu iyi anlamak için bazı tesbitlerde daha bulunmak gerekmektedir. Irak'ın Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda Güneyli Kürtlerin en önemli liderlerinden birisi olan Celal Talabani'nin, geçen hafta gerşekleşen Türkiye'yi “çalışma“ ziyareti, kara harekâtı için son onayın alındığı Milli Güvenlik Kurulu'nun 21 Şubat'taki toplantısında kararlaştırılmış ve davet, kara harekatının başlatıldığı günde iletilmesine rağmen, Talabani ve Irak yönetimi tarafından –zamanlaması dışında- anında kabul edilmiştir. Aynı Mili Güvenlik Kurulu toplantısı, Hükümetin önüne Irak'la siyasi, ticari ve enerji alanında işbirliğini geliştirme hedefini koymuştu ve Celal Talabani'nin “çalışma ziyareti“ yle de bu hedefle ilgili süreç başlamış bulunmaktadır. Bir Türk heyetinin, yakın zamanda bu işbirliği sürecini ilerletmek üzere Bağdat'a gideceği açıklanmıştır. Celal Talabani'nin Irak'a dönüp Mesut Barzani ile yüz yüze yaptığı görüşmeden sonra yapılan açıklama, iki liderin de başlatılan bu işbirliği sürecine olumlu baktığını ortaya koyuyor. ABD, en yetkili yöneticilerince dillendirilen “PKK, bizim ve Türkiye'nin ortak düşmanıdır ve bu nedenle de onunla ortak mücadele edilecektir“ mealli saptamalarını izleyen TC'nin hava ve kara operasyonlarını, TC'yi ve ordusu'nu “terbiye“ eden acil çekilme ile sonuçlandırsa da, TC'nin Güney'e yönelik operasyonlarının devamına müsaade etmeyeceğini ilân hatta ima etmek bir yana, “gerektiğinde operasyonlar devam edecektir“ açıklamaları yapmaktadır. Ve TC de operasyonlara devam edeceğini söylemekte ve gelen haberlere göre yapmaktadır da. Bu saptamalar, ayrıntılarını bilmesek de, ortada adım adım gerçekleşmekte olan bir plân olduğunu açıklıkla ortaya koyuyor. En önemlisi, bu plân uyarınca, Güney'e ve dolayısıyla Irak'a yapılan ve yapılmakta olan saldırı ve işgal girişimlerinin, ne Irak ve Kürt yönetimlerince ne de liderlerince hâlâ resmen kınanmamasıdır. Halbuki geçmişte Türkiye ile “sıcak takip“ konusunda belli bir anlaşması olan Saddam rejimi bile bu tür saldırıları, hiç olmazsa resmi notalarla kınamaktaydı. Tüm bu gelişmeler, şu ana kadarki haliyle Güneyli Kürtler'in, kendi toprakları üzerindeki egemenlik otoritesini ve dolayısıyla devletleşme süreci ile politik prestijlerini ciddi biçimde zaafa uğratmış ve geriletmiş dolayısıyla da Kerkük ve diğer Kürdistan topraklarıyla ilgili sorunların Kürtler lehine çözümünü de hayli riske ederek zorlaştırmıştır. Gelişmeler, bunun yanısıra zaafa uğramakta olan tüm bu kazanımların temelinde yatan ABD-Kürt ittifakını, ortadan kaldırmasa da ciddi biçimde zaafa uğratmış, onu zayıflatmıştır. Güneyli Kürtler İle PKK'ye Düşen Görev Eğer Güneyli Kürtler, mevcut kazanımlarını koruyup, buna Kerkük ve diğer Kürt bölgelerini de dahil ederek devletleşme yolunda ilerlemek istiyorlarsa –ki bu diğer parçalardaki politik süreçler bakımından da stratejik önemdedir- toprakları üzerindeki egemenliklerini ve otoritelerini kurmaya çalışmak ve bunu ilkeli ve kararlı bir biçimde savunmak durumundadırlar. Bu tutumlarını yalnız sömürgeci ve işgalci komşuları ile diğer yabancı güçlere karşı değil, Güneyli olan ve olmayan Kürt guruplara karşı da ortaya koymak zorundadırlar. Halen Güney Kürdistan'da kampları bulunan İran KDP'nin ve Kürdistan'ın bu parçasının diğer örgütlerinin, aynı konudaki olumlu ve sorumlu tutumları biliniyor. Dünya alem biliyor ki, PKK, Güney Kürdistan'ın bir bölümünü “Medya Savunma Alanları“ adı altında “kurtarılmış bölge“ ilan etmiştir ve oradan, Türkiye ve İran'a yönelik saldırılar düzenlemektedir. Bu durum, daha önce de bahsedildiği gibi, tüm parçalardaki Kürtler'in genel politik statejileri ve ulusal çıkarları açısından stratejik bir önem arzeden Güney Kürdistan'ın kendi toprakları üzerinde egemenlik kurup devletleşmesini ciddi biçimde zaafa uğratmakla kalamamakta; bunun Türkiye ve İran tarafından bahane edilerek Güney'e saldırı ve işgalin gerekçesi olarak kulanılmasına ve bu gerekçenin birçok devlet ve dünya kamuoyu tarafından da “anlayış“ ile karşılanmasına neden olmaktadır. Son zamanlarda artık bu “denklemi“ ABD de kullanmaktadır. PKK'nin bu konumu ve silahlı savaşımı, yanı sıra, zaten Abdullah Öcalan'ın sıkça değişen talimatlarıyla ucubeleşip minimalize edilen siyasal taleplerini de, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde zora sokmaktadır. Savaş, Kürt ulusal davasının çözümünün önündeki en büyük engel olan Türk Ordusu'nun sistem üzerindeki vesayetini arttırmakta ve dolayısıyla Türk toplumundaki ırkçı ve militarist eğilimleri güçlendirerek; demokratik siyasetin sınırlarını daralmaktadır. Tüm bunlar da, zaten yıllardır bir savaş yenilgisinin yorgun ve yılgınlığını yaşayan Kuzeyli Kürtler üzerindeki baskıların, saldırıların yoğunlaşmasına ve onların daha bir sindirilip asimilasyon ve entegrasyon yolunda ehlileştirilmelerine neden olmaktadır. Kısacası bu savaş, mevcut koşullarla ve taleplerle gereksizdir ve dolayısıyla da özellikle eylem türleri ve zamanlamaları göz önünde bulundurulduğunda şaibelidir de. ABD ile TC'nin, Irak'ın ve yanısıra İran'ın, Kürdistan'ın ve bölgenin kendi çıkarlarına göre düzenlenmesi için gerçekleştirmekte oldukları bu plânı (kimilerine göre gizli antlaşmayı) bozacak veya etkisizleştirecek tek şey, özellikle Güneyli Kürtlerin, diğer parçalardaki Kürtler'in de desteğinde , TC'nin saldırı ve işgaline karşı açık, ilkeli ve kararlı bir tutum almasıdır. Böylesi haklı bir tavrın inandırıcılığı ve etkinliği için Güneyli Kürtler, yıllardır bu ve benzeri oyunlara/saldırılara bahane edilen PKK'nin Güney'deki varlığına ve onunla ilişkilerine, PKK'nin ulusal çıkarlar konusunda sorumlu davranan yöneticileriyle müzakere ederek, Kürtlerin genel ulusal çıkarlarıyla örtüşen bir düzen vermek zorundadırlar. PKK ile ilişkiler düzeni, hem Güneylilerin, kendi toprakları üzerinde devlet gibi egemen olmalarının/davranmalarının prensip ve uygulamalarını içermeli hem de ülkesi ve halkıyla parçalanan aynı milletin, benzer sorunları olan parçaları olduğunu ve bu parçaların karşılıklı ekonomik, sosyal, kültürel ve özellikle politik dostluk ve etkileşimini gözetmelidir. Böylece bulunacak çözümle bu sorunun, taraflar arasındaki çelişkilerin derinleşmesine neden olması engellenmeli, hele de süreç içinde fiili bir çatışmaya doğru yol alması devre dışı bırakılmalıdır. Tüm bu gerçeklere rağmen, Mesut Barzani dahil, Güneyli liderlerin ve Hükümet yetkililerinin PKK'nin Güney Kürdistan'daki varlığına ve misyonuna ilişkin uygulamaları, söylem ve tutumları ne tutarlıdır; dolayısıyla ne de etkilidir. PKK'nin, 80'li yılların ilk yarısında, Güney Kürdistan'a hangi koşullarda, kimlerin hangi amaç ve teşvikleriyle yerleştirildiği biliniyor. PKK'nin oraya yerleştikten sonra, gerek totaliter politik anlayışının gereği olarak ve gerekse de teşvikçilerinin çıkar ve talimatları ile uyarınca, bazen IKDP ve bazen de YEKİTİ ile çatışmalarla bunların IKDP ile YEKİTİ'yi soktuğu kimi ittifak ve pozisyonların, Kürt ulusal davasına verdiği zararlar da biliniyor. PKK'nin, tüm bunlara rağmen, Güney'de görmekte olduğu “tolore“ nin muhtemel nedenlerini de irdelemeden şunu belirtmekle yetineceğim: Güneyliler'in, “PKK meselesi Türkiye'nin bir iç sorunudur, bu sorun Türkiye tarafından çözümlenmeden PKK'nin Güney'deki varlığına son vermek zordur. Kaldı ki, istense bile PKK'yi sınır yörelerinden söküp atmak güçtür“ şeklindeki söylem ve tutumları, kısmen bir gerçeği içerse de, bu anlayış, sorunu çözmek için kararlı bir politik tutum değildir ve inandırıcı bir niyeti içermekten uzaktır. Bu nedenlerle birçok insan tarafından da anlaşılması zordur. Konuyu tekrarla sonuçlandırmak gerekirse ; Kürdistan'ın tüm parçalarındaki mücadele bakımından stratejik önemi olan Güney Kürdistan'daki kazanımların korunmasına ve bunların daha da geliştirilmesine karşı bahane olarak kullanılan PKK'nin, Güney'deki varlık biçimine ve misyonuna, Kürt ulusal demokratik mücadelesinin genel çıkarlarına uygun kalıcı ve inandırıcı bir çözüm, bulunmak zorundadır. Güneyliler, konuyla ilgili açık, yapıcı ama kararlı bir tutum takınmak ve bunu hayata geçirmek durumundadırlar. Bu tutum ve uygulamalarıyla diğer parçalardaki Kürtler'den ve müttefiklerinden alacakları destekle PKK'yi de gerçekçi ve yapıcı olamaya zorlayarak, O'nu ikna etmeli ya da buna mecbur etmelidirler. Kürtler'in kendi aralarındaki muhtemel çatışmalar, ancak bu yolla deflenebilir; kazanımları ve mücadele birlikleri de ancak böyle geliştirilebilinir. Sait Aydoğmuş 12 Mart 2008/Diyarbakır

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.